Arapça’da nezir (nezr) diye ifade edilen adak fıkıh dilinde “bir kimsenin dinen yükümlü olmadığı hâlde ibadet cinsinden bir şeyi kendisi için vacip kılmasını” ifade eder. Diğer bir deyişle adak “kişinin sorumlu olmadığı hâlde farz veya vacip cinsinden bir ibadeti yapacağına dair Allah Teâlâ’ya söz vererek o ibadeti kendisine borç kılmasıdır” (Mevsılî el-ihtiyâr 4/76-77).
Kur’ân-ı Kerîm’de verilen sözde durulması ahde ve akitlere bağlı kalınması (el-Mâide 5/1; el-İsrâ 17/34) Allah’a verilen sözün tutulması (en-Nahl 16/91) emredilir ve yapılan adakların yerine getirilmesi istenir. Ayrıca kişinin yaptığı adağa uygun davranması iyi kulların vasıfları arasında sayılır (el-İnsân 76/7). Hadislerde de Hz. Peygamber (s.a.s.) Allah’a itaat kabilinden adakların yerine getirilmesini emretmiş Allah’a isyan veya mâsiyet kabilinden olan konularda adakta bulunulmamasını şâyet yapılmışsa buna uyulmamasını istemiştir (Buhârî Eymân 28 31 [6696 6700]; Müslim Nezir 8 [1641]). Dolayısıyla adağın yerine getirilmesi Kitap Sünnet icma ve akıl deliliyle sabittir (Kâsânî Bedâi‘ 5/90).
Âlimler hiçbir dünyevî menfaat ummadan sırf Allah’ın rızasını kazanmak Ona şükretmek için adak adanmasında bir sakınca bulunmadığı görüşündedirler. Kişinin Allah’ın takdirinin değişmesine vesile olması dileğiyle dünyevî amaçlarla belli şartlara bağlı olarak adakta bulunması ise doğru karşılanmamıştır. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Adak (Allah’ın takdir buyurmuş olduğu) hiçbir olayı geri çevirmez. Sadece cimrinin malını eksiltmiş olur.” (Buhârî Eymân 26 [6693]; Müslim Nezir 2 [1639]); “Adak bir şeyi ne ileri alır ne de geri bırakır…” (Buhârî Eymân 26 [6692]; Müslim Nezir 3 [1639]) anlamındaki hadislerinden şarta bağlı adakta bulunmayı hoş karşılamadığı anlaşılmaktadır.
Bazı âlimler yukarıdaki hadislere dayanarak nasıl olursa olsun adak adamanın mekruh olduğu görüşündedirler (Nevevî el-Mecmû‘ 8/450; İbn Kudâme el-Muğnî 10/3). Bununla birlikte Allah’a isyan ve mâsiyeti içermediği sürece hangi grupta yer alırsa alsın adakta bulunulduğunda adağın yerine getirilmesi dinen vacip görülmüştür (Kâsânî Bedâi‘ 5/82).