Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Toplum Sağlığını Tehdit Eden Salgın Hastalıklara Karşı Aşı Yaptırmamak Kul ve Kamu Hakkı İhlali Olarak Değerlendirilebilir mi?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 15:25    Güncellendi: 31.01.2025 15:25

Dinimiz insan hayatının korunmasını esas almış ve buna zarar verecek unsurların ortadan kaldırılmasını emretmiştir. Sağlığın korunması için önleyici tedbirlere başvurulması ve hastalandıktan sonra tedavi olunmasının gerekliliği de bu esas üzerine bina edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) “Tedavi olun ey Allah’ın kulları!” buyurarak tedavinin önemine dikkat çekmiştir (Buhârî Tıp 1; Müslim Selâm 26/69; İbn Mâce Tıp 1). Sağlıklı yaşamak ve hastalıklara zemin hazırlamamak için önleyici tedbirlere başvurulması ve hastalanınca tedavi olunması da bu kapsamdadır.
Dolayısıyla hastalık risklerine karşı dikkatli olunması ve özellikle bulaşıcı hastalıklara karşı gereken tedbirlerin alınması dinimizin bir emridir. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.) bu bağlamda “Bir yerde salgın hastalık çıktığını duyarsanız oraya girmeyin bulunduğunuz yerde salgın hastalık varsa o bölgeden de ayrılmayın” buyurarak (Buhârî Tıp 30; Müslim Selâm 92-96.) karantina uygulamasına dikkat çekmiştir. Bir diğer hadis-i şerifinde de “Bulaşıcı hastalık taşıyanın taşımayanla aynı ortamda bulunmasını engelleyiniz” (Buhâri Tıp 53) buyurarak salgın hastalığa karşı tedbirli ve ihtiyatlı bir yol takip edilmesini vurgulamıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.) bulaşıcı hastalığı olan bir kişinin biatını ona dokunmadan alarak bu konudaki hassasiyetini fiilen de göstermiştir (Müslim Selâm 126).
Bu itibarla; bilimsel usullere uygun olarak üretilen alanında uzman hekimlerce salgın hastalıklara karşı koruyucu olduğu belirtilen aşıların kullanımı dinen de uygundur. Buna göre toplum sağlığını tehlikeye atacağı konusunda galip zan bulunan durumlarda gerekli tedbirlere uymamak kul ve kamu hakkı ihlali olur.

GEREKÇE

  1. İslam dini insanın huzur ve güven içerisinde yaşayıp kulluğunun gereklerini yerine getirebilmesi için uyulması gereken temel ilkeler koymuştur. İslam âlimleri de bu doğrultuda can din nesil akıl ve mal şeklinde sıralanan beş değerin (zaruriyyat-ı hamse) korunmasını insan ve toplum için hayati derecede vazgeçilmez görmüşlerdir. Bu noktada insan hayatının ve sağlığın korunması en önemli konulardan biri kabul edilmiştir. Haksız yere bir cana kıymak yasaklandığı gibi (En‘âm 6/151) bir insana hayat vermek bütün insanlara hayat vermek gibi değerlendirilmiştir (Maide 5/33). İnsanların kendilerini kendi elleriyle tehlikeye atmaması emredilmiş (Bakara 2/195) kendi canına kıyması hatta bunu dil ile dahi temenni etmesi yasaklanmıştır (Buhârî Merdâ 19).

  2. İslam’a göre can insana bahşedilen ve korunup kollanması gereken bir emanettir. Şu halde bir Müslüman öncelikle ruh ve beden sağlığını birtakım hastalık ve rahatsızlıklara karşı korumalı ve bunun için elinden gelen her türlü önleyici tedbire başvurmalıdır. Gerek kendisinin gerekse diğer insanların sağlığını tehlikeye atacak tutum ve davranışlardan sakınması Müslüman bireyin önemli görevlerinden biridir. Nitekim Hz. Peygamber’in insanların çoğunun sağlık ve boş vakit nimetleri konusunda gafil davrandığı yönündeki uyarıları (Buhârî Rikâk 1) insanın hastalanmadan önce sağlıkla ilgili koruyucu tedbirleri alması konusunda çok önemli bir ikaz niteliğindedir.

  3. Sağlığın korunması için önleyici tedbirlere başvurulması ve hastalandıktan sonra da tedavi olunmasının gerekliliği “canın korunması” ilkesi üzerine bina edilmiştir. Her hastalığın mutlaka şifasının yaratıldığını bildiren Hz. Peygamber (s.a.s.) ayrıca “Tedavi olun ey Allah’ın kulları!” buyurarak tedavinin önemine de dikkat çekmiştir (Buhârî Tıp 1; Müslim Selâm 69; İbn Mâce Tıp 1). Buna göre öncelikle sağlıklı yaşamak ve hastalıklara zemin hazırlamamak için önleyici tedbirlere başvurulmalı hastalanınca tedavi olunmalıdır. Tedavide meşru alternatiflerin olmadığı durumlarda -normal zamanlarda yasak olan- haram bir madde ile tedavi de caiz görülmüştür. Nitekim bu husus İslam fıkhının temellerinden birini oluşturan “Zaruretler yasakları mubah kılar” (Mecelle md. 21) kaidesinin bir yansımasıdır.

  4. Bir hastalığa duçar olan Müslüman bireye düşen en önemli vazifelerden biri kendisi ve çevresindekiler hakkında sorumluluk bilinciyle hareket etmek ve özellikle hastalığı bulaşıcı ise yayılmasının ve başka insanlara bulaşmasının önüne geçmektir. Bu konuda ihmalkâr davranıp kendimize ve başkalarına zarar vermek kul ve kamu hakkının ihlal edilmesi olup büyük bir vebaldir. Zira dinimizde kişinin kendisine de başkalarına da zarar vermesi yasaklanmıştır (Muvattâ Akdiye 31; İbn Mâce Ahkâm 17).

  5. Hz. Peygamber’in veba olan yere girilmemesi ve veba olan yerden çıkılmaması (Buhârî Tıb 30; Müslim Selâm 92-100) cüzzamlı hastalardan uzak durulması (Buhârî Tıb 19) ve bulaşıcı hastalıklardan aslandan kaçar gibi kaçılması yönündeki emir ve tavsiyeleri (Buhârî Tıp 16) ile bulaşıcı hastalığı bulunan bir kişiyle musafaha etmeyerek geri göndermesi (Müslim Selâm 126) ayrıca hastalıklı olanla sağlıklı olanın bir arada bulundurulmaması gerektiğini belirtmesi (Müslim Selâm 104-105) salgın hastalıklara karşı gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

  6. Sonuç olarak sağlık otoritelerince “salgın” olarak ilan edilen bir hastalığa karşı gerekli tedbirlerin alınması ve gerekli tedavilerin uygulanması noktasında Müslümanlar üzerlerine düşen görevi yapmakla dinen mesuldürler. Bu itibarla bilimsel usullere uygun olarak üretilen alanında uzman hekimlerce salgın hastalıklara karşı koruyucu olduğu belirtilen aşıların kullanımı dinen de uygundur. Buna göre toplum sağlığını tehlikeye atacağı konusunda galip zan bulunan durumlarda gerekli tedbirlere uymamak kul ve kamu hakkı ihlali olur.