Değerli kardeşimiz
Allah’ın zatı gibi sıfatları da ezelîdir. Ezelî olan varlığın en belirgin özelliği değişmemektir. Çünkü değişmek dışarıdan bir etkinin sonucudur ve sonradan var olan varlıkların özelliğidir.
Allah’ın kâinatı yaratmadan önceki ilmi kudreti iradesi hangi konumda ise varlığı var ettikten sonra da aynı konumdadır. Bunun aksini iddia etmenin hiçbir dinî ilmî ve mantıkî bir delili yoktur.
Allah’ın yaratma sıfatı tecelli etmeden önce de yine vardı. Bu tecellinin ortaya çıkması bu sıfatın sonradan ortaya çıktığını ve dolayısıyla bir değişikliği ifade ettiğini göstermez.
Örneğin; bir mühendisin mühendislik kabiliyeti bir doktorun doktorluk mahareti mesleklerini fiili olarak icra etmedikleri zamanda da onlarda bilkuvve (potansiyel olarak) vardır. Ve bu uygulamaya geçtikten sonra da o maharet mahiyeti itibariyle de aynen söz konusudur.
Yalnız şu fark vardır ki; bir mühendisin kendisinde bulunan mühendislik mahareti bir doktorun tıp mahareti iş yaptıktan sonra değişebilir daha da gelişebilir.
Dikkat ederseniz değişiklik beraberinde ya bir artıyı veya bir eksiği getirir. Bir tekâmül kanununa tabi olan evren ve içindeki varlıkların hepsinin -atomdan galaksilere kadar- bir nevi hareket kuralına uymaları onların bu tekamül prensibine bağlı olmalarından ileri gelmektedir.
Eğer Allah’ın sıfatlarında -haşa- bir değişiklik olsaydı bu takdirde bu değişiklik ya bir artıyı veya bir eksiği ifade etmiş olacaktı. Bir tekâmülü düşünmek bile ondan önce bir noksanlığın varlığını gerektirir. Bu ise Allah hakkında muhal olan bir hayaldir.
Allah zaman ve mekân yokken vardı. Onun için zaman ve mekândan münezzehtir. Mekâna geçmek bir değişikliktir bu ise sonradan yaratılanların özelliğidir. Mekâna dayanmak ona ihtiyaçtan ileri gelir. Bu ise Allah’a yakışmaz. Hem de Allah -haşa- maddî bir varlık değil ki hakkında böyle bir şey düşünülmüş olsun.
Allah'ın zatı gibi sıfatları ve isimleri de sonsuzdur.
Allah’ın bütün güzel isimleri ilâhî sıfatlardan birine dayanır. Meselâ Alîm ismi sıfat-ı sübutiyeden ‘İlim’ sıfatına ‘Kadîr’ ismi ‘Kudret’ sıfatına ‘Mütekellim’ ismi ‘Kelam’ sıfatına dayanır.
Keza Evvel ismi sıfat-ı selbiyeden ‘Kıdem’ sıfatına ‘Âhir’ ismi ‘Beka’ sıfatına dayanır.
Bazı İslâmî kaynaklarda ilâhî isimlerden sıfat diye söz edildiği görülür. Meselâ ‘Kerîm’ Allah’ın bir ismidir. Aynı zamanda Allah’ı kerem sahibi olarak vasıflandırması cihetiyle de sıfat vazifesi görür. ‘Kerîm Allah’ dediğimiz zaman Kerîm ismini sıfat makamında kullanmış oluruz.
Allah’ı hangi isimle yâd edersek edelim o isim aynı zamanda Allah’ın bir vasfını bir kemâlini bir cemâlini yahut ahlâk-ı ilâhiyyesinden birini ifade etmekle sıfat vazifesi görür.
İlâhî isimlerden çoğu fiilî sıfatlara dayanırlar. Hâlık ismi yaratma fiiline; Muhyî ismi ihya (hayatlandırma) fiiline; Musavvir ismi sûret verme fiiline; Mümit ismi imâte (ölümü verme) fiiline dayanır.
Cenâb-ı Hakk’ın zâtı birdir ama isimleri yüzlerce binlercedir. Hatta bazı zâtlara göre ilâhî isimler sonsuzdur. İşte bu isimler arasındaki farklılık onların tecelligâhı olacak varlıkların da farklı olmalarını zarurî kılmıştır.
Allah’ın bütün isimleri güzeldir.
Zâtı güzel olduğu gibi bütün zâtî isimleri de güzeldir.
Sıfatları güzel olduğu gibi bu sıfatlardan doğan sonsuz fiilleri de güzeldir. Ve bu fiillere dayanan ‘fiilî isimleri’ de güzeldir.
Bu sırra eren kâmil insanlar “Kahrın da hoş lütfun da hoş” demişlerdir. Zira Kahhâr ismi de güzeldir Latîfismi de.
Burada ‘zât şuunât sıfat fiil isim’ münasebetinden de kısaca söz edelim:
Nur Külliyatı'nda bu önemli konu defalarca işlenmiş ve misallerle izah edilmiştir. Bunlardan birisinin sonunda şu hüküm cümlesine yer verilmiştir:
“İşte bütün âlemdeki âsâr-ı sanat ve bütün mahlukat her biri birer eser-i mükemmel olduğundan her biri bir fiile ve fiil ise isme isim ise vasfa ve vasıf ise şe’ne ve şe’n ise zâta şehadet ettikleri için; masnuat adedince birtek Sâni’-i Zülcelâl’in vücub-u vücuduna şehadet ve ehadiyetine işaret ettikleri gibi; heyet-i mecmuası ile silsile-i mahlukat kadar kuvvetli bir tarzda bir mi’rac-ı marifettir.” (Sözler Otuz Üçüncü söz On Sekizinci Pencere)
Buna göre mahlukatı tefekkür ederken takip edeceğimiz sıra şöylece ortaya konulmuş oluyor: Eser fiil isim sıfat (vasıf) şe’n zât.
Allah’ın bir mahluku yaratmasında ise bu sıra şu şekli alıyor: Zât şe’n sıfat isim fiil eser.
Bir hadis-i kutsî de şöyle buyruluyor:
“Ben gizli bir hazine idim bilinmeye muhabbet ettim (bilinmek istedim) de kâinatı yarattım.” (Acluni Keşfü'l-Hafa II 132)
Bu kutsî hadisin ışığında şöyle diyebiliriz: Bu varlık âleminin yaratılmasında ilk safha Allah’ın bilinmeye muhabbet etmesidir. Bu ise ilâhî şuunâttan bir şe’ndir.
Bu ilâhî istekten sonra kâinatın yaratılması irade edilmiştir irade ise bir ilâhî sıfattır. Bu irade ile birlikte kudret ilim gibi bütün sıfatların tabiri caizse faaliyet göstermesi söz konusudur. Demek ki sıfatları faaliyete geçiren şuunâttır.
Sıfatlar belli sayıda olmakla birlikte bunlardan sonsuz fiiller zuhur etmiştir ve bu fiillerden her birisi Allah’ın ezelden beri var olan bir ismine dayanır. Terbiye fiilinin Rab ismine dayanması gibi.
Şu var ki henüz hiçbir varlığın yaratılmadığı dönemde de bu isimler var idi ama tecelli etmemişlerdi.
Mahlukatın yaratılmasıyla tecelli eden isimler fiilî isimlerdir; Rezzak Hâlık Muhyî Mümit gibi...
Zâtî isimlerin varlığına bu âlemde birçok delil varsa da bu ‘tecelli’ demek değildir. Meselâ Kadîm ismi hiçbir şeyde tecelli etmez. Çünkü evveli olmamak ancak Allah’a mahsustur. Ama biz eşyanın evvellerine bakarak bunları yaratan Allah Kadîm’dir ezelîdir diyebiliriz. Yani Allah’ın Kadîm ismini eşyanın evvellerinde okuyabiliriz fakat bu bir tecelli değildir.
Şu noktayı da önemle belirtmek isteriz:
Tecelli etmek başkadır ayna olmak daha başkadır. İnsanın ölümünde Allah’ın Mümit(ölümü yaratan) ismi tecelli eder fakat Bâkî ismi tecelli etmez. Ama insanların ölümleri Bâki ismine bir ayna olurlar; yani biz ölümlerde Allah’ın Bâki ismini okuyabiliriz.
Demek oluyor ki âlemlerin yaratılmasıyla Allah’ın fiilî isimleri tecelli etmiş oldular. Böylece şu gördüğümüz ve göremediğimiz ilâhî eserler vücut buldular.
Allah’ın en mükemmel eseri insan ruhudur. Bu ilâhî mucizede nice ilâhî hakikatlerin birtakım işaretleri mevcuttur. Meselâ insan kendi kudretini tefekkür ederek ilâhî kudretin varlığını bilebilir; ancak kudretinin mahluk olduğunu ve ilâhî kudrete işaret ettiğini unutmamak şartıyla...
Mâlûm olduğu gibi haritadaki bir işaret bir şehri gösterir ama o işarette şehrin binalarını caddelerini büyüklüğünü şeklini bulamazsınız; sadece o şehrin varlığından haberdar olursunuz o kadar.
İnsanın sıfatları ve şuunâtı da böyledir.
Bu gerçeği göz önüne alarak şöyle diyebiliriz:
İnsan bir fakiri gördüğünde içinde bir merhamet bir acıma duygusu uyanır. Bu şuunâta misaldir.
Sonra ona yardım etmeye karar verdiğinde irade devreye girmiş ve böylece sıfatlara intikal edilmiştir. Elini cebine sokması da yine bir sıfat olan kudretle gerçekleşir.
Fakire sadaka vermek üzere elini uzatması bir fiildir sadaka verme fiili.
Herkes bir fakiri görebilir ama sadaka vermeyebilir de. Sadaka vermek ancak cömert insanların işidir. Demek ki cömert ismini taşıyan insanlarda sadaka verme fiili gerçekleşiyor. Yani bu fiil bu isme dayanıyor.
Sonunda fakirin eline paranın değmesiyle olay tamamlanmış oluyor.
İşte insan bu istidadı bu kabiliyeti sayesinde ilâhî şuunâtı sıfatları ve fiilleri bir derece tefekkür edebiliyor.
İlave bilgiler için tıklayınız:
- Allah'ın sonsuzluğu anlaşılabilir mi?
- Allah’ın zamandan münezzeh olması ne demektir?
- Cenab-ı Hakk'ın mekandan münezzeh olması ne demektir?
- Allah kainatı yaratmadan önce ne yapıyordu?
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet