- Eğer öyle ise bunun sebebi nedir?
- Sevginin insan hayatındaki önemi nedir?
Değerli kardeşimiz
Önce küçük bir açıklama yapmakta fayda vardır:
“Allah'ta ilk zuhur eden” ifadesi sağlıklı görünmüyor. Çünkü Allah’ın Zat-ı Akdesi gibi sıfatları da ezelidir. Bir şeyin zuhur etmesi sonradan ortaya çıkması manasına gelir. Bu sebeple “Allah'ta ilk zuhur eden...” ifadesi sağlılık olmadığı gibi bunun ne anlamda kullanıldığı da pek açık değildir. “Allah'ta ilk zuhur eden” yerine “Allah’ın sıfatlarından ilk zuhur eden” yani ilk defa varlık aleminde tecelli eden ifadesi kullanılabilir.
Bununla beraber biz konuyu anlamaya çalışarak “Allah’ın sevgisi” çerçevesinde bazı şeylere açıklık getirmeye çalışacağız.
- Her şeyden önce şunu vurgulamalıyız ki Allah’ın Zat-ı Akdesi gibi bütün sıfatları da ezelidir hep var idi var olmaya devam etmektedir. Şu var ki Zati sıfatlardan olan vücut kıdem beka ezel ebed gibi bazı sıfatlar ezelden beri var olduğu gibi onların anlaşılması için dış alemde başka bir şekilde tecelli etmelerine de ihtiyaç yoktur. Bunun yanında ezeli olmakla beraber dış alemle ilgileri dolayısıyla varlıkları ancak dışa yansımaları ile anlaşılır. Örneğin: Allah’ın ezeli kudret ve tekvin sıfatının anlaşılması için dışarıda yaratıkların görülmesi gerekir. Fakat bunlar için de “Allah'ta ilk zuhur eden kudret ve tekvin sıfatı” yerine “Allah’ın dışarıda zuhur eden..” ifadesini kullanmak daha isabetli olur.
Bu çerçevede sevgi için “dışarıda zuhur eden / dışa ilk yansıyan / varlık aleminde ilk cilveleri görülen” sıfat olduğunu söylemek mümkündür.
Ancak sevgi / muhabbet kavramı Allah’ın sıfatı olarak alimler tarafından farklı şekilde yorumlanmıştır.
a. Bazı alimlere göre bir şeye karşı sevgi besleyen kimsenin söz konusu şey karşısında etkilenmesi müteessir olması ona meyil etmesi anlamına geldiği için -bu anlamıyla- Allah hakkında caiz olmadığı için başka bir manaya yorumlamak gerekir. Bu alimlere göre Allah’ın kullarını sevmesi demek onlara ihsanda ikramda bulunması onlara hidayet yolunu göstermesi gibi manalara gelir.
Allah’ın sevgisi iki şekilde tecelli eder. Birincisi umumi sevgi: Yukarıda ifade edildiği gibi Allah’ın bütün kullarına ikram ve ihsanlarda bulunması akıl vererek peygamberler göndererek hidayet yolunu göstermesi gibi. İkincisi: “Allah tövbe edenleri ve temizlenenleri sever” manasına gelen ayette ifade edildiği gibi salih kulları için yaptığı özel ikramlar ve ihsanlar ilhamlar kerametler gibi...
b. Diğer bazı alimlere göre Allah’ın kullarını sevmesi ikram ve ihsanlardan başka bir şeydir. Sevgi kavramında Allah ile insanların aynı ortak paydada birleşmesi sevgilerinin aynı rotada cereyan ediyor olmasını gerektirmez. Allah’ın görmesi işitmesi insanlarınkine benzemediği gibi sevgisi de insanlarınkine benzemez. Ancak madem ki Kur’an’da Allah’ın sevgisinden kullarını sevdiğinden söz edilir o halde bu sevgiyi ikram ve ihsanlarla tevil etmek doğru değildir. Allah’ın görmek ve işitmek sıfatlarında insan gibi -haşa- göze kulağa ihtiyacı olmadığı gibi sevmekte de -haşa-“nefsin teessürü kalbin etkilenmesi” gibi sözcüklerle anlatılan bir durum söz konusu değildir.
Aslında bu iki görüşü telif etmek de mümkündür. Allah mahiyeti bizce meçhul bir tarzda kullarını sever ve onlara ihsan ve ikramlarda bulunarak da bu sevgisini gösterir.
Şimdi asıl soruya gelelim:
Sevmenin gerekçeleri genel olarak ya lezzettir ya menfaattir veya müşakelettir (meyl-i cinsiyettir) yahut kemaldir.(bk. Cürcanî Şerhu’l-Mevakıf 2/256-257; Nursi Sözler s. 619)
Buna göre insan bir şeyi severse ya lezzet için sever ya menfaat için ya da müşakele-i cinsiye denilen evlat gibi yakın akrabalık bağları için yahut da bir kemal / mükemmellik vasfı olduğu için sever.
Eğer bu sevginin sebebi kemal (mükemmellik) ise başka bir sebep / bir maksat aramaya gerek yoktur. Çünkü kemal vasfı bizzat sevilir. Mesela; eski zamanda gelip geçmiş kemal sahibi insanları herkes sever onlara karşı -akrabalık menfaat gibi- başka hiçbir alaka olmadığı halde büyük bir sevgi ve saygı besler.
İşte bunun gibi Cenab-ı Hakk'ın bütün kemalâtı ve esma-i hüsnasının bütün mertebeleri ve bütün faziletleri hakikî kemalât olduklarından bizzat sevilirler başka herhangi bir sebep aramaya ihtiyaç yoktur. "Mahbubetün Lizâtihâ"dırlar. Mahbub-u Bilhak ve Habib-i Hakikî (sevgiye en fazla istihkakı olan ve sevilmeye en layık) olan Zât-ı Zülcelal hakikî olan kemalâtını ve sıfât ve esmasının güzelliklerini kendine lâyık bir tarzda sever muhabbet eder. Hem o kemalâtın mazharları âyineleri olan san'atını ve masnuatını ve mahlukatının mehasinini sever muhabbet eder. (bk. Sözler s. 619-620)
Berdiüzzaman Hazretlerinin bu ifadesinden anlaşılan şudur:
Kemal vasfı -başka bir sebep aranmaksızın- kendiliğinden sevilir. Allah’ın bütün isim ve sıfatları eşsiz bir kamale/mükemmelliğe sahiptir. Cemali dahi kemalatın/mükemmelliğin eşsiz zirvesindedir. Allah her türlü noksanlıktan münezzeh olan eşsiz manevi güzellikte olan bu mükemmel sıfatlarını sever. Bu mükemmel isim ve sıfatlarını sevdiği gibi bunların tezahürlerini yansımalarını gösteren sanatlarını da sever. Bütün kâinat onun sanatı olduğu için varlıkların hepsini de sever. Ve bu sevgisinin başka bir nedeni de yoktur. Çünkü kemal sıfatları sebepsiz bizzat sevilirler.
"İşte bundandır ki: Vedud ismine mazhar olan muhakkikîn-i evliya; 'Bütün kâinatın mayesi muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve cazibe kanunları muhabbettendir.' demişler." (Sözler s. 624)
İnsan sevgiyle hareket ettiği vakit huzur bulur.
- İnsanları sevdiği zaman onlardan ötürü maruz kaldığı sıkıntıları hoş görür ve hayatından lezzet alır.
- Allah’ı hakkıyla sevdiği zaman onun bütün icraatına karşı teslimiyet gösterir ve hayatından lezzet alır.
- İslam dinini sevdiği zaman manevi hayatını koruma altına alır ve ondan lezzet duyar. Çünkü muhabbetin gözü kör olduğu için başına ne gelirse gelsin hepsine teslim olur. İslam hakkında ve İslam’ın ortaya koyduğu hakikat prensipleri hakkında sui zanda bulunmaz. “Görelim mevla neyler neylerse güzel eyler” der ve hayatından lezzet alır.
Selam ve dua ile...
İslami Destek Sitesi