- İslam düşmanları boş durmuyor.
- Dine karşı olduğunu bildiğim bir arkadaş bana bir link gönderdi. Kitabın yazan: Layth Al-Shaiban (laytth@hotmail.com) Çevirmeni: Ali Hakan Duman.
- Siteye şöyle bir baktım Kafirler boş durmuyor. Kendilerince deliller getirip arada kalmış insanların akıllarını karıştırmak için her türlü desiseyi yapıyorlar. Bana makaleyi baştan sonu okuyup fikrimi merak etti. Makale biraz uzun olduğu için hepsini oku(ya)madım. Zaten verilmek istenen mesajı anladım. Mesaj özetle şu ki:
“Zaman olay ve yer gibi kendilerine göre deliller getirip Kuran’ı Kerim’in haşa hatalı olduğu” Bu yüzden de makalenin tamamını okumaya gerek de görmedim. Yazar eğer hala makaleyi okuyup ikna olamadıysanız en sondaki sorulara cevap verin diyor.
Ben Kuran-ı Kerim Allah kelamı olduğu için ne yazılı ise doğrudur dedim. Ve şu ayetleri paylaştım.
“Kitap kendilerine geldiği zaman o yorumcular onu inkâr etmişlerdir. Oysa o eşsiz bir kitaptır. Ona ne önünden ve ne de ardından hiçbir bâtıl girmez. O hikmet sahibi ve hem de lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussilet: 41-42)
- Gönderdiğin makale misyonerlerin faaliyetlerinden ibaret dedim.
- Bu yazıya nasıl bir cevap verilmelidir genel anlamda?
- Eğer vaktiniz varsa 16 soruya da kısa kısa cevap verebilir misiniz?
Değerli kardeşimiz
İftiralarla dolu bu makalede geçen iddialara iddia-cevap formatında tek tek cevap vermeye çalışacağız inşallah:
İddia:
Nuh.
Babamız Adem’den sonra Kuran’da bize anlatılan ilk tarihi olay Nuh Peygamber ve Büyük Sel olayıdır. Bu olay olduğunda dünyadaki bütün medeniyetler yok olmuş ve insanlık yeniden başlamak zorunda kalmıştı.
“Onu yalanladılar. Bunun üzerine onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanları ise boğduk. Onlar kör bir halktı.” (Kuran 7: 64)
Böylece temiz bir sayfa açıldı tarihte.
“Onu ve gemi halkını kurtarıp (gemiyi) herkese ibret yaptık.” (Kuran 29:15)
Sel bölgesel bir sel miydi yoksa tüm dünyayı kaplayan bir sel miydi tartışmaları olsa da tüm dünyayı kapsayan bir sel Nuh’u dünya tarihinden milyonlarca yıl geriye konumlandıracaktır.
Cevap:
Önce şunu belirtelim ki Kur'an’ın hiçbir ayetinde Tufan olayının bütün dünyayı kapladığına dair bir ifadesi yoktur. Bilakis bu olayın mahalli olduğunu gösteren işaretler daha fazladır. Örneğin soruda verilen iki ayetten hiçbirinde Tufan hadisesinin bütün dünyayı kapladığına dair bir ifade yoktur. İşte soruda gösterilen ayetlerin mealleri:
“Derken kavmi onu yalanladı. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanları ise suda boğduk. Çünkü onlar (vicdanları kapalı) kör bir kavim idi.”(Araf 7/64)
“Vaktiyle biz Nuh’u kendi kavmine resul olarak göndermiştik. Nuh bin yıldan elli yıl daha az bir süreyle onların arasında kaldı. Sonunda zulümlerini sürdürürken onları tufan yakaladı. Fakat biz Nuh’u ve gemidekileri kurtardık ve bunu bütün alem / insanlık için bir ibret yaptık.” (Ankebut 29/14-15)
Bu ayetlerde Tufanın bütün dünyayı kaplayan bir hadise olduğu ifade edilmediğini şöyle açıklayabiliriz:
a. Birinci ayette Tufana maruz kalanların Hz. Nuh’un ‘kavmi’ olduğu belirtilmiştir. Hz. Muhammed (asm)’den önce hiçbir peygamberin bütün dünyaya / bütün insanlığa gönderilmediği bilinmektedir. Çünkü o zamanlarda bütün dünyaya dini tebliğ etme şartları yoktu.
Buna göre Hz. Nuh’un peygamber olarak gönderildiği topluluk belli bir bölgede bulunan insanlardır. Hz. Nuh’un 950 sene peygamberlik görevini yapması zamanla onun -bütün dünyaya değil ama- oldukça geniş bir coğrafyaya hitap ettiğinin ipuçlarını göstermektedir.
b. Ayette -meal olarak- yer alan “gemide olanların kurtulduğuna” dair ifadesi iman edenlerin sayılarının fazla kabarık olmadığını göstermektedir. Ayetin -meal olarak- “Gemiye binmeyenlerin ise suda boğulduğuna” dair beyanı bütün dünya insanlarının değil o bölgede bulunan topluluğun suda boğulduğuna işaret etmektedir.
c. İkinci kısım ayetlerde ise Hz. Nuh’un 950 sene içinde bulunduğu topluluğun büyük bir kısmının onu yalanladığı için suda boğulduğuna iman edip gemiye binenlerin ise kurtulduğuna vurgu yapılmıştır. Burada da tufan olayının bütün dünyayı kapladığına dair bir ifade yoktur.
d. Burada geçen ve Tufan olayının “alemlere / bütün dünyaya / tüm insanlara ibret verici bir ders olduğuna” dair ifadeden “Tufanın bütün dünya çapında olduğu” anlamına çıkarmak yanlıştır. Çünkü bu gibi ifadeler Kur'an’da sık sık kullanılmış ve bununla “ilgili konunun dünya çapında tahakkuk ettiği” kastedildiği anlamına da gelmemektedir. Zira bir şeyin bütün insanlara ibretlik bir ders olması için onun bütün insanları kapsayan bir olay olmasını gerektirmez. Bilakis o konunun bütün insanları ilgilendirmesi yeterlidir.
Örneğin; Hz. Meryem’in babasız çocuk doğurması olayı için de “... Biz onu ve oğlunu âlemlere bir ayet / ibret / ibret verici bir ders yaptık.”(Enbiya 21/91) mealindeki ayette yer alan konunun dünyayı kaplayan bir hadise olmadığı açıktır.
e. Bununla beraber Tufanın bütün yeryüzünü kaplayıp kaplamadığı hususunda değişik bilgiler ve yorumlar vardır. Suların en yüksek dağları bile aşmasından dolayı yeryüzünün her tarafını kapladığı görüşünde bulunan alimler varsa da ağırlıklı ve umumun kabul ettiği görüş Tufan'ın bütün dünyayı değil sadece Nuh aleyhisselamın kavminin yaşadığı bölgeyi kaplamış olduğu yönündedir. Çünkü hikmet cihetiyle bakıldığı zaman Nuh Tufanının sadece Nuh kavminin yaşadığı bölgeleri içine alacak şekilde meydana gelmiş olması beklenir. Nitekim bu kavimden sonraki Lût Âd ve Semud kavimlerine gelen musibetler de sadece o kavimlerin yaşadığı bölgelerde görülmüştür.
Eldeki veriler getirilen yorumlar ve genel kanaat Nuh kavminin Lût Gölü çevresi ile Mezopotamya arasında yaşadığı yönündedir. Dolayısıyla Nuh Tufanın da bu bölgeyi içine alacak tarzda meydana gelmesi muhtemeldir.
Hz. Nuh'un: “Ey Rabbim kafirlerden hiç kimseyi arzda (yeryüzünde) bırakma." (Nuh 71/26) diye ettiği duaya yeryüzündeki bütün kâfirlerin dahil olup olmadığı konusuna gelince:
Ayette söz konusu olan “arz” kelimesi Kuran’da bazen dünya / yeryüzü bazen de belli bir arz / toprak / yer anlamında kullanılır. Mesela “Onlar Arz’dan çıkarmak için seni tedirgin edip dururlar.”(İsra 17/76) mealindeki ayette geçen Arz’dan maksat Mekke’dir. Onun için bu kelime meallerde genellikle “yurdundan” şeklinde geçer.
“Rumlar Arzın yakınında / yakın bir yerde yenildiler.”(Rum 30/2) mealindeki ayette geçen Arz kavramı Hicaz bölgesi (veya Bizans / Fars bölgesi) anlamında kullanılmıştır.
O halde eğer Nuh tufanının bölgesel olduğu ispat edilirse Hz Nuh’un: “Ey Rabbim kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma."(Nuh 71/26) mealindeki ayette geçen ARZ kelimesini “yeryüzünde” değil de onun kavminin barındığı bölge anlamında kabul etmekte hiçbir ilmî sakınca yoktur.
Şüphesiz ki bu konu tartışmalı bir konudur. Küresel veya bölgesel olsun Arz kelimesi iki anlama da uygundur.
İddia:
‘Ad – Hud Kavmi’
Nuh’un kavminden sonra kitaptan öğrendimiz kavimin ismi Ad kavmidir (Hud orada peygamberdir).
Hud kavmine şöyle der:
“Sizi uyarmak amacıyla Rabbinizden bir mesajın aranızdan bir adama gelmesine mi şaştınız? Nuh’un halkından sonra sizi varisler yaptığını ve yaratılışta sizi onlardan güçlü kıldığını hatırlayın. Başarmanız için Allah’ın nimetlerini düşünün.” (Kuran 7:69)
“Ad’a gelince onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve “Bizden daha güçlü kim var?” dediler. Kendilerini yaratan Allah’ın onlardan daha güçlü olduğunu anlamadılar mı? Onlar ayet ve mucizelerimizi bilerek inkar ediyorlardı.” (Kuran 41:15)
Bu bize göstermektedir ki o dönemde her ne kadar diğer toplumlarda dünyada var olsada Ad kavmi kendilerine elçi gönderilmeyi gerektirecek kadar güçlü bir toplumdu (sadece başkentleri olacak kadar büyük toplumlara peygamberler gönderilir (6:92).
Cezalandırılmaları:
“Nihayet onlara dünya hayatında aşağılayıcı azabı tattırmak için uğursuz günlerde üzerlerine sert bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı ise daha aşağılayıcıdır ve onlar yardım görmezler. “(Kuran 41:16)
Cevap:
Burada açıkça bir soru yoktur. Muhtemelen Ad kavminin varlığı Hz. Nuh Tufanının dünya çapında olan bir olay olmadığına delil getirilmiştir. Çünkü eğer bütün insanlara ölseydi sadece gemilerdeki insanlardan böyle bir toplum meydana gelmezdi demek isteniyor.
İlgili ayetlerin meali şöyledir:
1) "Sizi uyarmak için içinizden bir adam vasıtasıyla rabbinizden size bir zikir (vahiy) gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi Nûh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan güçlü kıldı. O halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz."(Araf 7/69)
Bu ayette dikkat çekici nokta “Allah sizi Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan güçlü kıldı” ifadesidir. Bu ifadeden “Ad kavminin Tufan olayında cezalandırılmayan onun dışında kalan bir topluluk olduğu” sonucuna varılmıştır.
- Biz önceki soruya verdiğimiz cevapta Tufanın bölgesel olabileceği ihtimalinden zaten söz etmiştik. Kaldı ki bu ayetin buna delalet eden açık bir ifadesi de yoktur. Bilakis Ad kavminin “Nuh kavminden sonra” getirildiğine dair ayetin ifadesi Ad kavminin gemide hayatta kalanlardan meydan geldiği ihtimaline daha açıktır. Yani Tufan olayı ister yeryüzünün tamamında ister bir bölgesinde cereyan etmiş olsun Kuran’ın kapsamlı ifadeleri her iki durumda da konuya tatbik edilebilir.
2) “Âd kavmine gelince onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve 'Bizden daha güçlü kim var?' dediler. Onları yaratan Allah’ın kendilerinden daha güçlü olduğunu düşünmezler miydi? Onlar ayetlerimizi de inatla inkâr ediyorlardı.”(Fussilet 41/15)
Bu ayette: Ad kavmi “yeryüzünde büyüklük tasladılar” mealindeki ifadede yer alan “yeryüzü” kavramanın Kuran’da bütün dünya için kullanıldığı gibi belli bir bölge için de kullanılmıştır. Daha önceki soruda bu konuda müşahhas misallere yer verilmiştir.
Burada şu ayeti de misal verebiliriz: “(Resulüm!) O (münafık olan belli kimse senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ekin ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.”(Bakara 2/205)
Burada zikredilen “yeryüzü” sözcüğüyle belli bir bölgenin kastedildiği açıktır. Çünkü bir tek kişinin bütün yeryüzünü dolaşıp her yerde fitne fesat çıkarması imkansızdır.
3) “Bu (Kur´an) Ümmü´l-kura (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Ahirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler.”(Enam 6/92)
Kuvvetli ihtimalle bu ayeti nazara vermelerinin sebebi; içinde “Anakent ve çevresini uyarman için...” ifadesinin yer almasıdır. Bununla Kuran’ın yalnız Araplara indirildiğini Hz. Muhammed (asm)’in yalnız Arapların peygamberi olduğunu düşündürmektir.
Evet “Mekke ve çevresi” biri dar bir geniş manada algılamak -dil bakımından- mümkündür. “Benim çevrem senin çevren onun çevresi” ifadelerinde dar anlamda yakın çevrelerin kasta edildiği açıktır. Buna mukabil “dünyanın çevresi ayın çevresi güneşin çevresi” denildiği zaman bundan çok geniş çevrelerin akla geleceği da bir o kadar açıktır.
Cımbızlama metoduyla değil bütüncül bir bakışla Kur'an’a baktığımız zaman buradaki çevrenin bütün insanlık dünyasını kuşatan bir çevreden söz edildiği kolaylıkla anlaşılabilir.
İşte Kur’an’ın açık ifadeleri:
“(Resulüm!) De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim.” (Araf 7/158)
“Biz seni bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”(Sebe 34/28)
Bu iki ayetin açık ifadeleri “Mekke ve çevresi” ifadesinden maksat geniş çevre olan bütün insanlık dünyası olduğunu düşünmeyi zorunlu kılar.
Mekke şehri İslâm dünyasının manevi merkezidir. Onun çevresi de bütün dünyadır. Hz. Muhammed (asm) bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamber olup O’na gönderilen Kuran da bütün insanlığa hitap etmektedir.
İşte bunun için ayette Mekke şehrine şehirlerin anası manasına “Ümmü’l-kurâ” denilmiştir.
İddia:
‘Semud’ – Salih’in Kavmi
Sıradaki ülke Semud kavmidir. “Ad halkından sonra sizi varisler kıldığını hatırlayın. Sizi yeryüzüne yerleştirdi. Düzlüklerinde köşkler kurup dağlarında evler yontuyorsunuz. Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” (Kuran 7:74)
Yukarıdaki ayette açıkça görülmektedir ki Semud kavmi evlerini dağlarda ve düz vadide yapmaktaydılar.
Cezalandırılmaları:
“Aynı şekilde Ad ve Semud’u da… Akıbetleri oturmuş oldukları yerlerden size belli olmaktadır. şeytan işlerini onlara süslü göstererek onları yoldan saptırdı. Halbuki görüp anlayacak yeteneğe sahiptiler. ” (Kuran 29:38)
En son bulunan arkeolojik kanıtlar gösteriyor ki Semud kavmi Salih peygamberin kavmine gösterdiği bir mucize olan dev devenin kalıntılarının bulunduğu Kuzey Batı Suriye alanında yaşamıştır.
Cevap:
Bu sorunun özeti şudur: Kuran’da Semud kavminin yaşadığı bölge ovaları yanında dağlık bölgeleri de olan bir yer olduğu bildirilmiştir. Arkeolojik kazılarda ise Hz. Salih’in devesinin bulunduğu yer Kuzey Batı Suriye alanında yaşadığını göstermiştir.
Buna cevabımız şöyledir:
a) Evvela kırk yönden mucize olduğu ispat edilen Kur'an-ı Kerim'de verilen bilgiye uymayan her bilgi hatalı olmaya mahkumdur.
b) Kur'an’da Semud kavminin yaşadığı coğrafyanın HİCR bölgesi olduğu ve dağların da yer aldığı bir bölge olduğu bildirilmiştir. Ayette “Ashâbü’l-Hicr”’e atıf yapılmaktadır. (Hicr 15/80) Bu konudaki ilmi kanaat ayette sözü edilen ashâbü’l-Hicr ile Semûd kavminin kastedildiği yönündedir. (Zemahşerî II 563; Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî V 45-46; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr V 576)
c) Hz. Peygamber’in Tebük Seferi’ni anlatan hadislerinde de Hicr bölgesinin Semûd toprakları diye tanımlanması (Buhârî Enbiyâʾ 17; Müslim Zühd 40) o dönemde bu bölgenin Semûd kavminin yaşadığı yer olarak bilindiğini göstermektedir. Kuran’da yer alan açıklamalardan bu kavmin Âd kavminden sonra ve Mûsâ peygamberden önceki bir dönemde yaşadığı (A‘râf 7/74; Mü’min 40/30-31) bağ ve bahçelerin pınarların ekinlik ve hurmalıkların bulunduğu bir yerleşime sahip olduğu (Şuarâ 26/147-148) Semûdlular’ın dağlarda kayaları yontarak yaptıkları evler ve düzlüklere kurdukları saraylarla öne çıktıkları anlaşılmaktadır. (A‘râf 7/74; Hicr 15/82; Şuarâ 26/149; Fecr 89/9)
d) Semud kavminin Yaşadığı bölge konusunda bilim adamlarının edindiği genel kanaat Semûd’un Arap yarımadasının kuzeybatısında bugünkü Medine ile Şam arasındaki Vâdilkurâ denilen sarp kayalıklarla çevrili bölgede yaşadığı ve en önemli merkezinin Hicr olduğu yönündedir.
Hicaz’ın kuzeyindeki Hicr bölgesi günümüzde Medâinüsâlih olarak da isimlendirilir. (bk. Razi İbn Kesir Meraği Hicr 80-84. ayetlerin tefsiri)
Bu bölge Suudi Arabistan'ın Medine bölgesinde bulunan İslam öncesi arkeolojik sit alanıdır. “Medain-i salih” Suudi Arabistan'ın ilk UNESCO Dünya Mirası'dır.
e) "(Ey Seemud Kavmi!) Düşünün ki Allah Âd kavminden sonra yerlerine sizi getirdi ve yeryüzünde sizi yerleştirdi. O’nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz dağlarında evler kuruyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.” (Araf 7/74) mealindeki ayette Semud kavminin bulunduğu yerde düz ovaların yanında dağlık bölgelerin de olduğuna işaret edilmiştir.
Soruda yer alan “En son bulunan arkeolojik kanıtlar gösteriyor ki Semud kavmi Salih peygamberin kavmine gösterdiği bir mucize olan dev devenin kalıntılarının bulunduğu Kuzey Batı Suriye alanında yaşamıştır.” şeklindeki tespitte Kuran’ın ifadelerinin doğruluğunu pekiştiren bir kanıttır. Çünkü Hicaz ile Şam/Suriye bölgesi arasında düz ovalar yanında dağlar da vardır.
f) Değişik kaynaklardan aldığımız bilgi yukarıda ifade edildiği üzere Semud kavminin bulunduğu coğrafya Suudi Arabistan ile Şam /Suriye bölgesi arasındadır. Bu sahada ovalar olduğu gibi dağlar da vardır.
Kuran’da bölgenin koordinatları tam verilmemiştir. Bu sebeple “Suriye’nin Kuzey Batı” tarafından da olsa ayete bir noksanlık gelmeyecektir. Çünkü orada da dağlar vardır. Kaldı ki sorudaki bu bilgi (yani Semud kavminin yaşadığı yerin Suriye’nin Kuzey Batı bölgesinde olduğuna dair bilgiye) hiçbir kaynakta rastlayamadık. Bunun kaynağı nedir? Onu görmek gerekir.
Ayrıca faraza devenin kemikleri görülmüş olsa bile bunun Hz. Salih’in devesi olduğunu nerden bilinir? Hepsi tahmindir. Onlarca sağlam bilgi kaynağını -sırf Kuran’ın aleyhinde olabilir düşüncesiyle- bir kaç kişinin tahmini hezeyanlarına feda etmek aklını peynir ekmekle yemek anlamına gelir.
İddia:
İbrahim
Nuh kavminden sonra toplumların uygarlaşmaya başladığını gördük şimdi ise birçok gelişmelerin gerçekleşeceği İbrahim’in öyküsüyle devam edelim.
İbrahim putperestlikleri nedeniyle yaşadığı ülkeyi terk eder;
“Dedi ki “Sizin Allah’ın yanında putlara tapmanız sadece dünya hayatında aranızdaki dostluğu korumak amacıyladır. Fakat sonra diriliş gününde birbirinizi inkar edersiniz birbirinizi lanetlersiniz. Varacağınız yer ateştir ve orada yardımcı bulamazsınız.” (Kuran 29:25)
İbrahim’e ‘Tapınak/Mabed’ yeri gösterilir;
“İbrahim’i evin (tapınağın) mekanına yerleştirmiştik: “Bana hiçbir şeyi ortak etme. Evimi de ziyaretçiler orada yerleşenler rukü ve secde edenler için temizle (arındır).” (Kuran 29:26)
Tapınak (Ev) ‘kutsal(mübarek) topraklar’ denilen ‘Bekke’de idi;
“Halk için kurulan ilk ev (tapınak) tüm halklara bir hidayet kaynağı olan Bekke’deki kutlu evdir.” (Kuran 3:96)
İbrahim Ismail ile birlikte kutsal evin temellerini yükseltti;
“İbrahim İsmail ile birlikte evin (tapınağın) temellerini yükseltiyor: “Rabbimiz bizden kabul et şüphesiz sen İşitensin Bilensin.” (Kuran 2:127)
Tapınak ziyaret (hac) için ilan edilir;
“Safa ve Merve Allah’ın işaretlerindendir. Hac veya ziyaret (umre) için Ev’e varan birisi yada sadece arasından geçen içinde bir günah yoktur. Kim gönülden bir iyilik yaparsa Allah teşekküre karşılık verendir Bilendir.” (Kuran 2:158)
İbrahim’in çocuklarından (zürriyetinden) biri Tapınağ’a yakın bir alanda yaşamaktadır:
“Rabbimiz ben çocuklarımdan bazısını Kutsal Evinin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz onlar salatı (namazı) gözetsinler diye… İnsanların gönüllerini onlara karşı sempatiyle doldur ve onları ürünlerle rızıklandır ki şükretsinler.” (Kuran 14:37)
İbrahim ile ilgili olaylardan iki parça bilgi bu konu için anahtar konumunda olacaktır:
Tapınak (Kutsal Ev) “Bekke” diye bir yerde yer almaktadır;
İbraham kutsal ev yakınındaki bir vadide yaşayan soyundan (adı belirtilmeyen) birine yardımcı oldu.
Cevap:
Kuvvetli ihtimalle soruda söz konusu edilen bu ayetlerle Kabe’nin-Mekke’de değil de- “Bekke” denilen bir yerde olduğuna ve dolayısıyla Müslümanların bu konudaki bilgilerinin yanlış olduğuna dair bir vesvese kapısını aralamaktır. Söz konusu ayetlerin zikredilmesi iki şeyi hedeflenmiştir:
Birincisi: Kur'an’da yer alan Kabe’nin inşası mimarlarının bulunduğu yerin Mekke değil Bekke denilen bir yer olduğunu zihinlere nakş etmeye çalışmak.
İkincisi:İspat etmek istediği iddiasına hiçbir katkısı olmadığı halde konuyla ilgili birkaç ayeti zikretmekle ayetlerin çoğunluğundan hareketle iddiasının kuvvetli olduğu imajını vermek.
- Soruda da yer aldığı üzere “BEKKE” kelimesi bir ayette zikredilmiştir:
“Halk için kurulan ilk ev (tapınak) tüm halklara bir hidayet kaynağı olan Bekke’deki kutlu evdir.”(Al-i İmran 3/96)
İslam alimleri “Bekke”nin Mekke’de bulunan bir yer olduğu konusunda ittifak etmekle beraber bu mekanın neresi olduğu konusunda üç görüş bildirmişlerdir:
a. Bekke Mekke’nin diğer bir ismidir.
b. Mekke bütün harem bölgesi Bekke ise Mescid-i Haram yerinin adıdır.
c. Mekke bilinen şehrin adıdır. Bekke ise Kabenin bulunduğu mekanın adıdır. (bk. Maverdi ilgili ayetin tefsiri)
Bununla beraber -ayette “yeryüzünde ilk mabedin Bekke’de kurulduğuna” işaret edilmiştir.
Hz. Peygamber (asm) ise “Yeryüzünde ilk mabedin Mescid-i haram olduğunu.” (Buhari 3425; Müslüm 520) bildirmiştir.
O halde ilk yapılan mabet Mescid-i Haram/Kabe’dir. Ve ilk yapılan bu mabet Bekke’dedir. Demek ki Bekke İslam alimlerinin dediği gibi Mekke’dedir.
Şu halde Hz. İbrahim’in inşa ettiği mabet Kabe’dir o da Mekke’nin BEKKEsindedir. Bu sebeple “Rabbimiz ben çocuklarımdan bazısını Kutsal Evinin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim…”(İbrahim 14/37) mealindeki ayette söz konusu olanlar Hz. İsmail ve Annesi Hacer’dir.
Bunun aksini savunmak delilsiz bir iddia olup tahrifat ve tahribat ile bir hezeyandan ibarettir.
İddia:
Lut’un yaşadığı yer neredeydi?
Lut’un yaşadığı yerin (Sodom ve Gomore) konumu tarihi olayın geçtiği yer genellikle Ürdün / Filistin’de ‘Ölü Deniz’ çevresi olarak bilinir (günümüzde ‘Lut denizi’ adını hala korumaktadır).
Lut’un yaşadığı yer hakkında bize verilen ipuçlarından bazıları şunlardır:
1. Lut’un yaşadığı kent işlek bir yol üzerinde idi (15:76-77);
2. Yıkılan kentten herkesin görebileceği bir işaret bırakıldı (51:37 29:35);
Yukarıdaki ipuçlarından bize yardımcı olacaklardan biri ‘işlek yol’ hakkında olandır. Eğer bölgenin kesiştiği karayolları / yolları ile ilgili mevcut tarihi kanıtlara bakarsak gerçekten de Musa’dan önceki tarihlere uzanan tarihlerde kurulan tarihi ‘Kral Yolu’ hala kullanılmaktadır.
“Kral Yolu Mısır’dan Suriye’ye yarım bereketli hilalde ticaret ve kültürü Orta Doğu boyunca yayardı. Tarih kaydedildiğinden beri tercih edilen bir yoldur ve bugün çoğunlukla asphalt (beton) kaplıdır.”
Petra
Ölü deniz yakınındaki Antik Kentlerin seçimi açısından orada yaşamış olan insanların evlerinin hala varlığını devam ettiren arkeolojik kanıtların çokluğu açısından görünen o ki Petra en iyi seçim olacaktır:
Ayrıca Petra bir Vadide konumlanmış ve bu bölgedeki su kaynaklarının sınırlı olmasına ragmen gelişmiş bir sulama sistemi ile şehre su getirebilen bir yapıda kurulmuştur.
Petra daha yeni yeni arkeolojik kazılar için cazibeli bir yer haline gelmiştir halbuki kazılar henüz daha %2'sini ortaya çıkarabilmiştir. Bazı arkeolojik araştırmalara gore Petra’nın kuruluşu M.Ö. 3500 yıllarına denk gelmektedir.
İbrahim’in zamanında Petra Salah olarak biliniyordu. Edomites bölgesinde Seir dağında konumlanmaktaydı. Petra Antik Edom’un bir şehri olarak Sela ya da Selah kelimesinin Yunancasıdır. Sela kelimesi “İbranice’de azametli yamaç sarp kaya kale uçurum” demektir.
Petra bölgesi birçok medeniyete ev sahipliği yaptığının işaretlerini taşımaktadır son olarak Nabatanlar (Araplar) ve Romalılar (Bizanslılar) M.S. 6’ıncı yüz yıla kadar yaşamış taki M.S. 551 yılındaki yıkıcı depremin ardından ve şehir kullanılmaz hale gelene kadar.
Fakat bu bölümdeki araştırmanın bir sonucu olarak rahatlıkla diyebiliriz ki Antik Kent Petra İbrahim’in soyundan gelen Lut’un ve Lut kavminin yaşadığı yerdi.
Hıristiyan ve Yahudi kutsal kitaplarında İbrahim ile Lut arasında kan bağı olduğu kabul edilmesine ragmen Müslüman alimlerin tamamen kaçırdığı bir detay burası (Lut İbrahim’in yeğeni olarak bilinir).
Cevap:
İşlek yol
“Lut’un yaşadığı kent (doğrusu: kentler) işlek bir yol üzerinde idi.”
“Bakın o harabeler bir yol üzerinde hâlâ duruyor. Onda da inananlar için bir ders vardır.”(Hicr 15/76-77)
mealindeki ayette o dönemde o harabeye dönmüş kentlerin enkazları yolcuların yolu üzerinde olduğuna vurgu yapılmıştır.
İslam alimlerinin bildirdiğine göre bu ayetin işaret ettiği yol özellikle Kureyşlilerin ticaret maksadıyla Hicaz Filistin Şam arasındaki yoldur. Hicazdan kalkıp yolculuk yapanlar Şam’a /Suriye bölgesine gittikleri zaman bu harabeleri açıkça görüyorlardı. (Zemahşeri Semarkandi Razi Meraği İbn Aşur ilgili ayetin tefsiri)
Şu inkâr edilemez bir gerçektir ki eğer Kuran’ın açıkça ifade ettiği gibi bu harabeler o günkü insanlar tarafından görülmemiş olsaydı Kuran’ın muarızları bunu İslam aleyhine büyük bir koz olarak kullanacaklardır. Eften-püften bahanelerle Kuran’a hücum edenlerin bu açık ve süreklilik arz eden konuda bir şey söylememeleri onların itiraz edecekleri bir şey bulamadıklarını göstermektedir.
PETRA
Bu şehrin kime ait olduğu nerede olduğu nasıl bir yerde olduğu konusu Kuran’da asla yer almaz. Bu sebeple Petra’nın Hz. İbrahim ve Hz. Lut’un yaşadığı bir bölge olup olmaması Kuran’ın herhangi bir ifadesine ters düşemez. Çünkü bu konuyla ilgili Kur'an’da hiçbir ifade yer almamıştır.
Kan Bağı
Soruda yer alan “Hıristiyan ve Yahudi kutsal kitaplarında İbrahim ile Lut arasında kan bağı olduğu kabul edilmesine rağmen Müslüman alimlerin tamamen kaçırdığı bir detay burası (Lut İbrahim’in yeğeni olarak bilinir)” ifadesi gerçekten skandal bir cehaletin yansımasıdır.
Şu tespite bakar mısınız; “Ehl-i kitap Hz. İbrahim ile Hz. Lut arasında kan bağı var.” demelerine karşılık İslam alimleri “Lut İbrahim’in yeğenidir.” demişler.
Allah aşkına; yeğen ile (babanın kardeşi olan) amca arasındaki kan bağından daha güçlü kan bağı mı var? İnsanın kendi çoluk çocuğundan sonra gelen bir kan bağı değil mi?
Hülasa: Söz konusu ayetlerde medar-ı itiraz olacak hiçbir beyan-ı Kur'ani yoktur. Yalnız ateizm ve deizm hastalığının verdiği kafa karışıklığı vardır basiret körlüğü vardır cehaletten kaynaklanan kuruntular vardır.
İddia:
Muhammed
Önceki peygamberlerin sıralanışına ve ipuçlarına baktığımıza göre artık şimdi peygamberliğin sonlanmasına yani Muhammed’e geçebiliriz:
“Ayetlerimizi dinledikleri zaman “İşittik ” diyorlardı “İstesek biz de bunun bir benzerini getiririz. Bu geçmişlerin efsanelerinden başka bir şey değil. Hatta “Rabbimiz bu senden gelen bir gerçek ise üstümüze gökten taşlar yağdır veya başımıza acıklı bir azap getir ” diyorlardı. Sen (Muhammed)onların arasında bulunduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir. Onlar bağışlanma dilerlerken de Allah onları cezalandıracak değildir. Başkalarını Kutsal Ev’den menederlerken neden Allah’ın azabını hakketmesinler? Oysa onlar onun koruyucuları değiller. Onun gerçek koruyucuları inananlardır; ancak çokları bunu bilmez. Onların Tapınak‘daki salatları gürültü ve nefretten başka bir şey değil. İnkarınızdan dolayı azabı tadın. “(Kuran 8:31-35)
Burada bir kaç kati noktaya temas etmemiz gerekmektedir:
Mesaj Muhammed’e vahyedilerek yeniden indirildi (8:31);
Kutsal Ev/Tapınak bu yerdedir (8:34-35);
Muhammed aralarından biri olarak orada yaşamaktadır (8:33);
Önceki bütün bilgileri hesaba katarsak diyebiliriz ki Muhammed elçilik görevine Bekke’de yani İbrahim’in İsmail ile birlikte temellerini attıkları Tanrı’nın Kutsal Evi / Tapınağı’nın olduğu yerde başladı.
Sünni ve Şiilere göre ki bize öyle söylendi bu yer Mekke’de (Arabistan) Kabe’nin (küp) olduğu yerdir ve milyonlarca ziyaretçi yüzyıllardır bu tapınağı ziyaret etmek için yola çıkmakta ve hacılık ritüelini yerine getirmekteler.
Ancak burada bir an için durmalıyız ve kendimize şu önemli soruları sormalıyız:
İlk defa hac ziyareti İbrahim peygamber tarafından ilan edildiğine göre ve ondan sonra gelen peygamberler tarafından bu çağrı bilindiğine göre (örneğin Musa hac yılı ile ölçülen bir yemin yapmaktaydı) öyleyse neden Musa ve İsa’nın takipçisi olduğunu iddia edenler (Yahudiler ve Hiristiyanlar) Mekke’nin öneminden yada oradaki Kutsal Evin ziyaretinden habersizler?
Eğer Mekke İbrahim tarafından temelleri yükseltilen Mabed’in yeri ise o halde neden Sunniler ve Şiiler peygamber ve sahabenin bir kaç yıl sonra Mekke’ye yönelmeden once ilk yıllarda günlük salat için Kudüs’e yöneldiğini iddia ediyorlar?
Eğer Sunniler ve Şiiler Kudüs’ün tarihi kıble (yönelinen yer) olduğu yalanını ürettilerse öyleyse neden Medine ve civarında peygamberin zamanından kalma iki kıbleli inşa edilmiş bir cami ile ilgili hiçbir fiziksel kanıt bulunamamaktadır?
Kudüs’ün ilk kıble olması Sünni ve Şiiler için (bu günlerde) ne gibi bir yarar sağlamaktadır?
Yukarıdaki soruların nedeni ve Mekke’nin özgünlüğü üzerinde oluşan açık şüphe herhangi bi