Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Hz. Muhammed bazı hadislerinde kendini övüyor mu?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:16    Güncellendi: 31.01.2025 23:16
Soru Detayı

1) Hz. Muhammed (asm) şeytan benim rüyada zürriyetime giremez diye bir hadisi varmış bu bana sanki soruyu kısa yoldan kestirip atmak gibi geliyor; yani açık olan kapıları kapatarak sanki bütün ok yönlerini kendinde topluyormuş gibi geldi bu konuyu biraz daha açar mısınız?

2) Hz. Muhammed bazı hadislerinde sanki kendi adının anlamını yerine getiriyor gibi (kendini övüyor mu) cenneti garantilemişse neden Allah’tan onu cennete koymasını istiyor HAŞA Allaha güvenmiyor mu?

3) Günümüzde diğer dinlerin de kendilerince evliyaları var kerametleri varmış bu nasıl oluyor?

Değerli kardeşimiz

1) “Şeytan benim rüyada zürriyetime giremez.” ifadesi yanlıştır. Doğrusu “suretime giremez” şeklindedir. Zürriyet nesil demektir. Bu açıdan bakıldığında sizin konuyu nasıl algıladığınızı ve ne demek istediğinizi kestirmek zordur.

- Bununla beraber ilgili hadisin mealini verelim:

Hz. Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu:

“Kim beni rüyada görürse beni gerçekten görmüş olur. Çünkü şeytan benim suretimde temessül edemez / suretime giremez.”(Buhari Edeb 109)

Burada ifade edilen husus Hz. Peygamber (asm)'in görüldüğü rüyanın doğru (rüya-yı sadıka) olduğudur. Çünkü rüyaların bir kısmı hayalin -belli sebepler altında- dokuduğu şeylerdir.

“Şeytan” hakikati hayale karıştıran dürtülerin de kaynağıdır. Onun içindir ki rüyaların önemli bir kısmı doğru çıkmıyor. Ancak Efendimiz (asm) kendisinin görüldüğü rüyaya şeytanın hayaller kurdurarak bir şeklin meydana getirmesine insan idrakini yanıltacak bazı tasavvurları tahayyül ettirmeye imkan bulamayacağını ifade etmiştir.

- Bazı alimlere göre şeytanın temessül etmeyeceği rüya bizzat Hz. Peygamber (asm)'in sahih hadislerde belirtilen suretinde / simasında / sıfatlarında görüldüğü rüyaya mahsustur. Buna mukabil diğer bazı alimlere göre Hz. Peygamber (asm)'in görülmesi yeterlidir. Onun hadislerde belirtilen ve hayatta iken kendisinin bulunduğu suretinde / simasında / sıfatlarında görmek şart değildir. (bk. Nevevi Şerhu Sahihi Müslim 15/24-25)

2) Her insanın bir kendi şahsı var bir de bulunduğu makamı temsil eden bir şahsiyeti vardır. İnsan kendi şahsını tevazu ile mahviyet içerisinde görebilir; fakat bağlı bulunduğu makamın şerefini kıracak şekilde bir mahviyet gösteremez.

Bu konuyu daha açarsak; şunu bilmeliyiz ki bazı değerler yerlerine göre farklı manalar ifade eder.

Örneğin: “Bir ulü-l emr makamında olursa ciddiyeti vakardır; mahviyeti zillettir. Hanesinde bulunsa mahviyeti tevazu' ciddiyeti kibirdir.”(Sözler s. 723-724)

Yani yetki sahibi bir memur/amir bulunduğu makam odasında veya makamını ilgilendiren kamu alanında gösterdiği ciddiyet onun -kibrini değil- vakarlı bir kimse olduğunu gösterir. O makamın büyüklüğüne uygun olmayan mahviyet gibi bir tavır göstermesi bir -tevazu değil- zillet olur.

Buna mukabil aynı kimse kendi evinde ailesi içerisinde bulunduğu zaman dairesinde gösterdiği ciddiyeti gösterse bu bir kibir olur. Makam odasının aksine burada mahviyet gösterse bu -zillet değil- bir tevazu olur.

- İşte Hz. Muhammed (asm) Allah’ın elçisi olarak büyük bir makamdadır. Peygamberliğin gerektirdiği ciddiyeti göstermesi onun vakarının bir göstergesidir. Bu konuda kendisini ne kadar överse övsün bu onun elçiliğinin büyüklüğüne uygun bir tavır olur.

Yani Hz. Peygamber (asm) kendisini övdüğünü düşündüğümüz bütün söz ve davranışlarında kendi şahsını değil Allah’ın elçisi olan şahsiyetini esas almıştır.Allah’ın elçisini övmek Allah’ı övmek manasına gelir. Zira onun bu şahsiyetinde bu peygamberlik kişiliğinde ortaya çıkan ne kadar güzellik varsa hepsi de onun elçilik makamına ve dolayısıyla da elçisi bulunduğu Allah’a aittir.

 “Ve muhakkak ki sen pek yüksek bir ahlak üzerindesin.”(Kalem 68/4)

mealindeki ayette Allah’ın elçisi olan Hz. Muhammed (asm)’in ahlakını çok beğendiğine ve elçilik makamına layık bir performans gösterdiğine dair çok büyük bir övgü ve iltifata yer verilmiştir.

- Hz. Peygamber (asm) kendi şahsında nasıl büyük bir mahviyet ve tevazu gösterdiğini bildiren pek çok olay vardır. Sahih hadis rivayetlerinde yer alan bir tanesi şöyledir:

“Bir gün adamın biri Peygamberimiz (asm)'in huzuruna çıkmış onun heybetinden titremeye başlamış. Peygamberimiz bu adama:

‘Kendine gel; nedir bu halin! Ben bir kral değilim ben kurutulmuş et yiyen Kureyşli bir kadının oğluyum!’ demiş onu sakinleştirmişti.” (İbn Mace Et’ime h.no: 3312; Kenzu’l-Ummal h. no: 14965)

- Hz. Peygamber (asm) şahsını değil peygamber olan şahsiyetini nazara verdiği bir yerde de şöyle diyor:

“Kıyamet günü Âdemoğullarının efendisi benim ancak fahir / övünmek yok. O gün Âdem ve diğer bütün peygamberler benim sancağımın altında olurlar ancak fahir / övünmek yok... İlk defa kabrinden çıkacak olan da benim ancak fahir / övünmek yok. Ve ilk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edilen de benim ancak fahir / övünmek yok.” (Kenzu’l-Ummal h.no:31882)

Not:“Fahir / övünmek yok” diye tercüme ettiğimiz “ve la fahre” ifadesinin tam Türkçe’si şöyle olabilir: “Ben bu söylediğim şeyleri bir kibir bir gurur bir övgü vesilesi yapmıyorum.”

- İşte bu hadiste Hz Peygamber (asm) Allah’ın bir lütfü olarak kendisine verilen nimetlerden söz etmekte bunları elçilikle ilgili şahsiyeti itibariyle seslendirmekte ancak bunları bir insan olarak gurur vesilesi yapmadığını özellikle belirtmektedir.

3) “Günümüzde diğer dinlerin de kendilerince evliyaları var kerametleri varmış” bilgisi doğrulanmaya muhtaçtır.

Onların bazı büyük din adamlarına bu tür vasıfları atfetmeleri bunun gerçekten de öyle olduğunu göstermez.

- İslam dairesindeki birçok cemaat ve tarikatlarda eskiden beri söz konusu edilen “velilik ve kerametler” konusunda bir sürü tartışmalar varken başka dinlerde bunların varlığını tartışmasız kabul etmek safdillik olur.

Yanlış anlaşılmasın; İslam dairesinde elbette yüzlerce binlerce veli vardır binlerce keramet de vardır. Bizim söylemek istediğimiz bu doğru veli ve kerametler yanında birçok “kerameti kendinden menkul” adamlar ve “şeyhini uçuran müritler”in varlığı yaygın bir kanaat halinde kabul edilirken başka dinlerde bunların kesin olarak var olduğunu kabul etmek bizim için çok zordur.

Şayet İslam’a göre “salih amel” işleyenlerden olmayan kimselerden bazı harika haller görülürse bunları keramete değil istidraca yorumlamak gerekir. İslam alimlerinin görüşü bu merkezdedir.

İstidraç: Allah’ın bazı fasık kimselere bir imtihan olarak verdiği harika hallerdir. Bu sebepledir ki “ciddi salih amel yapanlar dahi gördüğü bazı harika hallerini keramete değil isitdraca vermeleri ve böylece nefs-i emmarelerine aldanmamaları” özellikle tavsiye edilmektedir.

- Şunu da belirtelim ki İslam dininden önce gelen semavi hak dinlerin müntesipleri arasında da keramet sahibi insanların bulunduğu ayet ve hadislerle sabittir. Bunda bir tartışma yoktur.

Selam ve dua ile...
İslami Destek Sitesi