- Lut kavminin sapık ilişkiler nedeniyle helak olduğunu biliyoruz.
- Lakin Lut Peygamber'in soyunu sürdürebilmek için kızlarıyla ilişkiye girdiği doğru mudur?
- Eğer doğruysa bu sapıklık değil midir; bunun nasıl bir açıklaması olabilir?
Değerli kardeşimiz
Peygamber Cenâb-ı Hakk'ın razı olduğu insan modelidir. Taklit edilmesiyle hakikate ve hidayete kavuşulan örnek şahsiyettir. Ve peygamber ismet sıfatına sahiptir. Yani ondan Allah'ın razı olmayacağı hiçbir söz fiil ve hareket sâdır olmaz. O bu noktada ilâhî bir murakabe ve rabbanî bir sigorta altındadır. Hem sözleri hem işleri hem de hâlleri insanlar için birer hidayet meşalesidir. “Resul” sıfatıyla insanlara sadece hakkı doğruyu güzeli emreder ve bunlara “abd” sıfatıyla en ileri seviyede kendisi uyar.
Peygamberlerin kişiliklerine zarar verici veya yüceliğini boşa giderecek yahut insanlık değerini alçaltacak her türlü şeyden sakınmaları günahlardan uzak olmaları ve şehevi duygulara yani arzu ve isteklerine göre hareket etmekten vazgeçmeleri suretiyle insanlığın bekası için seçilmiş olmaları onların en önemli özelliklerindendir.
Bundan dolayı peygamberler yaratılış yani huy veya ahlak bakımından insanların en mükemmeli amel işleme bakımından insanların en zeki olanı nefislerine hakim olma bakımından insanların en temiz olanı ve gidişatları ile metod bakımından insanların en güzel olanıdır. Çünkü onlar insanlık için "güzel bir örnek" ve "güzel bir model" olan kimselerdir. İşte bundan dolayı Şanı Yüce Allah insanlara; onlara uymalarını onların ahlakıyla ahi aklanmalarını ve hayat şartlarının getirmiş olduğu her konuda onların metoduna göre hareket etmelerini emretmiştir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"O (Peygamberler) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde (Ey Muhammedi) sen de onların dosdoğru yollarına uy." (Enam 6/90)
"(Ey iman edenler!) And olsun ki sizin için Resulullah 'en güzel örnektir'..." (Ahzab 33/21)
"Doğrusu o (ismi daha önce geçen peygamberler) katımızda seçkin ve iyi kimselerdendirler." (Sâd 38/47)
Bu ve benzeri ayeti kerimelerde de görüldüğü üzere peygamberler ile onunla birlikte iman eden kimselerde güzel örnekler vardır. Zira bunlar Sâd suresi 47. ayette geçtiği üzere seçkin ve iyi kimselerdirler. İşte tüm bu anlatılanlar Müslüman bir kimsenin onlara uymasını ve onları güzel bir örnek ve model edilmesini zorunlu kılmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm'in peygamberleri; insanlığa bir örnek bir model bir önder ve bir hidayet olmaları şeklindeki tanımlamasının ve vasıflanmasının yanı sıra Ehl-i kitabın yani Yahudilerin ve Hristiyanların peygamberler hakkındaki inançlarını da görmekteyiz...
Ehl-i kitap peygamberlerin yüceliği hakkında haddi aşmışlardır. Zira onlar peygamberlerin günah işlediklerini iddia etmekle kalmamış peygamberlerden bir kısmının suç işlemeye kalkıştıklarını günah işlemede Allah'ın emrinden çıktıklarını ve günahların en büyüğünü işlemede diğer kimselere önderlik yaptıkları iftirasında da bulunabilmişlerdir.
Daha sonra yazılarak tahrif edilmiş olan Tevrat'ta çok sayıda peygambere onlara yakışmayan iftiralar çirkinlikler ve rezillikler bulmaktayız. Hakkında iftiralar yapılan peygamberlerden birisi de Hz. Nuh (a.s)'dır. Bu değiştirilmiş Tevrat'a göre; Nuh aleyhisselam güya “Şarap içip sarhoş olmuş çadırın içinde çırılçıplak uzanmış.” (Tekvin: 9/21)
Yahudilerin peygamberler hakkındaki bu ve diğer inançların hepsi yalan bühtan ve iftiradır. Tevrat'ta geçen bu örneklerin hepsinin ve benzerlerinin batıl ve Yahudilerin peygamberler hakkında birer iftira olarak kalmayıp aynı zamanda Tevrat'a ilave edilerek Allah’a da bir iftira olduğunu ifade etmek gerekir. Kısaca şunu belirtmek gerekir ki; Yahudilerin peygamberler hakkındaki bu düzmeceleri ve iftiraları Allah tarafından Hz. Mûsâ (a.s)'a indirilen Tevrat'tan olmayıp sonradan Tevrat'ta tahrifat yaparak onun içerisine sokuşturmuşlardır. (Peygamberlerin ismet sıfatı için bk. er-Râzî İsmetü'l-Enbiyâ Kahire 1986 s. 41-42; Mefatih'ul Gayb III/8)
Peygamberlerin diğer özelliklerinin yanında en önemli özelliklerinden biri de İsmet sıfatına sahip olmalarıdır.
İsmet peygamberlerin gizli ve aşikâr her türlü masiyetten günahtan ve peygamberlik şerefiyle bağdaşmayacak hareketlerden uzak bulunmalarıdır. İsmet'in yani nezâhet ve mâsumiyetin zıddı olan her türlü günah ve âdi davranışlar peygamberler hakkında muhaldir. Çünkü eğer peygamberlerin günâh ve suç işlemeleri veya ismet ve nezahete yaraşmayan uygunsuz hareketler yapmâları onlar hakkında caiz olsaydı biz insanların da onlara uyarak çirkin şeyler yapmamız normal karşılanır ve günah sayılmazdı. Zira peygamberler bizim uymamız gereken güzel örneklerimizdir. Bu bakımdan peygamberlere uymak ve onlara itaatla emredildik. Hâlbuki Allah Teâlâ kullarına günah işlemeyi ve günahkârlara itaatı emretmez ve bu gibileri peygamber olarak seçip göndermez. Bu sebeble Ehl-i sünnete göre peygamberler asla büyük günah işlemezler. Sehven (yanılarak) "zelle" cinsinden küçük günah işlemeleri caizdir. Ancak bunda ısrar etmezler derhal ikaz edilirler ve bir daha aynı hataya düşmezler.
İsmet'in peygamberlerde bulunması gereken bir sıfat olduğunda tüm İslâm bilginleri görüş birliği işindedir. Ancak niteliği ve kapsamı üzerinde han görüş ayrılıkları mevcuttur.
Maturidilere göre peygamberin günahtan korunmuş olması onu tâate zorlamadığı gibi; günah işlemekten de aciz bırakmaz. Ancak ismet Allah'ın bir lütfu olup peygamberi hayır yapmaya sevk eder kötülükten de alıkor. Fakat ilâhi imtihanın gerçekleşmesi için onda yine de irâde mevcuttur (Sabunî el-Bidâye terc. Bekir Topaloğlu Ankara 1979 s. 121-122). İsmet peygamberler için gerekli bir sıfattır. Çünkü peygamberlerin günah işlemeleri yalan söylemeleri caiz olsaydı; verdikleri haberlerin doğruluğuna güvenilmezdi. Bu durum onların Allâh'ın hucceti olma özelliklerine gölge düşürürdü.
Peygamberlerden günah (fısk) sâdır olsaydı bu onların şâhitlik ehliyetini ortadan kaldırırdı. Kur'an'da:
"Ey iman edenler! Size bir fâsık haber getirirse onun doğruluğunu araştırın."(Hucurat 49/6)
buyurulur. Yüce Allah fâsığın şehâdetini kabulde tedbirli olmayı ve duraksamaya emrediyor. Peygamberden fıskın sudûru halinde dünyadaki şahitliği düşünce; ahiretteki ümmetine olan şahitliği de düşer. Halbuki Kur'an'da
"Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki insanlara şâhit olasınız. Peygamber de size şâhit olsun."(Bakara 2/ 143).
Kıyamette şâhitliği bildirilen kimsenin dünya şâhitiği de teyid edilmiş olmaktadır (er-Râzî İsmetü'l-Enbiyâ Kahire 1986 s. 41-42; Mefatih'ul Gayb III/8).
Peygamberler iyiliği emir ve kötülükten sakındırmaya çalışırlar. Kendileri tâatı terkedip masıyeti işleselerdi şu ayetlerin muhatabı olurlardı:
"İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?"(Bakara 2/44);
"Ey insanlar niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz! Yapamayacağınız şeyi söylemek Allah nezdinde en sevilmeyen bir şeydir."(Sâf 61/2-3).
Diğer yandan uyanlarının onları kötülükten menetmeleri gerekirdi ki bu peygambere karşı bir zorlama ve eziyet olurdu. Kur'an'da bu yasaklanmıştır.
"Allâh ve Resulüne eziyet edenleri o dünya ve ahirette lanetledi."(Ahzâb 33/23; er-Râzî Mefâtihu'l-Gayb III/8; İsmetü'l E'nbiyâ s. 42 43).
Hz. Lut (as)'ın Kısaca Hayatı:
Lut Aleyhisselam Hazreti İbrahim'in (as) kardeşi Harran'ın oğludur. Hazreti İbrahim (as) yaşadığı bölgeden ayrılınca yeğeni Lut'u (as) da kendisiyle beraber Harran bölgesine götürdü. Ancak bir süre sonra Sodom bölgesine gitti ve buradaki insanlara ilahi mesajı iletmek üzere peygamber olarak vazifelendirildi.
Lut Aleyhisselam'ın peygamber olarak gönderildiği kavim ahlaksızlık ve edepsizlik noktasında çok ileri gitmişlerdi. Bu insanlar kadınlar yerine erkeklere karşı şehvet duyguları besler ve hiç utanmadan bu duygularını açıklarlardı. İnsanlığın fıtratına ters olan bu duygu söz konusu insanları hayvandan çok aşağı dereceye düşürmüştür. Zira hayvanlar bile hemcinsleriyle böyle bir eylemde bulunmazlar.
Lut Aleyhisselam insanları bu kötü fiillerinden vazgeçirmek ve kendisine tabi olmalarını sağlamak maksadıyla Cenab-ı Hakk'ın emirlerini onlara tebliğ etti. Bu kavim kendilerinden önce hiçbir kavmin işlemediği bir çirkinliği işliyorlardı. Onları akıllı olmaya hanımlarını bırakıp hemcinsleriyle giriştikleri bu çirkin eylemden vazgeçmeye davet etti. Yaptıkları iş ne dine ne insanlığa ve ne de ahlaka sığmayan bir eylemdi. Onları Allah'ın meşru kıldığı nikahlı hanımları ile beraber olma yolunu seçmeye davet etti.
"Artık Allah'a karşı gelmekten sakınınız ve bana itaat edin."
"Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış (sapık) bir kavimsiniz!"
"Doğrusu dedi ben sizin bu işinizden tiksinmekteyim."(Şuara 26/163 165 166)
"... Gerçekten siz daha önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayasızlığı yapıyorsunuz!"(Ankebut 29/28)
Lut Aleyhisselam'ın bütün ikazlarına rağmen kendisine tabi olmadıkları gibi kötü huylarını da devam ettirdiler. Bunun üzerine söz konusu tavırlarını devam etmeleri halinde İlahi gazaba uğrayacaklarını söyledi.
"Siz ille de erkeklere yaklaşacak yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız? Kavminin cevabı ise şöyle demelerinden ibaret oldu: (Yaptıklarımızın kötülüğü ve azaba uğrayacağımız konusunda) doğru söyleyenlerden isen Allah'ın azabını getir bize!" (Ankebut 29/29)
Yaptıkları çirkinliklerinin yüzlerine vurulmasından ve azapla korkutulmaktan rahatsız olan kavim Allah'ın elçisini tehdit etmeye başladılar. Davasından ve tebliğinden vazgeçmediği takdirde sürgün edecekleri ve kovacakları tehdidinde bulundular.
"Onlar şöyle dediler: Ey Lut! (bu davadan) vazgeçmezsen iyi bil ki sürgün edilmişlerden olacaksın."(Şuara 26/167)
Bununla da kalmayarak "Eğer sen doğru sözlü isen bize Allah'ın azabını getir de görelim. Biz senin sözüne inanmıyoruz. Vaadettiğin azabı getir de görelim." deme küstahlığında bulundular.(Bünyamin Ateş Peygamberler Tarihi s. 293)
Yapılacak başka bir şeyin kalmadığını gören Lut Aleyhisselam Allah'a dua etmeye başladı.
"Rabbim! Beni ve ailemi onların yapageldiklerinden (vebalinden) kurtar."(Şuara 26/169)
"Şu fesatçılar güruhuna karşı bana yardım eyle Rabbim dedi."(Ankebut 29/30)
Azgın kavmin hakkettiği cezayı vermek üzere Cenab- ı Hak tarafından üç melek görevlendirildi ve bunlar Lut Aleyhisselam'a gönderildi. Tarlada çalışırken yanına gelenleri ilk defa görünce onları daha önce buralarda görmediğini niçin buralara geldiklerini sordu. Onlar da kendisine misafir olarak geldiklerini söylediler. Bir anda kavminin yaptıkları çirkinlikler aklına gelince genç ve yakışıklı delikanlılar suretinde olan ve henüz kendisine bildirilmediği için melek olduklarını bilmediği bu misafirleri için endişeye kapıldı. Bu gençleri görecek olan kavminin zarar verebileceklerinden korktu.
Lut Aleyhisselam henüz daha tanışmadığı bu misafirlerine kavminin kötülükleri hakkında bilgi verdi. Onların sapıklıklarından söz ederken bunu dört kez tekrarladı. Bu durum aynı zamanda hak edilen cezaya karşı Allah'ın elçisinin şahadeti idi. Kendilerini hidayete ulaştırmak için gönderilen elçi küfürde ısrar eden kavmine karşı Allah'ın vazifelendirdiği meleklerin huzurunda belki de farkında olmadan şahitlik etmiş oluyordu. Bunları söylerken misafirlerden biri olan Cebrail Aleyhisselam arkadaşlarına dönerek "şahit olun" dedi.
Bu arada belki de ihanetlerin en acısı gerçekleşmekteydi. Lut Aleyhisselam misafirlerine zarar gelmesin diye onları kimseye göstermezken eşi misafirleri kavme ihbar etti.Hemen toplanan topluluk gelip misafirleri kendilerine vermesini istediler. Bu teklif karşısında hayrete düşen Lut Aleyhisselam;
"Ey kavmim işte sizin zevceleriniz benim kızlarımdır. Ben peygamberlik cihetiyle sizin babanız hükmündeyim. Onlardan meşru bir şeklide istifade edin. Aslında meşru ve temiz olarak istifadesi caiz olan da onlardır. Başkalarına tecavüz dinen ahlaken insaniyeten haram ve yasaktır. Artık Allah'tan korkun fuhşiyatı terk edin beni misafirlerimin yanında rezil etmeyin. Sizin aranızda bu sözlerimi idrak edecek akıllı birisi yok mu?" (Bünyamin Ateş age. s. 297; Hud 11/78)
Bütün ikna çabalarına rağmen söz dinlemeye niyetleri yoktu. Lut Aleyhisselam;
"Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim dedi."(Hud 11/80)
Hâlâ misafirlerinin gerçek kimliklerinden haberi yoktu.
"(Melekler) dediler ki: Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle (yola çıkıp) yürü. Karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan (azap) şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vaadolunan (helak) zamanı sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?"
"Emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdık." (Hud 11/81-82)
Kur'an-ı Kerim'in bu hadiseleri aktarması sadece bilgilendirme maksadından ibaret değildir. İsyana karşı verilen ceza sadece bir topluma has olmadığına göre ve Kur'an-ı Kerim'in mesajı sonsuza kadar olduğuna göre herkesin kendisine göre bir hisse çıkarması gerekmektedir. İlahi iradenin izni olmaksızın bir yaprak dahi kımıldamaz. Dolayısıyla kainatta cereyan eden her hadise Cenab-ı Hakk'ın iradesi dahilinde olup sebepsiz değildir. Aynı zamanda hak edilen cezalar sadece ahirete kalmamakta bir kısmı bu dünyada da uygulanmaktadır.
Gökten yağan taşlarla ilgili bir gazete haberini ileten talebesine Bediüzzaman Hazretleri olayı teferruatıyla incelemesini ve bilgi getirmesini söyler. Lut kavminin başına yağan taşlar bir cezaya istinaden olduğu gibi bunların da sebepsiz olmadığı üzerinde durur. Gazetenin haberine göre; Rusya'nın Vladivostok Ormanlarına daha önce hiç rastlanmayan büyüklükte taşlar düşmüş. En büyüğü yirmi beş metre uzunluğunda ve on metre yüksekliğindedir. Düşen taşlar ormanda büyük tahribat yapmışlar. Taşlar incelenerek içlerinde demir çelik ve başka madenlerin var olduğu tespit edilmiş.
Bediüzzaman Hazretleri bu taşları Fil Suresi'nde geçen hadisenin mucizevi bir ispatı olarak görür. Lut kavminin başına taşların yağması gibi Fil Suresi'nin;
"Evet bu tokatlardan pürşer beşer şirkten şükre girmezse ve Kur'ân'a tarziye vermezse melaike elleriyle de ahcar-ı semaviye başlarına yağacağını bu sure bir mana-yı işari ile tehdit ediyor."
yorumunda bulunur. Musibetlerin iki önemli sebebine dikkat çeker;
"Birincisi şimdiye kadar gelen semavi taşlar bir iki karış oldukları halde böyle yirmi beş metre uzunluğunda ve on metre genişliğinde dağ gibi taşlar elbette semavatın dinsizliğe karşı bir alamet-i hiddetidir... İkincisi "Bütün zemin yüzünü ve nev-i beşeri tehdit eden dehşetli bir dinsizliğin merkezlerine gelmesidir..." (Emirdağ Lahikası s. 200-201)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet