Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Peygamberler kişisel hata işlemiş olamazlar mı? Peygamberlerde "zelle" denilen kişisel hatalar mevcut ise bunlar nelerdir?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:16    Güncellendi: 31.01.2025 23:16
Soru Detayı
İkincisi dini olmayan kişisel görüşlerinde onları eleştirmek ne kadar doğru olur? Üçüncüsü eğer kişisel hata yapabileceklerini kabul edersek sonra onları eleştirememek mantık ve insaf açısından doğru mudur? Çünkü Resulullah (asm) bir çiftçiye ağaçlara aşı yapmamasını söylemiş sonra çiftçinin isteği üzerine o görüşünden vazgeçmiştir.

Değerli kardeşimiz

Birincisi: Peygamberler iki şeyden birini tercih durumunda kaldıklarında aliyyüla’lâ (iyilerin en iyisi) dururken a’lâyı (iyiyi) seçmişlerse bu onlar için bir zelle kabul edilebilir. Fakat bu sürçme veya hata bizim ölçülerimiz içinde bir sürçme veya hata değildir. Zira seçtiği “a’lâ” yani iyidir. Fakat bir peygamber böyle bir tercihle karşı karşıya geldiğinde mukarrebîn olmasının gereği olarak “aliyyüla’lâ”yı seçmeliydi denebilir -tabii biz diyemeyiz- kimse bu tercihi günah olarak da vasıflandıramaz.

Şimdi bir misâlle bu hususu zihne yaklaştırmaya çalışalım: Bir insan düşünün ki Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetmek istiyor. Ancak Kur’ân’ı kaç günde hatmetmeli? İşte bu husûsta karşısına iki alternatif çıkıyor: Birincisi Kur’ân’ı düşüne düşüne teemmül ede ede on günde okumam daha iyi olacak alternatifi ki ancak bu şekilde mânâya dikkat etmek ve Kur’ân’ın derinliklerine inmek mümkün olacaktır. İkincisi Kur’ân’ı yedi günde hatmetmeli; zira böyle yapılması Rabbimizin kelâmına karşı daha fazla hâhişkâr olmamın ifadesidir. Sonra da Kur’ân’ı on günde okumaya karar veriyor ve başlıyor...

Şimdi farazî olarak diyelim ki Cenâb-ı Hakk’ın rızası onun Kur’ân’ı yedi günde okumasındaydı. Fakat bu insan kendi içtihadıyla on günde okumaya karar verdi. Cenâb-ı Hakk’ın rızası “Aliyyüla’lâ”dır. Fakat bu insanın yaptığı da en azından “a’lâ”dır. Bu itibarla da ortada günah yok ki bu insana “hata işledin günaha girdin” denilebilsin. Belki en son söylenecek şey o şahsın en iyi dururken iyi ile meşgul olduğunu söylemekdir. Günah isnad etmeye gelince bu kat’iyen doğru değildir.

İşte peygamberlerin kendi içtihatlarıyla tercih edip yaptıkları işlerin durum ve keyfiyeti de böyledir. Öyleyse onlara bu yaptıklarıyla günah isnad etmek nasıl câiz olabilir?

İkincisi: Her şeyden evvel Nebîler müçtehitler müçtehididirler. Onlar Cenâb-ı Hakk’dan mesaj almadıkları husûslarda -ki bu ister ahkâma ait ister onların şahsî hayatlarına ait isterse hayat-ı içtimâiyeye ait olsun- içtihad eder ve bir görüş bildirirler. Onların bu içtihatlarının bazıları ilâhî murada tam muvafık olabileceği gibi bazıları da o ölçüde olmayabilir. Ancak onların bütün içtihadları ilâhî murad çerçevesi içerisinde cereyan eder. Şimdi eğer içtihadları ilâhî murâda tam muvafık gelmedi ise bunlar sarayın gözdeleri olmaları gözlerinde perde bulunmaması kader kaleminin sesini duymaları gibi seviyelerine kıyasla bir hata işlemiş sayılırlar. Çünkü onlara düşen murâd-ı İlâhîye yüzde yüz muvafık olanı bulmaktır. Fakat içtihatlarındaki bu yanılma aslâ günah değildir ve onların ismetlerini ihlâl etmez ki bu sebepten sorgulanabilsinler.

Üçüncüsü: Bunlara sürçme tabirini kullanıyoruz. Sürçme yere kapaklanıp kalma değildir. Yüzü daima secdede olanlar yere kapaklanmazlar. Sürçmede hafif bir sendeleme söz konusu olsa bile yere düşme söz konusu olmaz ki ondan bir günah diye bahsedilsin.

Peygamber Efendimiz (asm) Bir Defasında "Bu Ağızdan Sadece Hak Çıkar" Demesine Rağmen Hurmaların Aşılanması Tavsiyesi Üzerine Meydana Gelen Netice İçin "Ben Bir Beşerim" Demesi Nasıl Tevfik Edilir?

Bu soruda iki hadisin birbirine zıt olmasından bahsediliyor. Bunlardan birinci hadis: "Şu ağızdan doğrudan başka bir şey çıkmaz." buradaki ifâde daha ziyade mübarek ağızlarına işaret ederek: "Yaz! Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki buradan hakdan başka birşey çıkmaz..." şeklindedir.

Hadis başta Buharî Müslim olmak üzere pek çok sahih hadis kitabının rivayet ettiği bir hadistir. Bu hadisin ravisi de Abdullah ibn-i Amr ibni As'tır. (ra) O Efendimizin (asm) konuştuğu her inciyi tesbit eder ve hiç birini kaçırmazdı. Hatta Ebû Hureyre kendisinden daha çok hadis rivayet ettiğini ifade sededinde: "Ben hadisleri yazmadım. Ama Abdullah İbn-i Amr yazardı. O bakımdan benden daha çok hadis kaydetmiş olabilir." der.

İşte bu hadislerden birincisi bunu ifade ediyor. Abdullah bin Amr diyor ki: "Bana Efendimizin ağzından çıkan her şeyi yazıyorsun ama; O'da bir beşerdir. Yumuşak olduğu an da olur öfkeli olduğu an da.. bazen arzu etmediği şeyler de söyleyebilir -haşa- Sen ise tefrik etmeden herşeyi yazıyorsun." Abdullah bunun üzerine ben de yazıyı bıraktım. Sonra Efendimiz (asm) ile karşılaştığımda dedim ki: "Yâ Resûlullah böyle böyle diyorlar!.." Buyurdular ki: "Yaz! Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki bu ağızdan hakdan başka birşey çıkmaz"

Diğeri de şöyle: Efendimiz Medine'ye teşrif buyurduklarında Medinelilerin hurmaları aşıladıklarını görüyor ve "Bu aşılamanın neticeyi değiştireceğine kânii değilim." diyor. Yani "Aşılamanın kat'iyen faydası yoktur." demiyor. Neticeye tesir etmeyeceğini ifade buyuruyor. Onlar da hangi stilde aşı yapıyorlarsa onu bırakıyorlar. Ertesi sene de verim alınamıyor. Kim bilir belki Allah'ın takdiri o sene meyve olmayacaktı?.. Sonra buyuruyorlar ki: "Dünyanızın işlerini siz iyi bilirsiniz.""Benden daha iyi bilirsiniz" şeklinde anlamak doğru değildir.

İhtimal ki Efendimizin (asm) maksadı "Siz bunları aşılıyorsunuz ama Allah'ın dediğinden dilediğinden başka bir şey olmayacaktır." Ondan sonra tevafukan ertesi sene meyve olmadı. Zeytin de bir sene olur bir sene olmaz. Olmadığı seneye rastladı. Onların hallerine baktı ve sözlerindeki hikmeti kavrayamadıklarını anladı. "Dünyanızın işlerini siz iyi bilirsiniz." dedi. Yani vicdanî tecrübe ile kazanacakları önemli bir husus için henüz vaktin erken olduğuna işaret buyurdu.

İkinci bir husus cahiliyye devrinde çeşitli sebeblere te'siri hakiki veriyorlardı. Meselâ yine Buharî Müslim'de gördüğümüz "Yağmuru bize nev' verdi." diyorlardı. Yani falan yıldız zuhur edince bulut teşekkül eder ve o yıldız bize yağmur verir itikadında idiler.

Bu hususta Efendimiz (asm) buyururlar ki:

"Yıldızın zuhur veya sükutuyla yağmur geldi diyenler de kafir oldu yağmuru Allah verdi diyenlerde mümin..."

Evet bir cemaat her lütfu Allah'dan bildiği gibi yağmurun da Allah'dan geldiğine inanıyor. İşte onlar mümin... Diğer bir topluluk ise her şey gibi yağmuru da sebeblere veriyor. Onlar da Allah'a karşı küfür etmiş oluyorlar. O devirde böyle esbaba tesir-i hakiki verme çok yaygındı. Bunu kökünden kesip atmak her şeyin Allah'ın elinde olduğunu göstermek... O ulûhiyetinde bir olduğu gibi rubûbiyetinde dahi bir olduğunu bildirmek içindir.

Evet nasıl Allah zâtında tekdir öyle de icraatında dahi yardımcılara ihtiyacı yoktur. Yıldız doğsa da doğmasa da yağmuru veren Allah'tır. Ama çok defa yağmurun gelmesini herhangi bir sebeb veya bir yıldızın zuhuruna mukarin kılar. Bu bir iktirandır. Tâ insanlar yağmurun geleceğine hazırlansınlar. Ama O yağdırmayabilir de. Evet O ne isterse onu yapabilir... Efendimiz (asm) bu hakikata inandırmak için yani esbab ve vasıtaların tesiri olmadığını her şeyin Müsebbib'ül Esbâb olan Allah'ın elinde bulunduğunu göstermek için halkın eşya ve hadiselere sebep ve vesile saydığı her şeyi yıkıyor ve nazarları Kudret-i Sonsuz'a çeviriyordu.

Bir başka vaka;

Bir gün bir bedevi Resulullah asm)'ın huzuruna geldi ve:

"Yâ Rasûlallah devem uyuzlu develerin yanına bağlandığından uyuz oldu."

Buyurdular ki:

"O uyuzlu deve uyuzu yanına bağlandığı deveden aldı öbürü nereden aldı?.."(Buhârî İstiskâ 27; Müslim İman 125; Ebû Dâvûd Tıb 22)

Burada hastalığın sirayetini nefyetme yok. Öyle olsaydı hiç:

"Bir yerde sari bir illet varsa oraya girmeyin; içerdeyseniz dışarıya çıkmayın."(Buhârî Tıb 30; Müslim Selâm 98-100)

şeklinde ikazda bulunur muydu? Esasen Efendimiz (asm) cahiliye akıl ve mantığına karşı savaşıyordu. Yoksa sebepleri yok saymıyordu. Ona göre sebeplerin bir hikmet-i vücudu vardı. Virüslerin mikropların hastalık yapabileceğine dahi işârette bulunuyorlardı. Ancak sebebler her şey demek değildi. Sebeblere riayet bir mükellefiyet ve vazife; neticenin Allah'ın elinde olduğuna inanmak ise tevhiddi. İşte bu ince hususu göstermek için Efendimiz (asm) "O uyuzlu deve uyuzu öbür deveden aldı. O kimden aldı?" diyerek meseleyi devir ve teselsül zemininde devir ve teselsülün batıl olmalarıyla noktalıyordu. Yani o ondan o da bir öncekinden... Pekala ilk deve kimden aldı?.. Ve neticede "Allah" dedirtiyordu. Öyleyse daha sonra sebebler altında meydana gelen şeyler ta baştan Allah'ın emir ve iradesiyle oluyor demektir. Her şeyi yaratan Allah (C.C).'tır. Böylece Efendimiz (asm) Tevhid-i Rubûbiyete dair bir şirkin başına balyoz indiriyor ruhları şirke karşı uyarıyor ve çok önemli bir hususa dikkatimizi çekiyordu.

Aşılama konusunda da cahiliye devrinde öyle bir itikat vardı ki hurmayı aşıladığın zaman on verir aşılamazsan hiç olmaz. Bunda da gizli bir şirk vardı yani sanki aşılama hurmanın meydana gelmesine tek sebep gibiydi. Efendimiz (asm) bu batıl anlayışı yerinden söküp attı ve sebeblerin sadece Allah'ın izzet ve azametin'in perdeleri olduğunu onlara anlattı. Anlattı ama ashabın kendi mantık çizgilerinde anlattı. Evvelâ onlara bir ders verdi. Sonra da onlar belli bir anlayış içinde karşısına çıkınca "dünyanızın işlerini siz bilirsiniz" dedi. Burada ciddi bir iltifat mı var? Yoksa anlattığı hakikati kendi istediği mânâda kavrayamamadan ötürü bir tenbih mi var? Üzerinde düşünülmeye değer...

Üçüncü bir konu: Efendimiz (asm)'in söylediği her söz bütün bir hayatı tâlim istikametindedir. Eğer onların hayatlarının her noktasına doğrudan doğruya teşri maksadıyla katılsa ve karışsaydı; meselâ deseydi ki; sularınızı şöyle akıtın içerken bardağı şöyle sofranın etrafında dolaştırıp için; şu işi yaparken şöyle yapın ağacı keserken alttan kesin demiri döverken şöyle dövün; böyle ocağa sokun gibi her şeyi tâlim etseydi bu emirleri de diğer teşrii emirleri gibi uyulmasını zaruri görüp kıyamete kadar aynı şeyleri yapacaklardı ve yapacaktık. Halbuki Allahın kendisine bildirmesiyle buğdaydan bire on almak mümkün olduğu gibi bire yüz almak da mümkündü. Tecrübe ve aşılamalarla meselâ; narenciye yumruk kadarken; bir kavun bir karpuz haline getirilebilirdi. Böylece onlara bilgi görgü ve tecrübelerini arttırma güven ve itimadını verdi.

Dördüncü bir husus var ki cidden çok mühimdir. Cenab-ı Hak beşere Şeriat-ı Fıtriye'ye müdahale etme hakkını vermiştir. Madem insan yeryüzünde Allah'ın halifesidir. O halde Allah'ın yarattığı şeylerde şart-ı âdi kaydiyle bir kısım müdaheleleri olacaktır. Bu husus aynı zamanda iradenin verilme nedeni ve insanın Yaratan'a halife olmasının bir neticesidir.

Halbuki bu konuda dahi Efendimizin (asm) koyduğu kurala uyacak diyeceklerdi ki "aşılama" dedi aşılamadık "aşıla" dedi aşıladık. Böylece beşerî ilgi ve bilgi kaynakları kuruyacak; tecrübe birikimleri hebâ olup gidecek ve fıtratı talim etme vazifesiyle gelen zat fıtratla zıtlaşmış olacaktı. Oysaki Efendimiz (asm) bir söz söylerken kıyamete kadar devam edecek şekilde söyler. O'nun vaz'ettiği kanunlar kıyamete kadar geçerlidir. Bu nedenle o öyle kat'i şeyler söylemeliydi ki ilerde yanlış anlamalara meydan verilmesin. Ve herkes her zaman büyük bir güvenle o âb-ı hayat kaynağına baş vurabilsin. Onun için o ağızdan hep doğru çıkmalıydı. O ağızdan hep doğru çıktı. Ve doğrudan başka bir şey çıkmadı...

Beşinci bir husus da Efendimiz (asm) bir insandı insan hürriyetinin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu insan hür değilse insan da değildir. Esir bir insana insan denemez zindandaki bir insana da insan denemez. Evet insan iradesiyle insandır. Ve irade çok mühim bir meseledir. İrade öyle bir meseledir ki tıpkı toprağa düşen bir tohum gibi toprağın bağrına düşer düşmez düştüğü yeri hemen kocaman bir ağaca hamile hale getirir. Efendimiz (asm) onların iradelerine zincir vurmadı. Evvelâ onları bir denedi sonra "Sizin iradenizin neticesi meyvesi hatta daha sonraki meyveleri için öyle hareket etmeniz doğrudur." buyurdu.

"Dünyanızın işlerini siz bilirsiniz." demek suretiyle bu hakikati anlattı ki anlattıkları doğrudan başka bir şey değildir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet