Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Kuran’ın öncüsü meçhul kitap mı?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:16    Güncellendi: 31.01.2025 23:16
Soru Detayı

- Bazı ateistlerin buradaki iddialarına cevap verir misiniz?
 - Peygamberimiz Hz. Ömer’e kızmış mıdır ve Kabe’nin altından belge çıktığı iddiası nedir?
- Bu iddiaları başka kanallarda söylemişti. Bunlara açık cevaplar verirseniz bize çok faydası dokunur. İddialar şöyle:
- Kuran’ın öncüsü meçhul kitap.
- Kur’an’daki bazı ayetler daha önce yaşanmış daha önce emredilmiş gibi ifade edilmiş.
- Örneğin Müslümanlara namaz şartının miraçla geldiği öne sürülür.
Miraç’ın ise Hicrete yakın bir zamanda gerçekleştiği belirtilir. Ama Alak suresi ilk gelen surelerdendir ve içinde namazdan bahseder. Alak 9-10:
"Sen namaz kıldığında kulu (bundan) engelleyeni gördün mü?"
- Eğer Alak suresi ilk surelerdense namaz bundan önce emredilmiş olmalıdır.
- Bir başka örnek Kalem suresinde geçen “Eskilerin Masalları derler” ifadesidir.
- Kalem suresi de ilk yıllarda gelen surelerdendir ve o sureden önce İbrahim’in Musa’nın vb. peygamberlerin hikayeleri anlatılmamıştır. Kalem 15:
 "Ayetlerimiz kendisine okunduğu zaman 'Öncekilerin masalları! ' der."
- Demek ki daha önce bu masallar anlatılmış ve Kureyşliler de burun bükmüş: “Eskilerin masalları” diyerek.
- Bu durumda insan düşünmeden edemiyor. “Daha önce Kureyşlilere okunan bir başka kitap mı vardı?” diye.
- Bunu destekleyen bir ayet de var üstelik: Nisa 136:
 "Ey iman edenler Allah’a peygamberine peygamberine indirdiği kitaba daha önce indirdiği kitaba da iman edin! Kim Allah’a meleklerine kitaplarına peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa pek derin bir sapıklığa saplanıp gitmiştir."
- Ayete dikkat edilirse; “Daha önce indirdiği kitaba da” diyor. “Kitaplara” deseydi Tevrat ı Zebur’u ve İncil’i anlardık. Ama tekil kullanıyor “kitaba” diyor.
- Ya ortada bir yazım hatası vardır ki bu da Allah’tan geldiğine inanılan bir kitap için bir çelişkidir. Ya da bilinçli kullanılmıştır ve Kur’an’dan önce Kureyş’e ait bir kitap daha mevcuttur.
- Kureyş’te Kur’an’dan önce bir kitap daha varsa bu kitaba ne olmuştur?

Değerli kardeşimiz

İster İslami ister gayriislami kaynaklarda bulunan bilgileri ispat etmek için belgesel deliller getirmek gerekir. Yoksa her gördüğümüz ve duyduğumuz şeyleri özellikle hoşumuza giden bilgileri kesinmiş gibi lanse etmeye kalkışmak çok eblehane bir cehalettir.

Örneğin “Kuran’ın öncüsü meçhul kitap” safsatasını hayallere sıkıştırmak bile çok zordur. Zira böyle bir prensip varsa bu “öncü meçhul kitap” yalnız Kuran için değil diğer pek çok semavi ve arzi kitaplar için de söz konusu olacaktır. Böyle bir zincirlemede “meçhuller” listesini çağın gereği olan araştırma ve delillerle desteklemek zorunluluğu yok mu?

Bu asırda delilsiz konuşmak tutarsızlıkla rezil olmak anlamına gelir. Örneğin Kuran’ın öncü meçhullerinden biri rahip Bahire biri rahip Nastura bir başka Yahudi kaynakları biri Hilfü'l-Fudul derneği olarak lanse edilmiştir.

Şimdi sormak gerekir: Acaba bu kaynakların her birisi bizzat Kuran’ın tamamını mı yoksa ayrı ayrı bölümlerini mi talim etmişlerdi?

Buna cevabınızın olmadığını çok biliriz. Zira örneğin Hz. Muhammed (asm) yaklaşık 12 yaşında iken bulunduğu kervanda rahip Bahira ile karşılaştığı söylenir. Eğer bu olayın olduğuna inanıyorsanız Bahira’nın orada söylediklerine de inanmalısınız. Çünkü olaydan bahseden aynı kaynakların aynı yerinde Bahira’nın Hz. Muhammed’in (asm) peygamber olacağını da bildirdiği yazılıdır. Ve kendisinin Hz. Muhammed’e (asm) dinle ilgili bundan başka bir tek kelime öğrettiği sabit değildir.

Diyelim ki siz Bahira veya Nasturasınız o kadar harika bilgileri hiç tanımadığınız bir kimseye ne diye verirsiniz? Niye kendinizi peygamber ilan etmiyorsunuz?

Bu kısa girişten sonra ilgili makalede geçen konuları işaretlediğimiz maddeler sırasına göre açıklamaya çalışacağız:

İddia 1:
Namaz hicretten yaklaşık bir buçuk yıl önce Miraçta farz kılınmıştır. Ancak ilk nazil olduğu kabul edilen Alak suresinde de namazdan sözedilmektedir..!

Cevap 1:

Alak suresinin ilk nazil olan ayetlerinin yalnız ilk beş ayet olduğu İslam alimlerinin büyük çoğunluğu tarafından kabul gören bir husustur. (bk. Kurtubi Alak suresinin tefsiri) Namazdan bahseden ayetler ise surenin 9. ve 10. ayetleridir.

İslam âlimlerinin yorumları arasında şu ikisine işaret etmekte fayda vardır:

Birincisi: Birçok sahih hadislerde zikredildiği üzere ilk vahyin nüzulünden sonra -vahyin askıya alındığı- bir fetret dönemi vardır. Bir müddet sonra tekrar vahiy gelmeye başlamıştır. Bu fetret döneminden sonra da uzun yıllardan sonra Miraç mucizesinden sonra hicretten yaklaşık 1-2 yıl önce Alak suresindeki namazla ilgili ayetler de nazil olmuştur. (bk. İbn Aşur Alak suresinin tefsiri)

İkincisi: Birçok sağlam rivayetlerde de zikredildiği üzere Hz. Muhammed (asm) peygamber olmadan önce de (Farz olarak değil de nafile olarak) sabah-akşam iki rekât namaz kılardı. Alak suresinde söz konusu edilen namaz bu nafile namazdır.

“Güneş'in doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et!” mealindeki ayette emredilen namazın Miraçtan önce Hz. Peygamber Efendimiz (asm) tarafından kılınan namazdır. Hz. Aişe’ye göre ilk olarak namaz -hem hazarda hem seferde- iki rekât olarak farz kılınmıştır. Daha sonra hazerdeki namazlar (sabah-akşam namazları hariç) dörde yükseltildi. (bk. Buhari 350; Müslim 685)

İmam Şafii gibi bir kısım âlimlere göre Miraç olayından önce farz kılınan gece namazı idi. Sonra bu hüküm neshedildi. (bk. İbn Hacer Fethu’l-Bari 1/464-465)

Demek ki ister farz ister nafile olarak olsun Hz. Peygamber (asm) Efendimiz Miraçta namazın farz kılınmasından önce de hatta peygamber olmadan önce de Hz. İbrahim’in Hanif dinine göre ibadet ettiği ve namaz kıldığına dair önemli rivayetler vardır.

Nitekim Mekke’de veya Hicaz'da bulunan müşriklerin de Beytullah’ı ziyaret ettikleri ve namaz kıldıkları ayetle sabittir. “Onların Beytullah’ın yanındaki namazları ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildi.”(Enfal 8/35) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

İddia 2:
Kalem suresinde müşrikler Kur’an için “Eskilerin Masalları demişler” (Kalem 68/15). Muterize göre Kuran’da  daha önce meşhur semavi kitaplardan söz edilmediği için buradaki “masallar”dan maksat  Kur’an’dan önce müşriklerin bildiği bir/veya birkaç kitaptır.

Cevap 2:

Kaynaklarda Kuran için “Eskilerin Masalları” diyen Velid b. Muğire'dir. Bazılarına göre de Nadr b. Haris’dir. Bu ikincisi “Bakıyorum Muhammed dudaklarını kıpırdatıyor söyledikleri benim size anlattığım eskilerin masallarıdır. Birçok ülkeyi gezen bu kişi özellikle 'Rüstem-i Zal' ve 'İsfendiyar' kıssaları olarak bilinen masalları hikaye ediyordu.” demiş Kuran’ı da -haşa- bu masallara benzetmiştir. (bk. Kurtubi Enam 25 Kalem 15. ayetlerin tefsiri)

Bunu söyleyenlerin “ِAhnes b. Şureyk Ebu Cehil Utbe b. Rabia Esved b. Abdi Yağus” olduğunu söyleyenler de vardır. Fakat en meşhur olanı Velid b. Muğire’dir. (bk. İbn Atıyye Kalem 15. ayetin tefsiri)

Burada önemli olan Kuran için “eskilerin masalları” diyen kimselerin Allah tarafından çok kötü vasıflarla damgalanmış olmalarıdır. İlgili ayetlerin meali şöyledir:

"Olur olmaz yemin eden aşağılık daima kusur arayıp iğneleyen durmadan laf götürüp getiren iyiliği hep engelleyen saldırgan günahkâr huysuz ve kaba üstelik karakteri bozuk kimselere serveti ve çocukları var diye sakın boyun eğme. Ona ayetlerimiz okunduğu zaman 'Öncekilerin masalları!' derler." (Kalem 68/10-15)

Demek ki bu masalcılar “masallar hezeyanının” kahramanları olarak aynı ortak paydaya sahiptirler. Bu sebepledir ki değişik isimler bildirilmiştir. Çünkü halk arasında bunların bu vasıflara sahip olduğu bilindiği gibi ilim ehli tarafından da bu kişilikleri tespit edilmiş ve ilan edilmiştir. Hiçbir kaynakta bunlardan herhangi birinin bu çirkin vasıflarına itiraz edilmemiştir.

Bununla beraber Kuran’da Allah’ın gazabına uğrayanlar arasında en meşhur olan Nadr b. el-Haris ve Velid b. Muğire’dir. Bununla ilgili bazı ayetlerin mealleri şöyledir:

"Yarattığım o şahsı (cezalandırmak üzere) tek başına bana bırak. Kendisine geniş bir servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim; önüne nimetleri serdikçe serdiğim arkasından daha fazla vermemi bekleyen kişiyi! Hayır umduğu gibi olmayacak! Çünkü o ayetlerimize karşı inatla direnmektedir. Ben de onu sarp bir yokuşa süreceğim! O düşündü taşındı ölçtü biçti. Kahrolası ne biçim ölçtü biçti! Sonra kahrolası ne biçim ölçtü biçti! Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı suratını astı. En sonunda sırtını dönüp gitti ve kibrine yenildi 'Bu' dedi 'Olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir. Bu insan sözünden başka bir şey değildir.' Ben onu sakara (cehenneme) sokacağım. Sen bilir misin sakar nedir? Bitirir ama yok olmaya da bırakmaz; insanları kavurur. Orada on dokuz görevli vardır."(Müddessir 74/11-30)

Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi Kuran için “eskilerin masalları” diyenler “Olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir. Bu insan sözünden başka bir şey değildir.” mealindeki ayetlerde geçtiği üzere bununla -yazarın dediği gibi- meçhul bir kitabın varlığını değil Kuran’ın -haşa- Hz. Muhammed (asm) tarafından şifahî veya kitabî masallardan derlenip uydurulduğunu söylemek istemişlerdir. (krş. Meraği Kalem suresinin ilgili ayetinin tefsiri)

Yüce Allah “masallar” anlamına gelen “Esatîr” kelimesini öyle bir tarzda kullanmıştır ki bu kullanımla Kuran’ın eskilerin masallarından olmadığını aklın gözüne sokmuştur. Şöyle ki:

a) Bu kelimenin kullanıldığı yerlerdeki konumu çok dakik bir hesap sonucu ortaya konulduğunu göstermektedir.

Esatir kelimesinin Kuran’da geçtiği yerler şunlardır:

Enam 6/25; Enfal 8/31; Nahl 16/24; Müminun 23/83; Furkan 25/5; Neml 27/68; Ahkaf 46/17; Kalem 68/15; Mutaffifin 83/13.

Bu kelimenin farklı surelerde -biraz sonra izah edileceği üzere- çok hikmetli bir şekilde söz konusu edilmesi Kuran’ın sonsuz ilim ve hikmetle iş yapan Allah’ın kelamı olduğunu göstermektedir.

b) Bu kelimenin tekrar sayısı: 9’dur. Geçtiği ayet numaralarının toplamı: 281’dir. Bu 9 ayetin sayısının toplam numaraların son iki rakamıyla 281=9x9 uygunluk göstermesi bilen bir iradenin tasarrufunun göstergesidir.

c) İlginçtir Esatir /اساطير kelimesinin geçtiği ayetlerin numaralarının toplamı 281 olduğu gibi onun ebced değeri de 281’dir.

Bu harika tevafukla âdeta Kuran-ı Hakîm bize diyor ki: “Esatir kelimesinin yer aldığı ayetlerin numaralarının toplamını onun ebced değerine uygun olarak düzenleyen ancak sonsuz bir ilim ve hikmet olabilir.

Özellikle bu ayetlerden 8 tanesi Mekke’de bir tanesi de (bk. Enfal 8/31) Medine’de indirilmiştir. Yaklaşık 20 sene önce Mekke’deki bu düzenlemeyi yapan zat 20 sene sonra bu kelimeyi nereye konacağını onunla bu harika düzenlemeyi hangi ayet numarasıyla uzlaştıracağını bilen biridir. Bu zat ise ancak Allah’tır ve Kur’an onun kelamıdır.

d) Yine gerek Kuran için “eskilerin masalları” diyen müşriklerin sözlerinde gerekse onlara verilen cevaptaki Kuran’ın ifadelerinde Kuran’ın gerçek semavi kimliğini görmek mümkündür. İlgili ayetlerin mealleri şöyledir:

"İnkâr edenler 'Bu Kuran onun (Hz. Muhammed’in-asm) uydurduğu birilerinin de bu konuda kendisine yardım ettiği bir düzmeceden ibarettir.' dediler; böylece onlar açık bir haksızlık ve iftirada bulunmuş oldular. Yine dediler ki  'Bunlar (Kuran ayetleri) onun başkalarına yazdırdığı sabah akşam kendisine okunan eskilerin masallarıdır!' De ki: 'Onu göklerin ve yerin sırlarını bilen Allah indirdi. Doğrusu o çok bağışlayıcı çok merhametlidir.'" (Furkan 25/4-6)

Şimdi ayetlerin ifadelerini tahlil edelim:

1) İnkârcıların iddiası: “Bu Kuran onun (Hz. Muhammed’in-asm) uydurduğu birilerinin de bu konuda kendisine yardım ettiği bir düzmeceden ibarettir.” “Bu yardım edenler ona Kuran’ı öğrettiler.” demek istiyorlar.

Acaba 6 binden fazla olan dünya ve ahiret memleketinin durumunu konumunu hallaç pamuğu gibi atmış derin ve kapsamlı bir kitabın böyle bazı kimselerin yardımıyla düzenlenmesi mümkün müdür?

Kaldı ki bu yardım ettiği öne sürülen kimseler hakkında dört görüş vardır: Utbenin kölesi Addas bazı Yahudiler Abdullah el-Hadremi Ebu Fükeyhe er-Rumi. (Maverdi ilgili ayetlerin tefsiri)

Bazı âlimlere göre en çok atıfta bulunulan kimseler ise birer Yahudi olan Addas Yesar ve Cebr adındaki adamlardır.

Bunlar Ehl-i kitap oldukları için daha önce öğrendikleri bilgilerini çevresine aktarıyorlar idi. Sonra da Müslüman oldular ve Hz. Peygamber (asm) de ara sıra onlara uğrayıp onlara İslam Dinini öğretiyordu. (bk. Razi ilgili ayetlerin tefsiri).

2) Yine dediler ki “Bunlar (Kuran ayetleri) onun başkalarına yazdırdığı sabah akşam kendisine okunan eskilerin masallarıdır!”

Bu ifadede Hz. Peygamberin (asm) yazı yazmayı bilmediği zımnen belirtilmiştir. Başkasına yazıyı dikte etmesi bunun göstergesidir. Ancak onların Hz. Peygamberin (asm) ne okuma ne de yazmayı bilmediğini çok iyi bildiklerini buna rağmen okumayı bildiğini ima ettiklerini Kuran’ın çok açık ifadelerinden öğreniyoruz.

Mesela meallerini verdiğimiz şu ayetler tartışmasız birer şahittir:

“Sen bundan önce ne bir kitap okuyabiliyor ne de onu kendi elinle yazabiliyordun; öyle olsaydı gerçeği çürütmeye çalışanlar kuşkuya düşerlerdi.” (Ankebut 29/48)

İddia 3:
Bunu destekleyen bir ayet de var üstelik:
Nisa 136: "Ey iman edenler Allah’a peygamberine peygamberine indirdiği kitaba daha önce indirdiği kitaba da iman edin! Kim Allah’a meleklerine kitaplarına peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa pek derin bir sapıklığa saplanıp gitmiştir."
Ayete dikkat edilirse; “Daha önce indirdiği kitaba da” diyor.
“Kitaplara” deseydi Tevrat ı Zebur’u ve İncil’i anlardık.
Ama tekil kullanıyor “kitaba” diyor.
Ya ortada bir yazım hatası vardır ki bu da Allah’tan geldiğine inanılan bir kitap için bir çelişkidir. Ya da bilinçli kullanılmıştır ve Kur’an’dan önce Kureyş’e ait bir kitap daha mevcuttur.
Kureyş’te Kur’an’dan önce bir kitap daha varsa bu kitaba ne olmuştur?

Cevap 3:

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Ey iman edenler Allah’a Peygamberine Peygamberine indirdiği kitaba daha önce indirdiği kitaba da iman edin! Kim Allah’a meleklerine kitaplarına peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa pek derin bir sapıklığa saplanıp gitmiştir." (Nisa 4/136)

Tereddüt konusu; ayette yer alan “daha önce indirdiği kitaba da iman edin” ifadesidir. Bunu şöyle izah etmek mümkündür:

a) Kitap kelimesinin tekil olarak kullanılması “daha önce indirilen her bir kitaba iman edin” manasına gelir. (bk. Kurtubi ilgili ayetin tefsiri)

Bilindiği üzere “her bir kitap” ifadesi “kitaplar” sözcüğünden daha kuvvetli bir vurgudur.

Nitekim bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak gösterilen bir rivayete göre bir grup Yahudiler Hz. Peygambere (asm) gelip “Biz sana sana indirilen kitaba Musa’ya Tevrat’a ve Uzeyr’e iman ediyoruz diğer kitapları ve peygamberleri inkâr ediyoruz.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm) “Hayır böyle olmaz Allah’a peygamberlerine Muhammed’e (asm) ona indirilen kitabı Kuran’a ve ondan önce gönderilen her bir kitaba iman etmeniz gerekir.” buyurdu; onlar “Biz onlara iman etmiyoruz.” deyince bu ayet nazil oldu ve hepsi de iman ettiler. (bk. Razi İbn Aşur Meraği ilgili ayetin tefsiri)

b) Bazı âlimlere göre bu ayetin muhatapları -yukarıdaki rivayette yer alan- bir grup Yahudilerdir. Bunlar “Biz söylediklerimizin dışında kalan herhangi bir peygambere ve herhangi bir kitaba veya daha önceki kitaplara iman etmeyiz.” demişlerdi. Bunun üzerine bu ayette onlara kendi üsluplarına uygun bir ifadeyle cevap verilmiş ve onlar da iman etmişlerdir. (krş. Meraği ilgili yer)

Buna göre ayette bir kitap manasına gelen “el-kitab” kelimesi kitaplar manasına gelen “el-kütüb” olarak da okunur. Bu yazılım tarzı Kuran’da birçok kelime için söz konusudur. Örneğin: Fatiha suresinde “Melik” kelimesi bir çıktı ile “Malik” olarak da okunabilir.

c) Ayetin son cümlesinde yer alan “Kim Allah’a meleklerine kitaplarına peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa pek derin bir sapıklığa saplanıp gitmiştir." mealindeki ifadesi oradaki “kitap” kelimesinin “kitaplar” anlamında kullanıldığını göstermektedir.

Nitekim bu hususa dikkat çeken İbn Aşur gibi bazı müfessirler de bu konuyu şöyle yorumlamışlardır:

“(Allah’ın) daha önce indirdiği “Kitap” kelimesinden maksat kitaplar demektir. Kelimenin başındaki EL takısı istiğrak (daha önceki bütün semavi kitaplar) içindir. Yani: “Allah’ın daha önce gönderdiği bütün kitaplar.” anlamına gelir. Ardından gelen cümlede geçen “Kim Allah’a meleklerine kitaplarına peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa…” ifadeden de bunu anlamak mümkündür.” (bk. İbn Aşur ilgili yer)

İddia 4:
Kur’an çok karmaşık bir kitaptır. Ne ilk ayeti kesin bellidir ne de son ayeti. Tarihsel bir sıra ile yazılmadığı gibi olaylara-gelişmelere göre de bir sıra izlenmemiştir. Ne başlangıç tarihi belirtilmiştir ne de tamamlanış tarihi. Kısacası Kur’an’da hiç tarih yoktur.

Cevap 4:

Dinsizlik adına kalemşörlük yapanların bu iddiasına cevap olarak birkaç noktaya dikkat çekmekte fayda vardır:

a) Evvela Kuran’dan önceki Tevrat Zebur İncil gibi semavi kitaplarda da vahyin ne başlangıç ne de sonuç tarihi bellidir. Yalnız daha sonra insanlar tarafından yazıldığı kabul edilen oradaki bilgilerin yüzde 80-90’ında verilen bazı tarihlerin vahiy olmadığı kesindir.

b) Kitab-ı Mukaddeste -zamanla sokuşturulan- bazı tarihi bilgilerin dönemler arasındaki sürenin bazı olaylarla ilgili verilerin doğru olmadığı ilim çevresinde tartışmasız kabul edilmektedir. Bu kitaplarda yanlış tarihlerin varlığı mı yoksa Kuran’da bu gibi tarihlerin verilmemesi mi daha isabetlidir?

c) Kuran’ın nizam ve intizam içinde olmadığı iddiasını çürüten onlarca delil vardır. Önce Müceddid Bediüzzaman Hazretlerinin şu veciz ifadesine bakalım:

“Evet Kuran-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın i'caz derecesindeki kemal-i nizam ve intizamı ve kitab-ı kâinattaki intizamat-ı sanatı muntazam üsluplarıyla tefsir ettikleri halde; manzum olmadığının diğer bir sebebi de budur ki: Ayetlerinin her bir necmi vezin kaydı altına girmeyip ta ekser ayetlere bir nevi merkez olsun ve kardeşi olsun ve mabeynlerinde mevcud münasebet-i maneviyeye rabıta olmak için o daire-i muhita içindeki ayetlere birer hatt-ı münasebet teşkil etsin. Güya serbest her bir ayetin ekser ayetlere bakar birer gözü müteveccih birer yüzü var. Kur'an içinde binler Kur'an bulunur ki her bir meşrep sahibine birisini verir.” (Sözler s. 138)

- Bu gerçeğin canlı bir misali 2. iddianın cevabında anlatılan “Esatîr” kelimesinin konumudur.

- İkinci bir misali Yasin suresinin 69. ayetidir. Bu ayetin hem manası hem matematik değeri itibariyle nasıl kapsamlı bir yüzü ve her tarafı gören bir gözünün olduğunu birlikte görelim. Evet

 “Biz ona şiir öğretmedik; zaten bu ona yakışmaz da. Ona vahyedilen ancak bir öğüt ve apaçık Kur’an’dır.” (Yasin 36/69)

mealindeki ayetin metni şöyledir:  وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغٖي لَهُؕ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُبٖينٌۙ

Bu ayette Kuran’ın şiir gibi manzum bir kitap olmadığının gerekçesi seslendirilmiş ve bunun apaçık bir Kur’an olduğuna vurgu yapılmıştır. “Apaçık Kuran” vurgusunda onun sonsuz ilim ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğu anlamına gelir. Bunun sağlamasını şöyle yapabiliriz:

Birincisi: Bu ayetin -Kuran’ın başından itibaren- buradaki tertip numarası: 3774’tür. Bu sayı: 102x37’dir. Çarpanlardan 102 sayısı ayetin son kelimesi “Mübin” sözcüğünün ebced değeridir. Bu tevafukta Kuran’ın tamamının şiir vezninde hapsedilip sıkıştırılmamış aksine her bir ayetinin hatta her bir kelimesinin başka ayetlere bakan birer gözü ve birer yüzü olsun diye veznin dışında serbest bırakılmak suretiyle “apaçık bir Kuran” olarak dizayn edilmiştir. Bunun bir kanıtı gözle görülen bu ayetin mucizevi konumudur.

İkincisi: (Şiir kelimesinin şeddesi iki “mâ”nın meddesi sayılır) bu ayetin ebced değeri de: 3774=102x37’dir. (=6x629)

İddia 5:
Kuran’da bir tarihlemenin olmaması yazımının ne zaman başladığını da kesin belirlemiyor. Mekke dönemine ait olduğu öne sürülen ilk surelerdeki ifadelere İslam öncesi şairlerinde de rastlanılması Kur’an’ın yazımına belirtilen 609-610 tarihinden çok önce başlandığı şüphesini doğuruyor. Ya da Kur’an’ı yazmakta faydalanılan başka bir kitap ya da kayıtlar olduğu olasılığı akla geliyor.
Nitekim Yemen Sana Kur’an’ını inceleyen Profesör Puin ayetlerin yazılı olduğu parşömenlerin bir kısmının kazınmış olduğunu ve altta farklı metinler olduğunu söylüyor. Ayetlerin bir kısmının İslam öncesinde Aryani kökenli Hristiyan beyitlerinden alındığı ileri sürülüyor. Bu ayetlerde Arami dilinden pek çok kelimenin kullanılması bunun bir kanıtı olarak sunuluyor.

Cevap 5:

Bu gibi soruların cevabı sitemizde uzun uzadıya yer almaktadır. Bununla beraber orada yazdıklarımızın küçük bir kısmını buraya da almakta fayda vardır. Orada şöyle denilmiştir. Konuyu maddeler halinde takdim edelim:

a) İnkarcılar Hz. Peygamberin (asm) peygamber olduğu günden beri onun bir şair bir sahir bir kahin olduğunu iddia edip durmuşlardı. Ancak bunu iddia eden insanların büyük çoğunluğu daha sonra iman etmişlerdir. Bu husus tarih siyer tefsir ve hadis kaynaklarında tescil edilmiştir.

İşte bunların bu imanları daha önceki iddialarının doğru olmadığına onların da şahitlik ettiğinin göstergesidir.

b) Herhangi bir ihtimalin aklın nazarında bir değer ifade etmesi aklî bir ihtimal (ihtimal-i aklî) olması için ona işaret eden bazı emarelerin bulunması şarttır. Bu husus akıl ve mantık uzmanı âlimlerce kabul edilen ilmi bir kuraldır.

Bu kurala göre: “Herhangi bir delile dayanmayan bir ihtimalin beş paralık değeri yoktur.”

Gerçekten eğer böyle kabul edilmezse bu takdirde örneğin herkesin evlerini terk edip dışarıda-çadırlarda yaşaması gerekir. Çünkü her an memleketi yerle bir eden bir depremin olması muhtemeldir. Özellikle İstanbul’da deprem ihtimali birçok bilimsel verilere göre yüksek olduğu düşünüldüğü halde hiç kimsenin evini terk etmemesi gösteriyor ki kesin bir delil olmadığı sürece insanlar herhangi bir ihtimale hayali bir kuruntuya ihtimal vermez. İstanbul’da deprem ihtimalinin emareleri olmasına rağmen ne zaman olacağına dair delil olmadığı için şu anki durum itibariyle kimsenin umurunda bile değildir.

Bunun gibi İslam ve Kuran’la ilgili olumsuz iddiaların bir değer ifade etmesi için delillere dayalı ilmî bir intihal raporu hazırlamaları gerekir. Aksi takdirde yalancı ve müfteri damgasını yemekten kurtulamazlar.

c) Herhangi bir kitapta benzer kelimelerin ifadelerin bulunması kadar normal bir şey olabilir mi? İki kitapta on kelimenin hatta yüz kelimenin benzer olması birinin diğerinden kopya edildiğinin delili olabilir mi? Olamaz. İlmen aklen olamaz. Sadece hayalen olabilir.

Kuran’ı kerim 6.000’den fazla ayetten yüz binlerce kelimeden meydana gelir. Farzımuhal içinde daha önce kullanılmış yüz kelimenin var olmasının ne zararı vardır. Zaten Kuran’da çok açık olarak ifade edilmiştir ki “Bu Kur’an Arapça lisanıyla indirilmiştir.” 

Kuran’da Arapça dili kullanıldığına göre elbette daha önce kullanılan bazı kelimeler ifadeler ve sözcüklerin onda bulunması sadece “olabilir” bir ruhsat değil olması gereken bir zorunluluktur. Zira Kuran’da yeni bir Arapça dili icat edilmemiş aksine eski dilin aynısı kullanılmıştır. (bk. Yusuf 12/2; Rad 13/37; Tâhâ 20/113; Şuara 26/195; Zümer 39/28; Fussilet 41/3; Şura 42/7; Zuhruf 43/3; Ahkaf 46/12)

Peki adama sormazlar mı; Arapça diliyle indirilmiş bir kitap olan Kuran’da Arapların daha önce kullandıkları kelimeleri veya bazı ifadeleri kullanmaz da neyi kullanır?

d)Özetle: Kırk yönden mucize olan Kuran gibi bir kitap elimizdedir. Dünyanın en akıllı en ferasetli en bilgili insanları olan Hz. Ebu Bekir Hz. Ömer Hz. Osman Hz. Ali gibi binlerce sahabinin onu yakından takip etmelerine rağmen zerre kadar bir tereddüde mahal olacak bir duruma rastlamamaları onun vefatından sonra da canlarını mallarını onun getirdiği dava uğruna ortaya koymaları binlerce evliyanın onun izini takip ettikleri için keşf-u keramet sahibi olmaları on beş asırdan beri insanların yıldızları mesabesinde olan milyonlarca Müslüman ilim adamının onun davasının haklılığını ortaya koyan binlerce delil ve burhanı serdetmeleri türünden ve onlarca yönden Hz. Muhammed (asm)’in hak peygamber olduğunu gösteren güneş gibi bu kadar deliller ortada iken şeytanın bir vesvesesine veya nefsin vehmine ilişen bir kuruntudan kaynaklanan bir hezeyana değer vermek için akli melekeyi yitirmek gerekir.

İddia 6:
Muhammed’den çok sonra 8. yüzyılda Hristiyan ve Yahudilerle yaşanan polemikler neticesinde Kur’an’a son şekli verildiği şeklinde. Kur’an’ın kökeni ile ilgili Arif Tekin’in yazdıklarına bir göz atalım:
“Hz. Muhammed henüz 35 yaşındayken ve daha peygamberlik fikri ortalıkta yokken Mekke’deki Kâbe tamir edilir ve o sırada Süryanice yazılmış bir kitap Kâbe’nin temelinden ortaya çıkar… Hatta bu tamirat sırasında Kâbe’nin temelinden bir de altın-gümüş hazineleri çıkar ve talan edilir.. Bu arada çalanlardan ‘Düveyk’ adında biri yakalanıp eli de kesilir…"

Cevap 6:

İddiada geçen “Muhammed’den çok sonra 8. yüzyılda Hristiyan ve Yahudilerle yaşanan polemikler neticesinde Kur’an’a son şekli verildiği şeklinde...” bilgisi hayali bir kuruntudan ibarettir. Zira şu anda Müslümanların elinde bulunan Kuran-ı Kerim Hz. Peygamberin (asm) vefatından yaklaşık 20 yıl sonra Hz. Osman döneminde nüshaları çoğaltılan Kuran’ın aynısıdır. Bu hususta İslam ümmetinin ittifakı vardır.

Kaynaklarda Kuran’ın harekelerini koyan Hz. Ali’nin talebesi olan Ebu’l-Esved ed-Düeli 69/688’de renkli bir mürekkeple harflerin üstüne altına önüne birer nokta koydu. Üstteki a alttaki i yandaki u sesini veriyordu. Tenvin içinde iki nokta kullanıldı. Esved'in öğrencisi Nasr ibnu’l-Asım 89/708’de harfleri harekeledi. (bk. Sorularla İslamiyet:Kur'an-ı Kerim ne zaman harakelendi?)

Önce şunu belirtelim ki bu hareke işi olmadan önce yüzden fazla sahabe Kuran’ı hıfz etmiş ve namazlarda ve diğer zamanlarda okuyorlardı. Bunların harekelemeye ihtiyaçları da yoktu. Bu harekeler özellikle Arap olmayan Müslümanlar ile ami Araplar için yapılmıştır.

Dolayısıyla bu işlemlerin doğrudan Kuran’ın mevcut şekliyle hiçbir ilgisi yoktur. Zira Kuran’ı herkesten önce Hz. Peygamber (asm) vahiy edilen kısmını anında ezberine alıyordu. Bu konuda ayetler de vardır. İnen her ayet vahiy katiplerine yazdırılırdı. Ayrıca kendisi namazlarda okurken cemaatteki sahabiler de onun ağzından hıfz ediyorlardı. Tarih ve Siyer kitaplarının bildirdiği üzere Hz. Peygamberin (asm) vefatından bir yıl sonra sadece Yemame harbinde 70’ten fazla hafız şehit olmuştu. Demek ki o dönemde yüzden fazla hafız vardı.

Hz. Peygamber Efendimizin 35 yaşında iken Kâbe’nin tamiri yapıldığı doğrudur. Hatta ilgili kaynaklarda şu bilgi de vardır:

“Haceru’l-Esved’in yerine yerleştirilmesinde ihtilaf oldu sonra Mescide (Beni Şeybe kapısından) ilk girenin hakem olmasında anlaştılar ve ilk olarak Peygamberimiz (asm) girince oradakilerin hepsi çok sevindi ve  “Muhammedu’l-Emin geldi hepimiz ona güveniyoruz” dediler. (bk. İbn Hişam es-Sire 1/196-197)

Bu bilgiyi kaynaklarda gördüğü halde bunu göz ardı eden kimsenin ne kadar art niyetli olduğunu bilmek için âlim olmaya gerek yoktur.

“O sırada Süryanice yazılmış bir kitap Kâbe’nin temelinden ortaya çıkar…” ifadesinin dayandığı rivayetlerden birinde “Kitabın Süryanice” diğer bir rivayette ise “Arapça” olduğuna işaret edilmiştir. (bk. a.g.y)

Hangisi doğrudur beli değil... Bu her iki rivayet de İbn İshak “tamriz” sigasıyla “Bana anlatıldı ki” diye başlamış ve zayıf olduğuna işaret edilmiştir. Bu konu İbn İshak Siyerinde de  el-Bidaye ve’n-Nihaye’de de anlatılmış fakat “Kâbe’nin hazinesi” şeklinde isimlendirilmiştir. (bk İbn İshak es- Sire 1/103 el-Bidaye 2/ 301)

Tekrar edelim ki söz konusu kaynakların asıl kaynağı İbn İshak’ın es-Sire’sidir. İbn İshak da bu konuyu “Huddist”(Bana anlatıldı / birileri bana söyledi) şeklindeki “Tamriz”li olan yani sağlıklı ve sağlam olmayan bir kalıpla başlamıştır. Bilimsel kriterler açısından bu delil sayılmayan zayıf bir rivayet olarak kabul edilir.

Bütün araştırmalarımıza rağmen el- İsabe’de geçtiği iddia edilen “O (Kâbe’nin altından) çıkan kitabı okuyan kişi diyor ki bu belgede yazılanları size tam okusam ola ki başıma bir şeyler gelir.” Bu açıklama Askalani 'El-İsabe fi temyizi s’ Sahabe' adlı ya