Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Şeytan ayetleri ya da Garanik olayı diye anlatılan iddianın aslı nedir?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:16    Güncellendi: 31.01.2025 23:16
Cevap

Değerli kardeşimiz

Gerek geçmiş dönemlerin gerekse asrımızın tahkik ehli alimleri bu tür rivayetleri çeşitli yönleriyle inceden inceye tetkik etmişler ve birçok noktadan tamamen asılsız uydurma bir rivayet olduğunu ortaya koymuşlardır. (Bu konuda geniş bilgi için bk. Mevlana Şibli Asr-ı Saadet 1/258 vd.)

Bu tür uydurma ifadelerin de olduğu olaya "Garanik" denir. Garanik iddiasına göre Hz. Peygamber Efendimizin (asm) -güya- müşriklerin gönlünü İslam'a ısındırmayı arzu ettiği bir sırada şeytanın telkiniyle vahiylere Allah kelamı olmayan bazı sözler karıştırdığı ve daha sonra Cebrail'in ikazıyla bundan vazgeçtiğini iddia eden rivayetler münasebetiyle kullanılmıştır.

Bu uydurma hikayelerin bazı İslam Tarihi ve Tefsir kaynaklarında yer almasının sebebi ilk dönem İslam alimlerinin birçoğunun izlediği “kendilerine ulaşan her rivayeti tenkit süzgecinden geçirmeksizin olduğu gibi aktarma ve meselenin tenkidini ilmi yeterliliği olan okuyucuya bırakma metodu”dur.

Demek ki Müslüman yazarlar zayıf veya uydurma gibi olan rivayetleri buldukları veya duydukları gibi rivayet etmişler bir şey gizlememişler her şeyi ortaya koymuşlardır. Bu ilerde bizim aleyhimize olur diyerek o rivayeti almamazlık etmemişler geniş bir görüşle toplamışlar âdeta tenkitçiler için malzeme yığmışlardır. Bir bakıma  malzeme hazır toplanmış saha geniş kabiliyetli olan buyursun tenkit etsin tenkit kaide ve kurallarını ortaya koysun objektif bir şekilde hakikate vasıl olsun demek istemişlerdir. Yoksa bu rivayetleri kabul ettikleri anlamına gelmez.

Bir Müslüman Rasulüllah’ın (asm) bir an bile tevhide biraz şirk katarak kâfirleri memnun etmek istediğini Allah’ın kâfirlerle barışması için bazı emir ve hükümler gönderdiğini düşündüğünü vahyin kendisine şüpheli ve şaibeli bir şekilde geldiğini ve Hz. Cebrail’in sözlerine şeytanın karışmasını kendisinin fark edemediğini düşünemez. Bu gibi zan ve düşünceler Kur'an’ın her satır ve kelimesine büsbütün aykırıdır.

Kur'an-ı Kerim'in Cenab-ı Hakk'ın muhafaza ve garantisi altında olduğu ayetlerin beşerî ve şeytanî tasallutlardan mahfuz bulunduğu bilinen bir gerçektir.

Bu bakımdan Hz. Peygamber (asm) Kur'an okurken şeytanın tasallutuyla Kur'an ayetlerine bir şeytan sözünü karıştırması ya da şeytanın veya bir müşrikin herhangi bir sözünün geçici bir süre için bile olsa fark edilmeyip Kur'an'dan zannedilmesi katiyetle ihtimal dahilinde değildir.

Bu kısa bilgiden sonra konuyla ilgili detay için şu açıklamaları da okumanızı tavsiye ederiz:

Bazı insanların Kur'an'a şüphe düşürmek için zaman zaman bazı iftiralar attıkları görülmektedir. Bunlardan biri de Garanik uydurma hikayesidir. Sizin sorunuza neden olan da budur. Allah peygambelerini bütün vesveselerden ve şeytanın telkinlerinden korumuştur.

“Senden önce hiçbir resul veya nebî göndermedik ki halkının hidâyetini umarak gayret gösterdiğinde şeytan onun temennisi hakkında bir vesvese vererek ümidini kırmak istemesin. Ama Allah şeytanın attığı o vesveseyi giderir sonra da âyetlerini sapasağlam muhkem kılar. Zira Allah alîmdir hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir tam hüküm ve hikmet sahibidir)” (Hac 22/52).

Bu âyet-i kerime farklı değerlendirmelere mülahazalara yol açmış ve etrafında bir takım hâdiseler rivayetler örülmüştür. Şimdi bunları ve konunun aslını ele alalım:

“Temenni”nin anlamları:

Burada en önemli kavram “temenni”dir. Kelimenin Türkçe’mizde de bulunan ilk anlamını esas alırsak âyet şöyle tefsir edilebilir: Her peygamber kavminin ilahi hidayete tabi olup kötülüklerden kurtulmalarını arzu eder. Şeytan insanların kalplerine şüphe atarak halkı resullere karşı koymaya çağırır. Yahut resul kavminin hidayetini temenni edip hırsla çalışırken şeytan onu ümitsizliğe düşürmek için vesvese verebilir onu maksadından caydırmaya çalışır. Kur’ân-ı Kerim şeytanlara uyanların yaptıkları işleri bazen şeytanlara izafe eder. Zira sebebiyet münasebeti vardır.

Dine davetinin başlangıcında Peygambere inananlar az küfür tarafı ise sayı ve maddî imkân bakımından çok güçlü olduğundan şeytan haklı olanların sayıca çok olanlar olduğu telkininde bulunur hattâ "haklı olsa Allah onu üstün kılardı" diye Allah Teâlâ’nın da kendi tarafında olduğu vesvesesini verir. Bu durum bir taraftan müşrikler bir taraftan mü’minler hakkında bir fitne (yani imtihan) olur. Fakat neticede Cenab-ı Allah sabreden iman ehlini teyid ederek şeytanların ortaya attıklarını giderip peygamberlerin tebligatının hak ve hakikat olduğunu izhâr eder. Şeytanın ye’se düşürmek üzere vesvese verdiği peygamber ilk anda vesveseye maruz kalsa da “ismet” vasfı vesvesenin karşısına çıkar yani Allah’ın verdiği “günahtan korunmuşluk” vasfı şeytanın vesvesesini iptal edip boşa çıkarır (M. Tahir İbn Âşur Tefsiru’t-Tahrir 17/299-300). Allah müminlerin kalplerinden şeytanın şüphelerini nesh edip vahdaniyet ve risaletin hakkaniyetini bildiren âyetleri onların kalplerinde muhkem kılar; kâfirler ve münafıklar ise küfür ve şüpheleri içinde kalırlar.

Âyet-i kerime bu sürecin bütün tevhid tarihinde istisnasız olarak tekrarlandığını bildirerek Hz. Peygamber’i ve müminleri teselli etmektedir (bk. A.H. Aksekili Hatemu’l-Enbiya Hazretlerine İsnad Olunan En Çirkin İftiranın Reddiyesi s. 61-67; İbn Âşur 17/300-301).

İlgili âyetlerin mânâsını tevcih hususunda birkaç görüş daha varsa da bu âyetteki umum talil risalete hakkını vermek gibi üç husus dikkate alınınca isabetli tefsirin ancak bunlar olduğu tezahür eder (Aksekili s.69). Bu izahta ne lisan kaidelerine ne da itikad esaslarına aykırı bir taraf yoktur. Bu mânâ zorlamasız insicamlı olarak âyetin fasih ifadesinden ortaya çıkan mânâ olup ayrıca bir hikâye uydurmak suretiyle boşluk tamamlama ihtiyacı göstermez (İbn Âşur 17/303).

Âyette geçen temennî’nin ikinci mânâsı “okumak”tır (İbn Âşur bu mânâ ve bunun şahidi olarak Hassan ibn Sabit (r.a.)’a nisbet edilen beytin ona mensup olduğu hakkında şüphe izhar eder.). Elka “bir şeyi elinden atmak” demek olup bozmak kasdıyla halk içine bir şey atmak mânasıyla vesvese hakkındâ istiare olmuştur. Nitekim elkaytü fi hadisi fülanin deyimi “söyleyenin maksadına aykırı olmakla beraber lafzın az çok muhtemel olduğu şeyi sözüne karıştırdım” yahut “netice itibariyle söylemediği bir şeyi ona mal ettim” demektir. (Hak yolun karşısına çıkanlar insanları saptırmayı kendilerine iş edinirler onlar şüpheye uyup şüphe uyandırmak için çabalar dururlar. Sapkınların kalplerine bunları atanlar (ilka edenler) şeytanlar olduğu için bu sebebiyyet alâkasından ötürü onların yaptığı iş şeytanlara izafe edilebilir.)

Meselâ şeytanların kulaklarına üflemeleriyle müşrikler Hz. Peygamber (s.a.s) Kur’ân âyetlerini tebliğ ettikçe batıl bir şekilde onu redde çalışıyorlardı.

Kur’an şirke kaçacak delik bırakmaz

Şimdi konunun diğer yönüne geçelim:

Cenab-ı Allah Necm suresinde putları tahkir etmek üzere şöyle buyurur:

“Baksanıza şu Lat ve Uzza’ya; ve üçüncüleri olan öteki (put) Menat’a. Demek erkek size kadın Allah’a öyle mi? O halde bu insafsızca bir taksim!"

"Onlar (o putlar) sizin ve babalarınızın (tanrı) diye isimlendirdiğiniz (boş medlûlsüz) isimlerden başka bir şey değildir. Allah onların tanrılığı hakkında hiçbir delil indirmemiştir: o putlara tapanlar sırf zanna ve nefislerinin alçak hevesine uyuyorlar. Hâlbuki onlara Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir."

"Yoksa her arzu ettiği şey o insanın kendisinin mi olacaktır? Son da ilk de (âhiret de dünya da) Allah’ındır."

"Göklerde nice melek var ki onların şefaati hiçbir işe yaramaz meğer Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseye izin verdikten sonra olsun (ancak o zaman şefaatin faydası olur). Ahirete inanmayanlar meleklere dişilerin adını takıyorlar."

"Onların bu hususta bir bilgileri yoktur; sadece zanna uyuyorlar; zan ise hak olan (ilmin) yerini tutmaz."(Necm 53/19-28).

Bu pasaj putları ve putperestliği tahkir eden bütünlük arz eden unsurları arasında kopukluk olmayan insicamlı bir metindir. Kısaca söyleyecek olursak burada putlar ve putperestler putların kız suretinde tasvir edildiği de tasrih edilerek yedi yerde açıkça tahkir edilmiştir şöyle ki:

1. Efe raeytüm (l) ile yapılan tahkir. Zira bu tabir peşinden gelen şeyi reddetmek için yapılan bir giriztir.

2. Esmâün semmeytûmûhâ ile kuru isimler medlulü olmayan sadece müşriklerin vehimlerinde varlığı bulunan putlar kasdedilir.

3. Allah onları tanrılaştırmaya hak verdirecek hiçbir delil bildirmemiş hiç bir yetki vermemiştir.

4.“Demek erkek size kadın Allah’a öyle mi?” istihzası.

5. Sırf zanna ve alçak hevese uydukları ittihamı.

6. Makbul varlıklar olan meleklerin bile Allah’ın izni olmadıkça şefaatlerinin fayda vermediği.

7. Meleklerin dişi olduğunu söyleyenlerin ahirete inanmadıkları.

Efe raeytum ile müşriklerin mabudlarının hakirliği akidelerinin sakimliği gösteriliyor. Hitap Kureyş’e yapılmaktadır. Yani “sırf ilahî vahy olan bu kelâmı dinledikten sahibinizin (arkadaşınızın) Miraç'da gördüklerini duyduktan sonra:

“Baksanıza şu Lat ve Uzza’ya bir de şu geride üçüncüleri olan Menat’a!..”(Elmalılı H. Yazır 6/4591)

Bu beyandan sonra siz de o taptığınız muhtelif putları ve geriliklerini gördünüz değil mi? Şimdi haber verin bakalım size erkek O’na dişi öyle mi! [Müşrikler putlarına müennes (dişi) isim takarlardı. Onlar “putlar ilâhî kuvvetlerin melaikenin suretleridir melâike ise Tanrı’nın kızlarıdır biz onların suretlerini yapıp dişi isimleri vererek onlara perestiş etmekle kendilerini Allah indinde şefaatçi ediniriz’’ sanıyorlardı].

“O halde bu insafsızca bir taksim!”(Necm 53/22). Allah’a çocuk isnat etmek haddizatında büyük bir zulümdür. Fakat müşrikler kendilerinin kız babası olmalarını eksiklik sayarak kız istemedikleri hattâ onları öldürdükleri halde kızları Allah’a tahsis etmekle kendi vicdanlarına karşı tazim eylemek istedikleri Mabud’u tahkir etmiş Ona karşı büyük haksızlık etmiş oluyorlardı. (Taberî 27/58; Elmalılı 6/4596). Mezkur hususlar putları açıkça tahkir etmesine rağmen uydurma bir rivayet 20. âyetten sonra “Ve tilke’l-garaniqu’l-ula ve inne şefaatahünne le-turteca” [Bunlar yüce kuğu kuşları (tanrıçalar)dır ve elbette onların şefaatleri umulur.] sözünün yer aldığını öne sürer.

Aslında ilgisi olmadığı halde Garanîk meselesi ile ilgisi kurulan sahih bir rivayet vardır. Buharî’de İbn Abbas (r.a)’ın şöyle dediği nakledilir:

“Necm suresini okuyunca Hz. Peygamber (s.a.s.) secde etti onunla beraber Müslümanlar ve müşrikler cinler ve insanlar da secdeye vardılar.’(Sahih “Necm Suresi’nin Tefsiri”).

İmam Ahmed (Müsned 6/399-400) ve Nesaî (“İftitah” 2/160) başka bir tarikten buna benzer bir rivayette bulunur fakat mazmunu Necm Suresi’nin okunmuş olup orda bulunan herkesin secde ettiğidir.

Bu secde şöyle izah edilir: Hz. Peygamber (s.a.s.) Cenab-ı Allah’ın surenin son âyetindeki emrini tutarak secde edince müşrikler de kendi mabudlarına tazimen secde etmişlerdir (İzmirli İsmail Hakkı’dan naklen Aksekili s.46-47). Secdeye kapanmaları Hz. Peygamber’in bir mucizesi de olabilir. Yahut Kur’ân-ı Kerim’in müessir üslubu yüce hakikatleri hele Resûlullah’ın mübarek ağızlarından okununca muazzam bir tesir gücü kazanmış olmalıdır.

Garanîk Kıssasının Tenkidi

Taberî; M. İbn Kâb el- Kurazî Ebu’I-Âliye Saîd İbn Cübeyr İbn Abbas Dahhâk İbn Şihab’dan özeti şu olan bir kıssa nakleder. (Tefsiru’t-Taberî 27/186-189):

Resûlullah kavminin yüz çevirdiğini görünce bu ona çok ağır geldi. Allah’tan kavmi ile kendisini birbirlerine yaklaştıracak bir şey inmesini temenni etti. Cenab-ı Allah Necm suresini indirdi. O da okudu. Bu esnada şeytan gönlünden geçirip de kavmine getirmek istediği şeyi onun lisanına atıverdi: “Bunlar yüce kuğu kuşları (tanrıçalar)dır ve elbette onların şefaatleri umulur.” Kureyşliler bunu işitince sevindiler ve onu dinlemek üzere yaklaştılar. Mü’minler de Rab Teâlâ’dan gelen şeyi tasdik ettiler Peygamber’i bir hata veya vehimden ötürü itham etmediler. O sureyi bitirince secde etti. Onun secde ettiğini gören mü’minler de onun getirdiğini tasdik ederek secde ettiler. Mescitteki müşrikler de secde ettiler. Velîd ibn Muğîre hariç herkes secde etti. Secde haberi Habeşistan’a hicret etmiş Müslümanlar’a da ulaştı. Bir kısmı orada kalıp bir kısmı Mekke’ye hareket etti. Sonra Cenab-ı Allah Peygamber’e “Benim indirmediğim şey söyledin!” dedi. Resûlullah üzüldü Allah’tan korktu. Bunun üzerine Allah bu âyeti (Hac 22/52) indirerek onu teselli etti şeytanın ilka ettiğini neshetti.” (Taberî 27/187-188).

Muhteva Yönünden Tenkidi

A) Muhteva yönünden tenkidi (dahilî tenkid).

Bu rivayeti ihtiva ettiği tenakuzlardan ötürü kabul etmek mümkün değildir zira:

a) Daha önce gerek Hac gerekse Necm sûrelerinde geçen mezkûr iki âyet grubunun tefsirini nakletmiştik. Bu hâdise onların muhtevaları sibak siyaklari ile uyuşmaz. Özellikle Necm sûresi naklettiğimiz pasajında belirtmiş olduğumuz yedi unsuru ile şirki iptal etmişti. Bu ortam içinde putları yücelten bir söz girecek yer bulamaz kabulü mümkün olmaz. Faraza söylenmiş bile olsa müşriklerin buna kanması mümkün değildir.

Şirke putlara hakaret üstüne hakaret yağdırılırken öven bir cümle ne ifade ederdi ki? (M.H. Heykel s. 96; Seyyid Kutub “Necm suresinin tefsiri ” 27/73). Hiç merak etmeyelim Peygamberimizin muhatabı şedid müşrikler böyle bir sözle havalanmayacak kadar davalarına bağlı şüpheci ve radikal idiler. Böyle bir sözün burada söylendiği farz edilirse asıl düşünülecek tevcih diğer yedi unsura ilaveten onu sekizinci bir hakaret ifadesi saymaktır. Yani başta bir istifham hemzesi takdir edilerek: “O dişiler (tanrıçalar) onların şefaatleri umulacak ha! Yuh olsun sizin aklınıza!” (Razî Mefatihu’l-Ğayb Hac 52 tefsiri 6/249) da bu ihtimali bildirmekle beraber isabetli bulmaz).

b) Cenab-ı Allah bu kısa Necm sûresinde şeytanın sözünün âyet olarak girdiği iddia edilen kısmın önünde ve sonunda bu hikayeyi tam iptal edecek hakikatleri yerleştirmiştir. Red ve iptal edici yedi unsuru daha önce zikretmiştik. Şimdi de vahy hakkındaki şu kuvvetli teminatı hatırlatalım: Bu sûrenin baş tarafında (Necm 53/2-4): “Şaşırmadı sahibiniz azıtmadı da. Ve hevadan söylemiyor. O sade bir vahiydir ancak vahyolunur. Ne aldanır ne aldatır o kendi re’y arzu ve temennisinden söylemez.” âyetleri vardır. Kısaca vahye şeytan asla müdahale edemez o daima korunma altındadır.

c) Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından böyle bir şey söylenmesi risalete aykırıdır. Zira böyle bir sözü kasden cebren veya sehven söylemiş olabilir başka bir ihtimal yoktur. Kasden söylemek küfürdür caiz değildir. Peygamberin gönderilmesinin sebebi putları övmek değil kötülemektir. Şeytanın cebren söyletmesi de mümkün değildir. Zira Cenab-ı Allah Şeytana:

“Benim kullarım üzerinde senin bir yetkin yoktur.”(Hıcr 15/42)

âyetinde şeytanın mü'minler üzerinde sultası olmadığını bildirmiştir. Şeytan mü’min kulları bile icbar edemezse Peygamber’i hiç edemez. Hz. Peygamber'in sehiv ve gafletle söylemiş olması ihtimali de merduttur; Zira tebliğ halinde onun hakkında gaflet caiz değildir. Caiz olsaydı onun söylediklerine artık itimat kalmazdı. Ve çünkü vahy edilen Kur’ân hakkında Cenab-ı Allah (Fussilet 42) “Kur’ân'a batıl ne önünden ne ardından yol bulamaz” keza “Kur’ân’ı Biz indirdik ve onu Biz muhafaza edeceğiz” (Hicr 9) buyurmuştur.

Diğer taraftan daha birçok âyet Hz. Peygamberin risalet ve tevhid hususunda son derece kararlı olup müşriklere azıcık bir meyil dahi göstermediğini bildirmektedir (bk. Hakka 46; Yunus 15; İsra 74; Furkan 32.)

Rivayet Cihetinden Tenkidi

Rivayet yönünden bu vak’a uydurmadır. Birçok muhakkik bu kıssayı reddetmiştir. El-Beyhakî: “Bu kıssa nakil bakımından sabit değildir.” demiştir (Razî Mefatihu’l-Ğayb 6/245). Kâdî İyad: “Sahih hadisleri rivayet eden hiçbir kitabın bunu nakletmemesi hiçbir sikanın bunu sahih ve muttasıl bir senetle rivayet etmemesi çürüklüğünü göstermeye kâfidir. Nakledenler sadece tuhaf şeylerle oyalanmayı âdet edinen bazı tefsirciler ile tarihçilerdir.” (eş-Şifa 2/111). Es-Suheylî: “Bu hadis sabit değildir.” der (er-Ravdu’1-Unuf 1/229). Beydavî. Neysabûrî Ebu’s-Suûd Ebü Mansur el-Maturidî İbn Kesir Nevevî Bedreddîn Aynî el-Hatîb Şirbinî Alusî Ebu Bekr ibnu’l-Arabî Ebû Hayyan bu kıssanın sabit olmadığını beyan edenlerden bazılarıdır. (Bu zatların fikirleri hk. bk. Tefsîru İbn Kesir Râzî Hatib Şirbinî Ebu’s-Suûd Âlusî tefsirlerinin Hac 52 âyetine dair yaptıkları açıklamalar). Rivayetin bir aslı olabileceğini düşünenler arasında İbn Hacer ile İbrahim el-Güranî bulunmaktadır.

- Bazı rivayet ehlinin bu kıssaya inanmasını nasıl izah etmeli?

Secde gerçeğine sebep arama Kureyş’in Hz. Peygamber’in kıraatinin etkisi ve Kur’an’ın büyüleyici üslubunun tesiri altında yaptığı secdeye bahane olarak ileri atmış olabilecekleri sözün yaygınlaşması keza Hz. Peygamber’in kavminin hidayete gelmesini çok arzu etmesi şeytanın işi karıştırıp Hz. Peygamber’e vesvese vermesi Habeşistan’a gidenlerin geri dönmesi gibi olaylar hicri ikinci asır başlarında bir araya gelerek bir kıssa halinde birleştirildiği bazı tarihçiler ve tefsircilerin de boş bulunup eleştirmeksizin kabul psikolojisi içine girdiği söylenebilir. (bk. Mevdûdî Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber 1/487. Bu konuda daha başka tevcihler de yapılmıştır: Mevlana Şiblî Asr-ı Saadet c.l; A.Himmet Berkî- O. Keskioğlu Hatemul-enbiya s.96-166).

A. H. Aksekili rivayeti eleştirirken şeytanın sözünün on beş ayrı şekilde rivayet edildiğini bildirip bunları ayrı ayrı sıralar (s. 16-17). Rivayetlerdeki bu ıztırabı uydurma olduğunun delili sayar. Daha sonra ise râvîlerdeki ıztırabı ele alır. Ravilerin bu sözü onu söylediğinde gah Resûlullah’ın namazda olduğu gah Kureyş’in nâdilerinde (klüplerinde) bulunduğu sırada veya namaz kılarken uyuklamış uyurken ağzından kaçırıvermiş tarzlarında on bir çeşit anlatım ile naklettiklerini birinin bir türlü öbürünün başka türlü söylemesinin de meselenin uydurma olduğunu göstereceğini ifade eder (s. 22). Ona göre bu Tâbiun devrinden sonra uydurulmuştur. Keza Aksekili İbn Abbas’a mal edilen bu konudaki sekiz sebeb-i nüzul rivayetini inceleyerek bu ıztırabın da rivayeti çürüttüğünü beyan eder (s.26).

Konuyu dikkatli şekilde inceleyen muasır müellif Mevdûdî ise tarihi bakımdan şu tenkitleri öne sürer. 1. Muteber tarihî kayıtlara göre Habeşistan’a ilk hicret bi’setin 5. yılında Receb ayında olmuştur. Hikâyeye göre sulh haberini öğrenip dönenler gittikten sadece üç ay sonra aynı yılın Şevval ayında dönmüş oluyorlar. 2. Hikâyeye göre bu sözü söylediğinden ötürü Resûlullah’ı itab eden İsra 73-75 âyeti inmişti. Halbuki İsra sûresi Mirac’ı müteakip inmiştir. Miraç ise bi’setin 11 veya 12. yılında vaki olmuştur. Buna göre uyarmanın beş-altı sene bekledikten sonra yapılmasını kabul etmek tuhaflığına düşülür. 3. Teselli etmek üzere indiği bildirilen Hac 52 âyeti Hicrî birinci yılda inmiştir. Buna göre teselli uyarma ve tekzibden iki-iki buçuk yıl olayın üzerinden ise dokuz yıl kadar zaman sonra olmuş olur. Bunu kim kabul edebilir? 4. Hem niçin tekzib ve teselli için gelen âyetler bizzat Necm sûresine ilave edilmeyip ayrı ayrı sûrelere yama olarak eklensin? Hâlbuki bu âyetler –daha önce gördüğümüz üzere– muhtevalarıyla tam insicamlı olup yama intibaı uyandırmazlar.

Muasır Tunuslu müfessir M. Tahir ibn Âşur bu Garanîk kıssasını maharetle reddettikten sonra hülasa ederken der ki:

“Bu kıssayı müşriklerin Necm sûresini dinledikten sonra secde ettiklerini bildiren sahih haberle birleştirmek bazı müelliflerin karıştırmalarından ibarettir. Keza bu kıssayı Hac sûresi ile birleştirmek de öyledir. Mekke’de ilk nazil olan sûrelerden bulunan Necm sûresi ile bir kısmı Medine döneminin başlangıcında bir kısmı Mekke döneminin sonlarında inen Hac sûresi arasında pek uzun bir zaman vardır. Keza Habeşistan’a hicret edenlerin dönmesi ile birleştirmek de fanteziden ibarettir."

"Necm Sûresinin inmesi ile Habeşistan’dan dönme arasında nice seneler vardır.1 Hâdisenin aslı şu olabilir: Mekke’de İbnu’z Ziba’ra2 gibi cahil alaycılar vardı. Onlar Necm sûresinde Lat Uzza Menat’ın anılmasını halk içine fitne sokmak için fırsat bildiler. Bu sûreyi seçmelerinin sebebi ise Allah Resûlü onu Kabe’de okuduğunda müşrikler de orada idiler ve Allah nebîsi için mucize olarak Kureyşlileri secde ettirdi. Sonra onlar bu secdelerine mazeret olarak böyle bir hâdiseyi uydurdular." (İbn Âşur Tefsîru’t-Tahrîr 17/305)

İbnu’l-Kelbî (ö. 204) Kitab’ul-Asnâm (Putlar) adlı kitabında cerh ve tadil kaidelerini de tatbik etmeksizin putlarla ilgili her türlü haberi toplayıp naklettiği halde bunu zikretmez; buna mukabil Cahiliyye Araplarının Kabe’yi tavaf ederken: “Lat hakkı için Uzza hakkı için üçüncüleri Menat hakkı için! Onlar yüksek kuğular (dişi tanrıçalardır) onların şefaatlerine ümit bağlanabilir.” dediklerini anlatır (Kitabu’l- Asnam trc. B. Bilgin metin s.13; trc. s.32).

Yakut el-Hamevî de Mu’cemu’l-Büldan adlı ansiklopedik coğrafya lûgatında Uzza’yı anlatırken (4/116-117) müşriklerin bu sözlerini nakleder. Bu son iki cümle Garanik rivayetinde şeytanın Peygamberimize söylettiği iddia edilen sözün aynısıdır. Büyük ihtimal Garanik kıssasının menşei müşriklerin bu sözleridir. Elmalılı H. Yazır da (6/4597) “Demek ki Garanîk teşbihi Peygamber’den evvel söylenegelmiş bir sözdür. Muhtelif şekillerde söylenmiş olması da buna delâlet eder. O halde bu söz esas itibariyle müşriklere bir ilka-yi şeytanîdir.” açıklamasında bulunur.

Bu kıssayı istismar eden veya onu çürüten oryantalistler

Bunca tutarsızlığına rağmen bu Garanik kıssasını vahy ve nübüvvet akidesine gölge düşürmeye elverişli bulmaları sebebiyle gerçek kabul eden müsteşrikler gerçekten acınacak bir ilmî sefalet sergilemektedirler. W. Muir R. Dozy Brockelmann Nöldeke Blachere M. Gaudefroy-Demombynes M. Watt bunlar arasındadır.3 Peşin hüküm ve aleyhtarlık sebebiyle tenakuzlara düşmekten zekâları ve ilmî maharetleri kendilerini koruyamamıştır.

Bununla beraber müsteşriklerin ele aldıktan hemen her meselede olduğu gibi bu mevzuda da içlerinden bu hususta hakkı teslim edenleri çıkmamış değildir. Ezcümle –bir çok mevzuda garazkâr ve peşin hükümlü olan– L. Caetani isabetli tahlille bu hikayenin uydurma olduğunu açıklamıştır:

“(...) Çünkü bunu uyduranlar iki büyük gayr-i tabiîliği ve tezadı bertaraf edememişlerdir. Yalanın bacağı kısadır. Yukarıdaki hadislerin hepsi ispat etti ki Muhammed ile Kureyşliler arasındaki ihtilaf Kureyşlilerin düşmanlığı karşısında Müslümanları muhacerete mecbur bırakacak kadar şiddetlidir."

“Şimdi tetkik etmekte olduğumuz hikayeyi bize nakleden muhaddislerin sözlerine inanırsak Müslümanlar birkaç Kur’ân âyetini alenen okurlarsa gayet şiddetli fena muameleye maruz kalıyorlardı."

“O halde Muhammed’in bütün Kureyşliler önünde koca bir sûreyi baştan aşağı okuması Kureyşlilerin de ne söyleyeceğini bilmeden dinî bir dikkat ile kendisini dinlemeleri manâsız olmaz mı? Bundan başka bu hikâye iyi düşünülmüş de değildir. Muhammed şeytanın talim ettiği âyetleri okuyor ve bunların manâlarını anlamıyor yahut başka âyet bilemiyor gibi görünmektedir.” (Caetani İslam Tarihi 2/264-265). Keza şöyle der:

“Muhammed hakiki bir devlet adamı idi kendisinde gayet ince biri fikr-i siyasî vardı insanlarla müzakerede insanları idarede fevkalâde maharet sahibi idi. Üç puta karşı ibadeti muvakkaten kabul etmek gibi kaba hataların ondan sadır olması gayr-i kâbildir. Çünkü bu hareket geçmiş senelerin cesur çalışmalarını bir an içinde birden bire yıkmaya ve kendi kendisini mahvetmeye müsavi idi.”(bk. a.g.e. s.265-266)

Fakat müsteşriklerden üstelik ciddî tanınan (Arap Dil Akademisi azalığı ile de taltif edilen) B. Blachere’in irtikâp ettiği ciddiyetsizlikten de öte haysiyetsizliği kimse yapmamıştır. Zira bütün dünyada bir kelimesi bile farklı olmayan Kur’ân-ı Kerim’i Fransızca’ya tercümesinde “sözüm ona iki âyet” ilave etmiştir. Yaptığı ilaveler Necm sûresinin 20. âyetinden sonra 20 bis 20 ter diye yazıp tercüme ettiği bu şeytanî sözlerdir. Bu tahrifi yaparken dipnotta bir gerekçe (!) yazmaya veya kitabının ön sözünde bir açıklama yapmaya bile teşebbüs etmemiştir.

Blachere daha önce yayınladığı ve nüzul sırasına göre sûreleri sıralayarak tercüme ettiği Kur’ân mealinde ise (Le Coran: Traduction selon un essai de reclassement des sourates Paris 1949) bu şeytanî sözleri yine âyet diye dercetmekle beraber buradaki âyetlerin nüzul tarihi konusunda bir iddia ileri sürer. Yukarıda Necm sûresinden iktibas ettiğimiz pasajda (19-28. âyetler) 19-23 kısmına yeniden bakalım:

Kur’ân’ın üslubunu az çok bilen bir kimse burada hiç bir manâ boşluğu bulamaz fikirler teselsül halindedir kopukluk yoktur. Kelamın gelişmesinde muhatap 20. âyetten sonra yani putları tahkire yapılan girizgahtan sonra “Demek erkek size kadın Allah’a öyle mi? O halde bu insafsızca bir taksim!” kısmını bekler. Blachere putları daha ayrıntılı tarzda reddeden bu 23. âyetin “muahhar” (yani sonradan inmiş) olduğunu iddia etmektedir. Bunun tek sebebi bu âyetin putları metheden o uydurma söze imkân bırakmamasıdır. Blachere’in gösterdiği gerekçe de 23. âyetin “arythmique” yani öbürlerine göre uzun olmasıdır. Kur’ân'ın her zaman şiir şeklinde rythmique olduğunu kim görmüş? O şiir değil ki! Bunu iddia eden mi var? En açık misallerinden biri Fatiha sûresidir. Bu sûrenin 7. âyeti diğerlerine göre açıkça uzun diye sonradan mı eklendiğini söylemek gerekir? Kitab-ı Mukaddes kritiğinde formgeschichtliche adıyla bilinen Alman metodunu Kur’ân’a uygulamak isteyen bu şahıs mezkur tercümesinde çok tuhaf ve zor durumlara düşmüştür. Meselâ ona göre Asr sûresi önce “Asra andolsun ki insanlar ziyandadır” şeklinde idi. Kalan kısmı sonradan ilave edilmiştir. Ona kalsa bu nevi istisnalar Medine dönemine ait olmalıdır.

Necm sûresinde 23. âyeti şimdilik bir tarafa bıraksak bile 21 ve 22. âyetler de putları açıkça reddetmektedir. Müşrikler erkek evlat ister kız çocuklara hiç değer vermezlerdi. Burada onların bu telakkilerine işaret olunarak Allah’ı kendilerinden daha dûn bir mevkiye düşürmelerindeki saçmalık belirtilmiş olmaktadır. Blachere bunların sonra ilave edildiğini söylemiyor aksine bu metinlerin “eski” olduğunu tasrih ediyor. Diğer taraftan o Tûr sûresini nüzul bakımından 22. sıraya koyar. Necm sûresi ise ona göre 30. sıradadır. Tur sûresinin 39. âyeti ”Demek oğullar sizin de kızlar O’nun öyle mi?” diyerek aynı şekilde bir taraftan putların bir taraftan puta tapanların hakirliklerini ortaya koymaktadır. Blachere’in dediği gibi: “Kur’ân dişi tanrıları red delilini tekrar ele almıştır” öyleyse bu daha önce yapılmış iken Necm sûresinde de aynı kelam içinde tekrar edilmiş iken bu batıl tanrıların hak olduklarının üstelik övülmelerin manâsı kalır mı?

Sonra gelen 26. âyet Allah isteyip razı olmadıkça meleklerin bile şefaatlerinin muteber olmayacağını bildiriyor yani putların şefaatlerinin asla mevcut olmadığını anlatmak istiyor. Bütün bunlar müşriklere ait olan bu uydurma sözün bu muhtevaya ne derece zıt olduğunu göstermeye kâfidir.

Garanik meselesine sarılarak İslâm aleyhinde şüphe uyandırmaya çalışan müsteşrikler dürüst davranmamaktadırlar. Davransalar İslâm incelemelerinde Müslümanların “Bizim malımızdır” diye sahip çıktıkları hususları tetkik edip onlar hakkında değerlendirme yapmaları gerekirdi. Onların “bu sabit değildir bizim malımız değildir” dedikleri şeyleri ise bir tarafa bırakmaları gerekirdi. Dürüstlük bunu gerektirir. Fakat onların çoğu Buhari’nin kitabı gibi Müslümanlar’ın ittifakla kabul ettiği kitaptaki hadisleri kabul etmez de tarihî usule Müslüman hadisçilerinin koydukları cerh ve tadil kaidelerine uymayan rasgele bir kitaba girmiş (meselâ el-Eğâni Kitabu’l-Mearif el-İkdu’l-Ferid gibi edebiyat kitaplarında bulunan) rivayetleri İslâm hakkındaki hükümlerine esas alırlar. Fakat bu onlar farkında olmaksızın İslâm’ın hakkaniyetine ayrı bir delil oluşturmaktadır. Çünkü böylece onlar tarihen sabit kâfi nasslarda aleyhte kullanacak tutamak bulunmadığını tasdik etmiş olmaktadırlar.

Dipnotlar:

1. Habeşistan’a hicret eden Müslümanların bir kısmı Hicret-i Nebeviye’ye yakın bir kısmı ise hicreti müteakip bir kısmı ise çok daha sonra dönmüşlerdir. (A.H. Berki - O. Keskioğlu Hatemu’l-enbiya s.96).
2. Abdullah İbnu’z-Ziba’ra başlangıçta İslâm’ın en şiddetli aleyhtarlarından biri idi. Mekke’nin fethinden sonra Necran ‘a kaçtı. Daha sonra dönüp özür diledi özrü kabul edildi 15/636’da vefat etti (Zirikli A’lâm).
3) Bu müsteşriklerin Garanik konusuna temas eden eserleri için bk. Prof Dr. İsmail Cerrahoğlu A. Ü. İ. F. Dergisi XXIVI (l981). “Garanik Meselesinin İstismarcıları” s. 69-91. Muhterem hocamız bu değerli çalışmasında oldukça geniş bir bibliyografya vermektedir). W. Muir Life of Mahomet. Londra 1984 s: 78-82; R Dozy Tarih-i İslâmiyet (trc. Abdullah Cevdet) Mısır 1908 1/68-72; C.Brockelmann İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi (trc. N. Çağatay) Ankara 1964 s.13; Th. Nöldeke Geshichte des Qorans 1909 s: 100-103; Blachere Le Probleme de Mahomet Paris 1952 s: 40-41; M. Gaudefroy-Demombynes; Mahomet Paris 1957 s.84-88; M. Vatt Muhammad at Mecca Oxford 1953 s: 101-169; M. Watt. Hazret-i Muhammed (trc. Hayrullah Örs) İstanbul 1963 s: 65-71.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet