Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Kur'an'ın ilk yazılmış nüshaları neden ortadan kaldırıldı?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:16    Güncellendi: 31.01.2025 23:16
Soru Detayı

-  Kur'an'ın aslı yakıldı mı?

Değerli kardeşimiz

Hz. Ali Hz. Abdullah b. Mesud Hz. Aişe Hz. Abdullah b. Abbas gibi bazı sahabilerin elindeki Mushaflar hususilik arz ediyordu. Daha Kur'an'ın vahyi tamamlanmadan bu zatlar peyderpey gelen ayetleri kendilerine yazmaya başlamışlardı. Bu Mushaflar onların kendilerine özel mushaflar olduğu için ayetin manasını açıklayan bazı haşiye türü eklemeleri yazmakta bir sakınca görmemişlerdi. Halbuki daha sonra bu farklı ifadeler veya açıklamalar başkaları tarafından ayetin kendisi olarak değerlendirilebiliyordu.

Misal olarak Abdullah b. Mesud'un mushafında meal olarak:

"(Hac mevsiminde) "Rabbinizden rızk istemenizde bir günah yoktur." (Bakara 2/198) şeklinde yazılmıştı. Oysa parantez içindeki bilgi onun Hz. Peygamber (a.s.m)'den öğrendiği ayetin bir açıklamasıdır.

İşte yedi lehçe farklı telaffuz ve benzeri sebeplerden dolayı Hz. Osman (ra) devrinde -daha önce- Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde bir araya getirilen ve daha sonra Hz. Hafsa (ra)'nın yanında bulunan Kur'an sahifeleri esas alınarak dört veya yedi adet Mushaf nüshaları düzenlenmiştir.

Ümmet içinde bu konuda birliği sağlamak maksadıyla bazı kimselere özel Mushafları -sahabelerin onayıyla- yaktırmıştı. (bk. Suyutî İtkan I/134; Subhi Salih el-Mebahis s. 78-85).

Ünlü tefsir ve hadis âlimi İbn Kesir (ö. 774) söz konusu nüshalardan bir tanesini Şam'da Dimaşk camiinde gördüğünü söylemiştir. İbn el-Cezerî İbn Fadlullah el-Umerî de bu Mushafı orada gördüklerini söylemişlerdir. (bk. el-Mebahis s. 88-89).

* * *

Konuyla ilgili detaylı bilgi için şu makaleyi de okumanızı tavsiye ederiz:

Kur'an'ın aslı yakıldı mı?

Vahiy nedir? Kur’an Nasıl Toplanmıştır?

VAHİY: Kelime anlamı imâ fısıldama işaret bir şeyi hızla yapmaktır. Dini anlamda ise vahiy; Yüce Allah'ın insanlara ulaştırmak istediği mesajı (emir yasak tavsiye bilgi ..) değişik yollarla Peygamberine iletmesine denir. Vahiy kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de; ilham etmek içgüdü emretmek işaret etmek fısıldamak anlamlarında da geçmektedir...

Peygamberimiz (a.s.) peygamberliğinin ilk altı ayında sâlih rüyalar görür ve gördükleri aynen çıkardı. "...Mü'minin rüyası peygamberliğin kırkaltı parçasından biridir.” buyurmuştur. (Peygamberlik süresi yirmi üç yıldır altı ayda bu sürenin kırk altı da birini oluşturur.) Cebrâil (a.s.) vahyi Peygamberimize görünmeden getirdiği gibi asıl şekliyle ya da bir insan şeklinde görünerek getirdiği de olurdu. Miraçta olduğu gibi aracısız olarak doğrudan Yüce Allah tarafından verildiği de olmuştur...

Vahiy gelmeye başladığında Peygamberimiz (asm) oldukça zor ve dayanılması güç anlar geçirir

“Doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz." (Müzzemmil 73/5)

ayetinde olduğu bildirildiği gibi kendisini sıkıntı basardı. Soğuk günlerde bile çok fazla terlerdi deve üzerinde vahiy geldiğinde deve buna dayanamaz hemen yere çökerdi. Mekke'de vahyin gelmeye başladığı ilk yıllarda vahiy inerken Hz. Peygamber (asm) sesli olarak inen âyetleri tekrarlardı fakat daha sonra bunu terk etmiştir. Vahyin gelişi anında bilincini kaybetmez vahiyden hemen sonra inen âyet ya da sureyi görevlendirdiği vahiy katiplerine yazdırırdı. (Vahiy kâtiplerinin sayısı zaman zaman değişmekle birlikte yaklaşık kırk kişidir) daha sonra arkadaşlarına okurdu onlar yazar dileyenlerde hem ezberlerdi. Bir âyet indiğinde onun hangi surede hangi âyetten sonra olması gerektiğini belirtir vahiy katipleri de onu oraya ilave ederlerdi. Vefatından dokuz gün öncesine kadar vahiy indiği için hayattayken ciltli tek bir kitap haline getirilmemiştir. Hz. Ebu Bekir halife olduktan sonra bazı bölgelerde dinden dönme (ridde) olayları meydana gelmiş Yemame savaşında (M.633) 70 hafız şehit olmuştur. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra)'in teşvik ve ısrarıyla Hz. Ebu Bekir (ra) kendisi hafız ve aynı zamanda vahiy kâtibi olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir heyet oluşturmuş Kur'ânı toplayıp bir kitap haline getirme görevini bu heyete vermiştir. Hz. Ömer Hz. Ali Hz. Osman İbni Kâab Zeyd’e büyük ölçüde yardımcı olmuştur. Oldukça titiz çalışmalar sonucunda yaklaşık bir yıl sonra Kur'ân-ı Kerim ciltli bir kitap haline getirilmiştir ama sure sıralarına riayet edilmemiştir.

Ermeniyye bölgesindeki bir savaşta bir araya gelen değişik kabilelerdeki Müslümanların Kur’an’ın kelimelerini değişik şekillerde okudukları haberi üzerine Hz. Osman (ra)’ın emriyle dördü asıl on iki kişilik bir heyet oluşturulmuş. Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında yazılan Kur'ân-ı Kerim'e bakılarak çoğaltılmış olan Mushaf aynı zamanda sure sıraları da Hz. Peygamber (asm)'in emir buyurduğu gibi düzenlenmiştir. Bu tasnifte ihtilaf edilen kelimelerde Kureyş lehçesine göre yazılmıştır. Bundan sonra Kur’an önemli şehir merkezlerine gönderilmiştir. (H.25 / M.646)

O dönemde Arap harflerinde nokta ve hareke yoktu Hz. Muaviye devri Irak valisi Ziyad bin Ebih Arapçayı bilmeyen Müslümanların Kur'ân-ı Kerim'i yanlış okumasını önlemek için devrin âlimlerinden Ebu'l Esved Dueli'yi görevlendirmiş. O da kelimelerin sonuna harekeyi belirlemek için nokta koymuştu. Daha sonra Haccac kâtiplerinden Nasr bin Asım ve Yahya bin Ya’mer’e harflere nokta koymalarını emreder. Harflere ve noktalara bugünkü şeklini veren Halil bin Ahmet (M.718) olmuştur.

Zeyd İbni Said şöyle der: “Kur'ân'ı araştırmağa hurma dallarından yassı taşlardan ve insanların hafızalarından derlemeğe başladım. Tevbe Suresi'nin sonu olan: ‘Andolsun size kendi içinizden öyle bir elçi geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün mü'minlere şefkatli merhametlidir. Eğer (inanmaktan) yüz çevirirlerse de ki: 'Allah bana yeter. O'ndan başka tanrı yoktur. O'na dayandım. O büyük Arşın sahibidir.' âyetini yalnız Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin yanında buldum." (Buhârî Fedâilu'l Kuran 3 4 ncü bâblar; Ibn Hanbel Musned 1/13; Ebu Dâvûd Kitâbu'l-Mesâhif s. 67)

Zeyd İbni Said ve komisyonda bulunan diğer üyeler güçlü hafız olmalarına rağmen titiz çalışmasından dolayı başka iki şahidin bulunmasını da istemişlerdir. İbni Hacer Askalani “Belki de iki şahitten maksat: Hem ezberlemek hem de yazılı olarak getirmekti.” der. Ebu Şâme: Zeyd “Onu Huzeyme’den başkasında bulamadım.” demiştir. Yani onu Ebu Huzeyme’den başkasında yazılı olarak bulamadım demektir.’ der. Doğrusu da budur.

Zeyd'in derlediği bu Mushaf Ebubekir (ra)'in yanında kalmış onun vefatıyla Ömer (ra)'e intikal etmiş onun vefatından sonra da kızı Hafsa'nın eline geçmiştir.

Hz. Osman (ra) okuma farklarını ortadan kaldırıp Müslümanları bir tek kıraatte birleştirmek amacıyla başka bütün mushafların ve Kur'ân parçalarının yakılmasını emretmiştir. (Beyhekî es-Sunen Kitabu's-Salât 2/42)

Hz. Osman'ın yazdırdığı resmî Mushaf dışındaki mushafların yakılmasını emretmesi kıraat ihtilâflarını ortadan kaldırmak Müslümanları tek kıraatte birleştirmek birliği sağlamak içindi. Nitekim Hz. Ali (ra)’nin:

"Ey insanlar Osman hakkında aşırı sözler söylemekten ona 'Mushaflar yakıcısı!' demekten sakının. Vallahi o Mushafları biz Muhammed'in ashabı önünde yaktı. Osman zamanında yönetici ben olsaydım onun Mushaflar hakkında yaptığını ben de yapardım." dediği rivayet edilir.(Kurtubî 1/54; el-Fethu'r-Rabbânî 18/34)

Hz. Osman'ın özel mushafları yaktırdığı rivayet edilmektedir ama onun bu emrine uymayıp kendi özel Mushaflarını saklayanların bulunduğu da tarihen sabittir. Çünkü Hz. Alî Abdullah ibn Mes'ud Übeyy ibn Ka'b'ın özel Mushaflarından söz edilmektedir.(Kurtubî 1/53) (Bu Mushaflara dokunulmamış olmasının nedeni düzgün ve imla kurallarına uygun olarak yazılmış olmalarıdır.)

Ebûbekir ibn Dâvûd özel sahâbî mushaflarındaki farkları Kitâbu'l-Mesâhif’inde toplamıştır. Buhârî'nin rivayetine göre Hz. Âişe (ra) Mushafını görmek üzere gelen bir Iraklıya özel mushafını göstermiştir.(Buhârî Fedâilu'l-Kur'ân 5)

Tüm Mushaflar yakıldıysa Hz. Aişe kendi tasnifi olan mushafı nasıl gösterebilmiştir?

Hz. Hafsa'ya iade edilmiş olan ana Mushaf da ölünceye dek onun yanında kalmış Medine valisi olan Mervân ibn el-Hakem yakmak üzere o nüshayı istemişse de Hz. Hafsa vermemiş fakat bu mü'minler anasının vefatı üzerine Mervân o Mushafı alıp yakmıştır. (el-Fethu'r-Rabbânî 18/34)

Kur’an-ı Kerim'de bazı ayetler neshedilmiş yani önce Peygambere inmiş daha sonra ise hükmü kaldırılmıştır. Kur’an bu üslubuyla tedriciliği yani kolaydan zora doğru eğitimi insanlara öğretmektedir. Aynen Hz. Aişe’nin dediği gibi

“İnsanlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve harama dair ayetler indi. İlk evvel ‘içki içmeyiniz’ tarzında ayet inseydi ‘içkiyi terk etmeyiz’ diyecek yahut ilk evvel ‘zina etmeyiniz’ tarzında ayet inseydi herkes ‘zinayı terk etmeyiz’ diyecekti.” (Buhari Telifü’l-Kur’an Babı)

Günümüz modern eğitiminde de yerini almış olan bu metot daha o zamanlarda topluma yön veriyordu. Hükmü kalkan o emirlerin büyük bir bölümü yine Yüce Allah’ın emriyle Kur’an’da yer almadı.

  Resmî Mushaf Dışındaki Mushaflar Neden Yakıldı?

1. Özel mushafların yakılmasının temel nedeni Kur'ân üzerinde bir düşünce ayrılığının doğmasını önlemek idi. Henüz gelişmemiş noktasız ve harekesiz olan o zamanki Arap yazısı ile tutulan notların aynen Peygamber'den duyulduğu biçimde okunması da çok zor idi. İşte bundan ötürüdür ki okuma farkları baş göstermişti.

2. Kur'an'ı yazan Müslümanlar anlamını bilmedikleri kelimelerin yanına Peygamber (asm)'den duydukları anlamları da yazıyorlardı. Bu ileride büyük karışıklıklara neden olacaktı.

3. Kişilerin kendi kendilerine tuttukları notları evlerinde veya herhangi bir yerde okurken yanılabilmeleri mümkün idi. İşte bu yanılmalardan ötürü bazı kelimelerin okunuşunda farklar doğmuştu. Kimi bir kelimeyi hitap kipiyle okurken kimi de onu üçüncü şahıs kipiyle okumuştu.

Bu farkları ancak uzmanlardan oluşan bir komisyon ortadan kaldırabilirdi. İşte bu iş ilk olarak Ebubekir zamanında yapıldı. Titiz bir çalışma ile Kur'ân'ın sûreleri derlendi bir araya getirildi. Fakat sûre denilen bu bölümler esaslı bir sıraya konmamış derlenen parçalar rast gele bir araya getirilip bir cild (Mushaf) halinde bağlanmıştı. Bu Mushaf özel nüshalardan farklı idi. Çünkü özel nüshaların kiminde sûreler iniş sırasına göre dizilmiş kiminde böyle bir metot izlenmemişti.

Böylece Peygamber (asm)'e vahyedilmiş olan bütün Kur'ân âyetlerini ve sûrelerini içeren Mushaf yazılmış oldu. Bu Mushaf çoğaltıldı biri Başkent Medine'de bırakıldı ötekiler eyalet merkezlerine gönderildi.

4. Resmî Kur'ân'dan az da olsa farklı birtakım özel Kur'ân nüshaları durdukça Kur'ân üzerindeki ihtilâflar sürüp gider ve hattâ büyürdü. İşte böyle bir ihtilâfı önlemek için özel Mushaflar yakıldı.

5. İkinci derlemede meydana gelen Kur'ân nüshasının diğerinden farkı birinci derlenen Mushaf’ın sûreleri bir sıraya konmamıştı. İşte Osman (ra) zamanında kurulmuş olan komisyon daha titiz ve daha rahat bir çalışma ile Kur'ân'ın tüm âyetlerini ve surelerini derleyip Hz. Peygamber (asm)’in işaret ettiği gibi yerli yerince konmuştur.

6. Hz. Osman (ra) zamanında yapılmış olan derleme Peygamber (asm)'in yazdırdığı Kur'ân'dan farklı olsaydı Osman'dan sonra halîfe olan Hz. Alî kendi özel Mushafını resmîleştirir Osman Mushafını yürürlükten kaldırırdı. Oysa öyle yapmamış kendi Mushafını muhafaza etmekle beraber resmîleştirmemiş Osman Mushafını resmî Muhsaf kabul etmiştir. Bu durum da mevcut Mushafın asıl Kur'ân'a uygunluğunu gösterir.

Hz. Âlî (ra) Mushafını görmüş olanlar onun-sûrelerinin iniş sırasına göre düzenlenmiş olmakla beraber-içerikte Osman Mushafının aynı olduğunu söylemektedirler. Sadece sayısı pek az bazı kelime farkları vardır. Bunlar da anlam değişikliği yapmayan sinonim kelimelerdir.

7. Resmî Mushaf'tan ayrı olarak meydana getirilmiş olan özel nüshalar yakılmış olmakla beraber bunlardan bazıları saklanarak sonraki kuşaklara intikal etmiştir. Bunları görenler bunlarla resmî Mushaf arasındaki farkları tesbit etmişlerdir. İbn Ebî Davud'un Kitâbu'l-Mesâhifi bu farkları belirtmiştir. Bunlar gözden geçirilince resmî Mushaf ile bu özel nüshalar arasında da temelde bir fark olmadığı sadece ufak tefek bazı kelime farkları bulunduğu çok az olan bu farkların da bir anlam değişikliği yapmadığı görülür. Bu durum da resmî Mushafın Peygamber’in okuduğu Kur'ân olduğunu kesin bir biçimde ortaya koyar.

Hz. Peygamber Devrinde Kaç Hafız Vardı?

- Hz. Peygamber (asm)'in vefatından bir yıl sonra yapılan Yemame savaşında 70 hafız sahabe şehid düşüyor. Ayrıca Bi’ri Maune olayında 70 hafızın şehid düştüğü göz önüne alınırsa hafız sahabi sayısının çok olduğu anlaşılmaktadır.

- Mesela bir sahabe 1-10 arasındaki sureleri ezbere biliyor bir başkası 5-13 bir diğeri de 10-20 arası sureleri biliyordu. Bunların ortak bildikler sureler hesaba alındığında sadece Medine’de bile aynı sureleri bilen Müslüman sayısının ne kadar çok olduğu ortaya çıkar. Veda haccında yüz bin Müslümanın Hz. Peygamberi (asm) dinlediği göz önüne alınırsa nasıl bir rakamın ortaya çıkacağı gün gibi aşikârdır.

8. Çevre ülke şehir ve kasabalara dağılan Hz. Peygamberin arkadaşları gittikleri yerde öğrencilerine Kur’anı ve Peygamberin sünnetini öğretmişlerdir. Eğer onların bildikleri tertip edilen Kur’an’dan farklı olsaydı mutlaka farklılıklar olurdu? Ama Dünyanın neresine gidilirse gidilsin farklılık yoktur.

9. Kur’an’ın aslı yakıldı diyerek gerçek Kur’an’ın ortada olmadığı iftirasını atanlar o devir Müslümanlarının ezberledikleri surelerin hafızalarının nasıl silindiğini açıklamak durumundadırlar. Demek ki Hz. Peygamberden dinledikleri Kur’an’la aynıydı ki itiraz etmediler.

10. O devirde yaşayan Müslümanlar günümüzde İslam’a Hz. Peygambere en küçük bir hakarette ayaklanan Müslümanlardan daha mı duyarsızdılar ki Kur’an’ın aslı yakılırken(!) hiçbir itiraz ve tepki göstermeyip sineye çektiler?

11. İbni Hacer Askalani’ye göre Osman diğer nüshaları yakmamış okunmasını düzeltmiş düzelmesi mümkün olmayanları toplamış yanlış okumaya hatalı okuyuşa meydan vermemek için bozmuş suyla silmiştir. Noktasız “haraga” kelimesi yakmak anlamına gelir “haraga” noktalı olarak yazılırsa yırtmak anlamına gelir. Düzeltilmesi mümkün olmayan sayfaları yırttı attı demektir.

Kâfirlerin akıl hocalarından olan oryantalistlerden Schwally Hz. Osman’a isnad olunan bu yakma işini çok şüpheli bulur.

Prof. M. Hamidullah şöyle der:

"Kur'an'ın bütün metnini ezberleme alışkanlığı Hz. Peygamber (s.a.) zamanından başlar. Halifeler ve İslâm devlet reisleri daima bu alışkanlığı teşvik etmişlerdir... Başlangıçtan beri Müslümanlar bir eseri müellifinin veya icazetli bir talebesinin huzurunda okumayı ve karşılaştırmayı zamanında gerekli düzeltmeler yapılmış ve tesbit edilmiş metnin rivayeti için yazılı iznini (icazetnamesin) almayı âdet edinmişlerdi. Kur'an'ı ezberden okuyanlar yahut sadece yazılı metni yüzünden okuyanlar da aynı şeyi yaptılar ve bu itiyat günümüze kadar böylece devam etti. Bu işin dikkat çeken yönü şuydu: "

"Her üstad kendisi tarafından verilen icazetnamede talebesinin yalnız okuyuşunun doğruluğunu değil aynı zamanda kendisinin üstadından işittiği okuyuşa uygun olduğunu açık bir şekilde söyler ve kendi üstadının da üstadından bunu böyle okuduğunu ve talebesine öyle öğrettiğini zikrederek zincir Hz. Peygambere (s.a.) kadar devam ederek götürülür."

"Bu satırların yazarı Kur'an'ı Medine'de şeyh Hasan eş-Şair'den okudu ve aldığı icazetnamede diğer bilgiler arasında üstadların ve üstadların üstadlarının zinciri nihaî kısımlardaki üstadın aynı zamanda Hz. Osman Hz. Ali Hz. İbn Mesud Hz. Übey İbn Kâab ve Hz. Zeyd bin Sabit'den (ki hepsi ashabdandırlar. Allah cümlesinden razı olsun) okuduğunu kayıt eder. Hafızların sayısı dünyada şimdi yüz binlerle sayılmaktadır ve metnin kopyaları (yani Kur'an-ı Kerîm'in aslî nüshaları) dünyanın her tarafında bulunur ve birinin metniyle diğerinin metni arasında katiyen fark bulunmaz. Bu kayda değer bir noktadır ki hafızların hafızalarındaki Kur'an ile eldeki Kur'an metni arasında hiçbir ayrılık yoktur." (İslam Giriş Prof. M. Hamidullah s.42)

- İmamı Nevevi Müslim şerhi Şerhi Mühezzeb’te: "Bütün Müslümanlar Felak Nas ve Fatiha’nın Kur’an’dan olduğunda ittifak ve icma etmişlerdir. Onların Kur’an’dan olduğunu inkar eden kafir olur." der

- Dr. Muhammed İbni Lütfî es-Sabbâğ "Lemehât fî Ulûmi'l-Kur'ân" adlı kitabında; "Osmanî Mushaflar şimdi nerede?" başlıklı kısımda şöyle diyor:

...Hicri 614 yılında ölen İbni Cübeyr Seyahatnâme'sinde Dımışk Câmi'inden söz ederken şunu zikretmiştir.

“Mısırdaki yeni maksurenin doğu rüknünde (köşesinde) büyük bir dolap (hazâne) vardır ki içinde Osman'ın mushaflarından bir mushaf bulunmaktadır. O Osman'ın Şam'a gönderdiği mushaftır. Dolap her gün namazın ardı sıra açılır. İnsanlar ona dokunup öpmekle teberruk ederler. Onu uğurlu sayarlar.” (el-Burhan 1/235-el-İtkan 1/60)

- İbni Faldan el- Ömeri Ö.Hicri 749) de Dımışk’ta bir mushaf görmüştür. Onun Osmani mushaflardan biri olduğunu anlatıp Onun sol tarafında müminlerin emiri Osman ibni Affan’ın hattıyla “Osmani Mushaf” diye yazılı olduğunu söylemiştir. (Mesalikü'l-Ebsar fi memaliki’l-Emsar 195)

- İbni Batuta Şam’daki nüshadan ayrı Basra’da Osmani mushafından bir tane daha gördüğünden bahseder. (Rıhletü İbni Batuta 1/116)

- Dr. Abdurrahman eş-Şehbender demiştir ki: Dımışk-ı Şam'da bu Osmânî mushaflardan bir nüsha elde ettim. Maalesef onu otuz yıl önce Emevî Camiini yakıp kül eden yangında ateş telef etmiş." O bu sözü M. 1922 yılının Nisan ayında yazmıştır. (Müzekkirât-ı Abdurrahman eş-Şehbender s. 34)

- Üstad el-Kevserî'nin zikrettiğine göre; Şeyh Abdulhakîm el-Efgânî (ö.H. 1326-M.1908) ölümünden önce bu Osmânî Mushaf'ın resmine (yazı ve imlâsına) uygun bir mushaf kopya etmiştir.

- Kevserî bu Osmânî Mushaf'ın Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'a nakledildiği zannındadır. Efgânî'nin kopya ettiği mushafın ise Dımışk'taki adamlarından birinde mahfuz olduğu zikredilmiştir.(Makâlâtu'l-Kevserî s. 12)

Yine Kevserî Küfe Mushafının Humus'ta bulunduğunu ve onun Birinci Dünya Savaşı sırasında başkent İstanbul'a götürüldüğünü zikretmiş ancak Humus'ta hangi mescidde bulunduğunu zikretmemiştir.

Nitekim Kevserî Medine'de bulunan Medine mushafının da Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'a götürüldüğünü zikretmiştir. (Makâlâtu'l-Kevserî s. 12)

İstanbul’da “Türk ve İslam Eserleri Müzesinde” şu tarihi mushaflar bulunmaktadır:

- 457 numarada: Hz. Osman imzasını ve hicri 30 yılını içeren Mushaf-ı Şerif.

- 557 numarada: Hz. Ali’nin imzasını içeren Mushaf-ı Şerif.

- 458 numarada: Hz. Ali’nin yazısı olduğu belirtilen Mushaf-ı Şerif.

Hz. Ömer’e nisbet edilen ve ceylan derisine yazılmış tahtaya yapıştırılmış bir Kur’an sayfası. (Ulumu’l-Kur’an 187-190)

"Bir mucizedir ki nur-i Kur’ân
Durdukça cihan durur numâyan."
(Ziya Paşa)

İlave bilgi için tıklayınız:

Kur'an-ı Kerim'in yazılması toplanması ve kitap haline getirilmesi hakkında detaylı bilgi verir misiniz?..

Not: Bu yazı Rıza GÖRÜŞ'ün "Kur'an'ın Aslı Yakıldı mı?" isimli makalesinden istifade edilerek hazırlanmıştır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet