- Kur'an okumanın insana dünya ve ahirette kazandırdıkları nelerdir?
Değerli kardeşimiz
Kur'an-ı Kerim okumanın ve dinlemenin adabı:
1. Okumaya başlamadan önce ağzı misvakla temizlemek.
2. Kur'an'ı mescit veya bir başka temiz yerde okumak.
3. Kıbleye yönelmek ve diz üstü oturmak.
4. Allah Teâlâ'nın: "Kur'an okuyacak olduğun zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığın." âyeti (Nahl 16/98) mûcebince Kur'an okumaya başlarken eûzü çekmek.
5. Tevbe sûresi hariç her sûrenin başında besmele çekmek.
6. Okunan Kur'an âyetlerini huşû ile dinleyip anlamları hakkında düşünmek.
Allah Teâlâ Muhammed sûresi'nin 24. âyetinde bu hususa işaretle meâlen şöyle buyurmaktadır:
"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri mi kilitli?!."
7. Sesi güzelleştirmek ve Kur'an'ı tane tane okumak (Müzzemmil 73/4).
8. Aceleci davranmamak.
9. Med kaidelerine uymak.
- Kur'an Okumanın Önemi ve İnsana Kazandırdıkları
Yaratılan binlerce canlı içerisinde akıl ve şuur sahibi olan ve aynı zamanda Hz. Allah'ın (c.c.) yeryüzünde halifesi olma şerefini üzerinde taşıyan yalnızca insandır. İnsana başta herhangi bir iradi fonksiyonu olmaksızın bu şerefi kazandıran Cenab-ı Hak onu her dönemde kendisine muhatap kabul etmiş bu önemli görev ve pâyeyi değişik zamanlarda hatırlatmış ve bunun insanlara ulaştırılması için de farklı zaman ve mekânlarda peygamberlere "sahifeler" ve "kitaplar" inzal buyurmuştur.
Gönderilen bütün ilâhi beyanlardaki temel gâye insana mevhibe-i ilâhi olarak verilen bu şerefin asla unutulmaması yaratılıştaki sırrın farkında olunması ve netice olarak da dünya-âhiret mutluluğunun yakalanmasıdır. İnsanlığın başlangıcından günümüze bazı temel prensiplerin dışında hayat şartları ve ihtiyaçlar farklı olduğu gibi bu ihtiyaçlara her dönemde verilen ilâhi beyandaki (tali) prensiplerde de zaman zaman değişiklikler olmuştur. Hz. Âdem'e o dönemin ihtiyaçlarına göre "sahife"ler şeklinde verilen ilâhi beyan kendisini takip eden Hz. İdris Hz. Nûh ve Hz. İbrâhim gibi peygamberlere sayfası ve muhtevası daha geniş "sahife"ler şeklinde devam etmiş Hz. Mûsa ve Hz. İsa'ya "kitap" olarak nâzil olmuş son olarak da Hz. Muhammed'e (s.a.s) bütün kitapları özetleyen doğrulayan bütün zaman ve mekânlara yetecek ölçülere sahip olan özellikleriyle Kur'ân nâzil olmuştur.
Kur'ân kâinat kitabının bir tercümesidir. Cenab-ı Hakk'ın hem tekvînî hem de teşrîî âyetlerini okuyan bir tercümanıdır. Görünmeyen ve görünen âlemin açıklayıcısıdır. Allâh'ın isim sıfat ve fiillerine ait özellikleri anlatan bir rehberdir. Meydana gelmiş ve gelecek olayları haber verendir. İnsanlığın terbiyecisidir. İnsanlığı mutluluğa götüren hakîki mürşiddir. Özetle bütün insanlığın her türlü manevî ve fikrî ihtiyaçlarına kaynak olacak kitapları ihtiva eden kutlu bir kitaptır.
Resûlullah'ın tarifleriyle Kur'ân öyle bir kitaptır ki:
"O'nda sizden önceki (milletlerin ahvaliyle ilgili) haber sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyamet ahvali ile ilgili haberler.. ayrıca sizin aranızda (iman-küfür taat-isyan haram-helâl vs. nevinden) cereyan edecek ahvâlle alâkalı da hükümler vardır. O hak ile batılı ayırdeden tek ölçüdür ve O'nda her şey ciddidir. Kim bir zalimden korkarak ondan kopar ve onunla amel etmezse işte o zaman Allah da onu helâk eder. Kim O'nun dışında bir hidayet ararsa Allah o kimseyi saptırır. Zira o Allah'ın en sağlam ipi (hablu'l-metin)dir. O hikmet edalı hatırlatan bir beyan.. ve Hakk'a ulaştıran bir yoldur. O kendisine uyanları (değişik arzulara takılıp) kaymaktan kendisini (kıraat eden) dilleri de iltibastan korur. Âlimler hiçbir zaman ona doyamaz.. Onu çokça tekrar okuyana o usanç vermez ve tadını eksiltmez. Onun insanlarda hayret uyaran yanlarının sonu gelmez. O öyle bir kitaptır ki cinler onu işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamamışlardır:
"Biz doğru yolu gösteren harika ve hiç duyulmadık bir Kur’ân dinledik. Biz onun (Allah kelamı olduğuna) inandık."(Cin 72/1)
O'nun üslubuyla konuşan doğruyu konuşmuş olur. O'nunla amel eden mutlaka mükâfat görür. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa doğru yola çağrılmış olur." (Tirmizî Fedailü'l-Kur’ân 14; Müsned 1/91)
Kur'ân gerek yaşantıda gerekse vicdanlarda yerleştirdiği prensiplerle hayatın bütün yönlerini içine alacak şekilde gayet açık bir metod ortaya koymuştur. Öyle orijinal bir metod ki insanlık daha önce onun benzerini görmemiştir. O insanlığa madde ve manâda daha önce hiç bir sistemin vermediğini vermiştir. Aynı zamanda geçici ve bölgesel peygamberlik devri onunla sona ermiş herkesi içine alan zaman-mekân bakımından evrensel peygamberlik müessesesi onunla başlamış ve onunla kıyâmete kadar devam edecektir.
Kur'ân'ı okumakla insan Yaratıcısına muhatap olma gibi elde edilecek makamların en üstününü yakalamış olur. Böyle bir konumun şuurunda olana insan ise okuduğu Kur'ân'la Rabbini dinler ve Rabbiyle konuşur.
Bu yazıda yukarıda sadece bazı hususlarına vurgu yaptığımız Kur'ân'ın okunup anlaşılmasıyla insanların dünya ve âhirette elde edecekleri kazançlar ve Kur'ân okurken dikkat edilmesi gereken hususlar üzerinde durulacaktır.
A. KUR'ÂN OKUMANIN DÜNYADA KAZANDIRDIKLARI
- Kur’ân Nasihat Dertlere Şifa Hidayet ve Rahmettir.
Kur'ân yalnızca insanların ölüm ötesi hayatlarını ilgilendiren hususları açıklayan ibadetler hakkında bilgi veren ve Yaratıcı'nın birliği ve varlığını ortaya koyan delilleri değil aynı zamanda o insanların dünyadaki mutluluklarını temin hususunda da yol gösterendir. Kur'ân insanlar için güzel bir nasihatçı yol gösterici ve kalplerin şifa kaynağıdır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) bir doktor doktorun elindeki reçete de Kur'ân'dır. Bu husus Yüce Beyan'da şöyle ifade edilir:
"Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt gönüllerdeki dertlere bir şifa müminlere doğru yolu gösteren bir hidayet ve rahmet geldi."(Yûnus 10/57)
Kur'ân bu âyette insanlara dört merhaledeki müdahalesini ifade etmektedir. Öncelikle insanların maddi-manevî bünyelerine zarar verecek olan bazı zararlı unsurlara karşı uyarı yapılıyor belki bu anlamda bazı sınırlamalar koyuluyor ve böylece ilk müdahale yapılmış oluyor. İşte bu durum âyette "mev'iza" (öğüt) olarak belirtiliyor. Bu merhaleden sonra şifaya ulaştırmaya geçiliyor. Bu da doktorun hastasına hastalığa sebep olan bozuk şeyleri içerisinden atacak ilaçları içirmesine benzemektedir. Kur'ân da insanlara sakıncalı şeyleri yasaklamakla onları tertemiz hale getiriyor ve bu durumu kazanmaları için de insanların bazı gayretlerde bulunmasını tavsiye ediyor. Nitekim şu âyet bu husus için verilecek pek çok misalden yalnızca birisidir:
"Allah adaleti hattâ adaletten de fazla olarak ihsanı (en güzel davranışı) muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı çirkin işleri zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir." (Nahl 16/90)
İnsanlar tavsiye edilen emir ve yasakları tam anlamıyla yerine getirince de dertlerden kurtulur gönüller güven ve emniyete ulaşır ve neticede Yüce Yaratıcının:
"Ey gönül huzuruna ermiş ruh! Sen Rabbinden razı O senden razı olarak dön Rabbine! Sen de katıl has kullarım içine gir cennetime!"(Fecr 89/27-30)
beyanındaki sırrı yakalamış olur. Bu sırla da İlahî rahmeti yakalar ki âyetin sonunda belirtilen "Kur'ân'nın rahmet olması" ifadesi buna işaret etmektedir.
- Kur’ân Rehberdir.
Kur'ân bütün insanlık için rehberdir. İnsan ne kadar ilerlerse ilerlesin maddî olarak hangi seviyeye ulaşırsa ulaşsın Kur'ân'ın ona gösterdiği prensiplerden asla müstağni kalması düşünülemez. Bu hidayet toplumun sadece belirli bir kısmını değil herkesi ilgilendiren her seviyedeki insanın muhtaç olduğu ilerlemiş medeniyetlerin de sonsuza dek yükselmesinin teminatı olarak inmiş bir hidayettir. Bu hidayetle insan dünyada öğrenmesi gerekli şeyleri öğrenecek bununla birlikte asıl maksadı da unutmayacaktır.
Kur'ân'ın rehber olması Kudsî beyanda üzerinde önemle durulan bir meseledir. Mealini vereceğimiz şu iki âyet de bu durumu ifade etmektedir:
"İşte Kitap! Şüphe yoktur onda. Rehberdir muttakilere." (Bakara 2/2)
"...De ki: "O iman edenler için hidayet ve şifadır."(Fussilet 41/44)
- Kur'an En Doğru Yola İletir
Kur'ân insanları yolların en doğrusuna götürür. Gerek insanların kendileriyle olan münasebetlerinde gerek insanların birbirleriyle olan münasebetlerinde ve gerekse devletlerarası münasebetlerde Kur'ân en ideal ve mükemmel yolu gösterir. Çünkü Kur'ân "Alîm" (her şeyi en ince detaylarına kadar bilen) ve "Habîr" (her şeyden haberdar olan) sıfatlarına sahip Allah'ın kelâmıdır. İnsanların ortaya koyduğu beşerî duygu ve düşüncenin içerisinde bulunduğu her şeyde bir eksikliğin olması en tabiîdir. Bu insan olmanın gereğidir. İnsanlığın her dönemde yeni arayışlara girmesi de bunun en güzel bir göstergesidir. İşte bu anlamda Kur'ân yolların en sağlamını prensiplerin en uygununu ve içinde hiçbir eksikliğin olmadığı hükümleri ihtiva etme özelliğini tam ve eksiksiz olarak taşıyan biricik İlâhi Kitap'tır. Onun bu yönü şöyle ifade edilmiştir:
"Gerçekten bu Kur'ân insanları en doğru yola en isabetli tutuma yöneltir..." (İsrâ 17/9)
- Kur’ân Okunan Yere Melekler Rahmet ve Sekîne İner
İlâhî kelâm öyle büyük bir te'sire sahiptir ki okunmasıyla sadece insanlar değil melekler de etkilenir ve onu dinlemek için gelir okunan yer bir rahmet ve sekînet (huzur-güven) ortamına döner. Bütün toplumun Kur'ân'la içli-dışlı olduğu düşünülürse böyle bir toplum emniyet ve güvene meleklerin korumasına lâyık bir kıvama gelmiş demektir. Hz. Peygamber (s.a.s) bu hususu şöyle ifade buyurur:
"Bir topluluk Kur'ân'ı okuyup onu aralarında müzakere etmek üzere Allah'ın evlerinden birinde bir araya toplandıklarında mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah'ın rahmeti bürür. Melekler de onları kanatlarıyla sararlar. Allah Teâlâ da onları huzurunda bulunan yüce topluluğa (meleklere) anar." (Ebu Davud Salât 349; Müslim Zikir 38)
Hz. Peygamberin yukarıda anlattığı durum sahabeden Üseyd ibn Hudayr tarafından da bizzat yaşanmıştır. Bu husustaki rivayet şöyledir: Hz. Üseyd geceleyin (hurma harmanında iken) Kur'ân'dan Bakara sûresini okuyordu. Hemen yakınında ise atı bağlıydı. Birden bire atı şahlandı. Bunun üzerine Kur'ân okumaya ara verdi. At da sakinleşti. Üseyd tekrar okumaya başlayınca at tekrar şahlandı. Üseyd yine okumaya ara verince at yine sakinleşti. Biraz sonra yeniden okumaya başlayınca at yeniden şahlandı. Oğlu Yahya ata yakın bir yerdeydi. Ona bir zarar vermemesi için atın yanından uzaklaştırmaya gitti. Başını semaya doğru kaldırınca bir de ne görsün! Gökte şemsiye gibi bir şey ve içerisinde kandilimsi nesneler var. Sabahleyin hemen Resûlullah'ın yanına gelerek başından geçenleri anlattı. Hz. Peygamber de kendisine şöyle dedi:
"O gördüklerin neydi bilir misin?" O da "Hayır" cevabını verdi. Bunun üzerine:
"Onlar meleklerdi. Senin sesine gelmişlerdi. Şayet sen okumaya devam etseydin onlar seni sabaha kadar dinleyeceklerdi. Öyle ki sabahleyin herkes onları seyredebilecekti ve onlar halktan gizlenmeyecekti." buyurdu. (Buharî Fedailü'l-Kur’ân 11; Müslim Müsafirûn 40) Başka bir rivayette ise Kur'ân okunurken inen şeyin "sekîne" olduğu belirtilir. (a.y.)
- En Kıymetli Hâne
Kur'ân okunduğu yere huzur mutluluk ve bereket getirir. Okuyan kimselere sevinç verir. Gam ve tasalarını dağıtır ümitsizliklerini siler onları canlı ve aktif bir hale getirir. Her türlü vesvesenin o insanlardan ve okunan yerlerden kaçmasını sağlar. Cinnî ve insi şeytanlara karşı onları korur. Allah Resûlü Kur'ân'ın bu yönünü şu benzetmeyle anlatır:
"Kur'ân okunan evin hayrı artar; oturanları sıkmaz. Böyle evlere melekler toplanır şeytanlar uzaklaşır. İçinde Kur'ân okunmayan ev oturanlara dar gelir; böyle evlerin hayır ve bereketi az olur; melekler uzaklaşır; şeytanlar üşüşür. İçinde Kur'ân okunan anlam ve yorumuyla meşgul olunan ev yıldızların yeryüzünü aydınlattığı gibi sema ehli için aydınlatılır." (Darimî Sünen II/429-430; Heysemî Mecma'üz-Zevaid VII/171)
- Görev Vermede Tercih Sebebi
Kur'ân'ı okuyan ve içindekileri yaşayan kimseler insanların hak ve hukûkuna riâyet etme kendi görev ve sorumluluklarını muhakkak yerine getirme hüküm ve davranışlarında adaletten ayrılmama gibi çok önemli hasletlere sahip olacaklarından dolayı Hz. Peygamber birtakım görevlendirmeler yapacağı zaman bu hususu bir ölçü olarak kabul etmiş ve böylelikle Kur'ân'ı bilmeye dikkatleri çekmiştir.
Bu konuyla ilgili pek çok örnek bulmak mümkündür. Meselâ imamlık gibi son derece önemli bir görevde Kur'ân'ı en çok bilenin tercih edilmesini tavsiye buyurmuş (Müslim Mesacid 289-291; Tirmizî Salât 60) Allah Resûlü'nün Yemen'e gönderdiği heyetin başına yaşça en küçük olmasına rağmen Kur'ân'ı iyi bilen birini başkan seçmiş (Heysemî VII/161) ve değişik görevlendirmelerde aynı yolu takip etmiştir. (İ. Hacer el-Askalânî Metalibü'l-Âliye II/208-209) Bütün bu uygulamalar Kur'ân okumanın ve incelikleriyle onu bilmenin önemini gösteren hususlardır.
- Kur'ân'ı İyi Bilenin Mezarda Ön Tarafa Konulması
Kur'ân'ın okunma anlaşılma ve yaşanması o kadar önemlidir ki defnedilirken dahi bu hususa dikkat edilmiş kim daha çok Kur'ân biliyorsa ön tarafa o konmuştur. Uhud'daki bu uygulamasıyla Resûlullah Kur'ân'ın önemine dikkatleri çekmiş ve Kur'ân'a gösterilmesi gereken ihtimamın hangi boyutlara kadar varacağına işaret buyurmuştur.
Buraya kadar olan kısımda Kur'ân okuma ve bilmenin dünyada insanlara sağladığı faydalar ve üstünlükler üzerinde duruldu. Bundan sonraki bölümde ise âhiretteki faydaları üzerinde durulacaktır.
B. KUR'ÂN OKUMANIN ÂHİRETTE KAZANDIRDIKLARI
- En Hayırlı Kişi
İnsanlara göre üstünlük ölçüleri farklıdır. Kimine göre zenginlik kimine göre soy-sop kimine göre ırk kimine göre makam-mevki vs.. Ancak Cenab-ı Allah'a (c.c.) göre hayırlı ve üstün olma Kur'ân'ı öğrenme ve öğretme meselesine bağlanmıştır. Bu önemlidir çünkü Kur'ân okunup anlaşılmadan üstün olmanın yolları bilinemez hayırlı olmaya götüren ve hayırlı olmayı engelleyen hususlar tespit edilemez. Bu meselelerin aynı zamanda başkalarına aktarılması da istenmiştir ki iyiler ve iyilikler çoğalsın kötüler ve kötülükler Kur'ân'ın altın ikliminde yok olup gitsinler. Bu hususu Hz. Peygamber (s.a.s) şu vecîz ifadeleriyle anlatmaktadır:
"Sizin en hayırlınız Kur'ân'ı öğrenen ve öğretendir." (Buharî Fedailü'l-Kur’ân 21; Tirmizî Fedailü'l-Kur’ân 15)
Kur'ân-ı Kerim:
"...Şunu unutmayın ki Allah'ın nazarında en üstün olanınız içinizden takvada (Allah'ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olanınızdır..."(Hucurât 49/13)
beyanıyla Allah katında insanların değer kazanma ölçüsünü bildirmiştir. Belirtilen bu takva sahibi olma hususu ise ancak Kur'ân'ı okuma ve anlamadan geçer. Demek ki bu okuma ve anlama işi yapıldığında takva yakalanılıyor takvayla da insan en hayırlılar kervanına katılmış oluyor.
- Kıyâmette Şefâat
En küçük bir iyiliği dahi karşılıksız bırakmayan Cenab-ı Hak (c.c.) insanın bu dünyada değer verip meşgul olduğu Kur'ân'ı kişinin ona sahip çıkması ve onunla samimi bir alâka kurması oranında insana şefaatçi yapar. Bununla insan belki de en muhtaç olduğu bâdirelerden kolaylıkla kurtulmuş olur. Hz. Peygamber'in bu hususla ilgili beyanları oldukça dikkat çekicidir. O (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Kişi kabrinden kalkınca Kur'ân o kimseyi rengi değişmiş ve zayıflamış bir halde karşılar ve: 'Beni tanıyor musun?' der. O da: 'Hayır' cevabını verir. O zaman: 'Ben senin arkadaşın olan ve seni şiddetli sıcaklarda susuz geceleri uykusuz bırakan Kur'ân'ım' der. Sonra o şahsa vakar tacı anne-babasına da iki değerli elbise giydirilir. Anne-baba bunun sebebini sorunca çocuklarının Kur'ân'la olan meşguliyeti gösterilir."(İbn Mace "Edeb" 52: Darimî Sünen 2/451)
Diğer bir hadislerinde de Allah Resûlü şöyle buyurmuşlardır:
"Kur'ân okuyun! Zira Kur'ân kıyamet günü okuyana şefaatçi olarak gelir." (Müslim Müsafirûn 252)
- Kıyâmette Nûr
Kur'ân'ın isimlerinden birisi de "Nûr"dur. Nurun anlamlarından biri de etrafı aydınlatan ve görmeye yardım eden ışıktır. (İbn Faris Mu'cem Mekâyis Fi'l-Luğa 368; Rağıb Müfredât 508) Kur'ân insana maddi-manevî bir ışıktır. Ona yol gösteren bir lambadır. Bu dünyada içinden çıkamayacağı konularda bir rehberdir. Nitekim;
"Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir delil geldi size açık bir Nûr indirdik." (Nisâ 4/174)
âyeti de bunu vurgulamaktadır.
Kur'ân'ın aydınlatması ve insana yol göstermesi sadece bu dünya ile sınırlı olmayıp âhirette de devam edecektir. Hz. Peygamber (s.a.s.) Kur'ân'ın ahirette insanlara bir Nûr olarak gelmesini şöyle ifade buyurmuştur:
"Her kim Allah'ın kitabından bir âyet öğrenirse o öğrendiği kıyâmet günü kendisine bir nur olacaktır." (Darimî 2/444)
- Kur'ân'la Yükselme
Kur'ân-ı Kerim'de Cennet'ten bahsedilirken her zaman tek bir cennetten bahsedilmez. Özellikle Cennet'in farklı derece ve mertebelerine vurgu için çoğul sıygasıyla "cennât" (cennetler) olarak ifade edilir. Yani nasıl dünyada insanlar sahip oldukları imkânlar açısından aynı seviyede değillerse ahirette de bunun benzeri olacaktır. Burada yaptıkları işler kazandıkları sevaplar ölçüsünde orada farklı bir konum farklı bir mertebe kazanmış olacaklardır. Kur'ân'a sahip çıkma onu okuma anlama ve yaşama ölçüsünde Cennet'teki makam ve dereceler de farklılaşacaktır. Resûlullah (s.a.s) Kur'ân'ın insana kazandıracağı bu yönü şöyle ifade buyurmuşlardır:
"Kur'ân'ı okuyup ona sahip çıkan kimseye (âhirette):'Oku ve (Cennet'in derecelerine) yüksel dünyada nasıl ağır ağır okuyor idiysen öyle oku. Zira makamın okuduğun en son âyetin seviyesindedir.' denir." (Ebu Davud Vitr 20; Tirmizî Sevabü'l-Kur’ân 18)
- Bitmeyen Ticaret
Kur'ân'a sahip çıkıp onu vird haline getiren ve onunla amel eden kimseler anlatılırken onların batması tükenmesi ve iflası mümkün olmayan bir ticaret kazancına sahip oldukları ifade edilir. Tükenmeyen zengin bir ticaret nitelemesinde bulunma verenin her şeyin sahibi ve mâliki Allah (c.c.) olmasındandır. Bu husus Kur'ân'da şöyle belirtilmektedir:
"Allah'ın Kitabını okuyup ona uyanlar namazı hakkıyla ifa edenler ve kendilerine nasip ettiğimiz imkânlardan gizli ve âşikâr olarak hayır yolunda harcayanlar ziyan ihtimali olmayan bir ticaret umarlar." (Fâtır 35/29)
- Zorlanana İki Sevap
Kur'ân İlâhi bir hazinedir. O her yönüyle bir hayır deryasıdır. Şânına yaraşır bir şekilde okunduğunda meleklere denk bir makama ulaşılır. Tam manâsıyla eda edilemediği okunmasında veyahut da öğrenilmesinde zorlanıldığında ise verilen derece iki katıdır. Özellikle yeni başlayanlar veya belli bir yaştan sonra okumaya başlayıp zorlananlar için Allah Resûlü'nün bu husustaki müjdesi şöyledir:
"Kur'ân-ı Kerim'i maharetle okuyan bir insan Kirâmen Kâtibin melekleri seviyesinde olur. Onu o seviyede beceremeyen fakat halis bir niyet ile okumağa çalışan okurken de kem küm edip dili dolaşan ve Kur'ân'ı okumak ona zor geldiği halde okuyan insana da iki sevap vardır."(Buharî Tevnid 52; Müslim Müsafirûn 244)
- Her Harfine On Sevap
Rahmeti sonsuz Yüce Yaratıcı (c.c.) insanlara verdiği sayısız nimetler yanında ayrıca yaptıkları iyi işlere de kat kat sevap ve mükâfat vermektedir. Kötülükler bir misliyle karşılık gördüğü halde iyiliklerin karşılığı on yüz veya daha fazla katını bulabilmektedir. Nitekim;
"Kim Allah'a güzel bir işle gelirse iyilik işlerse ona on misli verilir; kim de bir kötülükle gelirse sadece kötülüğüne denk bir ceza görür ve hiç kimseye haksızlık edilmez."(En'âm 6/160)
âyeti bu gerçeği ifade etmektedir. Şüphesiz ki işlerin en hayırlısı ve değerlisi Cenab-ı Hakk'ın Kelâm sıfatından gelen Kur'ân-ı Kerim'in okunup anlaşılması ve yaşanmasıdır. Onun her bir cümlesi kelimesi hattâ harfi Allah Teâla katında ayrı bir kıymeti haizdir ve karşılığı en üst seviyeden verilecektir. Bu hususu Allah Resûlü şu açık beyanlarıyla ifade etmişlerdir:
"Kur'ân-ı Kerim'den tek bir harf okuyana bile bir sevap vardır. Her hasene on misliyle değerlendirilir. Ben "Elif lâm Mîm" bir harf demiyorum. Aksine "Elif" bir harf "Lâm" bir harf "Mîm" de bir harftir." (Tirmizî Sevabü'l-Kur’ân 16)
C. KUR'ÂN'DAN UZAKLAŞMANIN SONU
- Kıyâmette Pişmanlık ve Hz. Peygamber'in Şikâyeti
İnsanın dünyaya gelişi bir defadır. Öldükten sonra yeniden dünyaya dönüş imkânsızdır. Dünyada iken gerekli hazırlıkları yapmayan insanlar ölümle karşılaştıklarında büyük bir pişmanlık içerisinde bulunacak ve Cenab-ı Hakk'tan yeniden dünyaya döndürülmeyi talep edeceklerdir. Ancak bu talepleri kabul edilmeyecektir.
"Âhireti inkâr edenlerden birine ölüm gelip çatınca işte o zaman:
"'Ya Rabbi ne olur beni dünyaya geri gönderin ta ki zâyi ettiğim ömrümü telafi edip iyi işler yapayım.'der. Hayır hayır bu onun söylediği manâsız bir sözdür. Çünkü dünyadan ayrılanların önünde artık diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır." (Mü'minûn 23/99-100)
Başka bir âyette de insanın Kur'ân'dan uzaklaşmaya vesile oldukları için bazı kimselerin arkadaşlığından pişmanlık duyacağı belirtilmektedir:
"O gün zâlim parmaklarını ısırır 'Eyvah'! der keşke o Peygamber'le birlikte bir yol tutaydım. Eyvah! Keşke falanı dost edinmeyeydim! Vallahi bana gelen Zikir'den beni o uzaklaştırdı. Zaten şeytan insanı işte böyle uçuruma sürükleyip sonra da yüzüstü yalnız bırakır." (Furkân 25/27-29)
Resûlullah da (s.a.s.) ümmetinin Kur'ân'dan uzaklaşmalarını onunla olan bağlarını koparmalarını ve ona gerekli ilgiyi göstermeyişlerini Cenab-ı Hakk'ka şikayet edecektir:
"O gün Peygamber: 'Ya Rabbi halkım bu Kur'ân'ı terkedip ondan uzaklaştılar!' der." (Furkân 25/30)
Âyette "mehcûr" ifadesiyle ilgili şu anlamlar muhtemeldir: Mehcur terkedip uzak durmak onunla amel etmemektir. Zira bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
"Kim Kur'ân'ı öğrenir ve kendisine ilgi duymaksızın ve içindekileri tefekkür etmeksizin onu bir mushaf olarak başucuna asarsa kıyâmet günü o Kur'ân onun yakasına yapışır ve: 'Ey Âlemlerin Rabbi bu kulun beni mehcûr (terkedilmiş-unutulmuş) kıldı. Benimle onun arasında bugün hükmü sen ver.' der."(Kurtubî el-Cami' li Ahkâmi'l-Kur'ân 13/27)
Mehcûrun diğer anlamı ise; "Kur'ân hakkında saçma sapan konuştular evvelkilerin uydurma masalları dediler."demektir. Resûlullah'ın (s.a.s) bu şekilde şikayetinden bahsetmesi büyük bir uyarı anlamına gelir. (Râzî Fahruddin Mefâtîhu'l-Gayb 24/67).
- Unutmanın Büyük Vebal Olması
İslam'a göreiyi bir işi bir defa fazlaca yapmaktansa onu hayatın bütün zamanlarına yayıp az da olsa sürekli yapmak (Buharî Rikak 18) daha faziletlidir. Teneffüs ettiğimiz hava içtiğimiz su yediğimiz yemek nasıl sürekli olan bir ihtiyaçtan kaynaklanıyorsa manevi hayatımızın havası suyu ve gıdası olan Kur'ân'ın hayat boyu okunması ve yaşanması da zaruri bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla Kur'ân'ı öğrenip okuduktan sonra bir kenara koyup unutmak içindekilerden ilgiyi kesmek veya ona sırt çevirmek büyük bir günah olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu konuda Hz. Peygamber'den (s.a.s) rivayet edilen hadisler oldukça ağır ifadeler taşımaktadır. Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetime verilen ücretler bana arzedildi. Bunlar arasında bir kimsenin mescidden kaldırıp attığı bir çöp için verilmiş olanı da vardı. Keza ümmetimin işlediği günahlar da bana arzedildi. Bunlar arasında bir kimsenin İlahî bir lütuf olarak öğrenip de sonradan unuttuğu bir sûre veya âyet sebebiyle kazandığı günahtan daha büyüğünü görmedim."(Ebu Davud Salât 16; Tirmizî Sevabü'l-Kur’ân 19)
Diğer bir rivayette ise şöyle buyurmuştur:
"Kur'ân-ı Kerim'i okuyan kimse sonradan (terkeder veya okumayı) unutursa kıyâmet günü cüzzamlı olarak Allah'a kavuşur."(Ebu Davud Vitr 21)
Burada özellikle "cüzzam"lı ifadesinin kullanılması manidardır. Zira cüzzam hastalığında kulaklar burun içi önkol bölgeleri ve apış aralarında şişlikler olur. Yüz şişer gözler göz çukurlarına kaçar. Dil gırtlak ve boğazda yaralar oluşur. Bu yaralardan sonra aynı yerlerde sert kabuklar meydana gelir ve bu organların şekilleri değişir. Vücut ve kalçalarda erimeler görülür. Vücut derisi hissizleşir ve soluklaşır. Şiddetli çürümeler ve yaralar ortaya çıkar. El ve ayaklarda kangrenleşmeler başlar. (Saygılı Sefa Aile Sağlığı Ansiklopedisi 1/172-173). Bunu "Cüzzam hastalığında insanın kendi derdine düşüp organlarını kaybettiğinden konuşamaması derdini dile getirememesi gibi Kur'ân'ı unutan kimse de Allah karşısında konuşamayacak kusurlarını affettiremeyecek ve mazeret beyanında bulunamayacaktır." şeklinde anlamak mümkündür.
- Kur'ân'ın Kıyamet'te Şikayetçi ve Aleyhte Delil Olması
Kıyâmet günü bir adam getirilir. Kur'ân bu insanın karşısına bir insan kılığında çıkar. Getirilen bu adam Kur'ân'ın farzlarını zayi etmiş yasaklarımı çiğnemiş yap dediklerini yapmamış yapma dediklerini yapmış biridir. Kur'ân bu kişiyi Allah'a şöyle şikayet eder: "Ya Rabbi benim âyetlerimi ne kötü ezberledi sınırlarımı çiğnedi farzlarımı yapmadı bana uymayı terketti günah saydığım şeyleri işledi." Kur'ân ortaya deliller koyarak davasını sürdürür. Bunun üzerine Yüce Allah: "Al bu adamı ne hali varsa görsün." buyurur. Kur’ân onu elinden yakalar ve yüzüstü Cehennem'e atıncaya kadar peşini bırakmaz. (Heysemî 7/160)
Başka rivayetlerde de Kur'ân'ın kıyamet gününde insanların leh ve aleyhlerinde delil olacağı belirtilmiştir. (Müslim Taharet 1; Tirmizî Deavât 85)
- Emanete Hıyânet Cezası
İnsana verilen ve kendisine ait olmayan her şey emanet hükmündedir. El ayak akıl evlât mal vs. bu emanetlerden yalnızca bazılarıdır. Bu emanetleri insana veren Zât vakti geldiğinde bunları teslim edilen kişilerden geri alacak ve tam olarak geri iade edemeyen veya bunlara gereği gibi ihtimam göstermeyen kişilerden de hesap soracaktır. Emanete sahip çıkma İslâm'da o kadar önem arzetmektedir ki Hz. Peygamber münafıkların özelliklerini sayarken bunlardan birinin de "emanete hıyanet" olduğunu ifade buyurmuşlardır. (Buharî İman 24; Müslim İman 107) Bu anlamda insanlara verilen emanetlere baktığımızda bunların başında Yüce Kur'ân gelmektedir. Sahiplenilmesi okunması anlaşılması ve yaşanması için insana emanet olarak verilen Kur'ân'la ilgili olarak günü geldiğinde gönderilen kimselerden hakkıyla sahip çıkılıp-çıkılmadığı noktasında hesap sorulacaktır. Sahip çıkmayanlar hıyanetle cezalandırılacaktır.
- Sıkıntılı Bir Hayat ve Âhiret'te Kör Olarak Haşrolma
Allah'ın dininden yüz çeviren Kur'ân'a sırt çeviren ve onunla amel etmeyi terkedenler maddî-mânevî sıkıntılar içinde bocalayıp durdukları gibi Mahşer Günü'nde de kör olarak haşrolacaklardır. Bu durum Kur'ân-ı Kerim'de şöyle beyan edilir:
"Ama kim Benim zikrimden yüz çevirirse Kitabımı dinlemez ve Beni anmaktan gaflet ederse ona dar bir geçim vardır ve Biz onu kıyâmet günü kör olarak diriltir duruşmaya getiririz. 'Ya Rabbi' der 'ben gözleri gören biri olduğum halde neden beni kör olarak haşrettin?' Buyurur ki: 'Bu böyledir. Nasıl âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları unuttuysan bu gün de sen öyle unutulur bir kenara atılırsın.' İşte inkârda ve günahta hadlerini aşanları ve Rabbilerinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Ahiret azabı ise elbette daha şiddetli ve daha devamlı olacaktır."(Tâhâ 20/124-127)
Âyette geçen "maîşeten dankâ" sıkıntılı hayat demektir. Müfessirler bu hayatın dünya veya kabirde olabileceğini söylemişlerdir. Dünyada olması şöyle yorumlanmıştır: Allah Teâlâ ile bağını koparan O'nun engin rahmetiyle ilgisini kesen kimsenin hayatı ne kadar bolluk ve eğlence içerisinde geçerse geçsin sıkıntılarla doludur ve darlıktır. Her şeyden önce Allah'a bağlanıp O'na güvenini yitirmenin sıkıntısını çeker. Kararsızlıkların kuşkuların ve dengesizliklerin girdabındadır. Elindeki şeylere büyük bir hırsla sarılır. Onları kaybetmekten endişe duyar. Arzu ve heveslerin arkasında koşar kaybettiği her şeye yanarak ve tutuşarak sıkıntıya düşer. Ve bir kalp ancak Allah'ın huzurunda güven duyar huzur bulur. Şüphesiz ki imanın verdiği huzur insan hayatını kat kat uzatır genişletir rahatlatır derinleştirir engin hale getirir. İmandan mahrumiyet ise öyle bir bahtsızlıktır ki yeryüzünde hiçbir ihtiyaç ve mahrumiyet ona denk olamaz. (Seyyid Kutub Fî Zılâli'l-Kur’ân IV/2355) Kur'ân'dan uzak olan dünyaya düşkün olduğu ve devamlı olarak daha fazlasını istediği için onun hayatı dar ve sıkıntılı geleceği karanlıktır.
Bu sıkıntılı hayatın kabirde olması ise kabir azabı olarak yorumlanmıştır. Zira Allah Resûlü (s.a.s