Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

"Aklınızı çobanın cebine koymayın" mealinde bir ayet var mı. Bu ayetin Kuranı Kerimde hangi surede geçtiğini yazarmısınız?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:17    Güncellendi: 31.01.2025 23:17
Cevap

Değerli kardeşimiz

Bu söz doğrudan Kur'an'da geçmemektedir. Ancak

"Ey iman edenler! "Râine" demeyin "unzurna" deyin ve iyi dinleyin kâfirler için elemli bir azap vardır." (Bakara 2/104)

ayetindeki "Raina" sözünden bu anlam çıkarılmış olabilir.

Peygamberimiz (asm) insanlara bir şey öğretirken onlar kendilerine anlatılanı iyice anlayabilmek için "Bizi gözet durumumuzu dikkate al."anlamında "Râinâ" derler; Yahudiler de bu sözü kendi dillerinde hakaret içeren başka bir söze çevirip alay konusu yaparlardı. Âyet Müslümanların izzet ve ciddiyetlerini korumak ve cahillerin eline alay fırsatı vermemek konusunda bir uyarı içermektedir.

Diğer yandan "râinâ" sözcüğü esas itibarıyla çobanın sürüyü gütmesi anlamını içeren bir kökten de geldiği için Müslümanlara "Siz güdülen bir sürü değilsiniz." mesajı da verilmiş olmaktadır. Nitekim bu sûrenin bir başka âyetinde inkâr edenlerin hali çoban karşısındaki sürünün durumuna benzetilmiştir. (Bakara 2/171).

Kur'ân'da seksen sekiz yerde müminlere "Ey iman edenler!" diye hitap buyurulmuştur. Oysa Tevrat'ta "Ey miskinler!" diye hitap edilirmiş nihayet miskinlik onların damgası olmuş güven ve emniyet de Müslümanların akibeti olacaktır.

Ey iman şerefiyle şereflenmiş olanlar "râinâ" demeyiniz de "unzurnâ" deyiniz ve kulak veriniz dinleyiniz! Râinâ "bize mürâat et" demektir.

Mürâât:
Müfâale babından ra'y ve riayette mübalağa veya müşareket ifade eder. Ra'y ve riayet bir kimsenin başkasının işlerini çekip çevirmesi yönetip tedbir etmesi onun lehine olacak şeyleri tedarik edip ona fayda sağlaması ve korunmasına özen göstermesi demektir ki hayvanat hakkında gütmek insanlar hakkında da siyaset adı verilen yönetmek anlamına gelir. Nitekim siyaset ilmine "ilmü'r-riaye" yani yönetim ilmi adı da verilir. Mürâât da riayet de mübalağa veya karşılıklı riayet demek olur. Bir insanın haline müraat etmek ne yapacağını halinin nereye varacağını gözetmek murâkabe etmek saygı ile dikkate almak mânâsına da gelir ki bizim dilimizde riayet bu anlamda kullanılır.

Başlangıçta Peygamber Efendimiz (asm) tarafından bir şey tebliğ ve tâlim buyurulduğu zaman ara sıra Müslümanlardan bazıları (...) yani "Bize riayet et ey Allah'ın Resulü." derlerdi ve bununla "Bizi gözet acele etme müsaade buyur ki anlayalım." demek isterlerdi. Cenab-ı Allah böyle demeyi bu "râinâ" tabirini kullanmayı yasaklayarak "râina" demeyiniz bu tabiri kullanmayınız da "unzurnâ" bize bak bizi gözet deyiniz ve söze de iyi kulak veriniz dikkatle dinleyiniz iyi belleyip akılda tutunuz buyuruyor ki bunda çok ince ve mühim bir edep öğretimi vardır. Gerek ilim öğrenmede gerek diğer nasihat ve tâlimatları anlama hususlarında Resulullah (asm) ile ümmeti arasındaki sosyal durumu ve buna göre İslâm'daki velayet-i âmme (genel velayet) ilişkisinin özünü ve hakikatini ve resmiyetteki teşrifât (protokol)ın asıl mahiyetini de ifade etmektedir.

"Râina" demeyiniz. Acaba niçin?

Birincisi: Yahudiler arasında birbirlerine sövmek için kullandıkları meşhur bir kelime vardı "râînâ" derlerdi bu tabir Arapça "bizim çoban" demek olduğu gibi İbrânî ve Süryanî dillerinde "Dinle a dinlenmeyesi dinle a sözü dinlenmez herif!" gibi hakaret ve alaya alma mânâsı ifade eden bir kelimeymiş. Müslümanların Hz. Peygamber'e karşı böyle "râina" diye hitap etmelerini Yahudiler fırsat bilerek ve kendi dillerindeki "râîna" kelimesini andıracak şekilde ağızlarını eğerek bükerek sövmek ve hakaret kastiyle "râînâ" demeye başlamışlardı. Sa'd b. Muaz hazretleri bunu işitmiş "Ey Allah'ın düşmanları lanet olsun size vallahi hanginizin Resulullah'a karşı bunu söylediğini bir daha işitirsem boynunu vururum." demiş onlar da buna karşı "Siz böyle söylemiyor musunuz?" diye kaçamak bir cevap vermişlerdi. Bunun üzerine işte bu âyetin inmiş olduğu rivayet edilmiştir. Nisa Sûresi'nde "Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirerek dillerini eğerek bükerek ve dine saldırarak peygambere karşı da "işittik ve isyan ettik dinle ey dinlenmez olası râinâ derler." (Nisa 4/46) âyeti bu hadiseyi açıkça göstermektedir.

İkincisi:"Râina" emri ahmaklık ve kabalık mânâsına "ruûnet" masdarından "râin" sıfatına da lafız olarak benzer bir kelimedir. Bundan dolayı da bir çirkin cinâs vardır. Bu ise edebe aykırıdır. Her iki sebeple nehiy kelimenin çirkin olan ikinci bir anlamından dolayı sırf lafzî anlamda bir edebe dayanmaktadır. Riayetle nazaret arasındaki mânâ farkından dolayı değildir.

Üçüncüsü:"Mürâât" riayetten müfâale vezninde olduğu ve iki kişi arasında müşareket ifade ettiği için taraflar arasında müsâvat yani eşitlik var zannettirir. Bunu söyleyenler sanki "Sen bize riayet et sözümüze kulak ver ki biz de sana riayet edelim biz de senin sözünü dinleyelim." demiş gibi olurlar. Böylece Resulullah'dan karşılıklı bir riâyet ve gözetim talep etmiş olurlar. Halbuki Resulullah ile ümmet arasındaki ilişki öğretmen ile öğrenci usta ile çırak yöneticiler ile halk arasındaki karşılıklı taahhütlere ve nisbeten eşit şartlara dayalı bir ilişki değildir. O ilişkiyi karşılıklı şartlara dayalı böyle sosyal ilişkiler cinsinden bir ilişki sanmak peygamberlik makamının kadrini ve kıymetini bilmemek ayrıca toplum hayatının değişmez zararlı ve terakkiye engel birtakım esaslara dayandığını zannetmek demek olur. Nitekim "Sen onların heva ve heveslerine uyma!" (Maide 5/48) ve "Sakın o Resulü kendi aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın!" (Nûr 24/63) buyurulmuştur. Şu halde imandan sonra müminlerin sosyal durumlarını belirlemenin ve kendilerini imanın hedeflediği maksatlara ve başarılı işlere güzel hizmetlere sevkedecek bir öndere uymanın en mühim vazifeleri olduğu; fakat bunu mürâât mânâsıyle değil nezâret mânâsıyle alıp ona göre güzel sosyal edep ve terbiye kuralları altında takip edip gerçekleştirmek gerektiği beyan buyurulmuştur. Demek ki Resulullah'a ait olan vazife mürâat değil nazârettir. Mürâatın ise onun ümmetine düşen bir vazife olması gerekir. Bunun için ümmet lafzî ve manevi her türlü kötü vehme düşmekten sakınmak için "râinâ" dememeli "unzurnâ" demelidir: Öğretilen ilme tebliğ olunan hükümlere emirlere ve yasaklara iyi kulak verip dinlemelidir. Nezâret eden de nezâret görevinin gereklerini iyi bilmeli ona da ümmet tarafından bu vazife ihtar olunacağı zaman "bizi gözet" diye ihtar edilmelidir.

Dördüncüsü: Mürââtın aslı olan ra'y ve riayette hayvanî bir gözetme anlamı vardır. Nazâret ise katıksız bir insanî kavramdır. Şu halde Müslüman ümmeti hayvanî kavramlardan uzak durmalı ve sakınmalı insanî kavramları kabul edip uygulamalıdır. Bunu yapmak da ümmetin kabiliyetine bağlıdır. Nitekim "Siz nasıl olursanız öyle yönetilirsiniz." buyurulmuştur. Âyetten çıkan sonuca göre; söz konusu nazâreti talep etmek ve söz dinlemek ümmetin görevidir. Müminler başıboş terkedilmiş nazâretsiz bırakılmaya razı olmamalı kendilerine nazaret edecek bir başkana bir imama tabi olmalıdır. Bu suretle bir ümmet teşkil etmeliler fakat "râinâ" diye müraat isteğinde bulunmamalılar kendilerinin sürü yerine konulmasına razı olmamalılar. Aslında âyet mutlak anlamda olduğu için hem Asr-ı saadet'e hem de bütün asırlara şamil olan bir hüküm taşır. Ümmetin bizzat Resulullah'a karşı "unzurnâ" demeye izinli hatta görevli ve mecbur olduğuna bakılırsa bu hak veya vazifenin diğer yöneticilere karşı uygulanması öncelikle istenmekte demektir. Bu mesele akâid kitaplarında imamet bahsi adıyle ve farz-ı kifaye olmak üzere söz konusu edilmiştir. Görülüyor ki müminlere imandan sonra ilk emir bu oluyor. Bu hitabın önemi İbrahim kıssasında daha genişçe açıklanacaktır.

Ey müminler görüyorsunuz ya "râinâ" demeyiniz "unzurnâ" deyiniz ve iyi dinleyiniz itaat ediniz yoksa kâfirlere elemli bir azap vardır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet