Değerli kardeşimiz
Tenâsüh rûhun ölümden sonra başka bir bedende yeniden dünyaya gelmesidir. (1)
Tarihin çok eski devirlerine dayanan ve Hint felsefesinde kendini kuvvetli bir şekilde hissettiren (2) bu inancın farklı biçimleri olsa da tenasühe inananlar genel olarak iki gruba ayrılır: Birinci gruba göre rûhlar bedenlerini terkettikten sonra aynı veya farklı türden olan bedenlere geçerler. Bu görüşe göre tenasüh ceza ve sevap türündendir. İkinci gruba göre ise rûhlar bedenlerinden ayrıldıktan sonra sadece kendi türlerinden olan bedenlere geçerler başka türlere geçmezler(3).
Reenkarnasyon (Rœincarnation) ise tenasüh tekammüs tecessüd-ü cedîd (4) rûhun bir cisimden ötekine kimi kez de insandan hayvana hayvandan insana geçmesi rûh göçü (5) manâlarına gelirken bu fikri savunan bazı gruplara göre tenasühten faklı ve daha husûsi bir manâda kullanılmaktadır.
Batı'da rûhun ölümden sonra yine bir insan bedenine geçmesine reenkarnasyon hayvan bedenine geçmesine ise transmigrasyon (transmigration) (6) dendiğine de şâhid oluyoruz ki (7) bu durumda transmigrasyon tenâsühe denk gelmektedir.
Yeni tenasühçüler (8) olarak da isimlendirebileceğimiz günümüzde reenkarnasyonu savunan kimselere göre reenkarnasyon yani dünyaya tekrar gelişin Hint felsefe ve dinlerindeki tenasüh ile esas ve amaç bakımından hiç bir ilgi ve münasebeti yoktur. Çünkü tenasühte tekâmül (varlık derecesinin veya rütbesinin artması) fikri yoktur. Cezâ ve mükâfat esasına göre bir geliş gidiş vardır (9). Reenkarnasyonda ise dünyevî bağlardan kurtulamamış rûhların tekâmül için dünyaya tekrar gelmesi vardır. Tekâmülde hiç bir zaman geri dönülmeyeceği (tedennî yani alçalış olmayacağı) kabul edilmiştir (10).
İslâm âleminde geçmişte tenasüh inancına inanan bazı din dışı guruplar (11) günümüzde ise husûsî bir reenkarnasyon anlayışına sahib olanlar (bunlardan bazıları reenkarnasyonun İslâm'daki âhiret inancına aykırı düşmediği sadece tekâmül gayesini güttüğünü söylemektedir) iddiâlarına destek bulmak için Kur'ân-ı Kerîm'den bazı âyetleri örnek olarak göstermişler ve böylece pek çok âyetin reenkarnasyon ifâde ettiğini veya edebileceğini söylemişlerdir.
Burada öncelikle tenâsüh ve reenkarnasyonu kesin olarak reddeden âyetlere ardından da tenasüh ve reenkarnasyon ifâde ettiği iddiâ olunan âyetler üzerinde durmaya çalışacağız.
Kur'ân-ı Kerim'de insanın yeniden diriltilişinin kıyamet günü olacağı iâde tabirinden insanların kıyamet gününde tekrar diriltilmelerinin kasdolunduğu bu diriltmenin bir defâya mahsus olduğu ve ölümden sonra tekrar dünyaya dönüşün asla mümkün olmayacağı açıktır. Bu hususta pek çok âyet vardır. İşte bunlardan birisi: "Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında der ki Rabbim! beni geri gönder. Tâ ki boşa geçirdiğim dünya hayatında iyi ameller işleyeyim. Hayır! O söylediği boş bir laftan ibarettir. Onların arkalarında ise yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah (12) vardır" (Mü'minûn 99-100).
Bu âyet dünyaya yeniden gelmenin olmayacağını açık ve kesin bir şekilde ifâde ediyor. Nitekim İkbâl "Kur'ân-ı Mubîn'de iyice açıklanmış ve hiç bir fikir kargaşasına yer vermeyecek mahiyette olan üç noktaya dikkat etmemiz gerekir" dedikten sonra ikinci noktada: "Kur'ân-ı Kerîm'e göre bu dünyaya yeniden gelmek imkânsızdır. Bu husus aşağıdaki âyette gâyet açık bir şekilde açıklanmıştır: .." (13) diyerek yukarda takdîm ettiğimiz âyeti zikretmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm dünyaya yeniden dönüş isteğinin boş bir laf olduğunu ifâde ederken tekid sadedinde innehâ kelimetun huve kâiluhâ"o söylediği boş bir laftan ibarettir" buyurmuştur (14).
"Onların arkalarında ise yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır" ifâdesi de onların diriltilecekleri güne kadar berzah âleminde bekleyeceklerini yani dünya hayatıyla âhiret hayatı arasında bir hayatta olacaklarını dünyaya dönemeyeceklerini belirtmektedir. "Nasıl ki ana rahminden çıkan bir çocuk yeniden tekrar oraya dönemiyorsa bu dünya hayatından çıkarak kabir hayatına giden bir rûh da oradan çıkıp geriye tekrar dönemeyecektir" (15) .
Bu apaçık ifadeden sonra "bu âyet rûhun ayrıldığı bedene dönmeyeceğini ifâde ediyor dünyaya dönmeyeceğini değil" (16) veya bu âyet "reenkarnasyonun olmadığını değil sürekli dünyaya geri gidip açığını kapatmak isteyenlerin bu isteklerinin reddedildiğine delîldir" (17) gibi iddiâların gerçeği yansıtmadığı açıktır. Çünkü âyette ne eski bedene dönme isteğine ne de bu sözü söyleyenin dünyaya bir kaç defa geldiğine dâir bir alamet yoktur. Eğer bu istek dünyaya bir kaç kere gelen bir kimse tarafından yapılmış olsaydı o zaman cevap olarak defalarca dünyaya gönderilmedin mi... gibi ifâdelere yer verilirdi... Nitekim buna benzer bir başka âyette pişmanlığını dile getiren inkârcıya şöyle cevap verilmiştir: "Sizi düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti." (Fâtır 37). Bu âyette de insana düşünüp taşınacağı ve öğüt alacağı kadar ömür verildiğinden bahsedilmiş fakat bir kaç kere dünyaya gelmekten bahsedilmemiştir. Bu ayet açıkça reenkarnasyonu reddettiği halde dünyada 25 yıl kalanla 100 yıl kalanın bir sayılamayacağı böyle bir şeyin Allah'ın adaletine uygun düşmeyeceği (18) söylenerek tam aksine reenkarnasyona delîl getirilmeye çalışılmış az yaşayan ve böylece öğüt almak için gerekli süreye ulaşamayan insanların tekrar dünyaya gönderileceği sonucuna varılmak istenmiştir.
Aslında böyle bir iddiâ reenkarnasyon ilkesine de aykırıdır. Çünkü bu ilkeye göre dünyaya yeniden gelmenin sebebi kusurlu günahkâr insanların kendi kusur ve hataları sebebiyle tekâmüllerini tamamlayamamalarıdır. Hem insana neden yeterli bir süre tanınmasın da dünyaya bir daha getirme ihtiyacı doğsun ki! İlk seferde bunu gerçekleştirmek varken ömrü parçalara ayırmaya gerek var mıdır?
Ayrıca hidâyeti bulma hususunda insanların durumu farklı farklıdır. Bin yıl yaşayan bir kimse hidâyete erişemeyeceği gibi bir kaç saatlik bir mükellefiyet zarfında hidâyeti bulup vefât etmek de mümkündür. Hidâyet için illa da belli veya uzun bir süre gerekmez. Her insana verilen ömür o insanın hidâyeti bulması için yeterli olabilir. Allah kimin ne kadar zamanda öğüt alacağını bilir dolayısıyla ömürleri de ona göre takdir etmiş olabilir. Âyet de bu duruma işâret ediyor. Bu süre o insanın imtihân süresidir ve öğüt almak için yeterlidir. Uzun veya kısa olması önemli değildir. Hatta uzun olması aleyhe de olabilir.
Ayrıca Allah'ın herkese imkânları ölçüsünde yaşadığı şartlara ve hayat müddetine göre muâmele edip hesaba çekeceği de muhakkaktır (19). Hem böyle bir iddiâya göre kıyametten az bir zaman önce dünyaya gelenlerin durumu nasıl izâh edilebilir?
Yukardaki âyetin ifâde ettiği manâyı yani dünyaya tekrar dönüşün olmayacağını ifâde eden diğer âyetler de şunlardır:
"Onların ateşin karşısında durdurulup âh! keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak! dediklerini bir görsen! Hayır! daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü.Onlar dünyaya geri gönderilseler bile yine kendilerine yasaklanan şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı. Onlar kesinlikle yalancıdırlar" (En'âm 27-28)
"...Acaba şimdi bizim için şefaatçiler var mı ki bize şefaat etsinler ya da dünyaya geri gönderilsek de yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapsak. Onlar kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de kaybolup gitti"(A'raf 53)
"Rabbimiz bizi cehennemden çıkar eğer bir daha dönersek o zaman gerçekten zalimlerdeniz. Allah buyurdu ki susun! konuşmayın!.." (Mü'minûn 107-108).
En'âm 28. âyette "Eğer dünyaya geri döndürülselerdi kendilerine yasaklanan şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı" ifâdesi mevzûmuz açısından çok önemlidir. Çünkü bu ifâdeyle farazâ o insanlar dünyaya tekrar gelseler de yine aynı şeyleri yapıp Allah'ın yasak ettiği şeyleri işleyecekleri bildirilerek insanların bu dünyaya neden bir kere daha gönderilmediklerinin hikmeti beyân edilmiştir.
"Onlardan önce nice kavimler helâk ettiğimizi görmüyorlar mı?! Onlar bunlara tekrar dönüp gelmezler" (Yâ-sîn 31)âyeti de helâk edilen insanların daha sonra gelen insanlara dünyaya tekrar gelmek sûretiyle dönmediklerini açıkça ifâde ediyor. Helâk edilen kavimlerin kusurlu tekemmül etmemiş insanlar olduğu düşünülürse bu âyetin reenkarnasyon aleyhinde kuvvetli bir delîl olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bir başka âyette ise bu manâda "Helâk ettiğimiz bir karye ehline tekrar dönmek haramdır" (Enbiyâ 95) buyrularak dünyaya dönüşün kesinlikle olamayacağı haram tabiriyle tekidli bir sûrette bildirilmiştir.
"Allah sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmez vaziyette çıkardı" (Nahl 78) âyeti de reenkarnasyon aleyhinde kuvvetli bir delîldir. Çünkü bu fikri savunanlara göre insanın yeniden dünyaya gelmesi tekâmül içindir. Tekâmülün olabilmesi için ise önceki hayattaki birikimin mevcûd olması gerekir. Halbuki bu âyet böyle bir şeyin olmadığını doğan çocukların hiç bir şey bilmez bir halde dünyaya getirildiğini ifâde ediyor.
"Orada ilk ölümden başka ölüm tadmazlar" (Duhân 56) âyetinde ölümün bir kereye mahsûs olarak yaşandığı ifâde edilmiştir. Dolayısıyla bir kaç veya bir çok defâ ölümü gerekli kılan reenkarnasyon bu âyetle de reddolunmaktadır.
Vakıa sûresinin son âyetlerinde de ölüm anında insanların durumu tasvîr olunduktan sonra: "(Ölen kimse) eğer mukarrebînden ise... Eğer ashab-ı yemînden ise... Ve eğer yalanlayıcı ve dalâlete düşmüşlerden ise..." (Vakıa 88-94) buyrularak öldükten sonra insanların gidecekleri yerler sıralanmış (20) fakat bunlar içinde tekâmül etmemiş günahkâr ve kusûrlu kimselerin tekrar dünyaya döneceğinden bahsedilmemiş bilâkis yalanlayıcı ve dalâlete düşmüş olanların yerinin cehennem olduğu bildirilmiştir: "Ve eğer yalanlayan ve dalâlete düşenlerden ise ona kaynar sudan bir ziyafet ve cehenneme giriş vardır" (Vakıa 92-94).
Müşriklerin "hayat ancak dünya hayatımızdır. Ölürüz yaşarız bizi zamandan başka bir şey helâk etmez" (Câsiye 24) şeklindeki sözleri hakkında da bazı müfessirler bu sözleriyle inkârcıların müşriklerin inancı olan tenasühü ifâde etmiş olabileceklerini söylemişlerdir (21) ki Cenab-ı Hakk'ın onların bu görüşünü red makamında zikretmesi de tenasüh aleyhine bir delîl sayılabilir.
Kur'ân âyetlerinin yanında kabir azabını ve nimetlerini haber veren çok sayıda hadîs-i şerîf de reenkarnasyonu reddetmektedir (22). Acaba âhiret âleminin bütün aşama ve safhalarını detaylı bir şekilde anlatan Peygamberimizin eğer hakikat olsaydı reenkarnasyondan da bahsetmemesi mümkün olur muydu? Böylesine önemli ve itikadî bir meseleye hiç değinmemesi düşünülebilir mi? Hem böyle bir şeyi haber verseydi bazı insanlar büyük bir müjde olarak bu haberi yayıp rivâyet etmezler miydi? Bütün bunlar reenkarnasyonun İslâm'da yeri olmadığını göstermiyor mu?
Tenasüh veya reenkarnasyon ifâde ettikleri iddiâ olunan âyetlere gelince öncelikle şunu belirtelim ki geçmişte tenasühe delîl olarak gösterilen âyetlerin sayısı günümüzde reenkarnasyona delîl olarak gösterilenlerin aksine çok azdır üç-beş taneyi geçmez. Bu âyetlerden birisi "onların ciltleri cehennem ateşinde pişip kavrulduğu her seferinde azabı tatsınlar diye yeni ciltlerle (bedenlerle) değişiriz" (Nisâ 56) âyetidir.
Bu âyette açıkça cehennem azabı ve bu azabın şiddetini ifâde etmek için kavrulan bedenlerin yenilenmesinden bahsedilirken âyette zikredilen cehennemin bu dünya hayatı olduğunu iddiâ edilerek bu âyetin insanların rûhlarının bedenlerinden ayrıldıktan sonra başka bedenlere girip dünyaya gelmelerine işâret sayılmış beden içinde olgunlaşamayan rûhun azap çekmek için başka bedenlere girerek bir cehennem olan şu dünya hayatına geri döneceklerini söylenmiştir (23). Tamamen bâtınıyye (24) kokan cehennemi bu dünyada arayan bu görüşün ne derece sakat ve bâtıl olduğu açıktır.
Geçmiş tenasühçülerden bazıları da "Ey İsrail oğulları! size in'âm ettiğim nimetleri hatırlayın..." (Bakara 40 47 122) âyetinden hareketle âyette hitap edilenlerin bizzât o zamanki yahudîler olduğu ölüp çürüyüp aradan uzun zaman geçtikten sonra Allah'ın kendilerine olan nimetlerini unuttukları için hatırlatma yapıldığını iddiâ etmişlerdir. Halbuki Arapçada böyle bir üslûp yaygındır. Bir kimseye dedesi ve ataları kasdedilerek ona söylüyormuş gibi hitap edilebilir (25).
"Yer yüzündeki bütün hayvanlar ve gökte kanat çırpıp uçan bütün kuşlar sizin gibi bir ümmettirler (toplu halde yaşayan canlılardır) (En'âm 38) âyetinde de tenasühçüler bu âyetin yer yüzündeki hayvanların ve kuşların bizim emsâlimiz olduğuna delâlet ettiğini emsal olma durumunun ve eşitliğin (musâvât) bütün zatî sıfatlarda bulunmasını gerekli kıldığını söyleyerek tenâsüh ifâde ettiğini iddiâ etmişlerdir (26). Onlara göre bu misliyet potansiyel olarak mevcuttur fiili olarak değildir. İnsanlar da hayvanların potansiyel olarak mislidir (27). "Her ümmete mutlaka bir nezîr (cehennemle uyaran) gelmiştir" (Fâtır 24) âyetinden hareketle de önceki âyette ümem olarak tavsîf olunan bu hayvan topluluklarının her birine Allah tarafından birer resûl gönderildiğini savunmuşlardır (28).
Ayette ifâde edilen emsal olma durumunun ümem olmada yani toplu halde yaşama husûsunda olduğu açıktır. Nitekim karınca arı gibi hayvanlarda bu durum daha açık olarak görülmektedir. Bu misil olma durumu bütün zâtî sıfatlarda olması için ise hiç bir sebep yoktur.
Bazı tenasühçüler de kâfirlerin cehennemde ebedî kalacaklarını ifâde etmek maksadıyla zikredilmiş olan "Ayetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etmeyenler var ya işte onlara gök kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir..." (A'raf 40) âyetinden hareketle kötü rûhluların bedenden bedene geçerek temizleneceklerini neticede deve bedeninde olan insanın iğne deliğinden geçebilecek bir meyve kurdu bedenine intikâl ederek saflaşacağını söylemişlerdir (29).
Geçmişte tenasühe delîl olarak sunulan az sayıdaki bu âyetlere karşılık günümüzde reenkarnasyonu savunanların görüşlerini desteklemek gayesiyle zikrettikleri âyetlerin sayısı insanı şaşırtacak derecede çoktur! Bazıları bu hususta elli civarında âyet sıralamıştır (30). Bu âyetlerin pek çoğu birbirine benzeyen aynı manâyı ifâde eden âyetlerdir. Bu âyetlerden bir kısmı da açık bir şekilde dünyaya dönüşün olmayacağını ifâde etmektedir! Şimdi bu fikri savunanların pek çoğu tarafından takdîm edilen âyetleri inceleyelim:
Günümüzde reenkarnasyonu savunan ve Kur'ân-ı Kerim'de bu inanca yer verildiğini iddiâ edenlerin pek çoğunun ilk fırsatta delîl olarak belirttikleri şu âyettir:
"Sizler ölü iken (ölü varlıklar halinde iken) sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz?! Sonra sizi öldürecek sonra tekrar diriltecek sonra da O'na döndürüleceksiniz"(Bakara 28).
Bu âyette reenkarnasyonun dile getirildiğini iddiâ edenlerin hareket noktası âyette zâhirde iki ölüm ve iki diriltmenin olmasıdır. Onlara göre âyetteki ve küntum emvâten(halbuki siz ölü varlıklar halinde idiniz) ifâdesi insanların ömürlerini tamamladıktan sonra ölmeleri manâsındadır. Âyetin yanlış değerlendirilmesinde rol oynayan ifâde budur. Dolayısıyla bu ifâdeden ne kastedildiği açıklığa kavuşunca mesele de kendiliğinden hallolacaktır (31).
Geçmişte yazılmış bir çok tefsîre göz attığımızda bu âyetin hiç bir müfessir tarafından hatta tenasüh iddiâsında olanlar tarafından dahi bu şekilde yani reenkarnasyon ifâde ediyor veya bu âyet dünyaya bir kaç defâ gelmekten bahsediyor şeklinde anlaşılmamış ve böyle bir iddiâya tesadüf edilmemiştir. Çünkü eğer böyle bir iddiâ mevcûd olsaydı bu fikri kabûl etmeyenler tarafından reddedilecek tefsîrlerde bu hususta cevap bulunacaktı. Böyle bir şeye rastlanmaması geçmişte bu âyet hakkında böyle bir iddiânın da bulunmadığını göstermektedir.
Tefsirlerde ve küntum emvâten(halbuki siz ölü varlıklar halinde idiniz) ifâdesine hepsi de insanın bu dünya hayâtına gelmeden önceki tavırlarından olan çeşitli manalar verilmiştir (32). Buna göre bu âyetteki emvât tabirine hiç bir şey değildiniz (33) Adem ve zürriyyetinden misâk alındıktan sonraki ölü halinizdeydiniz toprak idiniz (34) babalarınızın sulbunde nutfe halinde idiniz (35) ana rahmine nutfe olarak intikâl anında ölü varlıklar idiniz (36) zikredilmeyen kendisinden bahsedilmeyen varlıklar idiniz (37) gibi manâlar verilmiştir ki bu manâlar insanın dünyaya gelmeden önceki hallerine delâlet ediyor. Dolayısıyla âyette bu devrelerden biri veya bir kaçının kastolunması mümkündür. Emvâten"ölüler ölü varlıklar"'ın çoğul olarak gelmesi de buna işâret sayılabilir. Nitekim bazı müfessirler bu devrelerden bir kaçını birden zikrederek âyete manâ vermişlerdir (38). Razî ulemânın bu ifâdenin beyanı hakkında "toprak ve nutfe idiniz" şeklinde ittifak ettiklerini (39) söylemiştir.
İbn Aşûr bu ifâdeyi şöyle izah ediyor: ""Sizler ölü varlıklar iken sizi diriltti" âyeti delâlet ediyor ki bu icâd bedî (eşsiz) bir şekildedir. Zira insan mevt yani kendinde hayat olmayan bir çok şeylerden meydana gelmiştir. Çünkü insanın zerreleri havada toprakta dağınık halde bulunan unsûrlardan alınarak gıdalarda bir araya toplanmıştır ki bu da ikinci bir ölü varlıktır. Sonra o gıdalardan kan ve başka bileşikler hulâsa edilmiştir ki bunlar da ölüdür. Sonra bunlardan kadın ve erkeğin nutfeleri hulâsa edilmiştir. Sonra bunlar imtizâc ederek alaka sonra mudğa olmuştur. Bütün bu tavırlar insanın var oluşundan öncedir ve birer ölü varlıklardır. Daha sonra rûh nefhedilerek doğum vaktine ve ölünceye kadar hayat sahibi olmuştur. Kâfirlere düşen bu durumu Allah'ın uluhiyyette tek olduğuna delîl olmakta yeterli görmeleriydi" (40).
Böylece bu âyetlerde tenasüh veya reenkarnasyonu hissettiren bir durum olmadığı açıkça görülmektedir.
"Dediler ki Rabbimiz bizi iki kere öldürdün iki kere dirilttin artık günahlarımızı itiraf ettik. Çıkış için bir yol var mı?"(Mü'min 11) âyetinin de çoğu müfessir tarafından Bakara 28. âyetin bir benzeri olduğu söylenmişse de bazılarına göre ise bu âyet Bakara 28. âyetten farklı olup bu âyette kabir azabına işâret edilmektedir. Çünkü bu âyette kâfirler iki ölümden bahsediyorlar. Bunlardan birisi dünyada müşâhede olunan ölüm olduğuna göre diğer ölümün kabirde olması gerekir (41). Razî'ye göre buradaki ölüm Bakara 28. âyette olduğu gibi nutfe alaka vs. olamaz. Çünkü âyette Allah Taalâ'nın onları öldürmesinden (imâte)'den bahsediliyor. öldürme ise hayatın varlığına bağlıdır. Eğer ölüm önceden hâsıl olsaydı bunun öldürme (imâte) olması muhâl olurdu. Tahsil-i hâsıl (ölünün öldürülmesi) lâzım gelirdi ki bu da muhâldir. Bakara 28. âyette ise durum böyle değildir. Orada onların emvât (ölüler) olduğundan bahsediliyor imâteden yani Allah'ın onları öldürmesinden canlarını almasından bahsedilmiyor (42).
Ancak Zemahşerî onların ölü maddeler halinde yaratılmalarına imâte (öldürme) tabirinin Arap dili açısından kullanılabileceğini söyleyerek şu misâlleri veriyor: Sivri sineğin cismini küçülten ve filin cismini büyülten Allah'ı noksan sıfatlardan tenzîh ederim (subhâne men sağğara cisme'l-baûdati ve kebbere cisme'l-fîl) ifâdesindeki küçültme ve büyültmeden maksat sivri sineğin cismini büyük iken küçültmek ve filin cismini küçük iken büyültmek manâsında değil de onların bu şekilde yaratıldığı olduğu gibi âyette de durum böyledir. Öldürmeden maksat ölü halde olmadır. Bir başka misâl de hafriyatçıya hitaben kuyunun ağzını daralt altını genişlet (dayyık feme'r-rukyeti ve vessi' esfelehâ) ifâdesidir. Bu ifâdede de zâhirinden anlaşılabileceği gibi kuyunun ağzının genişken daraltılması alt tarafının da dar iken genişletilmesi değil ağzının geniş altının dar yapılması istenmektedir. İşte âyette de aynı durum söz konusudur (43).
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bu âyet ya Bakara 28. âyetin ifâde ettiği manâyı ya da biri görebildiğimiz diğeri de kabirde meleklerin suâlinden sonra vuku bulan ölümü ifâde ediyor. Bu her iki hal de reenkarnasyonla alakalı değildir. Hem âyette kâfirlerin bu sözlerini cehennemde iken söyledikleri açıktır. Çünkü oradan çıkmak istediklerini söylüyorlar. Reenkarnasyon ise iddiâ edenlere göre ölümün ardından bu dünyada yani kıyamet kopmadan gerçekleşecektir.
Bu âyetin manası hakkında muhterem hocam Veli Ulutürk'ün şifahî olarak muhtemel olduğunu kaydettiği mana ise şöyle: Bizi bir dünyada öldürdün bir de burada (âhirette) cehenneme sokmakla öldürdün. Yani mahvettin azâba düçar ettin olsa gerektir. Çünkü cennetlikler Duhân 56. âyette bildirildiği gibi bir kere ölmektedirler. Yani ikinci ölüm cehennemde âzap çekme manasında mecâzidir. Sıkıntılı istenmeyen bir hayatın mecâzî olarak ölüm diye vasfedilmesinin çokça kullanıldığı dikkate alındığında bu izâhın çok yerinde olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim bir âyette de cehennemliğin hali tasvîr edilirken "orada ne ölür ne de yaşarlar" (A'lâ 13) buyrularak cehennem hayatı ölüme benzetilmiştir.
Reenkarnasyonu savunanların iddiâlarına delîl olarak gösterilmeye çalıştıkları bir diğer âyet de şudur: "Size her ne musîbet dokunursa kendi ellerinizle kazandığınız şeyler sebebiyledir. Allah pek çoğunu da affeder"(Şûrâ 30).
Bu âyetten hareketle çocukların başına gelen belâ ve musîbetlerin onların daha önce yaşadıkları hata ve isyanlarının bir cezâsı olduğu söylenmiştir. Çünkü bu iddiâ sahiplerine göre çocuklar masûmdur çocukluklarında böyle cezâları hakettirecek işler yapmamışlardır (44).
Aslında bu âyette muhatab olan kimselerin çocukluk çağını geçmiş mükellef kimseler olduğu açıktır. Çünkü yapılanlarla muâheze etmek ancak mükellefler için geçerlidir. Hem bu durum Kur'ân'ın tamamı için böyledir. Muhatab dâima âkil bâliğ olan mükelleflerdir. Dolayısıyla çocuklara isâbet eden musîbetlerin sadece yapmış oldukları şeyler sebebiyle olduğu söylenemez.
Hem sadece bu âyete dayanarak hüküm vermek doğru olmaz. Nitekim bir başka âyette zaman zaman masûmlara da musîbetin dokunabileceğinden bahsedilmiştir: "Geldiğinde sadece sizden zalim olanlara dokunmayacak olan fitneden sakının!" (Enfâl 25). Bu durum dünyanın bir imtihan yeri olmasından kaynaklanmaktadır.
Çocukların başına gelen belâ ve musîbetler babaları için bir imtihân (45) kendileri için de manevî terakkî veya uhrevî sevap vesilesi olabilir. Sonra hayır ve şer nisbî şeylerdir. İnsan kendisi ve çoluk çocuğu için neyin hayır neyin şer olduğunu tam anlayamaz. Görünüşte kötü gördüğü bir şey kendi hayrına olabileceği gibi hayır olarak gördüğü bir şey de kendi aleyhine olabilir (46).
"Onları biz yarattık ve yaratılışlarını sapa sağlam yaptık. Dilersek onların yerine benzerlerini de getiririz" (İnsan 28) âyeti ve bu âyete emsal olan Vakıa 60-62 Meâric 40-41. âyetler de reenkarnasyona delîl olarak getirilmeye çalışılmıştır (47). Bu âyetleri reenkarnasyona delîl gösterenler âyetlerdeki misl kelimesinin çoğulu olan emsâl (benzerleri) kelimesinden hareketle böyle bir ipucu yakalamaya çalışmışlardır.
Aslında bu âyetler dikkatle incelendiğinde bir kısmının öldükten sonra tekrar dirilmeye delîl olarak zikredildiği görülür. Yani sizi bir kere yaratan sizi ölümünüzden sonra da tekrar yaratır benzerlerinizi veya aynınızı yeniden yaratabilir manasını ifâde etmektedir (48). Yukarda zikrettiğimiz ve reenkarnasyona delîl getirilen İnsan 28; Vakıa 60-62; Meâric 40-41 âyet-i kerîmeleri böyledir. Bu durum şu âyette daha da açıktır: "Gökleri ve yeri yaratan onların (insanların) benzerlerini yaratmaya kadir değil midir?!.." (Yâ-sîn 81). Diğer âyetlerde ise inkârcı kavimler kendilerinin helâk edilerek yerlerine kendi nev'lerinden olan başka insanların başka kavim ve milletlerin getirileceğiyle tehdid edilmişlerdir. İnsan 28; Meâric 40-41. âyetler bu manâda da anlaşılabilir. "Onları günahları sebebiyle helâk ettik ve onlardan sonra başka kavimler yarattık" (En'âm 6) âyeti de bu husûsta güzel bir örnektir.
Nitekim müfessirler de âyetlere bu doğrultularda manâlar vermişlerdir. Meselâ "Gökleri ve yeri yaratan onların (insanların) benzerlerini yaratmaya kadir değil midir?!.." (Yâ-sîn 81) âyetindeki mislehum (misillerini) âhiretteki dirilişin ya misliyle ya da enfusehum (kendilerini) manâsında kinaye kabul edilerek aynen iâdeye delâlet edebileceği söylenmiştir (49). "Dilersek onların yerine benzerlerini getiririz" (İnsan 28) "... Şüphesiz onların yerine daha hayırlılarını getirmeye gücümüz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez" (Meâric 40-41) âyetleri ise Allah'ın o insanları helâk edip yerlerine daha hayırlı kendisine itaat eden isyan etmeyen böylece amelde onlara muhalif olan kimseleri getirmeye kâdir olduğu şeklinde tefsîr edilmiştir (50).
Razî İnsan 28. âyet-i kerîmenin tefsîrinde bu gerçeği şöyle ifâde etmektedir: "Yani eğer istesek onları helâk eder benzerlerini getirir onlarla değiştiririz". Bu âyet "sizi benzerlerinizle tebdîl etmede önümüze geçilenler değiliz..." (Vakıa 60-61) âyeti gibidir. Âyetten maksat onlara hiç muhtaç olunmadığını ifâde etmektir. Sanki şöyle deniyor: Bizim şüphesiz hiç bir mahlûka ihtiyacımız yok faraza olsa bile bu kavimlere muhtaç değiliz çünkü onları yok edip yerlerine benzerlerini icâd etmeye kâdiriz. "Ey insanlar Allah isterse sizi götürür başkalarını getirir" (Nisa 133) ve "Allah isterse sizi götürür ve yeni yaratılmışlar getirir" (İbrahim 19) âyetleri de bu manadadır..." (51)
Görüldüğü gibi bu nevi âyetlerde isyancılara bir tehdit olarak yok edilip yerlerine başka insanların getirilmesinden bahsediliyor. Eğer yine aynı insanlar getirilseler bu tehdîdin manâsı kalmaz. Üslûp böyle bir manâya müsâit değildir. Buradaki mânâ bir âmirin işini doğru dürüst yapmayan memûruna işini iyi yap yoksa seni atar yerine başka birini alırım demesi gibidir.
Âyetlerin hangi makamda ve ne için zikrolunduğuna dikkat edildiğinde böyle yanlış anlamalara mahal kalmayacaktır.
Reenkarnasyon iddiâcılarınca bu hususta delîl olarak gösterilen bir diğer âyet ise "Sizden kimisi de bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için erzel-i ömre ulaştırılır" (Nahl 70) âyetidir. Öztürk bu âyetteki erzel-i ömr ifâdesinin ihtiyarlık ve bunaklık olarak manâlandırılmasının âyetin bütün esprisini yok ettiğini söyledikten sonra şöyle devam ediyor: "Bir kere erzel-i ömre atılmaktan veya itilmekten değil geri götürülmekten bahsediliyor. Yureddu fiili itilmek atılmak gibi pejoratif bir manâ ifâde etmez. Bir geri çevirme ve başa döndürme ifâde eder. Buna göre erzeli'l-ömr ömrün başlangıcı yani tekâmül sürecinin en düşük noktası demek olur. İkincisi insanın ileri yaşlara kadar yaşatılması elinin ayağının tutmaz hafızasının gereğince işlemez hale gelmesi insan için bir rezillik ve düşüklük neden olsun? İnsan ömrünün o noktasında fıtrat kanunları açısından en saygın ve olgun dönemdedir. Allah kulunu kendisine en yakın bir dönemde böyle kötü bir sıfatla anmaz" (52) . Sonuç olarak Öztürk bu âyetin mucizevî bir üslûbla yeniden bedenlenme yani reenkarnasyon ifâde ettiğini söylemektedir.
Kanaatimce yuraddu fiili ister atılmak itilmek manâsı ifâde etsin isterse geri çevirme başa döndürme manâsı ifâde etsin bir tek kelimeden hareketle reenkarnasyona delîl aramak doğru değildir. Yaşlılık dönemi insanın çocukluk devrine çok benzediğinden bu teşbîhe delâlet etmek üzere böyle bir fiille ifâde edilmesi tabiidir. Ayrıca "Kıyametin vakti O'na âittir (yuraddu)" (Fussilet 47) "ve kıyamet gününde en şiddetli azaba marûz bırakılırlar (yuraddûne)" (Bakara 85) gibi âyetlerde bu fiilin başa döndürme geri çevirme manâsında kullanılmadığı açıktır. Dolayısıyla yukardaki âyette de bu manada kullanılmamış olabilir.
Erzel-i ömr'ü ömrün başlangıcı tekâmül sürecinin en düşük noktası diye vasıflandırmak da doğru değildir. Çünkü bu ifâde böyle bir yaklaşıma müsait değildir. Zira erzel bayağılığından âdiliğinden dolayı kendisinden yüz çevrilen şey (53) demektir. Ömrün başlangıcından veya tekâmül sürecinin en düşük noktasından neden hor görülüp de yüz çevrilsin. Sonra burada erzel durumu İbn Aşûr'un da dediği gibi sıhhatteki rezalettir rûh haletiyle bir alakası yoktur (54). Yani bu âyette yaşlılar için bunak rezil tabirleri kullanılmıyor ömrün o devresi için böyle bir tabir kullanılıyor ki böyle bir devir de vardır. Bazı yaşlıların çocuklardan âciz vaziyete düşmeleri Allah'ın takdiriyle olan bir durum değil midir? O halde böyle bir durum neden yadırgansın? Zaten âyette bu durumun bazı kimseler için vaki olduğu minkum (bazınız) tabiriyle ifâde edilmiştir. Bütün yaşlılar için mevzu bahis değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) in de bu duruma düşmekten Allah'a sığınarak "Erzel-i ömr'e düşmekten (en uradde) sana sığınırım" (55) şeklinde duâ etmesi de gösteriyor ki erzel-i ömr yaşlılığın istenmeyen zor günleridir. Âyetteki "bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için" ifâdesi de bunu gösteriyor. Çünkü bir şey bilmez duruma gelmek akıl zafiyetinin yaşlılığın alametidir. Eğer reenkarnasyon ifâde edilseydi bundan Allah'a sığınmanın manası kalmazdı. Bilâkis istenilen bir şey olurdu. Ayrıca âyetin reenkarnasyon ifâde ettiği kabul edilirse o zaman insanın yeniden dünyaya getirilmesinin gayesi bir şey bilmez hale getirilmek gibi garip bir durum olur. Ayrıca âyette "sizden kimi vefât eder kimisi de erzel-i ömr'e döndürülür" ifâdesi gösteriyor ki erzel-i ömre düşen kimse henüz ölmemiştir. Reenkarne olacak kimsenin ise ölmesi gerekir.
"Bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için" ifâdesi de müfessirlerin verdiği manâyı tekid ettiği gibi aynı zamanda reenkarnasyonu reddetmektedir. Çünkü eğer insan bir şey bilmez bir vaziyette tekrar dünyaya getirilecekse bunun ne faydası olur? Bu şekilde bir terakkî sağlanması mümkün müdür? Hem insan önceki hayatında(!) işlediği suçun ne olduğunu bilmiyorsa yeniden doğuşta cezâ görmenin ne faydası olabilir? Yine bu âyet-i kerîmede "bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için" buyrulurken bir başka âyette de "Allah sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmez bir vaziyette çıkardı" (Nahl 78) buyrularak insanın anne karnından dünyaya çıktığı zaman hiç bir şey bilmediğinin ifâde edilmesi de gösteriyor ki önceki âyetteki yuraddu'dan murâd insanın ilk haline yani bebeklik dönemindeki gibi hiç bir şey bilmez hale getirilmesidir.
İzâhına çalıştığımız bu âyet gibi "kimin de ömrünü uzatırsak onu yaratılışta baş aşağı çeviririz" (Yâ-sîn 68) âyeti de aynı şekilde kendilerine verilen süre zarfında imkânlarını iyi kullanmayarak bu süreyi heder edenlerin baş aşağı çevrilerek erzel-i ömr'e çevrildiği şeklinde değerlendirilmiştir (56).
Aslında bu âyette bahsedilen baş aşağı çevirmenin (nunekkishu) insan rûhuyla alakalı olmayıp bedeniyle maddî yapısıyla alakalı olduğu açıktır. Çünkü âyette fi'l-halk(yaratılışta)