Değerli kardeşimiz
Cevap 1:
İlâhi ve mevlidin tarihi bir hayli eskidir. İslâm tarihine göz gezdirdiğimizde bunların hiç bir şekilde Hıristiyanlıktan geldiği neticesine varamayız.
Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Hicret edip Medine’ye teşrifleri sırasında Medine halkı çoluk çocuğuyla tam bir bayram havasına bürünmüşlerdi. Şiirler okuyorlar İlâhîler söylüyorlardı. Bugün de hâlâ dillerden düşmeyen ve koro halinde söylenen “Talaa’l-bedrü aleynâ” ile başlayıp devam eden ilâhî Medineli Müslümanların hep birlikte söylediği bir manzumeydi. Türkçesi şöyledir:
“Veda yokuşundan doğdu dolunay bize.
Allah’a yalvaran oldukça şükretmek gerekir mes’ut halimize.
Ey bize gönderilen yüce Peygamber sen
taat etmemiz gereken bir emirle geldin bize!..”
Neccaroğullarının mâsum kız çocukları da defler çalarak Peygamber Efendimize (asm) “Hoş geldin” diyor hep birlikte şunları söylüyorlardı:
“Nahnü cevârin min benî’n-Naccar/ Yâ habbezâ Muhammedün min câr.”
(Biz Neccaroğulları kızlarıyız/ Muhammed’in komşuluğu ne hoştur!) (İbni Mace Nikâh: 21)
Evet İslâm tarihinde koro halinde söylenen ilk ilâhi budur diyebiliriz. Hristiyanlıkta dinî mûsikinin olması koro halinde ilâhi söylenmesi bugün büyük bir repertuar teşkil eden tasavvuf mûsikimizdeki bize has edâ ve ifadenin onlardan kaynaklandığını söylemek dayanaktan mahrum bir sözdür.
Ayrıca unutulmamalıdır ki Hristiyanlık da semavî bir dindir. İtikatta bazı müştereklikler olması gibi usülde de müştereklik olması fark etmez. Meselâ onlar da âhirete inanır biz de onlar da meleklere inanır biz de...
Mevlid ise Peygamberimizden (a.s.m.) üç dört asır sonra icad edilen İslâmî bir âdet olmakla birlikte bid’atın hasene (güzel) olan kısmına girmektedir. Büyük hadis ve fıkıh âlimi olan İbni Hacer mevlid merâsiminin meşrûiyeti hakkında şu hadisi zikreder:
İbni Abbas’ın rivayetine göre Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Medine’ye hicret ettiklerinde Aşure gününde Yahudilerin oruç tuttuklarını öğrenir. Oruç tutmalarının sebebini sorduğunda Yahudilerden şu cevabı alır:
“Bu çok büyük bir gündür. Bugünde Allah Mûsâ ile kavmini kurtardı. Firavun ile kavmini suda boğdu. Mûsâ da buna şükür için oruç tuttu. İşte biz de bugünün orucunu tutuyoruz.”
“Bunun üzerine Peygamberimiz
" 'Öyleyse biz Mûsâ’ya sizden daha yakın ve evlâyız’ buyurdu.
O günden sonra hem kendisi oruç tuttu hem de tutulması için tavsiyede bulundu.” (Müslim Siyam: 127)
İbni Hacer bu nakilden sonra şöyle der:
“Bundan anlaşılıyor ki böyle bir günde mevlid gecesinde Allah’a şükretmek tam yerindedir. Fakat mevlid merasiminin Peygamberimizin doğum gününe denk getirilmesi yerinde olur.” (el-Hâvî fi'l-Fetevâ 1: 190)
Bugün birçok İslâm ülkesinde Peygamberimizin doğumunu yâd etmek ona salât ve selâm getirmek maksadıyla çeşitli dillerde okunan mevlidler vardır. Arapça “Bâned Suâd Bürde ve Hemziyye” kasideleri birer mevliddir. Türkçede ise yirmiden fazla mevlid manzumesi vardır. Fakat bunların içinde en çok tutulan ve okunanı Süleyman Çelebi merhumun 1409 yılında yazdığı "Vesiletü’n-Necât" isimli mevlid kitabıdır.
Önceleri yalnız Peygamberimizin doğum gününde okunan ve tertip edilen mevlid merâsimleri daha sonra bütün mübarek gecelerde tekrarlanmış bilhassa memleketimizde daha da yaygınlaşarak ölüm hastalık ve daha birçok vesilelerle okunagelmiştir. Bazı İslâm âlimleri mevlidi bid’at sayarak karşı çıkmışlarsa da Bediüzzaman bu konuda şöyle buyurur:
“Mevlid-i Nebevî ile Miraciyenin okunması gayet nâfi (faydalı) ve güzel âdettir ve müstahsen (iyi hoş) bir âdet-i İslâmiyedir. Belki hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyenin gayet lâtif ve parlak ve tatlı bir medar-ı sohbetidir (sohbet sebebidir). Belki hakaik-i imaniyenin ihtarı (hatırlatılması) için en hoş ve şirin bir derstir. Belki îmanın envarını ve muhabbetullah ve aşk-ı Nebevîyi göstermeye ve tahrike en müheyyic (heyecan uyandıran) ve müessir bir vasıtadır.” (Mektubat s. 281-285)
Cevap 2:
Vefat etmiş merhum için esas olan arkasından hatimler okunması varsa borçları verilmesi akraba ve dostların sevaplar işleyip ruhuna hediye etmeleridir.
Bu sevaplı işler merhumun azâbı varsa azâbını hafifletir azâbı yoksa cennetteki derecesini yükseltir makamını âlî eyler. Bu bakımdan geçmişlerimizin arkasından işleyeceğimiz herhangi bir sevaplı iş hayırlı hizmet ne kadar erken yapılır ne kadar acele ile icrâ edilirse o kadar isâbetli o kadar yerinde olur. Çünkü hediyelerin erken erişmesi bulunduğu hâlin mahrumiyetlerine bir an önce son verilmesi gibi bir fayda arzeder.
Mâneviyat büyüklerinden bir âlim son anlarını yaşarken yanında bekleyen oğluna sormuş:
— Evlâdım benim vefatımdan sonra iskatımı vasiyetimi ne zaman yerine getirecek benim için hayırları ne zaman işleyeceksin? Oğlu şöyle cevap vermiş:
— Babacığım bunlar için gecikmeyeceğim. Definden sonra ilk işim senin vasiyetini yerine getirmek senin için hayır hasenat yapmak olacaktır.
Büyük zat üzüntüsünü bu defa şu cümle içinde ifâde etmiş.
— Demek sen mezardan dönüp de eve gelinceye kadar ben bekleyeceğim? Benim için ne zor zamandır o...
Demek oluyor ki öyle kırkıncı yahut elli ikinci günü beklememeli yapılacak hayırlar bir an evvel yapılmalıdır. Yâni ne kadar önce yapılırsa o kadar hayırlı ve makbuldür. Gerçek olanı budur.
Gelelim elli ikinci gecenin tercih edilip şüyu bulmasına.
Kimin yazdığı kimin bastırdığı hangi dinî delile dayandığı bilinmeyen broşür misâli Türkçe bir esercikte bu iddia ortaya atılmış. Bu yazıya göre her ölünün vefatından sonra elli ikinci gecesinde kemikleri ile etleri biribirinden ayrılırmış ölü bu hâdiseninin vâki oluşunda müthiş azab çekermiş. Bu azâbı duymaması için ayrılmanın vâki olduğu elli ikinci gecede özel dua okunurmuş?.. Elli ikinci gecenin şüyu bulup yaygınlaşmasının sebebi bu Türkçe risâledeki arz ettiğim iddiadır.
Âlimlerimiz bu iddianın üzerinde durmuş elli ikinci gecede mevtanın etiyle kemiklerinin biribirinden ayrıldığı bu azâbı duymamak için de elli ikinci gece duâsı diye bir duâ olduğu yolunda sıhhatli dinî bir emire rastlamamışlardır.
Demek ki merhum için duâlar okunmalı her türlü hayırlar yapılmalı. Ama aslı olmayan et kemik hikâyeleri yüzünden ve mutlaka o geceye mahsus olarak değil...
Bulunan her fırsatta elde edilen her imkânda geçmişler unutulmamalı bizlerden vefâ bekledikleri hatırdan çıkarılmamalıdır. Bilinmeli ki:
— Vefâ gösteren vefâya lâyık olur. Vefasızlıkta bulunan da vefasızlığa mâruz kalır.
Selam ve dua ile...
İslami Destek Sitesi