- Eğer nail olamazsa o zaman aklıma şu soru geliyor:
- İyilikleri ağır gelen kişi Kur'an'ın ifadesine göre kurtulacağı için şefaate ihtiyacı yok gibi dolayısyla şefaat kimler için geçerli?
Değerli kardeşimiz
Günahı sevaplarından fazla olan kişilere de şefaat edilecektir. Ancak şefaat de Allah'ın izniyle olacaktır. Peygamberimiz (asm)
“Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” (İbn Mâce Zühd 37; Ebû Dâvûd Edeb 21)
buyurmuşlardır. Bununla beraber günahı sevabından az olanlara da şefaat edilecektir. Onların da cennetteki makamlarının artması için şefaat edilecektir.
Evet şefaat haktır. Birçok âyet ve hadîste şefaatten bahsedilmekte ve böylece onun hakkaniyeti dile getirilmektedir. Yeri geldikçe bu âyet ve hadîsleri zikredeceğiz. Biz şimdi önce sorunun ikinci şıkkı olan “Kimler ne ölçüde şefaat edebilirler?” sorusunu cevaplamakla mevzûa başlamak istiyoruz. Zaten bu kısma verilecek cevap bir cihetle şefaatın hakkaniyetinin de izahı olacaktır.
Peygamberler evliyâ asfiyâ ve şehitler -derecelerine göre- Cenab-ı Hakk’ın onlara bahşettiği seviyede şefaat edebilirler ve edeceklerdir. Ancak bu mevzûda da yine zirve Allah Rasulü (asm)’dür. O ki fetanet-i âzama sahiptir. Her nebi kendisine bahşedilen sınırsız fakat bir defaya mahsus şefaat hakkını dünyada kullanırken o bunu âhirete saklamıştır ve âhirette “şefaat-ı uzmâ”nın sahibi olacaktır. Onun “hammâdûn” denilen ümmeti “Livaü'l-hamd”in altında toplanacak ve “Makam-ı Mahmûd”un sahibi ünvanıyla O’nun tarafından yapılacak şefaatte herkes payına düşenle şereflenecek ve kurtuluşa ereceklerdir.
Dünya fâni ve geçicidir. Burada çekilen sıkıntılar da bir cihetle işlenen günahlara keffâreti sayılır. Ancak insanların perişan ve derbeder olacakları ve kendilerini kurtaracak yeni bir amele de fırsat bulamayacakları bir gün gelecektir -ki biz ona ahiret diyoruz- işte o gün Allah Rasulü (asm) bütün insanlığı içine alan şefaatıyla ortaya çıkacak ve “en büyük şefaat” manâsına “şefaat-ı uzmâ"sıyla şefaat edecektir.
Elbette Allah Rasulü’nün şefaatının da bir sınırı vardır. Zaten bütün şefaatler ancak Cenab-ı Hakk’ın izni ve koyduğu ölçü nispetinde olacaktır ki
“... İzni olmaksızın onun katında şefaatte bulunacak kimdir?..”(Bakara 2/255)
mealindeki âyet de bize bunu anlatmaktadır.
Bunun böyle olması da gayet tabiî ve normaldir; zira şefaat edecek olanlar da hissî davranabilir ölçüyü kaçırabilir ve merhamet-i ilâhîden fazla merhamet ileri sürmüş olabilir.; böylece de Rabb’e karşı sû-i edepte bulunmuş olabilir. Onun içindir ki Allah (cc) bir mîzan ölçü ve denge vaz’etmiştir. Kim kime ve ne ölçüde şefaat edebileceği bir takdire bağlanmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın bütün icraatında bir adalet ve denge olduğu gibi âhirette vereceği şefâat salahiyetinde de bir adalet ve denge vardır. Eğer bu şekilde bir tahdit ve sınır konulmuş olmasaydı bazı kimseler şefaatı da dengesiz olarak kullanırlardı. Nitekim belki de sınırsız bir şefaat salahiyeti onların hislerini galeyana getirerek meselâ bazı insanların cehennem alevleri içinde cayır cayır yandıklarını görünce şefkatleri kabaracak kafir-münafık-mücrim tanımadan herkesin cennete girmesini talep edeceklerdi. Halbuki böyle bir talep bazen milyarlarca mü’minin hukukuna tecavüz de olabilirdi.
Çünkü şefaatin böyle şahısların hislerine bırakılmasında günahkâr sapık kâfir herkesin bu hissî şefaatten faydalanma ihtimâli vardır. Bu ise bütün varlıkların hukukuna rağmen dağlar cesametinde günah taşıyan kâfire de merhamet edilmesi demektir. Oysaki kâfir kainatta Allah’a ait bütün güzellikleri bütün nizamları bütün hikmetleri inkâr tezyif ve tahkir ettiğinden mekanlar çapında cinayet işlemiş olacaktır ki hayatının her dakikası yüzlerce cinayetle karalanmış böyle kapkaranlık bir ruha merhamet merhamet adına saygısızlığın en büyüğü olsa gerektir.
Efendimiz (asm) şefaatının büyük günah işleyenlere olduğunu ifade etmişler ve
“Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir.”(İbn Mâce Zühd 37; Ebû Dâvûd Edeb 21)
buyurmuşlardır. O her hususta olduğu gibi bu mevzûda da bir denge ve muvazene insanıdır. Zaten bütün ümmet O’nun bu ifadeleriyle teselli bulmakta ve Allah Rasulü’nün şefaatına nail olmayı ummaktadır.
Hallac-ı Mansur bir gün bu hadîsi şerh ederken cezbeye gelir ve ölçüyü kaçırarak Efendimiz (asm)’e hitaben “Ey Nebîler Sultanı! Niçin böyle sınır koydun da bütün insanlar için demedin. Sen bütün insanlara şefaat etmeyi talep etseydin yine de Rabbin seni mahrum bırakmaz ve sana bu salahiyeti bahşederdi.” gibi laflar eder. Tam bu esnada Allah Rasûlü (asm) temessül ederek başındaki sarığı onun boynuna sarar ve: “Bunu başınla öde sen zannediyor musun ki ben o sözü kendimden söyledim.” der. Hallac kolu kanadı biçilip bir ağaç gibi budanırken dahi tebessüm ediyordu. Çünkü biliyordu ki bu hüküm âli bir mecliste verildi ve o hükme rıza göstermek gerekirdi...
Evet belki de Hallacın dediği gibi Allah Rasulü (asm) Cenab-ı Hakk’dan bütün insanlara şefaat etmeyi talep etseydi Rabb’i ona bu salahiyeti verirdi. Ancak o Allah’a karşı bizim anlayamayacağımız ölçüler içinde saygılıydı. Rabb’in dediğinden başkasını demiyor ve verilen salahiyet sınırlarını da asla zorlamıyordu...
Rabb’in koyduğu şefaat ölçüsünde şefaat edilecek şahısların buna hak kazanmış olmaları da yer almaktadır. Nitekim bu mana ile alâkalı olarak mealen şöyle buyurulmaktadır:
“Artık şefaatçıların şefaatı onlara fayda vermez.”(Müddessir 74/48).
Bununla da anlıyoruz ki şefaat herkese ve sınırsız bir ölçüde değildir. Kim kime şefaat ederse muhakkak kabul görür diye bir şart da yoktur. Bütün işlerde olduğu gibi bunda da İlâhî meşiet esastır.
Kâfir işlediği küfrüyle ta işin başında bu şefaat dairesinin dışında kalmıştır. O’na hiç kimse şefaat edemez etse bile ona fayda vermez.
Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak bize bir dua öğretiyor. Bu dua ile himmetin âli tutulması gerektiği hususuna da işaret ediliyor. Dua şudur:
“Rabbimiz bize gözümüzü aydınlatacak eşler zürriyetler bağışla ve bizi muttakilere imam kıl.”(Furkan 25/74).
Yani Allah’ım çocuklarımız hanımlarımız gözümüzü aydınlatacak hüviyette olsun. Bize öyle hayat arkadaşları ver ki din adına bize teşviklerde bulunsun. Evlatlarımız da daima arkamızdan hayırlar göndersin ve onlar sebebiyle rahmet çağlayanları üzerimize doğru çağlasın dursun! Bizi sadece muttaki olmakla da bırakma onlara imam ve önder kıl. Bize öyle lütuflarda bulun ki şu İslam’a hizmet boyunduruğunun yere konduğu dönemde ve dine hizmetin âr kabul edildiği bir zamanda dinine hizmet ettir ve muttakîler önünde bize imamlık pâyesi ihsan eyle!
Böyle bir anlayış himmeti âli tutmanın ifadesidir. Cenâb-ı Hakk’dan O’nun öğrettiği usûl içinde şefaat edebilme salahiyeti talep etmektir. Zaten O vermek istemeseydi evvela istemeyi vermezdi. Madem ki istemeyi verdi ve nasıl istememiz gerektiğini de öğretti öyleyse istediğimizi de verecektir. O’nun sonsuz rahmetinden bunu umuyor ve bekliyoruz. O’nun için burada dikkat edilmesi gereken hususun iyi anlaşılması lazımdır. Evet Rabbimiz’den sadece cennetin bir köşesine bizi kabul buyurmasını istemek himmetin düşüklüğüne delildir. Halbuki Allah (cc) bize himmetimizi yüksek tutmamızı öğretmektedir. Evet himmetimizi yüksek tutmalıyız tutmalı ve O’ndan muttakilere bizi imam kılmasını onlara şefaat edebilme salahiyetini vermesini talep etmeliyiz...
Efendimiz (asm) bir hadîslerinde âhiretten bir tabloyu şöyle anlatırlar:
"Allah (cc) Hz. Nuh (as)’a soracak:
'Sen sana düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirdin mi?' O büyük peygamber cevap verir:
“Evet Ya Rabbi yerine getirdim. Bana verdiğin tebliğ vazifesini kusursuz edâ ettim.”Bunun üzerine Cenâb-ı Hak Hz. Nuh (as)’tan şahit ister. O da Ümmet-i Muhammedi şahit gösterir. Bunun nasıl olacağı sorulunca da şöyle cevap verir:
“Sen onları ümmetlere şahit kıldın onlar da ellerindeki Kitapta gördüler ki Nuh vazifesini yapmış. Ve işte ben de onları bugün kendime şahit olarak gösteriyorum."
Evet âyet öyle diyordu:
“İşte böylece sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız Rasulün de sizin üzerinize bir şahit olması için sizi ümmet-i vasat (dengeli ve orta bir ümmet)kıldık.”(Bakara 2/143).
Şefaat haktır ve gerçektir. Bütün büyükler Cenab-ı Hakk’ın koyduğu sınır dahilinde şefaat edeceklerdir. Şahit olmak da bir bakıma şefaat kabul edilecekse eğer Ümmet-i Muhammed bu manâda bütünüyle şefaat edecektir.
Şefaatı inkâr edenlerin dünyada da ukbada da kazanacakları bir şey yoktur. Çünkü Allah (cc) orada kullarına kulları O’nu nasıl bilip tanımışlarsa öyle muamele edecektir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet