Uzman olmak için Şimdi başvurun.
✕- Kader konusundaki açıklamalarınızda diyorsunuz ki "insanın bu dünyadaki yaptığı şeylerden kendisi sorumludur."
- Ancak insanda bulunan bütün yetenekler Allah tarafından verilmiştir. O zaman kişi neden sorumlu olsun?
Değerli kardeşimiz
İnsanlara verilen her yetenek Allah'ın bir ikramıdır. Ancak kişi bu yeteneklerini nerde ve nasıl kullandığından sorumludur. Nitekim kendisine emanet olarak verilen bir silahı vatanı korumak yerine dostlarını öldürmede kullanan bir asker: "Bana silahı vermeseydiniz ben de vurmazdım." diyemez. Bunun gibi dünya ve ahiret hayatımızı kazanmak için verilmiş harika yetenekleri Allah'a isyanda kullanmak da bunun gibidir.
İyilkler Allah'tan kötülükler ise nefistendir.
Ayette geçen nefis ve malın Allah’a satılması ne demektir?
Cevap: Nur Külliyatı'nda “Muhakkak Allah müminlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabili satın almış bulunuyor.”(Tevbe 9/111) mealindeki âyet-i kerimenin tefsiri yapılırken bir temsil getirilir ve temsilin bir yerine de şu mesaj yüklenir.
“Hem o fabrikadaki âletler benim namımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek. Hem fiyatı hem ücretleri birden bine yükselecek.” (bk. Sözler Altıncı Söz)
Bir sohbette arkadaşlarıma toprağın ve suyun fiyatlarını sormuş ve bir cevap alamamıştım. Muzun fiyatını sorduğumda ise yüksek bir rakamla karşıma çıkmışlardı. İşte toprak ve su Allah’ın bir fabrikası olan ağaca girdiklerinde öteden muz olarak çıkıyor ve büyük bir kıymet kazanıyorlar. Aynı şekilde otu inek denilen bir canlı fabrikaya veriyoruz et ve süt elde ediyoruz. Şeker pancarı fabrikadan şeker olarak çıkarken çiçek tozları kovanda bal oluyorlar.
İnsan etrafını saran böyle sonsuz ibret tablolarından ders alarak nefis ve malını Rabbinin emir tezgâhına soksa alâ-yı illiyyin denilen o üstün makama erecek ve cennet ehli olma şerefine kavuşacak.
Nefis denilince insanın zâtını anlıyoruz mal denilince de zâtın tasarrufuna verilen emanetleri. Bir başka ifadeyle “nefis” insana ihsan edilen dahilî nimetleri; “mal” ise haricî nimetleri temsil etmekte. Her ikisi de insanı ya alâ-ı İlliyyîne çıkaran yahut esfel-i safiline düşüren imtihan âletleri.
Âyet-i kerimede nefisten başlandığını dikkate alarak nefsimiz üzerinde biraz duralım:
İnsan aklı fizik ve kimyadan ticaret ve ziraattan kumar ve soyguna kadar her şeyde istimal edilmeye müsait. Bunların bir kısmı insanı yükseltirken diğerleri alçaltır.
İnsan kalbi bir umman. İman ve küfürden adalet ve zulme tevazu ve kibre itaat ve isyana muhabbet ve nefrete af ve intikama ve daha nice müspet ve menfi mânâlara açık. İnsanın alâ-yı illiyyîne yükselmesinde yahut esfel-i safilîne yuvarlanmasında en büyük pay onun.
Kalbe bağlı lâtifeler hisler bedenin organlarından çok. Bunlar da insanı ya yücelere çıkarır yahut çukurlara düşürür. Sevgiden başlayalım. İnsan bu his ile ya Rabbini ve Mevlâsını sever yahut nefsini ve menfaatini. İşte birinci hâl yükseliş ikincisi çöküştür.
Bir diğeri “endişe duygusu.” İnsan ya maddî ve dünyevî problemleri kendisine dert edinir bunların endişesiyle ruhunu perişan eder. Yahut bu dünya yolculuğunun cehennemle son bulma endişesi onu durmadan çalışmaya gayrete ve duaya sevk eder. Birincisi aşağıların aşağısı ikincisi yüceler yücesidir.
Beş duyumuz da bu ölçüye vurulmalı. İnsan bunlarla sâlih amel de işleyebilir isyan ve günah da. Birinciler insanı en ileri makamlara ikinciler ise en derin azaplara hazırlar. Yine Nur Külliyatında “küfür mahiyet-i insaniyyeyi yıkar elmastan kömüre kalbeder” denilerek büyük bir hakikat dersi verilir. Demek ki insan ahsen-i takvim ile ifade buyrulan bir elmas mahiyetinde yaratılmış. Kendisini rıza çizgisinden istikamet hattından dışarı çıkarırsa ceza alarak aşağıların aşağısına atılıyor. Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize edilmiş. Bilim adamlarımızın ifadelerine göre elmasla kömürün temel taşları aynı. Sadece kristalleşme şekilleri farklı. İşte bu farklılıktan birbirine zıt iki mahiyet doğuyor. Aynı harflerle farklı kelimelerin yazılabilmesi gibi aynı insan mahiyetinden de birbirine zıt meyveler çıkabiliyor: Mümin-kâfir salih-fasık âdil-zâlim mütevazı-mağrur gibi.
Bu misâle göre:
• Ahsen-i takvim “en güzeli yazabilecek kıvamda kabiliyette yaratılmış olma.”
• Alâ-yı illiyyîn “bunu başarabilenlerin yüksek makamı.”
• Esfel-i safilîn ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşü.”
Allah Resulü (a.s.m.) “Dünya âhiretin tarlasıdır.” buyurur. O halde insan bu dünyada çekirdek kabilinden de olsa “alâ-yı illiyyîn” şerefine erecektir ki bu mazhariyet âhirette o yüce makam olarak kendini göstersin. Ve yine insan işlediği isyanlarla “esfele-i safilîne” lâyık olacaktır ki bu liyakat o dehşetli azabı meyve versin.
Sözün özü: Yüksek insanlar da alçak insanlar da bu dünyada yetişiyorlar. Ve âhirette her nefis kendi ameline uygun saadete eriyor yahut azaba düşüyor.
İlave bilgi için tıklayınız:
- İyilikleri Allah'tan kötülükleri nefisten bilmek ne demektir?
Selam ve dua ile...
İslami Destek Sitesi