Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Allah neden önceki dinleri muhafaza etmedide islamiyeti muhafaza etti?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:17    Güncellendi: 31.01.2025 23:17
Cevap

Değerli kardeşimiz

İlk din Yahudilik değildir. Ondan önce de çok şeriatlar ve peygamberler gelmiştir.

Hikmetini anlayamadığımız bazı şeylerde Allah’a bırakmak imanımızın kemalini ve dinimizdeki sadakatimizi gösterir.

Allah’ın yeryüzünde yarattığı şeylerin hepsi bir değildir. Kimini sebeplere bağlar kimini sebepsiz vasıtasız yaratır. Mesela insanların hepsi bir anne ve babadan gelirken Hz. Ademi (as) hem anne hem babasız Hz. İsa (as)'ı babasız Hz. Havva'yı annesiz olarak Hz. Adem'den yaratmıştır. Demek ki umumi kanunların dışında bazen hususi olarak hareket etmektedir.

Ayrıca ateş yakar ay ikiye yarılmaz ağaç yürümez asa yılan olamaz; sebepler açısından böyledir. Ancak Hz. İbrahim (as) yanmamış Ay ikiye ayrılmış ağaç Peygamberimizin (asm) emriyle yürümüş Hz. Musa (as)'ın Asası da yılan olmuştur. Allah’ın izniyle ve muradıyla bunlarda değişiklik olmuştur.

Yine bazı peygamberler gelmiş gönderildiği ümmetleri tarafından öldürülmüştür. Ama Hz. Musa (as) Hz. İbrahim (as) Hz. Muhammed (asm) gibi bazı peygamberlerini de muhafaza ederek korumuştur.

İşte aynı durum kitaplar için de geçerli olabilir. Diğer kitapların değiştirilmesine müsaade eden Allah hususi olarak lütfuyle Kur’an-ı Kerim’in değiştirilmesini engellemiştir. Bu sebepten dolayı Kur’an’ın özel koruması altında olduğunu belirtmiştir.

Hz İbrahim (as)’i ateşte yakmayıp koruyan Allah Kur’an-ı Kerimi de değişiklikten muhafaza etmiştir. Şimdi nefis ve şeytanımız "Neden diğer peygamberlerini öldürülmekten korumadı da Hz. İbrahim (as)’i korudu?" diyemeyeceği gibi bu konuda da fikir beyan edemeyecektir inşallah.

Hz.Adem (as)'in cennetten çıkarılması olmasaydı bu kadar insan terakki edemeyecekti. Tohumun ağaç olması için ambardan tarlaya girmesi gibi insanoğlu da Cennet ambarından dünya tarlasına inmiştir. Ta ki ağaç gibi terakki edebilsin. Bunun gibi diğer kitaplar değiştirilmeseydi o zaman Kur'an-ı Kerim'in gelmesi söz konusu olmazdı. Onlar değiştirilecek ki Kur’an'a yol açılsın. Ancak onların değiştirilmesinden sadece değiştirenler sorumludur.

Peygamberimizin (asm) diğer peygamberler arasındaki konumu bellidir. O (asm) alemlere rahmet olarak gönderilmiş ve peygamberliği belli bir zamana ve belli bir döneme ait olmayıp bütün zaman ve dönemleri içine alıyor. Hem de insan ve cinlere gönderilmiştir. Diğer peygamberler öyle değildir. Öyleyse bu peygamberin kitabı da bütün zaman ve mekanları içine alacak şekilde olmalıydı. Eğer değiştirilemez mührü olmasaydı insanlar bu kitabı da değiştireceklerdi. Bu mühür onu korumuştur.

Allah isterse hiçbir kimse ona karşı bir şey yapamaz. İşte Kur’an’ı muhafaza ederek bunu göstermiş oluyor.

Diğer İlâhî Kitablarla Kur'an Arasındaki Fark Nedir?

Kur'an'dan önce gelen ve bugün elde mevcut bulunan İlâhî kitapların hiçbiri Allah'ın peygamberlerine indirdiği semavî kitabların orijinali değildir. Bunların zamanla asıl nüshaları kaybolmuş insanlar tarafından yeniden yazılmışlardır. Bu yüzden de içlerine hurafeler ve bâtıl inançlar karışmıştır. Meselâ Tevrat'ın Hz. Musa (as)'dan sonra uzun asırlar esir ve sürgün hayatı yaşayan hattâ bir ara inançlarını bile kaybedip putperestliğe düşen Yahudiler tarafından muhafaza edilemediği; bugün elde olan nüshanın Hz. Musa (as)'dan çok sonra bâzı din adamları tarafından yazıldığı fakat Tevrat'ın aslı imiş gibi yeniden din kitabı olarak kabul edildiği bilinen tarihî gerçeklerdendir. Böyle uzun ve karışık bir devreden sonra ortaya çıkarılan bir kitabın Hz. Musa (as)'a indirilen Tevrat'ın aynısı olamayacağı açıktır. Bu yüzdendir ki içinde peygamberlere yakışmayacak isnad ve iftiralar yer almakta; tevhid dîninin ruhuna aykırı düşen hükümler bulunmaktadır.

Davud'a (as) gelen Zebur da Tevrat'ın mâruz kaldığı akıbetten kurtulamamıştır.

İncil'e gelince Hz. İsa (as) kendisine gelen vahiyleri yazdırmamıştı. Çünkü otuz yaşında peygamber olmuş otuz üç yaşında da peygamberlik vazifesi son bulmuştu. Üç sene gibi kısa bir süre içinde de köyden köye şehirden şehire dolaşıp halkı irşâd için uğraşmıştı. Son zamanlarında ise zaten Yahudilerin kışkırtmasıyla Romalı idareciler tarafından sürekli takip altında idi. Bu durumda İncil'i yazdırmak için ne zaman ne de imkân bulabilmişti. Nitekim bugün elde mevcut olan İnciller müelliflerinin adıyla anılmakta ve içinde Hz. İsa (as)'ın havarilerine verdiği vaazlarını ders ve irşadlarını ihtiva eden bir siyer kitabı görüntüsünü taşımaktadırlar. Üstelik de bunları yazanlar Hz. İsa (as)'ın havarileri olan ilk mü'minler değil onları görüp Hz. İsa (as)'a gelen İlâhî sözleri onlardan dinleyenlerdir.

Eldeki mevcut İncilerde bir takım muhteva ve anlatış farkları görülmektedir. Aslında bu İnciller M.S. 325 tarihinde İznik'te toplanan bin kişilik bir ruhanî konsülün kararı ile kabul edilmiştir. Bu heyet yüzlerce İncil'i incelemişler 318 üyenin ittifakı ile aralarından Hz. İsa (as)'ın ulûhiyet tarafı olduğunu ileri süren bugünkü dört İncil'i kabul edip diğerlerini yakıp imha etmişlerdir.

Görüldüğü gibi Hz. İsa (as)'ın -hâşâ- Allah'ın oğlu olduğu prensibi Hz. İsa (as)'dan yıllar sonra bir meclis kararı ile kabul edilmiştir.

Hattâ bu karara bâzı Hristiyan kiliseleri uymamışlardır. Bu bakımdan bugünkü dört İncil'in Hz. İsa (as)'a indirilen İncil'in aslına uygun olduğunu söylemek mümkün değildir.

Kur'an'ın Dışındaki İlâhî Kitablar Tahrif Edildiklerine Göre Bunlara İman Nasıl Olur?

Biz Müslümanlar Hz. Musa Hz. Dâvud ve Hz. İsa Aleyhimüsselâm'a Tevrat Zebur ve İncil adını taşıyan İlâhî kitaplar gönderildiğine ve bu kitapların hak ve tevhid dînine aykırı hiçbir hüküm taşımadığına inanırız. Fakat ne var ki bu kitaplar sonradan muhafaza edilemeyerek asılları kaybolmuştur.

Bugün Yahudi ve Hristiyanların ellerinde bulunan kitapların içinde peygamberlere indirilmiş olan vahiylerden hiçbir şey yoktur diyemeyiz. Fakat içine hurafe ve bâtıl itikadlann karıştığı da bir vakıadır. Bu sebeble bu kitaplara karşı ihtiyatlı davranırız. İçinde bulunan Kur'an'a uygun hükümlerin vahiy mahsulü olduğunu kabul ederiz. Kur'an'a zıd düşen hükümlerin ise sonradan o kitaplara ilâve edildiğine ihtimal veririz. O kitapların Kur'an'a uygunluk veya zıd düşme durumu söz konusu olmayan haberlerinde ise sükût ederiz. Ne kabul ne de reddederiz. Çünkü onların vahiy eseri olma ihtimali olduğu kadar olmama ihtimali de vardır.

Bu hususta Ebû Hüreyre (ra) şöyle demiştir:

"Ehl-i Kitab Tevrat'ı İbranice (metni) ile okurlar Arab diliyle de Müslümanlara tefsir ederlerdi. Bu hususta Resûlüllah (asm) ashabına şöyle buyurdu:

Siz ehl-i kitabın sözlerini ne tasdik ne de tekzib ediniz. Ancak deyiniz ki: "Biz Allah'a bize indirilen Kur'an'a; İbrahim'e İsmail'e İshak'a Yâkub ve torunlarına indirilenlere; Musa'ya ve İsa'ya verilenlere ve (bütün) peygamberlere Rabları katından gönderilen (kitab ve âyetler)'e îman ettik. Onlardan hiçbirini (kimine inanmak kimini inkâr etmek suretiyle) diğerlerinden ayırdetmeyiz. Biz (Allah'a) teslim olmuş Müslümanlanz." (Bakara 2/136)

Kur'an Tahriften Nasıl Uzak Kalmıştır?

Allah'ın son mukaddes kitabı bütün insanlığa İlâhi fermam olan Kur'an yirmi üç senede âyet âyet sûre sûre nazil olmuştur. Peygamber Efendimiz (as) kendisine nazil olan âyet ve sûreleri yanında bulunan sahabelerine okur sahabeler de onu ezber ederler bir kısmı da yazardı. Bundan ayrı olarak Peygamber Efendimizin (as) vahiy kâtipleri vardı. Bunlar nazil olan âyetleri ve sûreleri özel olarak yazmakla vazifeli idiler.

Gelen âyet ve sûrenin nerede yer alacağı Kur'an'ın neresine gireceği de bizzat Peygamberimize (asm) Cebrail (as) vasıtasıyla bildiriliyor o da vahiy kâtiplerine tarif ederek gerekeni yaptırıyordu. Böylece Hz. Peygamberin (as) sağlığında Kur'an'ın tamamı yazılmış nereye neyin gireceği belli olmuştur. Aynca Cebrail (asm) her Ramazanda gelir o güne kadar nazil olmuş âyet ve sûreleri Peygamberimize (asm) yeni baştan okurdu. Efendimizin (asm) vefatından evvelki son Ramazanda Hz. Cibril (as) yine gelmiş ancak bu sefer Kur'an'ı Peygamberimizle (asm) iki sefer okumuşlardı. Birinci sefer Hz. Cibril (as) okumuş Peygamberimiz (asm) dinlemiş; ikinci seferde ise Peygamberimiz (asm) okumuş Hz. Cibril (as) dinlemişti. Böylece Kur'an son şeklini almıştı.

Bununla beraber Hz. Peygamber (asm)'in sağlığında Kur'an henüz müstakil bir cilt hâlinde bir araya toplanmış da değildi. Sayfalar halinde sahabeler arasında dağınık olarak bulunuyor hafızalarda ezberlenmiş halde duruyordu. Fakat neyin nereye gireceği gayet kesin ve net şekilde bilinmekteydi.

Nihayet Hz. Ebû Bekir (ra)'in hilâfeti zamanında görülen lüzum üzerine Zeyd bin Sâbit'in başkanlığında vahiy kâtiplerinden ve kuvvetli hafızlardan müteşekkil bir komisyon kuruldu. Kur'an'ın bir cilt hâlinde bir araya toplanma işi bu komisyona havale edildi. Ashabdan herkes elinde yazılı bulunan Kur'an sayfalarını getirip bu komisyona teslim ettiler. Hafızların ve vahiy kâtiplerinin elbirliği ile çalışmaları sonunda sayfalar sûre ve âyetler Peygamberimizin (as) tarif ettiği şekilde yerli yerine kondu. Böylece Kur'an Mushaf adıyla tek kitap hâline getirilmiş oldu.

Artık Kur'an için unutulma kaybolma tahrif ve tebdile uğrama diye bir şey söz konusu olamazdı. Zira aslı Hz. Peygamber (asm)'e gelen şekliyle eksiksiz ve noksansız şekilde tesbit edilmişti.

Hz. Osman (ra) zamanında görülen lüzum üzerine bu Mushaftan yeni nüshalar çoğaltılıp çeşitli memleketlere gönderildi. Bugün elde mevcut olan Kur'anlar işte bu Kur'an'dan çoğaltılmıştır.

Kur'an tesbit edilişindeki sağlamlık itibariyle diğer ilâhi Kitablardan farklı olarak hiçbir tahrifat ve değişikliğe uğramadan vahiy mahsulü olan şekliyle tesbit edilip ortaya konmuş; 1400 senedir de muhafaza edilerek gelmiştir. Bunda Kur'an'ın edebî icaz ve i'câzının yani ezberleme kolaylığının hiçbir insan sözüne benzememesinin ve söz olarak hiçbir taklidinin yapılamamasının edebiyat ve belagatına erişılememesinin ve zaptında a'zamî titizlik gösterilmesinin büyük rolü olduğu kesindir. Fakat asıl sebeb Kur'an'ı Cenâb-ı Hakk'ın hıfz ve himayesine alması onu kıyamete kadar lâfız ve mânâ bakımından bir mu'cize olarak devam ettirmeyi taahhüd etmesidir. Nitekim Kur'an'da şöyle buyurulur:

"Muhakkak ki bu Kur'an'ı biz indirdik ve onu koruyacak muhafaza edecek devam ettirecek de biziz." (Hicr 15/9)

Bugün yeryüzündeki bütün Kur' anlar aynıdır. Hiçbir farklılık ve değişiklik yoktur. Ayrıca milyonlarca hafızın ezberinde bulunmakta her an milyonlarca dil ile kırâet edilip okunmaktadır. Bu özellik Kur'an'dan başka herhangi bir beşeri kitaba nasib olmadığı gibi semavi kitablardan hiçbirine dahi nasib olmamıştır. Allah'ın son kelâmı hükmü kıyamete kadar baki ezelî fermanı olan Kur'an'ın böyle eşsiz bir makam ve ulvi bir şerefe nail olması da elbette zaruri ve lüzumludur. (bk. Mehmed Dikmen İslam İlmihali Cihan Yayınları İstanbul 1991 ss. 94-97)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet