Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Seyyar satıcılara verdiğimiz zarardan sorumlu muyuz?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:17    Güncellendi: 31.01.2025 23:17
Soru Detayı

- Zabıta ve belediyecilik gibi kamu görevlerini yerine getirirken nasıl davranmak gerekir; vatandaşa verdiğimiz zararlardan sorumlu olur muyuz?
- Seyyar satıcıların mallarını bazen ellerinden alıyoruz ve seyyar arabasını kırıyoruz...

Değerli kardeşimiz

İkinci halife Hz. Ömer (r.a.) zamanında tam teşkilatlı bir müessese haline gelen hisbenin yani zabıta ve belediyeciliğin temeli Kur'an-ı Kerîm'deki "el-emr bi'l-marif ve'nnehy ani'l münker" ayetine dayanmaktadır. Temeli böyle bir emir olan hisbenin değil sadece Hz. Ömer (ra); bütün ashab tarafından uygulanmış olması gerekir. Bununla beraber bu müessesenin Hz. Ömer (ra)'e nisbet edilmesinin sebepleri hisbe ile ilgili bazı eserlerde açıklanmış bulunmaktadır (bk. Mansur b. Seyyid Ali Nisâbu'l-İhtisâb İsparta Halil Hamit Paşa Küt. Yaz. vr. 90-91). Ancak bu sebepler dikkate alınmasa bile diğer pek çok müessesede olduğu gibi hisbe teşkilatının da bu dönemde müessese olarak ortaya çıkmış olması normal karşılanmalıdır.

İyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek gâyesiyle kurulan bu müessesenin başında bulunan muhtesib dinin hoş karşılamayıp çirkin gördüğü her türlü kötülüğü (münkeri) ortadan kaldırmaya çalışırdı. Gerçi İslâm'da iyiliğin emredilmesi ve kötülüklerden sakınılmasına nezâret etme bütün Müslümanların yerine getirmesi gereken ortak bir vazifedir. (Âlu İmran 3/110-114; et-Tevbe 9/71). Ancak diğer bazı emirlerde olduğu gibi bunun da bir grup Müslüman tarafından ifâ edilmesi diğerlerini de sorumluluktan kurtarır. İşte bunun bir sonucu olarak İslâm müesseseleri arasından bu vazifeyi yüklenen "İhtisâb müessesesi" doğdu.

Günümüzde görev ve yetkileri tek müessesede toplanamayacak kadar çok olan hisbe teşkilatının dayandığı esaslardan bir bölümü İslâm hukukuna bir bölümü de İslâm devlet başkanının takdir alanına girer [Hacr Halîfe (Kâtib Çelebi) Keşfu'z-Zünûn an Esâmi'l-Kütüp ve'l-Fünûn nşr. Ş. Yalıkaya-Kilisli Rifat Bilge İstanbul 1941 I 15]. Bu bakımdan müessesenin başında bulunan muhtesib cemiyet huzurunun sağlanmasında önemli derecede rol oynayan bir görevlidir diyebiliriz.

Günümüzde Zabıta memurları ve sorumluları bu görevlerin bir kısmını üzerlerine almaktadır. Bu görevi yaparken hak ve adalet için gerekli sorumlulukları hassasiyetle yerine getirmelidir. Ne kullara zulmetmeli ne de hakkı çiğnetmelidir.

Buna göre vazifelerinin başındayken üzerlerine düşen görevi yapan memurlar sorumlu olmazlar. Bu görevi yaparken bir kuşu avucunda tutar hassasiyetiyle hareket edilmelidir. Sıkarsan ölür gevşek bırakırsan kaybolur. Bunun gibi zabıta görevleri de bu hassas çizgiyle yerine getirilmelidir.

Konuyu kaynaklarıyla ve bu görevi yaparken dikkat edilmesi gereken kurallarıyla görmek için aşağıdaki çalışmayı okumanızı tavsiye ederiz:

İSLÂM'DA İCTİMÂÎ TERBİYE VE KONTROL (İHTİSAB MÜESSESESİ)

Umûmî Olarak Cemiyet Ferd Münasebetleri ve İçtimâî Kontrol:

İnsan yaratılışı ve tabiatı icabı medenîdir. Bu sebeple eskiler ona "medeniyyü't-tabı'" demişlerdir. Bunun mânâsı insan hayatının tek başına olamayacağı cemiyetsiz veya cemiyete karşı olan ferdin hayatını devam ettiremeyeceğidir.

Öte yandan "cemiyetin yaşayabilmesi hayatını idame ettirebilmesi için bütün cemiyetlerde insanların muayyen bazı problemleri halletmiş olmaları lâzımdır: Ferdlerin aslî biyolojik ihtiyaçları karşılanmalı gençler sosyalleştirilmeli hastalara bakılmalı ölüler defnedilmeli dinî vecibeler yerine getirilmelidir.

"Her cemiyet kendi problemlerini halletmek maksadiyle muayyen birtakım nizam ve kaideleri benimser; bunlar nesilden nesile intikal etmek üzere gelenek halini alır."1

Ferdin terbiyesinde karakter ve şahsiyetinin teşekkülünde buna bağlı olarak hüküm ve davranışlarında daha çok iki unsur üzerinde durulmuştur: Ana ve babadan intikal eden "verâset" ile aileden millete kadar birbirine geçmiş halkalar halinde ferdi çerçeveleyen "çevre." Ferdin içinde yaşadığı ve yetiştiği "cemiyet" de çevrenin önemli bir cüz'ü veya geniş bir halkasıdır. XIX. ve XX. asır sosyologları terbiye sosyolojisinin mevzûuları içinde "ictimâî kıymet hükümleri" ile bunların cemiyet içinde yaşamasını gelecek nesillere intikalini temin eden "ictimâî kontrol ve baskı" problemleri üzerinde önemle durmuşlardır. "Bir şeyi kontrol etmek ona tekrar bakmak kısaca onun üzerinde bir hâkimiyet sağlamaktır. Cemiyetin kontrolü de ferd üzerinde gereken hâkimiyeti sağlayabilmesi ona kendi varlığını hissettirmesidir. Ferd cemiyet varlığını ne derece kendi üzerinde hissederse; yani kontrol altında olduğunu anlarsa davranışlarında o derece çeki düzen vardır; yani ferdin davranışları bu takdirde gelişi-güzel değil disiplinli ve emirlere yönelmiş özelliktedir."2

E.A. Ross'a göre cemiyette içtimâî kontrolü temin eden vasıtalar ve müesseseler vardır; bunlar halkoyu kanunlar inançlar cemiyet emirleri terbiye gelenekler din seremoniler sanat ictimâî değerler ve ahlâktır.

İslâm'da:

İslâm insanın peşin bir günahı omuzlarında taşıyarak dünyaya geldiğini kabul etmez. Herkesin taşıyacağı ve mes'ul olacağı kendi işleyeceği günahlardır.3 İnsan iyi veya kötü olmaya müsait beşerî bir fıtrata sahiptir. Onun terbiyesinde bu fıtrat yanında en büyük rolü çevre oynayacaktır. Bir hâdis-i şerif

"Her çocuk fıtrat üzere doğar; sonra ana ve babası onu Yahudi veya Mecûsî yahut da hıristiyan kılar."4

buyurarak mezkûr çevrenin en yakın unsuruna işaret etmiştir.

Nasıl bir ana-baba çocuklarını terbiye hakkına sahip buna mukabil onun geçimini ve zarûrî ihtiyaçlarını temin ile mükellef ise tıpkı bunun gibi İslâm cemiyeti de ferdlerin dinî ve ahlâkî davranışlarını kontrol etmek ona doğru yolu göstermek hakkına sahip buna mukabil en son mercî olarak onun zarûrî ihtiyaçlarını temin ile mükelleftir. Nafaka zekât beytü'l-mâl müesseseleri bu mükellefiyeti yerine getirirken "emr-i bi'l-ma'rûf nehy-i ani'l-münker" veya "hisbe ve ihtisâb" adıyla bilinen İslâm'a has bir müessese de birinci hak ve vazifeyi ifâ etmektedir.

Bu yazımızda önce ihtisâb müessesesini nazarî bakımdan ele alıp inceleyecek sonra da İslâm tarihi içinde ihtisâbın tatbikatını tetkik edeceğiz.

Kaynaklar:

Hisbe (ihtisâb) mevzûu Doğu'da ve Batı'da incelenmiş İslâm Hukuku ve İslâm müesseselerinden bahseden eserler mevzûları arasında buna da yer vermişler ayrıca hisbe üzerine müstakil kitaplar yazılmıştır.

Birinci grup içinde Gazzâlî'nin İhyâ'sı İbn Haldûn'un Mukaddîme'si Makrizî'nin Hıtât'ı Mâverdî ve Ferrâ'nın Ahkâmu's-sultâniyye isimli kitapları zikre şâyandır.

"Arapça Kitaplarda Hisbe" başlığını taşıyan bir makaleden anlaşıldığına göre hisbe mevzûundaki müstakil Arapça kitap sayısı 30 civarındadır.5 Bunlardan İbn Teymiyye'ye ait olanı müellifin fetvâ kolleksiyonu arasında neşredilmiş 6 telebesi İbn Kayyim tarafından da et-Turûku'l-hükmiyye isimli eserinde hulâsa edilmiştir.7 Ayrıca Abdurrahman b. Nasr eş-Şizerî'nin (v. 589/1193) Nihayetü'r-rutbe fî talebi'l-hisbe isimli eseri Dr. Seyyid el-Bâz tarafından neşredilmiştir; (Kahire 1946) İbn Uhuvve'nin Me'âlimu'l-kurbe... isimli eseri de 1976 da yine Kahire'de basılmıştır.

Türkiye'de ihtisâb müessesesi üzerinde en geniş yazı Osman Nurî (Ergin) tarafından Mecelle-i Umûr-i Belediyye isimli eserinde kaleme alınmıştır. Bu yazıda Osmanlılardan önce ihtisâb mevzûu çok kısa nakillerle geçilmiş nazarî bakımdan ihtisâb Şeyhülislâm Hayderîzade İbrâhim Efendi'nin Sebîlürreşâd mecmuasında intişâr eden makalelerinden iktibas edilmiş bu makaleler de başlıca Gazzâlî'nin İhyâ'sından naklolunmuştur. Osmanlılar'da ihtisâb daha geniş bir şekilde ele alınmış bu arada Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmûası'nın 1327. sene 9 ve 10. sayılarında M. Gâlib tarafından yazılan "İhtisâb Ağalığı" başlıklı makale hemen aynen alınmıştır.8

İslâm Ansiklopedisi'nde E.V. tarafından yazılan "Hisbe" ve R. Lévy tarafından yazılan "muhtesib" maddeleri kısa ve yetersizdir. Zikredilen kaynaklar da eksiktir. M. Gaudefroy-Demombynes'in Les Instution Musulmane isimli kitabında (Paris 1946 S. 158-162) ve Louis Milliot'nun Introduction a l'etude du Droit Musulmane adlı eserindeki (Paris 1953 s. 716-720) hulâsalar faydalıdır. Colin et levi-Provençal'a ait olan Un Manuel hispanikue de hisba (Paris 1931) ise müstakil olarak hisbe mevzuûna aittir.

Bu mevzûdaki en yeni ilmî etüd Dr. Yusuf Ziyâ Kavakçı'nın İslâm Araştırmaları Enstitüsünde halen hazırlamakta olduğu eser olacaktır.*

NAZARÎ SAHADA İHTİSÂB

Tarif ve Mahiyeti:

Hisbe ve ihtisâb saymak ve hesap etmek mânâsına gelen "hisâb" ile aynı kökten olup İslâm İdâre Hukuku'ndaki mânâsı muhtesibin (hisbe memurunun) çeşitli zaman ve yerlerde değişik olan vazife ve salâhiyetine göre farklı olmuştur. Umûmî olarak önceleri "hisbe" devlet muhasebesi ve muhasebe dairesi mânâsında sonraları hâssaten zâbıta; ahlâk ve çarşı zâbıtası için kullanılmıştır.9 Aynı mânâda "İhtisâb" kelimesi de kullanılmış ve memuruna "muhtesib" denmiştir.

İhtisâb kazâ salâhiyet ve velayeti içinde mutalâa olunmuş10 bu sebeple alâkalı eserlerde İslâm kazâ sistemi** veya halifenin şahsında toplanan ve onun başkalarına tevcih ettiği velayetler11 içinde incelenmiştir. Bu arada "emr-i bi'l-mârûf ve nehy-i ani'l-münker" ile aynı mânâda olduğu düşüncesiyle bu başlık altında ele alındığı da olmuştur.12

Bu fasılda İslâm esaslarına göre nazarî bakımdan ihtisâbı tetkik ettiğimizden Gazzâlî ve Mâverdî gibi müelliflerin tarifini tercih edeceğiz ki buna göre ihtisâb açıkça terkedildiği zaman marûfu emretmek ve alenî olarak işlendiği zaman münkeri menetmekten ibarettir.13

Muhtesibin vazifeleri ve benzer müesseselerle mukayesesini yaparken yukardaki şümullü tarifin kayıt ve şartlarını da açıklamış olacağız. Tariften anlaşılacağı üzere ihtisâbın dinî mesnedi marûfu emir ve münkeri nehiy prensibidir. Şu halde önce bu prensibin İslâmî kaynaklar ve esaslar içindeki yerini hüküm ve değerini tesbit etmek gerekecektir. Biz bu tabiri "dinin emir ve yasaklarına nezaret etmek" şeklinde de ifade edebiliriz ki bu "ictimâî kontrol"ün İslâm'a has bir nev'ini teşkil etmektedir.

Müslümanların Dinin Emir ve Yasaklarına Nezaret Etmelerine Dair Esaslar:

1. Âyetler:

"İçinizden iyiliğe çağıran iyi iş işlemeyi (marûfu) isteyen ve kötü işten vazgeçiren (münkeri nehyeden) bir cemâat bulunsun; selâmeti bulanlar ancak onlardır."14

Âyette geçen "...bulunsun" sözü emirdir ve gereğinin yerine getirilmesinin farz olduğunu ifade eder. Ancak "hepiniz yapın" demediği ve "içinizden bir cemaat..." kaydı bulunduğu için farzın kifâî olduğu bir grup bu vazifeyi yerine getirince diğerlerinin mes'uliyet taşımayacağı ve kurtuluşun herkese şâmil olacağı; tamamen ihmal edildiği takdirde ise herkesin mes'ul olacağı yine mezkûr ayetin delâletinden anlaşılmaktadır.15

"Ehl-i kitâbın- hepsi bir değildir. İçlerinden öyle dosdoğru bir cemâat vardır ki geceleri secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okurlar. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar iyiliği emrederler kötülüğü nehyederler hayır işlerine koşuşurlar; işte bunlar iyilerdendir."16

"Erkek-kadın müminler birbirinin yakını ve yardımcısıdır. Onlar iyiliği emreder kötülüğü nehyeder namazı dosdoğru kılarlar."17

"Siz insanlar için -hayat sahasına- çıkarılmış en iyi ümmetsiniz; iyiliği ister kötülüğü istemezsiniz ve Allah'a iman edersiniz."18

Bu ayette "en iyi (hayırlı) oluş" emir ve yasaklara nezaret etmek ile Allah'a iman eylemek vasıflarına bağlanmıştır.

"İsrailoğullarından kâfir olanlar isyan etmeleri ve haddi aşmaları yüzünden Dâvûd ve Meryem oğlu İsâ diliyle lânete uğradılar. Onlar -kötülük- yaptıkları zaman birbirlerini kötülükten alıkoymağa uğraşmazlardı. Bu yapmakta oldukları ne çirkin şeydi!"19

Bu ayet-i kerîmede de lânete uğramanın sebebi "emir ve yasaklara nezaret vasifesinin terki" olarak gösterilmiştir. Daha birçok ayet açık veya kapalı olarak aynı hükümleri teyid etmektedir.

2. Hadîsler:

Hz. Ebû Bekir (ra) bir hitâbesinde şöyle demiştir:

"Ey nâs! Siz şu ayetin mânâsını yanlış anlayarak okuyorsunuz: 'Ey iman edenler! Size kendiniz gerek; siz doğru yolda iseniz yoldan sapan size zarar vermez.'20 Halbuki ben Resûlullâh (sav) şöyle derken işittim: "İnsanlar dinin kötü saydığı bir şeyi görüp de onu değiştirmezlerse Allah cezasını hepsine teşmil ediverir." Bir başka rivayette "...güçleri yettiği halde değiştirmezler ise..." şeklinde ifade edilmiştir.21

Ebû Saîd el-Hudrî'den (ra) rivayet edildiğine göre Rasulullâh (sav) şöyle buyurmuştur.

"Sizden kim bir münkeri görürse onu eliyle düzeltsin gücü yetmezse dili ile yine gücü yemezse kalbi ile düzeltsin; bu da imanı en zayıf olandır."(Müslim İman: 20)

Numan b. Beşîr'den; dediğine göre Resûlullâh (sav) şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın yasakları mevzûunda nemelazımcılık edenle onları işleyenlerin misâli kur'a ile bir gemiye binerek kimi alt katına kimi de üst katına düşen bir topluluktur. İmdi alttakiler su için yukarıdakilerin yanına uğrayıp geçmiş onlar da bundan rahatsız olmuşlardır. Bunun üzerine beriki bir balta almış ve geminin altını delmeğe başlamıştır. Yukarıdakiler ona gelmiş ne yaptığını sormuşlar o da 'Benim yüzümden rahatsız oldunuz suya da ihtiyacım var.' cevabını vermiştir. Bu durumda ona mâni olurlarsa hem onu kurtarmış olurlar hem de kendileri kurtulur. Eğer onu kendi haline bırakırlarsa onu da kendilerini de mahvetmiş olurlar." (Buharî İfk: 20).

Usâme b. Zeyd'den; dediğine göre Resûlullâh (sav) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet günü adam getirilir ve ateşe atılır bağırsakları ateşe fırlar ve adam eşeğin değirmeni ile döndüğü gibi orada döner. Cehennemlikler onun başına birikerek 'Ey filan sana ne oldu? Sen bize ma'rufu emreder ve münkerden de nehyeder değil miydin?' derler. O da'Size iyiyi emrettiğim halde onu yapmazdım kötüyü yasakladığım halde onu da yapardım.' der..."(Buhârî Fiten: 17).

Huzeyfe'den rivayet edildiğine göre Resûlullâh (sav) şöyle buyurmuştur:

"Allah'a yemin ederim ki ya iyiliği emredip kötülüğü yasaklayacaksınız yahut da Allah üzerinize nezdinden bir azab gönderecek; sonra duâ edeceksiniz fakat duânız kabul olunmayacaktır." (Tirmizî'den).

Urs b. Umeyre'den o da Resûlullâh'tan (sav); şöyle buyurmuştur:

"Yeryüzünde günah işlenince onu gören ve tasvib etmeyen ondan uzakta bulunmuş gibidir." (Ebû Dâvûd'dan)

Yukarıda zikredilen ayet ve hadîsler bu mevzûdaki nassların tamamı olmamakla beraber İslâm'ın ona ne kadar ehemmiyet verdiğini göstermeğe kâfidir. Görüldüğü üzere İslâm dinî vecibelerin yerine getirilmesinin kontrol ve teminini emir ve yasaklara nezaret vazifesinin ifâsını bütün Müslümanlardan istemiş bu vazife yeter sayıdaki insanlar tarafından yapılırsa geri kalanların mes'uliyetten kurtulacaklarını ifâde etmiştir. İşte bu sebeple İslâm müesseseleri arasında bir de "ihtisâb müesesesi" vücud bulmuş -ileride görüleceği üzere- Hz. Ömer (ra)'den beri ümmeti temsil eden devlet başkanları yeteri kadar muhtesib tayin edegelmişlerdir. Gerek devlet memuru olarak ve gerekse Allah rızası için ihtisâb işini yapan22 kimselerin belli vasıfları olacaktır. Kaynaklar bu vasıflar ile muhtesibin diğer bazı devlet memurlarından farkları üzerinde uzun boylu bilgiler vermiş çeşitli görüşler aksettirmişlerdir.

1. Muhtesibde Aranan Şartlar:

a) Mükellef olmak: Mükellefiyet çağına gelmemiş bir çocuğun emir ve yasaklara nezaret etmesi gerekli ikazda bulunması câiz olmakla beraber bu ona vazife değildir. Bilfiil menetmek ve meşru olmayan şeyi ortadan kaldırmak ise ancak memur olan ve devlet otoritesini temsil eden memurun yapabileceği iştir. Ve bunun mükellef olması şarttır.

b) Müslüman olmak.

c) İyi ahlâk (adâlet) sahibi olmak: Bazı kimseler yukarıda bir örneği geçen başkalarını kontrol ve ikaz ettiği halde kendileri dinî vecibeleri yerine getirmeyen kimseleri kınayan nasslara bakarak söylediğini yapmayan ve iyi ahlâk sahibi olmayanların ihtisâbı ifâ edemeyeceklerini ileri sürmüşlerdir. Gazzâlî peygamberler dışında hiç kimsenin küçük ve büyük gühahlardan ve kusurlardan uzak olamayacağını bir kimsenin günah ve kusurunun doğru bildiğini söylemesine başkalarını günah işlemekten menetmesine mânî teşkil etmeyeceğini öne sürerek -mutlak mânâda- adâlet şartını kabul etmemiştir.23

d) Resmî selâhiyet: Bu şartı kabul edenlere göre halktan herhangi bir fert ihtisâb yapamaz muhtesibin devlet başkanı veya vali tarafından tayini gerekir.

Gazzâlî bütün Müslümanlara hitab eden ve onları mükellef kılan nassları gözönüne alarak bu şartı da reddetmiştir.

e) Güç Sahibi Olmak: Âciz olan ikaz ve önleme vazifesini yapmağa kalkışınca maddî veya mânevî önemli bir zarara uğrayacağını bilen kimselerin gayrimeşrû fiil ve davranışları gönülden tasvib etmemekle yetinecekleri bir hadîs-i şerif'te geçmişti. Bu noktada hem korku hem de faydalı oluş bir arada değerlendirilirse ortaya dört şık çıkar:

1. İhtisâbın hem fayda vermeyeceği hem de yapana zarar getireceği mâlûm ise bunu yapmak gerekli değildir.
2. Söz ve fiili ile münkerin ortadan kalkacağını ve kendisine bir zarar gelmeyeceğini bilen kimsenin bunu yapması gereklidir.
3. Ne fayda ne de zarar getireceğini bilen kimseye ihtisâb farz olmamakla beraber dinin esaslarını tebliğ bakımından yapması faydalı ve tercihe şayan kabul edilmiştir.
4. İhtisâbıyla meşrû olmayan duruma mâni olabileceğini fakat bundan zarar görebileceğini bilen kimsenin durumuna gelince; buna ihtisâb farz olmamakla beraber haram da değildir; hattâ müstehabtır.

"Cihadın en üstünü zalim devlet başkanına karşı hakkı söylemektir."24

"Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın."25

ayetini ileri sürenlere karşı Gazzâlî "meselâ savaşa girmek de kendini tehlikeye atmaktır buradaki tehlikeden maksat faydasız veya zararı daha çok olandır..." diyerek cevap vermiştir.26

Aynı müellif ihtisâbın dâvet edeceği zarar üzerinde de durmuştur. Muhtemel zarar ya insanın maddî ve mânevî varlığına veya içtimaî mevkiine ait olabilir.

Ayrıca zarar ya mevcudu yokedici elden alıcı olur; yahut da beklenen bir faydanın gelmesine mâni olur. Bunlardan ancak birincisi için gerçek mânâda zarar tâbiri kullanılabilir. Şu halde mevcut hastalığı tedavi eden tek doktora karşı tedaviyi terkedeceği korkusu ile ihtisâb terkedilebilirse de "İleride hasta olursam beni tedavi etmez." korkusu ile ihtisâbın terki tecviz edilemez.27

Zarar muhtesibin şahsında kalmaz; yakın uzak başkalarına da şâmil olursa bu durumda ihtisâb yapılmayacaktır. Bu da bir nevi acizlik sayılmıştır.

2. Muhtesib ile Kadı ve Mezâlim Hâkimi Arasındaki Farklar:

Kadı İslâm'da normal mahkemenin hâkimidir. Şer'î mahkeme usulüne göre dâvaları kabul eder ve hükme bağlar. Kadılık müessese olarak daha Hz. Peygamber (sav) zamanında teessüs etmiştir.

Mezâlim divan veya mahkemesi ise kadılar veya yüksek devlet memurlarının hüküm ve tasarruflarındaki zulüm iddialarına bakar. Bu mahkeme ilk olarak Emevî Halife Abdulmelik (v. 86/705) tarafından kurulmuş28 ve hâkimliğini de bizzat halife deruhte eylemiştir. Halife Ömer b. Abdulaziz Mehdi Hârun Reşid de bizzat bu vazifeyi yapmışlar sonra Hârûn İmam Muâmmed'i divân-ı mezâlim hâkimi tayin eylemiştir.29

Bu kısa bilgiden sonra asıl mevzuumuz olan farklara geliyoruz:

a) Hisbe ile kazâ arasında iki yönden benzerlik vardır:

     1. Muhtesib de kadı gibi dâvalara bakar ve hüküm verir; ancak onun sahası ancak ölçü ve tartı eksikliği hile aldatma vakit gelmiş borcu ödememe gibi belli konulardır.
     2. Muhtesib de kadı gibi -kendi sahasında- mahkûmu hükmün icabını yerine getirmeye icbar eder.

b) Muhtesib isbata muhtaç hak ve dâvalar ile meşgul olmaz; bu dâvalar kadıya aittir. Onun sahası açık (meşhud cürümler) ve itiraf edilmiş haklardır.

c)Kadı kendisine getirilen dâvalara bakar; çarşı-pazar gezerek haksız ve gayrimeşrû fiil ve hâdiseleri kontrol etmez. Halbuki bunlar muhtesibin vazifeleri cümlesindendir.

d) Muhtesibin davranışlarında otorite ve heybet kadınınkinde ise vakar ve teenni hâkimdir.30

3. Muhtesib ile Mezâlim Hâkimi Arasındaki Farklar:

    a) Mezâlim hâkimi kadıların üstündedir onların âciz kaldığı sahalarda hüküm verir. Muhtesib ise kadılardan daha aşağı bir rütbe ve selâhiyet sahibidir.

    b) Mezâlim hâkiminin kendisine arzedilen her mevzûda hüküm verme selâhiyeti vardır.31

İhtisâba Mevzû Teşkil Eden Fiillerin Şartları:

İhtisâbın meşrû olmayan dinin kötü ve çirkin kabul ettiği fiil ve davranışlara karşı yapılacağı ifade edilmişti. Mezkûr fiilerin hâlen mevcut apaçık ortada ve ictihada muhtaç olmaksızın sâbit olmaları lâzım geldiği de ilâve edilirse ortaya dört şart çıkmış olur:

1. Fiil münker olacak: Burada günah haram gibi tâbirler yerine "münker" kullanılıyor; çünkü münker dinin vücuda gelmesini menettiği şey mânâsında olarak daha geniş bir mefhuma sahiptir. Meselâ çocuk veya delinin şarap içmesine günah denemez fakat münker denir ve menedilmesi gerekir.

2. İhtisâbın zamanı münkerin icra edildiği zamandır; olmuş geçmiş veya olması muhtemel bir fiile karşı ihtisâb yapılmaz;

3. Münker açıkta icrâ edilmekte olacak: Gizlenen münkeri arama yaparak tecessüs ile ortaya çıkarmak câiz değildir. Rivayete göre -hem Resûlullâh (sav) hem de kendi zamanında ihtisâb vazifesini yürüten- Hz. Ömer (ra) birisinin duvarından aşarak adamı münker bir iş üzerinde yakalamış; adam Hz. Ömer (ra)'e "Ey müminlerin emiri ben bir münker işledim sen ise üçünü işledin; Allah tecessüsü menetti onu yaptın; evlere kapılarından girin dedi tepeden indin; girerken izin isteyin dedi istemedin." demiş Hz. Ömer (ra) de onu tasdik etmiş ve bir daha yapmaması şartıyla serbest bırakmıştır.32

4. Dinde ictihad ve ihtilâf mevzûu olan fiiller de ihtisâba tâbî değildir. Bir Şâfiî velisiz nikâh yapan nebiz33 içen bir Hanefîyi bundan menedemez. Çünkü bulûğa ermiş bir kızı rızâsıyla fakat velisinin izni olmaksızın nikâhlamak ve nebiz içmek Şâfiîlere göre değilse bile Hanefîlere göre sahih ve câizdir.

İhtisâbın Metodu:

İhtisâbda takip edilecek usûl ve başvurulacak çareler üzerinde de durulmuştur. Bu çareler hafiften şiddetliye doğru şöyle sıralanmaktadır: Bilmek bildirmek yasaklamak öğüt vermek tekdir etmek ve azarlamak el ile müdahale edip düzeltmek sopa ile tehdit sopalamak silâh çekmek zâbıta kuvvetleriyle duruma hâkim olmak. Bunların yeri ve kullanılışı üzerinde yapılan açıklamaları kısaca arzediyoruz:

1. Bilmek haberdar olmak: Bundan maksat münkerin işlendiği anda buna muttalî olmak ve bilmektir. Daha önce de zikredildiği üzere münkerin işlenip işlenmediğini öğrenmek için tecessüste bulunmak halkın gizli kapaklı işlerini araştırmak câiz değildir. Bilgi ya iyi ahlâklı iki şâhidin bildirmesi veya açıkça işlendiği için görülmesi yollarından elde edilecektir.

2. Öğretmek: Münkerin yapılmasının sebebi bazen bilgisizliktir. Bilmediği için emir ve yasakları çiğneyen dinî talimâta aykırı hareket eden kimseler vardır. Bunlara bilmedikleri husûslar münasip şekilde anlatılırsa davranışlarını düzeltebilirler. Ancak çok kimse bilgisizliğinin ortaya çıkmasına tahammül edemez ve bu yüzden de gerçeği kabul etmez. Meselâ namazda rükû ve secdeleri tam yapamayan bir kimseye yalnız olarak yumuşak bir dille "Biz de dünyaya bilgin gelmedik bize de namazı büyüklerimiz öğretti şunu şöyle yaparsanız namazınız mükemmel olur..." şeklinde eksiğini söylemek bilmediğini öğretmek gerekir.

3. Öğüt vermek doğru yolu göstermek ve Allah korkusunu hatırlatmak suretiyle önlemek: Bu bildiği halde münkeri işleyen; meselâ içkiye zulme Müslümanları arkalarından çekiştirmeye -bunların haram olduğunu bilerek- devam eden kimseye karşı tatbik edilir. Ona işlediği kötü fiil ile alâkalı ayet ve hadîsler Allah'ın sevgisine mazhar olmuş zevâtın davranışları anlatılır. Yumuşak bir dil kullanılır. Burada muhtesib tahakküm tavrından uzak gönlü merhamet ve şefkatla dolu aynı günahı kendisi işliyormuş gibi müteessir olmalıdır. Çünkü bütün müminler bir vücut gibidir. Aynı zamanda muhtesib kendini muhatabından üstün görmemeli yaptığı ile böbürlenmemeli kalbini kibirden korumalıdır.

4. Tekdir etmek kötü söylemek: Münkeri işleyen iyi ve tatlı sözden anlamaz öğüt ile alay etmeğe kalkışırsa bu yola başvurulur. Burada kötü sözden maksat küfretmek değildir. "Günahkâr ahmak câhil kaba adam Allah'tan korkmuyor musun?" gibi sözlerdir.

5. El ile müdâhale etmek: İçkiyi dökmek ipek elbiseyi çıkarmak gasb edilmiş arâziden gâsıbı çekip çıkarmak pis iken mescide girmiş kimseyi tutup oradan çıkarmak bu metodun örnekleridir. Bunu tatbik edebilmek için iki şart vardır:

    a) Bunları kendisinin yapması söylendiği halde yapmaktan imtina etmesi;
    b) Önleyici en hafif müdahale ile yetinilmesi. Meselâ elinden tutmak varken yakasından sakalından tutulmaz.

6. Dövmek veya başka türlü cezalandırmakla tehdit etmek: İhtisâbın bu derecesinde dikkat edilebilecek nokta tehdit için söylenen şeyin dinde câiz ve söylenen tarafından yapılabilir olmasıdır.

7. Dövmek: Bundan önceki çare ve usûller münkeri önlemek için kâfi gelmez ve sopalamak zarûret halini alırsa bu da tatbik edilebilir.

Buraya kadar geçen ihtisâb çareleri herkes içindir. Sopa ve icâbında yaralama pahasına suçu ve münkeri önleme işi herkes için midir? Bu noktada farklı görüşler vardır. Mu'tezile devletin memuruna aittir diyor. Gazzâlî zarûret bulunur daha kötü bir netice de doğmazsa her Müslüman tatbik edebilir görüşünü ileri sürüyor.34 Aynı ihtilâf bundan sonraki madde için de vâriddir.

8. Silâh Kullanmak: Bu son çaredir. Nâdiren başvurulur. Daha çok karşı tarafın silâh kullanması buna sebep teşkil eder.

Görülüyor ki maksat Müslümanları incitmek küçük düşürmek fitneyi körüklemek böbürlenmek değil onları ikaz ve irşad ederek gereken terbiye metodlarını tatbik ederek suçu ve münkeri önlemektir. Bu sebeple muhtesibin ilim Allah korkusu ve güzel ahlâk sahibi olması gerektiği önemle tekrarlanmıştır.

İhtisâbın Tatbik Edileceği Fiiller ve Davranışlar (Münker):

Dinin yapılmasını istedikleri (ma'rûf) ve yapılmamasını istedikleri (münker) ihtisâba mevzû teşkil ettiğine göre bir bakıma devlet başkanlığından en küçük memuriyete kadar bütün İslâmî mevkî ve müesseseler ihtisâb ile meşgul oluyorlar demektir.35 Ancak bu hisbenin ıstılâh haline gelenden daha geniş bir mânâsıdır. Istılâhî (terim olarak) hisbenin mevzûuna gelince bunları derli toplu bir şekilde tesbit için üç yoldan yürünmüştür:

1. Belli bir sistem içinde nazarî olarak ma'rûf ve münker fiileri tesbit yolu. Meselâ Mâverdî gerek ma'rûf ve gerekse münkeri önce Allah hakkı kul hakkı ve müşterek hak olmak üzere üç gruba ayırmış sonra bu grupları da nevîlere ayırarak örnekler vermiştir. Buna göre Allah hakkı olan mârûf içinde cuma namazı cemâatle namaz ezan ve vakit namazları vardır. Bunların toptan terkedilmemesini sağlamak ihtisâb mevzûudur. İnsan hakları içinde cemiyetin müşterek ihtiyaçları; meselâ yol su câmi şehrin müdafaası için tahkimât ile zamanında ödenmeyen borç ve nafakalar gibi ferdî haklar bahis mevzûu edilmiştir. Allah ile kul için müşterek sayılan haklar meyânında boşananların gerekli iddeti beklemeleri yetimlerin velileri tarafından gerektiğinde evlendirilmesi kölelerin hukukunun korunması bulunmuş eşya ve hayvanların muhâfazası gibi husûslar vardır. Bütün bunlar muhtesibin yerine getirilmesine nezaret edeceği ma'rufun nevileridir.

Allah hakkı olan münker ibadetler muâmelât ve haramlar diye üç kısma ayrılmıştır. İbâdetler mevzûunda bunların sünnetteki şekillerinden çıkarılması ilâveler yapılması âlenen ihlâli (oruç yemek gibi); muâmelât mevzûunda fuhuş ticareti fâsid ve bâtıl akitler aldatma hile yapma eksik ve yanlış ölçüp tartma; haramlar mevzûunda ise açık haramlar ile şüpheli şeyler muhtesibin vazife sahasına giriyor.
Kul hakkına tecavüz şeklinde tezâhür edene münkerler bir kimsenin mülk arâzisinden husûsî yol geçirmek duvarını kullanmak sanatkârlar ve esnâf ile müşteriler arasındaki münâsebetlerdeki haksızlıklardır.

Müşterek haklar cümlesinden olan münkerler içinde yüksek bir kat veya balkondan komşunun haremine bakmak mahalle imamının cemâati mutazarrır edecek kadar namazı uzatması hayvanlara ve vâsıtalara fazla yük vurmak kölelere zulüm ve işkence yapmak yollar üzerine halkı rahatsız edecek tezgâh veya binalar kurmak zarûret olmadan erkeğin saç boyaması falcılık ve bu gibi işlerle geçinmek... zikredilmiştir.36

2. Böyle bir sisteme ve taksimâta tâbî kılmaksızın çeşitli münker davranışları sıralama ve bunların dindeki önemi ile önlemesi çaralerini münakaşa etme yolu. İbn Teymiyye ile İbn Kayyim de bu yolu takip etmişlerdir.37

3. Bütün ma'ruf ve münkerleri sayıp tesbit etmek yerine müellifin zamanında müşahede edilen başlıca münker davranışları tesbit yolu. Gazzâlî'nin usûlü de budur. Hem yazımızın ikinci bölümünde ele alacağımız "tatbikâtta ihtisâb" mevzûuna basamak olması hem de Gazzâlî devri (450-505/1058-1111) din ve ictimâî hayatına ışık tutması bakımından bu müşahedeyi hülâsa olarak arzediyoruz.38

Mescid ve Câmilerde Görülen Münker Fiiller:

1. Ta'dil-i erkânı terketmek; yani namaz içindeki rükû kalkmak secde oturma gibi fiileri eksik yapmak.
2. Namaz kılanın görmediği bir yerinde pislik bulunması veya karanlık gibi bir sebeble kıbleye yönelmemiş olmak.
3. Kur'ân-ı Kerîm'i yanlış okumak.
4. Ezânın çok bağırılarak ve haddinden fazla uzatılarak okunması.
5. İki veya daha fazla müezzinin birinin okuduğu bitmeden diğeri başlamak suretiyle ezan okumaları ki bu durum müminler