Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Peygamber Efendimiz'e (s.a.s) karşı davranış adabı nasıldır? Sahabelerin Peygamberimize karşı davranışları nasıl idi?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:17    Güncellendi: 31.01.2025 23:17
Soru Detayı
Peygamberimiz döneminde Müslüman olduktan sonra Peygamberimize söven olmuş mudur? Peygamberimiz kendine sövenin öldürülmesini ister miydi?

Değerli kardeşimiz

Peygamber Efendimiz'e (s.a.s) Karşı Davranış Adabı

"Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir." (Tevbe 9/128)

Ümmetinin sıkıntıya düşmesi kendisine çok ağır gelen onlara son derece şefkatli ve merhametli olan -bu hususu Allah kendisine ait Raûf ve Rahîm isimleriyle Efendimiz'i tavsif ederek belirtmektedir- Zât'a (s.a.s.) karşı ümmetinin tavrı nasıl olmalıdır? Elbette ki en büyük ihtiram ve muhabbete O (s.a.s.) lâyıktır. Zira kâinat ve beşer O'nu (s.a.s.) meyve verecek şekilde yaratılmış Allah'ın rızasını kazanma O'na (s.a.s.) tâbi olmaya veya O'nu (s.a.s.) sevmeye bağlanmıştır.

Allah Teâlâ insanlığın hidâyet rehberi olan Kur'ân'ın bir çok âyetinde Resûlü'ne ittiba ve ihtiramı emretmiş O'na (s.a.s.) nasıl davranmamız gerektiğini bildirmiştir. İşte onlardan birkaçı:

"Ey iman edenler: Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah'ın ve Resûlü'nün önüne geçmeyin Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi O'nunla da öylece konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan bütün emekleriniz hiçe iniverir."(Hucurât 49/1-2)

"Peygamberin mü'minler üzerinde haiz olduğu hak onların bizzat kendileri hakkında haiz oldukları haktan daha fazladır..." (Ahzab 33/6)

"Resûlüllah'ın sizi çağırmasını sizin birbirinizi davet etmenizle bir tutmayın..." (Nur 24/63)

"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber'e hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin." (Ahzab 33/56)

"... Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i rahatsız ediyor. Lâkin utandığından ötürü size karşı bir şey söylemiyordu..." (Ahzab 33/53)

Bunlar ve benzeri âyetler mü'minlere Resûlüllah'a (s.a.s.) karşı nasıl bir edep tavrı takınması gerektiğini öğretmektedir. Rahmet Peygamberi'ne karşı davranışların nasıl olması gerektiğini bildiren bir çok âyet-i kerimenin olması Resûlüllah'a (s.a.s.) karşı âdâbın ehemmiyetini gösterir.

Ashab-ı Kiram'ın Resûlüllah (s.a.s.) Karşısındaki Edebi

Bu mevzuda önce Allah Resûlü'nün asırların en hayırlısı olarak tavsif ettiği Sahâbe-i Kiram'ın nasıl hareket ettiğine bakmalıyız. Çünkü biz Resûlüllah'a (s.a.s.) karşı edebi önce onlardan öğrenebiliriz. Zira onlar yüce Nebî'nin (s.a.s.) rahle-i tedrisinde yetişmişlerdir.

"Peygamberi kendi aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayınız..." (Nur 24/63) âyetinden dolayı Sahâbe-i Kiram'ın Peygamber Efendimize ismiyle çağrılmasına müsaade etmiş olmasına rağmen ismiyle hitap etmediklerini aksine O'na (s.a.s.) seslenir hitap eder veya O'ndan (s.a.s.) bahsederken "Ya Resûlâllah Ya Nebiyyallah" diye hitap ettiklerini görmekteyiz. Kays b. Haris ve Akra b. Hâbis bir öğle vakti Resûlüllah (s.a.s.) odasında uyurken Benî Temim'den bir heyetle gelmişler "Ya Muhammed! Dışarı çık yanımıza gel!" diye seslenmişlerdir. Bunun üzerine

"Ama seni evinin dışından ünleyenlerin ise ekserisi düşüncesiz makûl davranmayan kimselerdir." (Hucurât 49/4)

meâlindeki âyet nazil olmuştur.1 Allah (c.c.) bu durumu Resûlüllah'ın (s.a.s.) kadrinin bilinmemesi ve O'na (s.a.s.) karşı bir hürmetsizlik olarak bildirmiştir. Çünkü bunlar henüz dini öğrenmemiş edep-erkân bilmeyen bedevilerdi.

Yine Sahâbe

"Ey iman edenler: Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah'ın ve Resûlü'nün önüne geçmeyin Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür." (Hucurât 49/1)

âyetine ittibâen Resûlüllah (s.a.s.) onlara bir şey sorunca sorunun cevabını biliyor olsalar da "Allahü ve Rasûlühû a'lemu = Allah ve Resûlü en doğrusunu bilir." ifadesiyle karşılık verirlerdi.

İnsanlık gerçek medeniyeti Hz. Muhammed (s.a.s.) sayesinde tanıdı ve benimsedi. O'ndan sonra bu istikamette gösterilen her gayret O'nun getirdiği esasları taklid ve ta'dilden öteye gitmemiştir. Bu itibarla da O'na "hakikî medeniyetin kurucusu" demek daha uygun olacaktır.

***
Tembele ve tembelliğe yüz vermeyen çalışmayı ibadet sayıp çalışkanı alkışlayan arkasındakilere yaşadıkları çağın ötesini ve topyekün insanlığa
muvazene unsuru olma noktalarını gösteren Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir.

Bütün Sahâbe Resûlüllah'a (s.a.s.) karşı edepte kusur etmezdi. İşte Ebû Bekir'in (r.a.) O'na (s.a.s.) karşı edebine bir misal:

Resûlüllah (s.a.s.) aralarındaki bir anlaşmazlığı gidermek için Beni Amr b. Avf'a gitmişti. Resûlüllah (s.a.s.) dönmeden namaz vakti girdi. Müezzin Ebû Bekir'e (r.a.) gelerek "Namazı kıldırır mısın kâmette bulunayım mı?" dedi. Ebû Bekir (r.a.) "Olur." dedi ve namaz kıldırmak için ileri geçip namaza başladı. Bu esnada Resûlüllah (s.a.s.) geldi ve birinci safa kadar yürüdü. Resûlüllah'ın (s.a.s.) gelişini görünce Ashab Ebû Bekir'in (r.a.) geri çekilmesi için el çırpmaya başladı. Ebû Bekir (r.a.) dikkat edince Resûlüllah'ı (s.a.s.) gördü. Efendimiz Ebû Bekir'e namaza devam etmesini işaret ettiyse de o geri çekildi ve Resûlüllah (s.a.s.) öne geçerek namazı kıldırdı. Namazdan sonra Nebî (s.a.s.): "Ey Ebû Bekir işaret etmeme rağmen niçin namazı kıldırmadın?" buyurunca; edep insanı Ebû Bekir (r.a.) şöyle cevap verdi: "Ebû Kuhafe'nin oğluna Resûlüllah'ın (s.a.s.) önüne geçerek namaz kıldırmak uygun düşmez."2

Hz. Ebû Bekir'in bu cevabı bir açıdan daha çok mânidardır. Kendisi için Ebû Bekir veya bir başka unvanını değil de "Ebû Kuhafe'nin oğlu" tabirini kullanması onun engin tevazuunu ve kendisini nasıl hiç gördüğünü gösterir. Çünkü Araplarda bir insanı meselâ "falanın babası" gibi bir unvanla anmak şeref ifade ederken babasının ismiyle "falanın oğlu" diye anmak daha ziyade tahkir ifade eder.

Ashab-ı Kiram'ın Resûllüllah (s.a.s.) karşısındaki edebini anlatırken Allah Resûlü'nü Medine'ye hicreti esnasında altı aya yakın misafir eden Ebû Eyyûb el-Ensâri'yi (r.a.) unutamayız.

Resûlüllah (s.a.s.) Mekke'den Medine'ye hicret buyurduklarında Ebû Eyyûb'un (r.a.) evinde konakladılar. Peygamber Efendimiz alt kata yerleşmişti. Ebû Eyyûb (r.a.) ise üst katta oturuyordu. Gece olup herkes yatınca Ebû Eyyûb (r.a.) Resûlüllah'ın (s.a.s.) alt katta olduğunu O'na vahiy gelebileceğini kendisinin vahiyle Resûlüllah'ın (s.a.s.) arasına girdiğini ve uyuduğunda sağa-sola dönünce toz kaldırmaktan Peygamber Efendimiz'in bunlardan rahatsız olmasından korkarak sabaha kadar hiç gözünü yummadı. Sabah olur olmaz hemen Resûlüllah'ın huzuruna varıp "Ya Resûlâllah bu gece ne ben ne de hanımım gözümüzü yumduk." dedi. Resûlüllah (s.a.s.): "Niçin ya Ebâ Eyyûb?" diye sorunca; "Benim üst katta sizin ise alt katta kaldığınızı düşündüm. Eğer uyursam uykuda hareket edip üzerinize toz düşürürüm ve siz de bundan rahatsız olursunuz. Ayrıca ben vahiyle aranıza girdim diye korktum. Onun için uyuyamadım." dedi.3

Ashabtan hiç kimse Resûlüllah'a (s.a.s.) karşı edep ve hürmette kusur etmiyordu. O kadar ki Resûlüllah konuşurken öylesine sessiz ve dikkatli dinlerlerdi ki sanki başlarında kuş var da en ufak bir harekette uçacağı zannedilirdi. Resûlüllah'a (s.a.s.) soru sormaktan bile çekinirler yeni şeyler öğrenmek için dışarıdan yeni Müslüman olmuş birinin gelip soru sormasını temenni ederlerdi.

O'nun Hatırasına Saygı

Sahâbe Resûlüllah'ın (s.a.s.) irtihalinden sonra da O'nun hatırasına karşı fevkalâde saygı ve hürmetle davranmışlar O'nun (s.a.s.) zamanında yaptıkları bir şeyi daha sonraki devirlerde Efendimiz'e hürmetleri sebebiyle değiştirmemişlerdir.

İşte Hz. Ömer'in tavrı: Birisi Hz. Ömer'e niçin hâlâ tavaf esnâsında remel ve hervele (hafif koşar adımlarla ve heybetlice yürümek) yapılıp sağ omuzun açıldığını sorar. (Resûlüllah (s.a.s.) Hudeybiye Anlaşması'ndan sonra yaptığı kaza umresinde Mekkeli müşrikler Müslümanlar'ı zayıf ve güçsüz görmesin diye onlara heybetli görünmek maksadıyla tavafta hafif koşarak ve dik bir şekilde vakarla yürümüş ve ashâbına da aynı şeyi emretmişti. Ama artık hac veya umre esnasında müşrikler yoktu. Zahirî illet ortadan kalkmıştı. Niçin aynı harekete devam edilsindi? Buna Hz. Ömer şöyle cevap verir: "Evet Allah İslâm'ı aziz kıldı kuvvetlendirdi. Küfrü ve kâfirleri ortadan kaldırdı. Ama bununla beraber biz Resûlüllah (s.a.s.) zamanında yaptığımız bir şeyi terketmeyiz."4

O'nun (s.a.s.) hatırasına gösterilen bir diğer hürmet şeklini de Abdullah b. Amr b. el-As'tan (r.a.) nakledelim: Abdullah b. Amr (r.a.) sahâbe'nin en âbidlerinden zühd ve verâ sahibi olanlarından idi. Çok oruç tutar çok namaz kılardı. Resûlüllah (s.a.s.) ayda bir hatim yapmasını söyleyince; "Kuvvetliyim daha fazlasını yapabilirim." demişti. Resûlüllah (s.a.s.); "Öyleyse on günde bir hatim yap." buyurmuşlardı. Ayrıca her aydan da üç gün oruç tutmasını söylemişti. O "Güçlüyüm daha fazlasını yapabilirim." deyince en sonunda Resûlüllah (s.a.s.): "Öyleyse bir gün oruç tut bir gün ye. Bu kardeşim Davud'un (a.s.) orucudur." buyurmuştu.

Nihayet Abdullah b. Amr (r.a.) yaşlanmış güç ve kuvvetten düşmüş zayıflamıştı. Fakat yine de Resûlüllah'a (s.a.s.) oruç ve Kur'ân tilâvetinde verdiği sözü yerine getirmeye çalışıyor fakat zaman zaman şöyle hayıflanıyordu: "Keşke Resûlüllah'ın (s.a.s.) ruhsatını kabul etseydim..."Sonra da şunu ekliyordu sözüne: "Fakat Resûlüllah'ın (s.a.s.) zamanında yaptığım bir şeyi O'nun (s.a.s.) vefatından sonra bırakmayı uygun görmem."5

Hayatında O'na (s.a.s.) hürmet ve âdâpta kusur etmeyen ashab vefatından sonra O'nun (s.a.s.) koymuş olduğu bir eşyayı yerinden kaldırmayı bile O'na (s.a.s.) karşı bir edepsizlik telâkki ediyor O'nun (s.a.s.) hatırasını olduğu gibi yaşatmak istiyordu. Onlardan edep ve hürmet adına bundan başkası da beklenemezdi.

Abdullah b. Abbas (r.a.) anlatıyor:

Hz. Ömer'in yolu üzerinde Hz. Abbas'ın (r.a.) damının üzerinde bir su oluğu vardı. Bir cuma günü Hz. Ömer (r.a.) en güzel elbisesini giyip dışarı çıktı. Abbas (r.a.) o gün damın üzerinde iki tavuk kesmişti. Hz. Ömer tam oluğun altından geçerken üzerine kan damladı. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) oluğun derhal oradan çıkarılmasını emretti. Sonra evine geri dönüp elbisesini değiştirdi ve cuma namazını kıldırmak için camiye gitti. Hutbede "İnsanlar neden başkalarına eza verecek şekilde davranırlar. Yolda gelirken üzerime falanca oluktan kan damladı. Sonra o oluğun yerinden çıkarılmasını söyledim." şeklinde umumî bir ikazda bulundu. Namazdan sonra Abbas (r.a.) Hz. Ömer'in yanına gelerek "€˜Vallahi o oluğu oraya Resûlüllah (s.a.s.) koymuştu." dedi. Ömer (r.a.) bunu duyunca: "€˜Ey Abbas Allah aşkına senden omuzuma basıp o oluğu eski yerine koymanı istiyorum." dedi. Hz. Ömer Abbas (r.a.)'ı omuzları üzerinde kaldırdı. Hz. Abbas da (r.a.) ayaklarını Hz. Ömer'in omuzlarına koyarak oluğu Resûlüllah'ın (s.a.s.) koymuş olduğu yere tekrar yerleştirdi.6

Tabiûn'un Hassasiyeti

Sahabîlerden sonra gelen Tabiûn nesli de Resûlüllah'a (s.a.s.) karşı edepte kusur etmiyorlardı. Muhaddislerin O'nun (s.a.s.) sözlerini naklederken takındıkları tavır buna en güzel misaldir.

A'meş Dırâr b. Mürre'den şunu nakleder:"Onlar Resûlüllah'tan (s.a.s.) abdestsiz iken hadis rivayet etmeyi uygun görmezlerdi. A'meş abdestsiz iken hadis rivayet etmek mecburiyetinde kalsa en azından teyemmüm ederdi."7

Malik b. Enes de Resûlüllah'ın (s.a.s.) hadislerine hürmeten abdestsiz iken hadis rivâyet etmezdi.8

Tabiînden Said b. el-Müseyyeb'in şu tavrı da zikre değer: "Said b. el-Müseyyeb ölüm döşeğinde iken Resûlüllah'ın (s.a.s.) bir hadisini nakletmek ister ve şöyle der: "Beni oturtunuz. Çünkü ben yatarken Resûlüllah'tan (s.a.s.) hadis rivâyet etmeyi kerih görüyorum."9

Pek çoğu hadis rivâyet edeceği zaman güzelce temizlenir en güzel elbisesini giyer ve abdest alırdı. Ebû'l-Âliye Resûlüllah'tan (s.a.s.) hadis rivâyet ederken güzel kokular süründüğünü söyler. İmam Malik de hadis rivâyet edeceği zaman abdest alır en güzel elbisesini giyer ve sakalını tarardı. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca "Resûlüllah'ın (s.a.s.) hadisine hürmet ediyorum." derdi.10

On dört asırdır bütün kitaplara ve dualara hamdden sonra O'na (s.a.s.) salât ve selâmla başlanması bu hürmet ve âdâbın O'na karşı vazifemizin tezâhüründen ibârettir.

Allah Resûlü ve Ecdadımız

Ecdadımız da Resûlüllah'a (s.a.s.) tâzim ve hürmette kusur etmemeye a'zamî derecede hassasiyet göstermiştir. Resûlüllah Efendimiz kendi adının künyesiyle beraber olmamak şartıyla alınabileceğini bildirmesine rağmen 11 ecdadımızın Resûlüllah'a (s.a.s.) duyduğu derin hürmet ve muhabbetten dolayı O'nun (s.a.s.) adını olduğu gibi almayı O isme lâyık bir hayatı yaşamanın imkânsızlığı sebebiyle bir nevi O'na (s.a.s.) karşı edepsizlik ve hürmetsizlik olarak telâkki edip çocuklarına verdikleri "Muhammed" ismini yazarken aynen kullansalar da Mehmed şeklinde telaffuz ettiği kaydedilmektedir.

Ahmed Mehmed (Muhammed) Mahmud ve Mustafa gibi Efendimiz'e ait isimlerin cemiyetimizde en çok bulunan isimler olması da O'na karşı duyulan ayrı bir hürmet ifadesinin göstergesidir.36 Osmanlı padişahından on beşinin isminin Efendimiz'in ismiyle aynı olması (altı Mehmed üç Ahmed dört Mustafa ve iki Mahmud) onların bu husustaki hassasiyetlerini gösteren güzel bir misaldir.

Efendimiz ve O'nun (s.a.s.) Ehl-i Beytine ait olan eşyalara "Mukaddes Emanetler" nazarıyla bakılıp bu emanetleri sarayın Hırka-i Saadet Dairesi'nde muhafaza etmeleri Yavuz'un Mısır seferinden dönüş tarihi olan 25 Temmuz 1517'den 3 Mart 1924 senesine kadar 406 yıl 7 ay 8 gün boyunca hiç ara vermeden her gün 24 saat hafızlara Hırka-i Saadet Dairesi'nde Kur'ân okutmaları da ecdadımızın Efendimiz'e ve O'nun getirdiği dine hürmet ve bağlılıklarının tezahüründen başka bir şey değildir.

Dört asırdan fazla bir süreyle her hac mevsiminde Haremeyn'e gönderilen Sürre Alayları ve bunlarla o beldelere gönderilen sayısız hediyeler yüce Nebî'nin (s.a.s.) beldesine hürmetin bir başka ifadesidir.

Sakal-ı şerif ziyaretleri bilhassa Arapça ve Farsça dahil diğer dillerdekinden çok daha fazla sayıda ve derinlikte edebiyatımızda gelişen na'tlar evlerimizin işyerlerimizin tezyinatı hilye-i şerifler sevinçli ve kederli günlerimizde mukaddes gecelerde okunan mevlid-i şerifler Resûlüllah'a (s.a.s.) duyulan sevgi ve hürmeti göstermektedir.

Yine O'nun (s.a.s.) hadislerini dilimize tercüme ederken "Resûlüllah (s.a.s.) şöyle dedi." yerine "Resûllülah (s.a.s.) şöyle buyurdu." denilmesi mübarek isminin daima tâzimle anılması Efendimiz'e karşı takınılan edepten dolayıdır.

Efendimize "Ya Rasûlallah" demek bile yeterli değildir. Zira bu hitap O'na Allah'ın hitabıdır. O'nu anlayan İmam-ı Rabbani gibi zatlar her defasında değişik bir ta'zim tabiriyle O'nu belli bir saygı ile anar ve O'nun hakkında herkesi saygılı olmaya çağırırlar.

İşte cevâhir kadrini bilen bir cevherfürûşun O'nunla alakalı bazı ifadeleri: "Hak şöyle dedi; Hakikat ise diyor ki Hatem-i Divan-ı Nübüvvet Olan O Zat O Şeref-i Nev-i İnsan ve Ferid-ü Kevn ü Zaman şöyle buyuruyorlar. ..."

Evet cevahir kadrini cevherfürüşan olan bilir. Sarraf altını eline aldığı zaman hemen onun kaç ayar olduğunu anlar. Aynen onun gibi Allah Rasûlü'nü anlamak için de O'nu Hz. Ebu Bekir'den başlayıp Bediüzzaman'a kadar uzanan altın veya zebercet bir silsile içinde yer almış büyüklerden sormak icabeder.

İhtimâl onlar size O büyük Zât"ı "mâ arafnâke hakka ma'rifetike=seni hakkıyla bilemedik" sözüyle anlatacak ve bu konudaki acziyetlerini ortaya koyacaklardır.

Sonuç ve Önemli Bir Hatırlatma

Resûlüllah'ın (s.a.s.) ismi anılınca veya O'ndan (s.a.s.) bahsederken edepli olmak ve O'na (s.a.s.) salât ü selâmda bulunmak Efendimiz'e karşı vazifelerimizdendir. O'na salât ü selâmda bulunma O'nun (s.a.s.) şefaatına ve dualarımızın kabulüne en önemli vesilelerden biridir. O'na karşı hürmetin en büyük göstergesi de O'nun dinini yaşamak bu arada Sünnetine gerektiği ölçüde uymaktır.

"Allah Resûlüllah'ın sizi çağırmasını sizin birbirinizi davet etmenizle bir tutmayın..."(Nur 24/63) buyururken Resûlüllah'tan bahsederken sadece ismini söylemek nasıl uygun olur? İyi niyetle de olsa bu bir hatadır. Hele Resûlüllah'a eza verecek şeylerden bütün bütün kaçınmak elzemdir. Zira

"Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi O'nunla da öylece konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan bütün emekleriniz hiçe iniverir." (Hucurât 49/2)

tehdidi vardır. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır (r. aleyh) bu âyetin tefsirini yaparken şunları kaydeder:

"Çünkü Peygamber'e hürmetsizliğe ve ezaya bais olabilen sözler küfre varabilir. Küfür ise âmâli (amelleri) habt eder (boşa giderir). Burada "Fakat siz şuurunda olmazsınız." kaydıyla şuurun nefyinden şu anlaşılır ki bu nefyolunan refi' ve cehirden [Peygamberin sesinin üstünde bir sesle konuşmak ve O'na (s.a.s.) yüksek sesle hitap etmek] murad yalnız istihfaf ve saygısızlık kasdıyla olanlar değildir. Çünkü o mü'minlerden suduru melhuz olmayan sarih küfürdür. Fakat sarih küfür olmamakla beraber dolayısıyla ona varan küfür mazinnesi olan (küfür olma ihtimali bulunan) hâller de vardır. Bazı fiiller vardır ki küfür kasdıyla yapılmasalar bile küfür tehlikesini haiz olurlar. Peygamber'e eza bu kâbildendir."12

O'na (s.a.s.) ismiyle hitap bir küfür sözü olmasa bile bir nevi hürmetsizliktir. Nasıl büyükler için "efendi bey sayın" gibi hürmet ifadeleri kullanıyorsak Resûlüllah'tan (s.a.s.) bahsederken de O'nun (s.a.s.) ismini hürmet ifadeleriyle zikretmemiz ve O'na gereken tâzimi her zaman göstermemiz gerekmez mi? O'ndan bahsederken sıradan bir insandan bahsediyor gibi bahsetmek birtakım sözde gerekçelerle Muhammed Peygamber gibi lâfızları tek başına kullanıp bir "hazreti" ifadesini bile O'na çok görmek hele hele O'nu âdeta sıradanlaştırmak kişinin O'nunla dolayısıyla Allah'la nasıl lâubali bir münasebet içinde bulunduğunu ve O'nun (s.a.s.) getirdiği dinden behresinin derecesini göstermeye yettiğini zannediyoruz.

DİPNOTLAR:

1. Buhârî büyu 49.
2. Buhârî ezan 48.
3. Ali el-Muttakî Kenzü'l-ummâl 1/294.
4. Ebû Dâvud menâsik 50; İbn Mâce menâsik 29; Müsned 1/45.
5. Müsned 2/158.
6. İbn Sa'd Tabakât 4/12-13; el-Heysemi Mecmeu'z-zevâid 4/206; Ali el-Muttakî Kenzü'l-ummâl 7/66.
7. İbn Abdi'l-Berr Camiu beyâni'l-ilm 2/574.
8. A.g.e. 5/574.
9. A.g.e. 5/575.
10. Haccac el-Hatib es-Sünnetü kable't-tedvin s. 159.
11. Müslim âdâp 1.
12. Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kur'ân Dili 6/4451. İst 1979

(Salih Akçadereli Yeni Ümit Sayı: 53 Eylül-2001)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet