Değerli kardeşimiz
İnsanda binlerce duygular vardır. Bu duygular iyi tesbit edilmeyip istikamette kullanılmadığı takdirde beraberinde hata getirir.
Her inanan Rabbine karşı kusursuz bir kulluk yapmak ister. Ancak dünyadaki imtihan şartları ve nefsin ve şeytanın vesveseleri buna mani olabilir. İşte bu noktada insan kendini iyi okumalıdır.
Allah Teala insanı hata işlemeye müsait bir varlık olarak yaratmıştır. Bu hatasını telafi için de tövbe kapısını açmıştır. İnsan bin defa da hata işlese bu tövbe kapısı ona kapanmaz.
İbadet ederken de aşırıya kaçmak değil emrolunanı yapmak önemlidir. Özellikle farz olan ibadetleri yapmaya gayret göstermeli ve imkan ölçüsünde de nafileleri yapmalıyız. İbadette aşırı hırs insanı ümitsizliğe götüren etkenlerden birisidir.
Sâlih amellerde ve ibâdetlerde bir türlü istediği gibi başarılı olamayan ve bu vazifelerini yerine getiremeyen insan karşılaşacağı kabir ve cehennem azabından korkar. Ümitsizliğe düşer. Tembellik çevrenin olumsuz tesirleri gibi pek çok sebepten dolayı nefsine mağlup olup kulluk vazifelerini yerine getiremeyen sefahet bataklığı içinde çırpınan insanların çoğu ümitsizliğe kapılır. Bu hastalık neticede insanı küfre ve inkâra kadar götürebilir.
İçinde bulunduğu hâlden çıkmakta iyice ümitsizleşen bir insan şüphe ve vesveselere çabuk mağlup olur. Bu tür insanlar dînî meselelerin zıddına veya imânî ve itikâdî meseleleri inkâr etmeye sevkeden en zayıf ve küçük iddialara çok büyük ve kuvvetli deliller imiş gibi yapışmak ister. Bu hâl ilerlerse "isyan bayrağını" çeker ve İslâmiyet'in dairesinden çıkar. Şeytanın ordusuna katılır. Meselâ; namaz kılmakta zorlanan bir insanın nefsi namazın farz olmamasını arzu eder. Şeytan kılığındaki insan ona namazın farz olmadığı vesvesesini verirse nefsi hemen bu çürük iddiaya yapışmak ister ve şayet bu tuzağa düşerse imanını kaybeder. İşte "ümitsizlik hastalığı"nın vahim neticesi.
Şu âyet ümitsizlik hastalığına kapılan ve amellerde muvaffak olamayanların ilacı ve nûru:
"De ki: 'Ey nefisleri aleyhinde (günah işlemekle) ömürlerini israf eden kullarım! (Günahlara bulaştık diye) Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin! Şüphesiz ki Allah bütün günahları bağışlar.' Doğrusu Gafûr (çok bağışlayan) Rahîm (kullarına merhamet eden) ancak O'dur." (Zümer 39/53)
Kalbe "samed aynası" deniliyor. Samed yâni her şeyin kendisine muhtaç olduğu ihtiyaçtan münezzeh Allah...
Ve bu kalbin tatmini için yegâne reçete:
"Bilesiniz ki kalpler ancak Allah'ın zikriyle mutmain olur (Allah'ı anmakla sükûnet bulur). (R13/a'd 28)
Mideye ve ona gönderilen gıdaya görmeye ve onu temin eden ziyaya akla ve onu tatmin eden mânâya kısacası maddî ve manevî nice rızıklara muhtaç olan bu âciz ve fakir beşerin o ummanlardan daha geniş kalbini ancak bütün mahlûkatın hâlikı ve mâliki olan Allah'ı zikir yâni o'nu yâd etme o'nu hatırlama tatmin edebilir. O halde insan o'ndan başka neyi yâd etse mahlûku yâd etmiş o'ndan gayri neyi sevse fâniyi sevmiş olur. Bunlar ise şeref ve kıymet itibarıyla kalpten çok aşağı olan şeyler. O ulvî kalp bu süflî eşya ile tatmin olmadığı içindir ki gafil insanı daima rahatsız eder. İşte can sıkıntısı huzursuzluk bunalım stres dediğimiz şeyler hep bu doymayan kalbin açlık feryatları ölüm çığlıklarıdır.
Kâinatın meyvesi ve cennetin yolcusu olan insanı bu fâni dünyanın basit işleri tatmin edemiyor.
Nur Külliyatından bir ulvî reçete:
"İman tevhidi tevhit teslimi teslim tevekkülü tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder." (Sözler)
Demek ki iki dünya saadetinin birinci şartı ve her türlü manevî hastalıkların en büyük ilâcı: iman. 'iman' eden insan sahipsiz hâmisiz olmadığının şuuruna ermiştir. Bu ise başlı başına ve en büyük bir saadet. 'tevhid'e eren insan herkesi her şeyi ve her hâdiseyi Allah'a isnat etmenin rahatlığına kavuşmuştur.
Anne rahminde Rabbinin rahmetine emanet olmasının ne kadar hayatî neticeler doğurduğunun şuuru içinde bu dünya hayatında o'na 'teslim' olan insanın ruhunu hiçbir hâdise yaralayamaz hiçbir acı incitemez hiçbir keder karartamaz.
Ve sonunda 'tevekkül'ün ruhuna eren insan kendisine Rabbinin bir ihsanı olan cüz-i iradesini yine o'nun namına ve rızası dairesinde kullanarak o'na tevekkül eder ve her türlü takdirine razı olur. Saadet-i dareyn yâni dünya ve âhiret saadeti de bu dört esasa bağlıdır.
İşte stres huzur ve rahatı bu dairenin dışında arayanların acı âkıbetinin adıdır.
İki manzara: Bir yanda insanı perişan etmek için aralıksız çalışan inanç katilleri iffet düşmanları en kısa ifadesiyle şer odakları... Zehir pazarlayan meyhaneler pis havalı kumarhaneler haya düşmanı moda odakları körpe dimağları rezalete özendiren romanlar hikâyeler... Ve dünyanın her tarafından ekranlara hücum ederek ruhu kemiren müstehcen sahneler. Ümitsizlik aşılamakla kalbi perişan eden acı haberler. Bitmek bilmeyen boğuşmalar. Cinayetler trafik kazaları... Siyaset sahnesinden hiç eksik olmayan iftira çamurları karalamalar yalanlar gıybetler.
Beride hürmet-muhabbet münasebetini yitirmiş virane aileler. Görenek belâsı desinler tutkusu yahut demesinler korkusu yüzünden israf ile kabaran masraf rakamları. Uyku kaçıran taksitler...
Dünyanın çoğu zaman insanların eliyle icra edilen ve insanı insana âdetâ belâ eden bu kadar maddî ve manevî sıkıntısı karşısında âciz fakir ve fâni insan...
Ve "Dünyada rahat yoktur" hadîs-i şerifini sürekli tefsir eden hastalık ihtiyarlık ve ölüm...
Bu tablo kalbin dünya ile tatmin olamayacağının en berrak bir göstergesi ve insanın nazarını bir başka diyara çeviren bir hidayet öncüsü.
Gerçekten de dünyada rahat yoktur. Zira şu imtihan âleminin yapısı buna müsait değildir. İmtihanda rahat olmaz. İnsan bu kâinatın meyvesi olduğundan elementlerin insan bedeninde hâdiselerin de onun ruh âleminde misalleri izleri gölgeleri vardır.
Âlemde olduğu gibi insanın iç dünyasında da sürekli bir bahar gözleyemezsiniz; onun da kışı yazı sonbaharı vardır. Havası daima sakin değildir; şimşeği fırtınası kasırgası vardır. Onu da hep aydınlık göremezsiniz; karanlığı gölgesi bulutu vardır. Onda da mahsuller bir cinsten değil; çiçeği meyvesi dikeni vardır. Sahası da engebesiz değildir; dağı uçurumu deresi vardır.
Bunun böyle olduğunu kalbimize iyice sindirdiğimiz takdirde hâdiselere bakış açımız değişecek yersiz kederlerden heyecanlardan karamsarlıklardan büyük ölçüde kurtulmuş olacağız.
Ve bütün bunlar dünyada rahat olmadığının birer şahidi. Şu var ki rahatla saadeti karıştırmamak gerek. Dünyada rahat yoktur ama huzur ve saadet vardır. Bu mefhumlar bedene değil ruha bakarlar. Ruh ise iman salih amel takva ve güzel ahlâk ile huzur bulur ve mesut olur.
Selam ve dua ile...
İslami Destek Sitesi