Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Ahlâk kavramını ve "Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." hadisini nasıl anlamalıyız?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:17    Güncellendi: 31.01.2025 23:17
Cevap

Değerli kardeşimiz

Ahlâk; huy tabiat seciye insanın manevî nitelikleri tutum ve davranışları gibi manalara gelir.

İnsan denilince akılda iki kavram birlikte canlanır: Beden ve ruh. Beden için “suret”  ruh için ise “sîret” tâbirleri kullanılır. Meseleyi yaratılış açısından ele aldığımızda bedenin yaratılışına “halk”  ruhunkine ise  “hulk” tâbir edilir. Hüsn-ü hulk  yahut hüsn-ü sîret terkipleri insanın bu iç dünyasının güzelliğini ifade ederler.

Yaratılış itibariyle insanın sureti de güzeldir sîreti de. Ne bedeninde noksan yahut fazla bir organ vardır ne de ruhunda gereksiz bir sıfat bir lâtife bir his... Organları arasında tam bir uygunluk olduğu gibi hissiyatı arasında da mükemmel bir âhenk mevcuttur.

Öyle ise güzel ahlâk yahut kötü ahlak derken neyi kastediyoruz? Bu soru ile beraber karşımıza insan ruhunun en belirgin bir özelliği olan “cüz’î irade” çıkıyor. İnsan kendi iradesini doğru yahut yanlış kullanmakla iç âlemini ya daha da güzelleştirebiliyor yahut büsbütün bozup mahvedebiliyor.

Dış güzelliğe özenmekte hemen herkes müşterek. Bunun ölçüsü de insandan insana pek fazla farklılık göstermiyor. Aynanın karşısına geçildiğinde yüzün herhangi bir yerinde bir is bir karartı varsa bunun güzelliği bozduğunu herkes biliyor. Ruh güzelliğinde ruhu güzelleştirmede ise bu hassasiyeti bu görüş birliğini göremiyoruz. Niçin mi? Çünkü tercih edilen aynalar farklı.

“Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (bk. Muvatta Husnü'l Halk 8; Müsned 2/381) hadisine gelince: 

Bilindiği gibi her peygamber (a.s.) kendi ümmetine güzel ahlâk dersi vermiş onları Allah’ın râzı olacağı ahlâk modeline göre yetiştirmeye çalışmıştı. Peygamberimiz (asm.) ise bu güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildi. Yâni Âdem aleyhisselam ile başlayan bir dersin en mükemmel tarzını göstermek en ileri seviyesini vermek için vazifelendirildi. Zira en büyük ilâhi ferman Ona (a.s.m.) nazil olmuştu.

Hadis-i şerifteki “tamamlama” kelimesi üzerinde dikkatle durmak gerekiyor. Bilindiği gibi yarım olan eksik olan şey tamamlanır. Hiç varlığından söz edilmeyen bir şeyin tamamlanması da bahis konusu olmaz. O halde ortada güzel ahlâkın bazı esasları mevcut ama noksan demektir.

Semavî dinlerin tesiriyle birçok cemiyette yalan ayıplanır zina yasaklanır hırsızlık cezayı gerektirir dedikodu hoş görülmez. Bütün bunlar İlâhî iradeye uygundur ve bütün bunlar Kur’an ahlâkından bazı şubelerdir. Ama bu kadarı kâfi değil. Kur’an-ı Kerim’deki bütün emir ve yasakları bütün teşvik ve tehditleri birlikte nazara almamız ve güzel ahlâkın ancak bütün emirlere uyma ve bütün yasaklardan sakınma ile tahakkuk edebileceğini kabul etmemiz gerekiyor.

Şu âyet-i kerimeyi ibretle okuyalım:

“Allah şirki (kendisine ortak koşulmasını) elbette bağışlamaz. Ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar.” (Nisâ 4/48)

Güzel ahlakın en önemli şubeleri iman ve tevhittir Allah’a inanmak ve Onun birliğini kabul etmektir. Allah’ın hukukuna en büyük tecavüz şirktir yani Allah’a ortak koşmaktır. Bu suçu işleyen bir insan dünyada tövbe edip bu batıl yoldan dönmedikçe ahirette kesinlikle affedilmiyor. Bir başka ifadeyle cennete kesinlikle giremiyor. Bu cinayeti işleyen bir insan artık diğer insanlarla nasıl iyi geçinirse geçinsin onlara ne kadar centilmence davranırsa davransın kul hakkına riayette ne derece hassas olursa olsun güzelleşemiyor; Allah indinde güzel olamıyor ve güzellerin diyarı olan cennete adım atamıyor.

Burada çok önemli bir İslâmî kuralı birlikte hatırlayalım: “Allah için muhabbet ediniz. Allah için buğz ediniz.” Bu prensipten alacağımız dersle biz de Allah’ın sevdiği kimseleri sevecek ancak onlara “iyi” “güzel” “ahlâklı” diyebileceğiz...

Ona karşı en büyük ahlâksızlığı yapan kimseleri hoşumuza giden bazı sıfatlarının hatırına ahlâklı kabul etmeyeceğiz. O müspet sıfatların hakkını vereceğiz ama o kimselerin ahlâkının kemâle ermemiş olduğunu “güzel ahlâkı tamamlamak” üzere gönderilen Peygamberimizin (asm.) terbiyesi altına girmedikleri sürece bunun mümkün de olamayacağını çok iyi bileceğiz...

Bütün müminlerin annesi Hz. Ayşe’ye (r.a.) sorarlar: Resûlullah’ın (asm.) ahlâkı nasıldı? Aldıkları cevap şu olur:

“Siz Kur’anı okumadınız mı? Resûlullah’ın (asm.) ahlâkı Kur'an’dı.” (Müslim Müsafirun 139)

Bu ibretli sözlerle Müslüman’ın hangi aynanın karşısına geçip ruhuna çekidüzen vereceği huylarını ayarlayacağı sıfatlarını kabiliyetlerini tanzim edeceği ortaya konulmuş oluyordu. Bu ayine Kur'an’dı ve Cenâb-ı Hakk’ın kullarında görmek istediği ahlâk da Kur’an ahlâkıydı. Kur’an-ı Kerim’de bize bu ahlâkı ders veren birçok âyet mevcut.

“Allah muhsinleri sever.” âyetini okuyan bir mü’min düşkünleri korumaya açları doyurmaya mânen gıdasız kalmışların imdadına ilim ve irfanla koşmaya çalışır.

“Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen asla arzı (yer küreyi) yaramazsın. Ve boyca da dağlara erişemezsin.”(İsra 17/37)

fermanını okuyan ve “Allah mütekebbirleri sevmez.” âyetini dinleyen bir insan kibri bırakır tevazua yapışır.

“Allah tevekkül edenleri sever.” âyetinden ders alan bir mü’min şikâyeti itirazı hırsı bir yana atar. Sebeplere teşebbüs ettikten sonra artık  “elbette mutlaka illâ” demez; “İnşallah nasipse hayırlısıyla” der. Kalbi kararsızlıktan ve endişeden kurtulur; rıza ve teslimiyetle dolar. Misâlleri çoğaltabiliriz. 

Selam ve dua ile...
İslami Destek Sitesi