Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Yalan söylemek haramdır; ancak zor durumda kaldığımızda ne yapmalıyız?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:17    Güncellendi: 31.01.2025 23:17
Soru Detayı

- Yalan söylemenin haram olmadığı yerler var mıdır?
- Savaşta yalan söylemek aldatmak olmaz mı?

Değerli kardeşimiz

“Yalan” kelimesini ve taşımış olduğu mânâyı duyup da rahatsız olmayan var mıdır? Evet bazı çirkin sıfatlar esasında ve hakikat-ı halde herkesi rahatsız eder.

Doğruluğun istikametin ahde vefanın zıddı olan yalan hemen hemen her insanın nefret ettiği kötü bir alışkanlıktır. Bununla birlikte acaba bazı hallerde yalan söylemek yalan beyanda bulunmak caiz midir?

Önce bazı sebeplerden dolayı yalana benzeyen beyanda bulunmaya cevaz veren hadis ve rivayetlere ve bu konuyla ilgili İslâm ulemâsının görüşlerine müracaat edelim:

Buharî ve Müslim Sahihlerinde şöyle bir hadis zikrederler:

“Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır kasdıyla yalan söyleyen yalancı değildir.”(Buharî Sulh 2; Müslim Birr 101)

Yine Müslim bu hadisin devamında Ümmü Gülsüm’den (r.a.) şu meâlde bir rivayeti de kaydetmektedir:

“İnsanların söylediklerinden hiçbir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim; ancak şu üç durum müstesna: 1) Harpte 2) İnsanlarını arasını bulmada 3) Kadının kocasına kocanın da karısına karşı -ailenin düzeni için söylediklerinde-...”(Müslim a.y.)

Kâmil Miras merhumun hadis âlimlerinin izahları ışığında bu rivayetlerin şerh ve açıklamasını özetlersek şunlar söylenebilir:

Hadiste “insanların arasını bulmak için yalan söylemek yalancılık değildir” sözünün mânâsı bu yalanda günâh yoktur mânâsındadır. Çünkü hadiste yalan yalan olarak çıkarılmamakta sadece bu çeşit yalana terettüp eden günahın olmadığı bildirilmektedir. Şüphe yok ki yalan gerek arayı düzeltmek için gerekse başka bir maksatla söylensin yine mahiyeti itibariyle yalandır.

Yalana üç yerde ruhsat verilmesi hususunda âlimler arasında farklı görüşte olanlar bulunmakta ise de hadis ulemasının ekserisinin görüşü şu merkezdedir:

Yalanı ve olmayan bir şeyi haber vermek mutlak sûrette yasaklanmıştır. Yalan hususundaki hadisteki müsaade ise “tevriye” ve “îhâm” yoluyla söylenmesi halindedir. Tevriye: Birkaç manası olan bir kelimeyi kullanan kimsenin en uzak manayı kasdederek söylemesidir. Îhâm ise: İki manası olan bir kelimenin en uzak kullanılan mânâsını kasdederek söylemesidir.

Bu iki söz sanatını bu meseleye getirecek olursak şu şekilde misaller verilebilir:

Mesela savaş esnasında düşman askerine “Kralınız öldü” denilirken bununla düşmanın daha önceki krallarından birisi kasdedilmesi gibi.

Yine İslâm'ın ve Müslümanların zarara düşebileceği bir halde konuşmak ve fikir beyan etmek icap ettiğinde doğrudan yalana varmadan dolaylı cümleler kullanmak da bu kabildendir.

Aynı şekilde hanımın ve kızının gönlünü almak isteyen bir insan onlara bir şey vâdederken “İnşaallah-Allah dilerse” gibi bir ifade kullanır da söz verdiği şeyi hemencecik almazsa bu durumda da yalan söylemiş olmaz. Çünkü bu vaâd istikbale mâtuftur.

Ayrıca birbirine dargın olan iki kişinin arasını bulurken “Falan adam senin için duâ ediyor.” dese de bununla o adamın “Allah’ım bütün Müslümanları affet.” demiş olduğunu kasdetse yalan bir beyanda bulunmuş olmaz. (Tecrid-i Sarih Tercemesi VIII/111-112) Dolaysıyla yalan söylemenin mes’uliyetinden kurtularak rahatlar. İmam-ı Beyhakî’nin rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (a.s.m.)

“Tevriyeli kinâî ifadelerle yalandan kurtulup rahatlama vardır.” (et-Tâc V/55)

buyurarak bu meseleye açıklık getirmişlerdir.

Ancak bilhassa günümüzde her sahada yalana fazla yer verildiğinden buna meydan açmamak için bu çeşit meselelerde hassas ve dikkatli davranılmasını isteyen Bediüzzaman şöyle der:

“...Maslahat için kizb (yalan) ise zaman onu neshetmiştir (hükmünü kaldırmıştır). Maslahat ve zaruret için bazı âlim ‘muvakkat’ fetvası vermiş. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünkü o kadar su-i istimal edilmiş ki yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez."

“Mesela: seferde namazı kasretmenin sebebi meşakkattır. Fakat illet olmaz. Çünkü muayyen bir haddi yok. Suistimale düşebilir. Belki illet yalnız sefer olabilir.”

Yâni yolculuk esnasında dört rekâtlı farz namazları iki kılarak kasretmenin illeti esas sebebi “yolculuk” yolculuğa çıkmaktır. Meşakkat olmasa dayanamaz kısaltılabilir. Eğer meşakkat gerçek sebep olarak görülürse bu hükmü herkes kendisine göre değiştirip uygulayabilir. “Ben hiçbir zorluk çekmedim öyleyse namazları dört rekât kılarım.” gibi bir suistimale düşebilir. Bunun önüne geçmek için meşakkat olsa da olmasa da namaz kasredilir.

Bu misâlden sonra Üstad son olarak şu meseleye temas eder:

“Aynen öyle de maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok su-i istimale müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetva ona bina edilmez. Öyle ise ‘imme’s-sıdk ve imme’s-sükût (ya doğru söylemeli yahut susmalı) Yani yol ikidir üç değildir. Ya doğru ya yalan ya sükût değildir.”

“Evet her söylediğin doğru olmalı fakat her doğruyu söylemek doğru değildir. Bazan zarar verse sükût etmek. Yoksa yalana hiç fetva yok.”(bk. Hutbe-i Şamiye Üçüncü Kelime)

Soru: Yalan söylemek çok kötü olduğu halde Peygamberimiz (asm) savaşta yalan söylemeye neden ruhsat vermiştir bu aldatmak anlamına gelmez mi? Ayrıca bu hile ile savaş kazanmaktır insanlığa yakışmamaktadır hatta bundan sonra hiçbir savaşan bu Müslümanlara inanmayacaktır?

a. İslam’a göre yalan büyük bir vebaldir.

“Pis putlara tapmaktan sakının bir de yalan söz söylemekten sakının.” (Hac 22/30)

mealindeki ayette şirkten sonra yalana yer verilmesi dikkate değer bir vurgudur.

b. İslam dini doğruluk üzerine kurulmuştur. Kur’an’da bir çok yerde Kur’an’ın hak/doğruyu söyleyen bir kitap olduğu Hz. Peygamber (a.s.m)’in hak/ doğru sözlü bir peygamber olduğuna işaret edildiği gibi vahyin dinin sahibi olan Rabbimizin doğru sözlü olduğu vurgulanmış ve

“Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir ki?!.”(Nisa 4/122)

mealindeki ayette olduğu gibi en gafil kafaları uyandırmak maksadıyla soru sitiliyle konunun ifade edilmesi tercih edilmiştir.

c. İman doğruluk üzerine küfür ise yalan üzerine kuruludur. Zaruret olmadan “bir lafza-i kâfir olan yalana” izin vermesi düşülebilir mi?

İslam dininin Peygamberi (a.s.m)’in çocukluğundan beri çevresinde “Muhammedü’l-Emin = sözüyle özüyle fiiliyle emin güvenilir Muhammed.” unvanıyla meşhur olması bize çok şey anlatmaktadır. Böyle bir zat bazı konularda yalan söylemeye ruhsat vermişse bunun hikmetini kavramaya çalışmak gerekir.

d. “Aksine bu hile ile savaş kazanmaktır insanlığa yakışmamaktadır hatta bundan sonra hiçbir savaşan bu Müslümanlara inanmayacaktır da” yargısı gerçekten ilginçtir. “Savaş mertçe yapılır…” anlamına gelen bu hamasî söylemlerin savaş sözlüğünde asla yeri yoktur.

İnsanlık tarihinde savaşların başladığı günden bu güne dek yapılan bütün savaşlar karşı taraf olan düşmanı öldürmeye yönelik bir sanattır. Düşmanı öldürmek için meydana çıkacaksınız fakat fırsat elinize geçtiği halde “bu mertliğe yakışmaz” diye öldürmekten vazgeçeceksiniz; böyle budalalık olur mu? Bu davranış vatan hainliği çerçevesinde idama bile götürebilir.

e. Bugün her ülke tarafından kullanılan “savaş stratejisi savaş taktiği savaş manevrası savaş senaryosu” gibi sözcüklerle ifade edilen bütün savaş taktikleri karşı tarafı aldatmaya hedef saptırmaya yönelik birer hiledir birer aldatmacadır birer fiilî yalandır. Savaşta “arkadan vurmamak mertçe savaşmak” gibi yaveler sadece filimlerde yer bulan sözcüklerdir.

Nitekim Peygamberimiz (a.s.m) de;

“Harb hud’adır / savaş karşı tarafı yanıltma taktiğidir." (Buharî Cihad 157; Müslim Cihad 18-19)

diye buyurmuştur. En sahih hadis kaynaklarında Resulüllah (asm)’ın bu ifadesi ortada iken mümin olan bir kimsenin -bunun hikmetini öğrenmek yerine- yanlışlığını ortaya çıkarmaya çalışmak dinî açıdan çok ciddi risk taşımaktadır.

f. “Muhakkak ki doğruluk insanı iyiliğe güzelliğe yöneltir iyilik ise cennete iletir. Kişi doğru konuşa konuşa nihayet -Allah katında- sıddîk / çok dürüst olarak yazılır. Şüphesiz yalan fücura kötülüğe yönlendirir fücur ise ateşe/cehenneme iletir. Kişi yalan söyleye söyleye nihayet -Allah katında- kezzap/çok yalancı olarak yazılır.” (Müslim Birr 103-105).

Şimdi insafla düşünelim yalancılığı “kötülüğün anahtarı cehennemin rehberi” olarak gösteren Hz. Peygamber (a.s.m) bu hükümden bazı istisnaları yapmışsa bir mümine düşen onu saygıyla karşılamaktır. (Zaten mümin olmayan kimse ile bu konu en son konuşulması gereken bir detaydır).

g. Bu tür konularda aşağıdaki ayet-i celile bizim rehberimiz olmalıdır. Tavrımız niyetimiz üslubumuz bu ilahî mesajın çerçevesinde şekillenmelidir.

“Hayır hayır! Senin Rabbin hakkı için onlar aralarında ihtilâf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa 4/65).

h. Tarih boyunca (bir emir değil adece bir tolerans olan) bu ruhsat maalesef çok suistimale uğradı. Nebevî ruhsatın olması gereken çerçevenin dışına çıkıldı. Heva ve hevesler karıştı. Ruhsat çizgisi amacının dışında kullanıldı. Adeta verilen ruhsattan beklenen yarar bu suistimaller sonucunda zarar hanesine yazılmaya başladı. Bu sebeple bu gün artık bu ruhsattan yararlanma işini askıya almakta fayda vardır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet