- İnsanlara nafile orucun ve nafile namazın fazilet ve ehemmiyetini anlatabilmemiz için ne yapmalıyız ki Allah'tan korksunlar ve fasık cahil kalmasınlar?
Değerli kardeşimiz
Nafile namaz kılmanın ve nafile oruç tutmanın büyük sevabı olmakla beraber bunları yapmayan kişi fasık olmaz sevabından mahrum kalır.
Bu nedenle nafile namazları ve nafile oruçları öncelikle bizim yapmamız gerekir. Daha sonra şartlar ve ortam uygunsa ve nasihatimiz zarar vermeyecekse ayet ve hadislerle bunların faziletlerinden ve sevabından bahsederek teşvik edeceğiz. Arkasından da onlar için dua edeceğiz.
Nafile farz ve vacip niteliğinde olmayan ibadet anlamında fıkıh terimidir.
Fıkıhta nafile ve nefl kelimeleri geniş anlamıyla dinen farz ve vacip niteliğinde olmaksızın mükelleften yapılması istenen malî ve bedenî ibadetleri; dar anlamıyla farz vacip ve sünnet ibadetler dışında kişinin daha fazla sevap kazanmak için kendi isteğiyle yaptığı malî ve bedenî ibadetleri ifade eder (Tehanevî Keşşaf 2/1325)
Kuran-ı Kerîm’de ve hadislerde gerek Allah’a kulluk için yapılması istenen belirli davranışlar şeklinde ifade edilebilecek dar anlamıyla; gerekse Allah’ın rızasına uygun her türlü eylem ve çabayı kapsayan geniş anlamıyla ibadetin önemine vurgu yapıldığı bunların bir kısmında kesin buyrukların diğer bir kısmında gönüllü olarak yapmaya teşvikin söz konusu olduğu görülür:
- Birçok ayette ibadet edenler övülmüş (bk. Tevbe 9/112; Zümer 39/9)
- Müslümanların iyi işlerde birbiriyle yarışması(bk. Mâide 5/48) ve iyilikte yardımlaşması(bk. Mâide 5/2) tavsiye ve teşvik edilmiş
- Cönüllü olarak ibadet yapmanın (tatavvu) hayır ve sevap olduğu belirtilmiştir. (bk. Bakara 2/158 184; Tevbe 9/79)
Bazı müfessirler "Allah adaleti ve ihsanı emreder." (bk. Nahl 16/90) mealindeki ayette geçen adaleti farzlar ihsanı nafileler şeklinde yorumlamıştır. (Şevkânî III 187-188)
Hz. Peygamber (asm) farz ve vacip ibadetleri hakkıyla yerine getirenlerin kurtuluşa ereceğini müjdelemiştir. (bk. Buhari İman 34)
Bununla beraber Efendimiz (asm):
- Nafile ibadet yapanların Allah’ın sevgili kulları olduğunu belirtmiştir. (bk. Müsned VI 256)
- Ashabını kendilerine ailelerine ve topluma karşı görevlerini ihmal etmemek ve ölçüyü korumak şartıyla (bk. Buhari Nikâh 1) nafile ibadet yapmaya teşvik etmiştir. (bk. Müslim Müsâfirîn 103)
- Ahirette farz ibadetlerdeki eksiklerin nafile ibadetlerle tamamlanacağını haber vermiştir. (bk. İbn Mâce İkametü’s-salat 202)
- Kendisi (asm) de Allah’ın bağışlamasına mazhar kılındığı bildirildiği hâlde şükreden bir kul olma çabasını asla elden bırakmayıp farzlar dışında çokça ibadet yapmıştır. (bk. Buhârî Teheccüd 6; Müslim Münâfiḳīn 79-81)
Sahabiler de farzlar dışındaki ibadetleri onun uyguladığı ve öğrettiği şekilde yerine getirmeye özen göstermişler tabiîn ve sonraki nesiller Hz. Peygambere (asm) ittiba esasına dayanan bu çizgiyi sürdürerek nafile ibadetlere önem vermişler kamil bir mümin olma yolunda ilerleyebilmek için nafilelerin özel bir yere sahip bulunduğu anlayışını benimsemişlerdir.
Fıkıh âlimleri nafile kapsamındaki ibadetlerin farz ve vacip nitelikli ibadetleri koruyup desteklemesi yanında onlarla birlikte yerine getirilmesinin fertler arası ilişkilerin ve toplumsal yapının iyileştirilmesine ve kişilik eğitimine olumlu katkılar sağladığını göz önüne alarak bunları toplum bakımından vacip hükmünde değerlendirmiş ve nafilelerin fertler tarafından sürekli olarak cemaat tarafından ise toptan terkedilmesinin önemli sakıncalar taşıdığına dikkat çekmişlerdir. (Fahreddin er-Razi el-Mahsul I 102; Şatıbî Müvafakat I 132-133; krş. Serahsî el-Uṣul I 114; Abdülazîz el-Buhârî Keşfu’l’esrar II 628)
İslam dininin dört temel ibadeti olan namaz oruç hac ve zekâttan her birinin nafile şekilleri fıkıhta “salâtü’n-nafile / salâtü’t-tatavvu‘” gibi ifadeler kullanılarak ele alınmıştır.
Dereceleri yönünden nafile namazlar sünnet mendup tatavvu gibi kısımlara ayrıldığı gibi cemaatle kılınıp kılınmaması yönünden de ayırıma tabi tutulmuştur. Ayrıca bu tür namazlar eda edilmesi için belirli bir vakit tayin edilip edilmemesi veya eda edilmesi bir sebebe bağlı olup olmaması açısından mukayyed ve mutlak kısımlarına ayrılmıştır.
Bir sebebe bağlı olarak eda edilen mukayyed nafile namazlar Ay tutulması Güneş tutulması yağmur duası yolculuğa çıkış ve yolculuktan dönüş tövbe tavaf ihrama girme tesbih tahiyyetü’l-mescid istihâre hacet namazlarıyla abdest ve gusül sonrasında kılınması sevap olan namazdır.
Cuma namazıyla beş vakit farz namazlardan önce veya sonra kılınan ve belli düzen tertip ve devamlılık içinde kılındığı için “sünen-i revâtib” olarak isimlendirilen sünnet namazlar teravih kuşluk evvâbîn teheccüd namazları bir vakte bağlı olarak eda edilen mukayyed nafile namazlardır.
Mübarek gün ve gecelerde kılınması tavsiye edilen nafile namazlar da bu grupta gösterilir.
Hanefî mezhebinde vacip olarak nitelendirilen vitir ve bayram namazları diğer mezheplerde sünnet-i müekkede olduğundan vakte bağlı nafile namazlar içinde kabul edilmiştir.
Vakte bağlı olmayan ve rekât sayıları belirlenmeyen nafile namazlar ise mutlak nafile namazlardır. Bu tür namazlar farz ve vacip namazların gecikmesine yol açmayacak şekilde ve nafile namaz kılmanın mekruh olduğu vakitlerin dışında gece ve gündüz kılınabilir.
Fıkıh âlimleri mutlak nafile namazların rekât sayısının fazla olmasından çok kıraatinin uzun olmasının daha faziletli ve geceleyin kılınanlarının gündüz kılınanlardan derece bakımından daha üstün olduğunu ifade etmişlerdir. Hanefîler mutlak nafile namazların gündüz bir selâmla en çok dört gece sekiz rekât Şafiler ise hem gece hem gündüz ancak ikişer rekât kılınabileceğini söylemişlerdir.
Nafile oruçlar da mukayyed ve mutlak kısımlarına ayrılmıştır.
Mukayyed nafile oruçlar muharremin dokuz ve onuncu veya onuncu ve on birinci günlerinde şevval ayının özellikle ramazan bayramını takip eden altı gününde haram aylarda (zilkade zilhicce muharrem ve receb) bilhassa zilhiccenin ilk dokuz gününde şaban ayında ve ramazan ayı hariç her kamerî ayın on üç on dört ve on beşinci günleriyle her haftanın pazartesi ve perşembe günlerinde tutulan oruçlardır.
Bu oruçlardan bir kısmı sünnet bir kısmı müstehap olarak nitelendirilmiştir. Mutlak nafile oruçlar ise bunların dışında kalan ve oruç tutulması mekruh yahut haram olmayan günlerde kişinin sevap kazanmak amacıyla tuttuğu oruçlardır ki bunların hükmü de müstehaptır.
Diğer taraftan fıkıh eserlerinde başkalarının hakkını ihlâl etmeye sebebiyet vermesi veya kişiyi zayıf düşürüp şahsî ailevî ve içtimaî görevlerini yerine getirmesini engellemesi hâlinde nafile oruç tutmanın mekruh olduğu vurgulanmış farz orucun geçerli olması için niyetin geceden yapılması gerektiği halde bazı fakihlere göre nafile oruca öğleye kadar niyet edilebileceği ve böyle bir orucun özürsüz bozulabileceği ifade edilmiştir.
Sadakalar da farz ve nafile olarak iki kısma ayrılır ve farz olan kısmı zekât teşkil eder.
Fakihler zekât bölümünde malî ibadetlerden farz olan zekât ile vacip olan fıtır sadakasının hükümlerini ayrıntılı biçimde incelemişler yükümlünün zekât ve fitre vecibesini yerine getirirken asgari miktarla yetinmeyip gönüllü olarak fazla vermesinin büyük sevap olduğunu söylemişler bunların dışında yapılacak malî yardımlara “sadakatü’t-tatavvu‘” başlığı altında işaret ettikleri gibi konuya dair hükümleri daha çok vakıf vasiyet hibe karz gibi teberru işlemleriyle ilgili başlıklar altında ele almışlardır.
Bu çerçevede gönüllü malî yardımların özellikle mübarek gün ve gecelerde çokça yapılması tavsiye edilmekle birlikte her zaman yapılabileceği yardım edilen kişiyi rencide etmeksizin büyük bir gizlilik içinde verilmesi (Bakara 2/264 267 271 274) ve yardımı yapanı fakir duruma düşürecek miktarda olmaması gerektiği (İsra 17/29) ayrıca kul hakkı kapsamında borcu bulunan kişinin bunu ödemeden tasaddukta bulunmasının mekruh sayıldığı ifade edilmiştir.
Farz ve vacip olan haclar dışında nafile hac yapmanın sevap olduğu hususunda fakihler arasında ittifak bulunmakla birlikte bununla diğer hayır işleri karşılaştırıldığında hangisinin daha faziletli sayıldığı tartışılmıştır.
Hanefîler ülke sınırları boyunca karakol (ribât) inşasının nafile hacdan daha faziletli olduğu kanaatindedir; diğer gönüllü malî yardımlarla mukayesede ise farklı düşünceler ortaya konmuştur. (İbn Nüceym Bahru’r-raik II 334; İbn Abidîn Reddü’l-muhtar II 621)
Fıkıh âlimleri uhdesinde farz veya vacip bir ibadetin kazası bulunan kimsenin bunları ifa etmeden aynı cinsten nafile bir ibadeti yapıp yapamayacağı hakkında değişik görüşler ileri sürmüşlerdir.
Zekât nafaka ve kefaret borcu bulunan bir kişinin bunları ödemeden gönüllü malî yardımda bulunmasının haram olduğu genel kabul gören bir husustur.
Hanefî fakihleri namaz borcu bulunan kişinin mutlak nitelikteki nafile namaz kılması yerine kaza namazı kılmasının daha üstün olduğunu oruç borcu bulunan kişinin ise nafile oruç tutmasının mekruh sayılmadığını farz olan haccı yerine getirmemiş kimsenin nafile niyetiyle yaptığı haccın nafile olarak gerçekleşeceğini hac farizasını yerine getirmemiş Müslümanın vekil veya naib sıfatıyla başkasının yerine hac yapmasına bir engel bulunmadığını ifade etmişlerdir.
Ebû Yusuf’tan gelen diğer bir rivayete göre hac farizasını yerine getirmeyen kişinin nafile niyetiyle yaptığı hac farz hac olarak gerçekleşir.
Maliki mezhebinde üzerinde namaz borcu bulunan kişinin vitir bayram namazları ve sabah namazının sünnetleri dışında nafile namaz kılmasının haram; nezir kaza ve kefaret yoluyla oruç borcu bulunan bir kişinin nafile oruç tutmasının ve farz haccı ifa etmeden nafile hac yapmanın mekruh olduğu ve bu durumda farz hac yükümlülüğünün devam edeceği belirtilmiştir.
Şafi mezhebinde kabul edilen bir görüşe göre özürsüz olarak farz namazı kazaya kalan kişinin nafile namaz için zaman ayırması câiz değildir. Bu mezhepte ramazan orucu borcu bulunan kişinin de nafile oruç tutması mekruhtur. Yine bu mezhebe göre farz hac yerine getirilmeden nafile hac yapılamaz; nafile hacca niyet edilse de farz olan hac yerine getirilmiş olur.
Hanbelîler üzerinde kaza namazı borcu bulunan kişinin sabah namazının sünneti dışında nafile namaz kılmasının mekruh olduğu kanaatindedir. Ramazan orucu kazası bulunan bir kişinin nafile oruç tutmasının câiz olup olmadığı tartışılan bu mezhepte farz haccı ifa etmeyen bir kişinin nafileye niyet etse de böyle bir haccın farz olarak gerçekleşeceği söylenmiştir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet