Değerli kardeşimiz
İbadet ederken Allahı rızası yanında cenneti kazanma ve cehennemden kurtulma gayesi olması gerçi ibadetin geçerliliğine engel değildir ve bu kişi günah işlemiş olmaz. Ancak ibadetin ruhu olan ihlasa zarar gelir. Çünkü "İhlasla yapılan az bir amel dahi ihlassız yapılan binlerce ibadetten daha evladır." Bu bakımdan ibadetleri yaparken hiçbir gayeyi gözetmeden Allah emrettiği için yapmak gerekir.
Ayrıca günahları da o emrettiği için terketmeliyiz.
İbadetlerin iki yönü vardır. Biri illeti diğeri hikmetidir. İbadetin asıl gerekçesi ve vazife oluşuna sebep olan husus illetidir. İllet ise Allah’ın emri veya yasaklamasıdır. Böyle olunca ibadetin gerekçesi ve asıl sebebi Allah’ın emir ve yasağı oluyor. Neticesi ise Allah’ın rızasını elde etmektir. Semere ve meyvesi ise ahrette cennettir.
“İhlâs" yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. İbadet yalnız emredildiği için yapılmalıdır. Başka bir hikmet ve fayda ibadetimize “ana sebep” olmamalıdır.
Yalnız; hikmet ve faydaların ibadetimize “müreccih” yani tercih sebebi olmasında bir zarar söz konusu olmaz. Öyleyse ana sebep saymamak kaydıyla ibadetimizin âhirette fayda sağlamasını isteyebiliriz. İbadetimizden sonra Cenâb-ı Allah’tan Cenneti isteyebiliriz. Âhiret yurdu tevhid dâiresi olduğundan âhiret saadetini düşünerek gayrete gelip ibadet yapmakta bir sakınca yoktur. Bunda ihlâsa aykırılık aramaya gerek de yoktur.
Fakat âhiret saadeti ibadetimize ana sebep olur ve Allah rızâsını kazanma niyetinin önüne geçerse bundan ihlâsımız elbette yara alır. Çünkü biz her şeyden önce Allah’ın kuluyuz Allah’ın rızâsını kazanmakla mükellefiz. Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle Kur’ân’dan ders alan bir mü’min tam bir kuldur. Fakat en büyük mahlûkata bile boyun eğmeyen ve Cennet gibi en büyük bir menfaati bile ibadetine gâye kabul etmeyen izzet sahibi bir kuldur. (Sözler s. 122)
Kur’ân-ı Kerîm “Ey insanlar! Rabbinize ibadet ediniz!” emriyle insanları ibadete dâvet ediyor. Bu çağrıya hâl diliyle “Ne için ibadet yapalım?” diye sorulan soruyu yine Kur’ân-ı Kerîm: “Çünkü sizi yaratan Rabbinizdir.” diye cevaplandırıyor. (Bakara 2/21) Böylece bizzat Kur’ân Rabbimizin bizi yaratmış olmasını Rabbimize ibadet yapmamız için yeterli sebep sayıyor. Âyetin sonundaki “Böylece takvâya erişmeniz mümkün olur.” cümlesi ise ibadetimiz için bir netice bildiriyor. Bu âyete göre ibadetimizin neticesi takvâya erişmektir. Cennete ulaşmak veya âhiretteki tükenmez nimetlere kavuşmak ise Allah’ın dilerse lütfudur.
Esasen Allah için yaşamak Allah için var olmak bizim yaratılış gayemizdir. Nitekim bir musîbete uğradığımızda söylememiz sünnet olan:
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn / Biz Allah için varız ve Allah’a döneceğiz.” (Bakara 2/156)
âyeti de bize ne için yaşıyor olduğumuzun resmini net biçimde çizer. Allah için yaşayan elbette yalnız Allah için ibadet yapar.
Yukarıdaki âyetin tefsîrini yapan Üstad Bedîüzzaman Hazretleri âyette “takvâ”nın ibadete yeterli bir hedef olarak gösterilmesi üzerinde önemle durur. Bediüzzaman’a göre âyetten anlıyoruz ki ibadet ancak ihlâs ile ibadettir. İbadet başka bir şeye örneğin dünyaya olmadığı gibi Cennete ve âhiret saadetine dahi vesîle olması gayesiyle yapılmaz. İbadet vesîle değil; varılacak gâyedir. İbadet maksûd-u bizzattır yani yaratılışımızın ulaşmamız gereken tek maksadıdır. İbadeti kendisiyle bir şeye ulaşmak niyetiyle yapmıyoruz. İbadeti sevap kazanmak ve azaptan sakınmak için yapmıyoruz. İbadeti yaratılışımızın bir gâyesi olduğu için yapıyoruz ulaşmamız gereken bir maksat olduğu için yapıyoruz. (bk İşârâtü’l-İ’câz ilgili ayetin tefsiri) İbadeti yaptığımız zaman yaratılış maksadımıza ulaştığımız için içimizde bir huzur ve rahatlık hissetmemiz bundandır.
Çünkü biz Cennete ulaşmak veya âhirette mutlu olmak için değil; ibadet edelim diye yaratılmışız! Bu gâyemizi şu âyet de çok net açıklar:
“Ben cinleri ve insanları Bana ibadet yapsınlar diye yarattım.” (Zâriyât 51/56)
Biz bu niyetlerle Allah’ın tevfik ve hidâyetiyle inâyet ve yardımıyla sırf Allah rızâsı için sırf Allah’ın emrine itaat etmek niyetiyle ibadetimizi yaparız. Ebedî âhiret yurdunda ise Cenâb-ı Hakk’ın Cennetini rahmetini ve mağfiretini ibadetimizin karşılığı olarak değil Cenâb-ı Hakk’ın fazlından lütfundan ve merhametinden bekleriz ve umarız.
Dünyada ibadet yapmamız ne kadar kulluğumuzun bir gereği ise âhirette -ibadetimizin karşılığı olarak olmasa da- Cenâb-ı Hakk’ın fazlından ve rahmetinden merhamet ummamız ve Cenneti vermesini beklememiz de bir o kadar kulluğumuzun gereğidir. Kula istemek O’na vermek yakışır!
O halde “Niçin ibadet ediyorsun?” şeklindeki bir sorunun cevabı da “Rabbim emrettiği için.” şeklinde olacaktır. Bu emri tutmanın pek çok da faydası vardır; gerek dünyada gerek âhirette. Ama ibadet bu faydalar için yapılmaz. Bunlar meselenin hikmet yönüdür. Abdin işi ibadettir; emir dinlemek yasaklardan sakınmaktır. Kula kulluk yaraşır. İbadetini bu şuurla yapan bir kuluna Rabbinin yapacağı ihsanlar ikramlar ve Cennette vereceği dereceler ibadetin hikmet yönüdür.
Konuyu bir örnekle özetleyelim:
Hakkı Amcanın çok güzel bir bahçesi ve bu bahçede en güzelinden dut kayısı kiraz .. ağaçları vardı. Küçük Fatih zaman zaman babasıyla birlikte Hakkı Amcalara gittiğinde bu meyvelerden doyasıya yerdi. Doğrusu meyveyi dalında yemenin bambaşka bir lezzeti vardı. Bir gün babasına “Baba biliyor musun ben Hakkı Amcayı çok seviyorum.” dedi. Babası yarı şaka yarı ciddi şu cevabı verdi: “Oğlum sen Hakkı Amcayı değil onun bahçesini seviyorsun.”
Hakkı Amca gerçekten de sevilecek bir insandı. Ama Onun zatını sevmekle Onu bahçesinden dolayı sevmek arasında fark vardı.
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...
İslami Destek Sitesi