Değerli kardeşimiz
Namazın Âdâbı:
Sünnetlerin dışında namazın edeblerine de riâyet etmek gerekir. Zira âdâbını yerine getirmemek namazı bozmasa da sevab ve fazîletini azaltır.
Namazın belli başlı edebleri şunlardır:
1. Namazda bedenen ve rûhen huzur sükûnet ve haşyet içinde bulunmak. Şuurlu bir Müslüman namazın ne büyük bir ibâdet olduğunu bilir namaz sâyesinde Hâlik-ı Zülcelâlinin mânevî huzurunda olduğunu anlar O`nun her an kendisini görüp bildiğini düşünerek mütevâzi bir vaziyet alır. Kalbini mümkün mertebe bâtıl ve kötü düşüncelerden mâsivâdan dünyevî alâkalardan korumaya çalışır. Bunun içindir ki:
"Namazın kemâli ancak kalb huzuruyladır."
buyurulmuştur. Namazda böyle huşû` ve huzûr içinde bulunan bir mü`minin ebedî saadete ve kurtuluşa ereceği Kur`ân-ı Kerîm`de şu şekilde müjdelenmiştir:
"Mü`minler felâh bulmuştur ki onlar namazlarında haşyet içinde bulunurlar." (Mü`minûn 23/1 2).
Zeyne`l-Abidîn Hazretlerinin ev iyanıyordu. Bağırışanların çığlıkları ise mahalleyi altüst ediyordu. Fakat Zeyne`l-Abidîn`de hareket yoktu. Yangını söndürdükten sonra içeriye girenler onu namazda buldular. Selâm verip de namazı bitirince hayretle sordular:
- Evin bir köşesi tutuştu yanıyordun feryadlarımızı duymadın mı?
O da şöyle cevab verdi:
- Duydum duymasına da öteki tarafın ateşi bu ateşin heyecanını bastırdı. Onun için mühimsemedim...
Ashab-ı Kirâm`dan Said bin Hayseme`nin atını çalıyorlardı. Görenler atın çalındığını bağırarak duyurdular. Ama Said bin Hayseme`de bir hareket yoktu. Ona:
- Neden atının peşinden gitmedin?
dediler. Şöyle karşılık verdi:
- Namazdaki hazzım ve zevkim bana atımdan çok daha değerli geldi de ondan...
Evet mâneviyat büyüklerinin ve şuurlu dindarların namazları böyledir. Burada şu mühim hususa da temas edelim:
İnsan "Benim namazım nerede şu mâneviyat büyüklerinin kıldıkları namaz nerede? Benim kıldığım namazlarda feyiz ve hayır yok." gibi bir hisse kapılmamalıdır.
Zira bizim gibi âmilerin namazının da -şuûrumuz taallûk etmese bile- büyük bir velinin ibâdeti gibi namazın bu yüksek feyiz ve nuranî hakikatinden bir hissesi vardır. Ancak kişilerin ruhî tekâmül ve kalbî saffet derecelerine göre o feyiz ve nûrun inkişâfı farklı olur.
Bir çekirdekten ağaca kadar nasıl pek çok mertebe ve inkişaflar varsa öyle de kılınan namazlarda da ondan daha fazla dereceler ve mertebeler bulunabilir. Fakat en alttan en üst mertebeye kadar her mertebede namazdaki nuranî hakikatın ve yüksek kemâlâtın esası mevcuttur. Tıpkı çekirdekte ağacın esası mevcut olduğu gibi...
Onun için üzüntüye ve ümidsizliğe kapılmaya hiç gerek yoktur. Bununla beraber ruhen daha fazla inkişâf etmeye kılınan namazlardan daha çok feyiz ve huzûr almaya çalışmak da lâzımdır. Namazda huşû ve huzûr içinde olmak kadar şuurlu olmak da mühimdir. Bu yüzden uykulu vaziyette namaz kılmayı Peygamber Efendimiz (asm) hoş karşılamamıştır. Bu hususta şöyle buyurur:
"Birinize namazda uyku gelirse uykusu geçene kadar uyusun. Zira uykulu uykulu namaz kılarsa tövbe edeceği yerde bilmeden sövmüş olabilir."
"Biriniz namazda uyuklarsa okuduğunu iyice bilinceye kadar uyusun."
Resûlüllah Efendimiz (asm) uykulu halde namaz kılmayı hoş karşılamadığı gibi yorulmuş usanmış halde namaz kılmayı da hoş görmemiştir.
2. Üste giyilmiş elbiseyi önü açık bulundurmamak varsa düğmelerini iliklemek. Normal olarak insanlar arasına çıkılamayacak elbiselerle namaza durmamalıdır. Namazda giyilen elbiselerin kirli olmamasına dikkat etmelidir. İşçi kimseler iş elbisesiyle namaz kılabilirler. Yeter ki elbise kirli paslı olmasın.
3. Namaz kılarken kıyamda secde yerine; rükû`da ayakların üzerine; secdede burnun ucuna; oturuşlarda kucağa ve selâmda da sağ ve sol omuz başlarına bakılmalıdır.
4. Namazda iken öksürük ve geğirme gibi davranışları mümkün mertebe gidermeye çalışmalıdır.
5. Namazda esnerken ağzını tutmak da âdâbdandır. Ağzını tutmak dişleri dudakları arasında sıkmakla olur. Bu şekilde esnemeyi engellemek mümkün değilse kıyamda sağ elin tersini sair rükünlerde de sol elini ağzına kor. Esnemeyi gizlemeğe çalışır. Hadîs-i şerîfte:
"Cenâb-ı Hak aksırmayı sever esnemeyi ise kerih görür. Esneyen kimse elinden geldiğince ona mâni olmaya çalışsın hah hah diye ses çıkarmasın."
Diğer bir rivayette de:
"Elini ağzına koysun." buyurulmuştur.
6. Rükû` ve secdede okunan tesbihleri tek başına namaz kılan kimsenin üçten fazla söylemesi.
7. Kâmet getirilirken "hayye ale`l-felâh" denilince imam ile birlikte ayağa kalkmak. İmam-ı Züfer`e göre "hayye ale`s-salâh"da ayağa kalkılır.
8. İmamın "kad kâmeti`s-salâh" denirken namaza başlaması. İmam bu hareketiyle müezzini tasdik etmiş olur. Bununla beraber kâmet bittikten sonra namaza durmakta da bir beis yoktur. İmam Ebû Yûsuf ile diğer üç mezheb imamına göre böylesi daha muvafıktır.
9. Bir namazdan sonra öbürünü beklemek kollamak.
10. Namazdan sonra tesbihlere cemaatle yapılan duaya devam etmek bunları terketmemek.
11. Her namazdan sonra Kur`ân-ı Kerîm okumak.
12. Evde işyerinde namazı kolayca edâ edecek tedbirleri önceden almak. (bk. Mehmet Dikmen İslam İlmihali)
Peygamberimiz (asm) nasıl namaz kılardı namazın kılınış şeklini nasıl tarif etmiştir?
Resûlullah (asm) Efendimizin nasıl namaz kıldığını Müslüman halka tarif edip anlatan büyük sahabi Ebû Mâlik El-Eş'ari’yi (ra) dinleyelim; Abdullah bin Ganem naklediyor:
Bir gün Ebû Mâlik El-Eş'ari (ra) Eş'ari kabilesine şöyle seslendi:
“Ey Eş'arî kabilesi! Toplanınız kadınlarınızı ve çocuklarınızı da toplayın tâ ki size. Resûlullah (asm) Efendimizin bize Medine'de kıldırdığı namazı tarif edip anlatayım.”
Bunun üzerine kabile halkı erkeğiyle kadın ve çocuklarıyla toplanıp bir araya geldiler. Ebû Mâlik önce güzel bir abdest aldı Resûlullah (asm)'ın yaptığı gibi her azayı yeterince yıkadı. Sonra güneş gök kubbe ortasına geldi her şeyin gölgesi titreşip kaldı. Biraz daha beklediler netice cisimlerin gölgesi doğuya doğru kendini gösterince yani öğle vakti girince kalkıp ezan okudu. Önce erkekleri öne alıp saf bağlamalarını sonra çocukların sonra da en geride kadınların saf bağlamasını sağladı. Sonra ikamet okuyup öne geçti ellerini kaldırarak tekbir getirdi. Fâtiha-i şerifeyi ve kendisine kolay gelen bir sureyi okuduktan sonra tekbir getirip rüku’a gitti; üç kere Sübhane'llahi ve bi-hamdihi (veya Sübhanellahi'l-Azîm) dedikten sonra «Semiallahu limen hamidehu» diyerek belini doğrulttu. Sonra tekbir getirerek secdeye vardı sonra tekbir getirip başını secdeden kaldırdı sonra tekrar tekbir getirip ikinci secdeye vardı sonra tekbir getirip ayağa kalktı. Böylece rekâtta tam altı tekbir getirmiş oldu. Tabii ikinci rekâta kalkarken de tekbir getirerek kalktı. Böylece namazı kıldırıp tamamladıktan sonra cemaate dönerek şöyle dedi:
Benim getirdiğim tekbirleri iyice muhafaza edin rükû' ve secdeleri nasıl yaptığımı iyice öğrenin. Çünkü bu gündüzün şu saatlerinde Medine'de Resûlullah (asm) Efendimizin bize kıldırdığı namazın kendisi (bir benzeri) dir. Resûlullah (asm) farzı kıldırınca O da cemaatine dönerek şöyle buyurmuştu:
«Ey insanlar! İşitin ve anlayın; biliniz ki Allah'ın öyle kulları var ki onlar ne peygamberdir ne de şehittirler fakat peygamberler ve şehitler onların makamlarına ve Allah'a olan yakınlıklarına gıpta ederler.»
Bunun üzerine Bedevilerden biri kalkıp Resûlullah'a yaklaştı ve elini göğsüne doğru kıvırıp dedi ki:
“Ya Resûlullah! Şu sözünü ettiğin Allah (C.C.) kulları kimlerdir onları bize tanıtır mısın?”
Bedevinin bu sorusuna fazlasıyla memnun kalan Efendimiz (asm) şöyle cevap verdi:
«Onlar insanlardan ayrılıp (Hakk'a) dönenler ve kabilelerin garipleridir. Aralarında yakın bir akrabalık da yoktur fakat onlar Allah için birbirini severler ve saf bağlayıp dururlar. Kıyamet günü Allah çıkıp oturmaları için onlara nurdan minberler hazırlar. Böylece onların hem yüzlerini hem elbiselerini nur kılar. Kıyamet günü insanlar o günün dehşetinden korkarken onlar korkmaz. Evet onlar üzerlerinde hiç bir korku olmayan ve üzülmeyen Allah dostlarıdır.» (Ahmed bin Hanbel - Ebû Ya'lâ: İsnad-i Hasen ile.. El-Hâkim: Sahih isnad ile.. )
Diğer Bir Rivayet:
Bir adam Mescid-i Saadete girip namaz kıldıktan sonra Resûlullah (asm) Efendimize gelerek selâm verdi. Efendimiz onun selâmını alıp karşılık verdi ve buyurdu ki:
«Dön yeniden namaz kıl çünkü sen namaz kılmadın!» Adam bu emir üzerine dönüp yeniden namaz kıldı ve Peygamber'e (asm) dönüp geldiğinde Efendimiz yine ona:
«Dön yeniden namaz kıl çünkü sen namaz kılmadın!» buyurdu ve bu hal üç defa tekrarlandı. Adam çaresiz kalıp dedi ki:
«Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a and olsun ki bundan daha iyisini bilmiyorum siz bana öğretin.» Resûlullah (asm) da ona şöyle tarif etti:«Namaza durunca önce tekbir getir. Sonra Kur'ân'dan sana kolay gelenini oku. Sonra rükû'a var bütün organların sakinleşinceye kadar bekle sonra başını kaldırıp belini iyice doğrult. Sonra secdeye var yine azan sakinleşinceye kadar bekle ve secdeden kalktığında yine oturuşun ölçüsünü alıncaya kadar bekle. Yine secdeye var ve âzan sakinleşinceye kadar bekle ve her rekâtta bunları aynen yerine getir.» [(Buharı - Müslim - Ahmed bin Hanbel: Ebû Hüreyre (R.A.)'den.) (Celal Yıldırım Kaynaklarıyla İslam Fıkhı Uysal Kitabevi: 1/230-232)]
Rükû’ ve secdeleri yaparken nelere dikkat etmek gerekir rükû’ ve secdelerin arasında ne kadar beklenmelidir?
Rükû' ve secdeleri yaparken bazı hususlara çok dikkat etmek gerekir. Rükû'da azalar sakinleşinceye kadar beklemek kalkınca da beli iyice doğrultmak gerekir.
Secdelerdeki durum da böyle yani gerek secdede gerekse iki secde arasında aza sakinleşinceye kadar beklemek ve iki secde arasında otururken beli iyice doğrultmak vâcibdir. Bu konuda Resûlullah (asm) Efendimizin birkaç hadîsini nakletmek yerinde olur:
«Namazında hırsızlık yapan kimse insanların en fena hırsızıdır.»
Buyurduğunda ashab-ı kiram sordu:
"Ey Allah'ın Peygamberi! İnsan kendi namazından nasıl çalabilir?"
Buyurdu ki:
«Rükû' ve secdelerini tamam yapmaz rükû' ve secdelerde belini iyice doğrultamaz da ondan...» (Ahmed bin Hanbel - Tabarânî - İbni Huzayme - Hâkim : Sahih isnadla vâyet edilmiştir.)
"Rükû' ve secdelerini yerine getirirken belini doğrultmayan kimsenin namazı yeterli değildir." (Kütüb-i Sitte'den beşi rivayet etmiştir: îsnadı sahihtir.)
Büyük sahabi Hz. Huzayfe (ra) namaz kılarken rükû' ve secdelerde belini doğrultmayan bir kimse gördü ona şöyle dedi: «Sen namaz kılmadın. Eğer bu vaziyette ölecek olursan fıtrat üzere ölmüş olmazsın.» Fıtrattan maksat «din»dir. Bundan maksat Hazret-i Muhammed'in (asm) getirdiği dinin anlam ve ölçülerini noksan bırakarak ölürsün demektir. (Rivayetin bir bölümünü Buhari nakletmiştir.) (Celal Yıldırım Kaynaklarıyla İslam Fıkhı Uysal Kitabevi: 1/245-246.)
Namazın şartları farz ve vacipleri sünnet ve adabları gibi hususlara bağlı kalınarak namaz nasıl kılınır?
Namaz kılmaya kalkıldığında niyet getirerek ellerini kaldırıp tekbir getirir. Başparmaklar kulak yumuşağı seviyesinde tutulur. Tekbir getirilirken baş öne doğru eğilmez elin iç kısmı kıbleye gelecek şekilde tutularak tekbir getirilir. Eller tam kulak hizasına kaldırıldığında "Allahu Ekber" denilir. En sahih olan da budur. Kunut ve Bayram tekbirleri bu ölçü ve biçimde getirilir. Ancak Bayram Tekbirleriyle İftitah Tekbiri ve bir de Kunut Tekbirinde eller kaldırılır; bunun dışındaki tekbirlerde eller kaldırılmaz. Ancak kaldırıldığı takdirde namaz bozulmaz.
Kadına gelince o İftitah Tekbiri getirirken ellerini sadece omuzları hizasına kadar kaldırır. Sahih olan da budur. Tekbirde ellerin parmakları birbirine yapıştırarak değil normal bir biçimde araları hafif açık bir vaziyette tutulur. Ellerini kaldırmadan tekbir getirmek sünnete uygun değildir. Ancak bir illet ya da hastalıktan dolayı ellerini kaldıramayanlar müstesna. Ellerinden sadece birini kaldırabilen onunla yetinir.
"Allahu Ekber" derken lafz-ı celâlin elifi uzatılmaz. Ekber kelimesinin de elif veya ba harfini uzatmak da böyledir. Hattâ çoğu ilim adamlarına göre böyle teleffuz eden kimse namaza başlamamış sayılır. Lafza-ı Celâl'in sonundaki (ha) harfini uzatmak mânayı bozmaz ama kurala aykırıdır. O halde gerek Allah gerekse Ekber kelimelerinin başındaki elifi uzatan kimsenin namazı bozulur. Çünkü bu tarz okumak mana yönünden çok hatalıdır... (Et-Tebyin - El-Hulasa - El-Hidâye - El-lhtiyar Şerhi Muhtar.)
Tekbir getirildikten sonra sağ el sol el üzerine konularak göbek altında bağlanır. Kadınlar ise bu durumda ellerini göğüsleri üzerine korlar. Ayrıca baş ve serçe parmakla sol elin bileği hafifçe tutulur geriye kalan parmaklar bilek üzerine uzatılır.
Rükû'a gidilirken eller konulduğu yerden kaldırılır rükû'da elerin içi diz kapakları üzerine konulur. Meşayihten bir kısmına göre sadece koymakla kalmaz bir de diz kapaklarını kavrar şekilde tutar. Bu ikisi arasında bir tutuş daha uygundur. (Siracü'l-Vehhac - Et-Tebyîn - El-Muhit - Fetâvâ-yi Hindiyye.)
A) Ayakta Dururken Ayakların Arasının Açık Tutulması:
Namazda ayakta durulurken ayaklar arasını dört parmak kadar açık tutmak adâbdandır. Bunu müstehâb kabul edenler de olmuştur. Birinci görüş daha sahihtir. (Et-Tencis / Hâherzade - En-Nihaye - El-Hidâye.)
Eller belirtilen biçimde bağlandıktan sonra “Sübhâneke'llahümme ve bi-hamdike ve tebareke's-muke ve teâlâ ceddüke velâ ilahe gayruke ” okunur. (El-Hidaye - El-Bedayi' / Kâsânî.) Bunu ister imam ister münferid kılan ister cemaat halinde kılanlar olsun her namaz kılanın okuması sünnettir. (Tatarhaniyye.)
B) Sübhaneke'de «ve celle senâüke» okunur mu?
El-Asıl En-Nevadir gibi kaynak kitaplarda cenaze namazının dışında bu cümlenin okunmaması oradaki duâ makamına ve onun esrar ve hikmetine daha uygundur sonucuna işaret edilmektedir. Allah'ı lâyıkıyla övmek ne mümkün. O kendisini övdüğü gibi uludur. Cenaze namazında mü'min kardeşimiz için duâ ederken namazın başlangıcında yine "Sübhaneke"yi okuyoruz. Ne var ki ve "celle senâuke"ye burada yer veriyoruz. Bunun birçok nedeni vardır:
1) Her duanın ve duada yer alan kelime ve cümlenin bir makamı vardır ki onun başka bir yerde okunması aynı feyiz ve rahmete kapı açmaz. O halde "ve celle senâuke"nin feyiz ve rahmet makamı cenaze namazındadır.
2) Ölen kardeşimiz için Allah'ın rahmet ve mağfiretini dilerken O'nun yüceliğini azamet ve kudretini rahmet ve inayetini önce "Sübhaneke" ile anlatmaya ya da dile getirmeye çalışıyoruz. Bu açıdan O'nun geniş rahmet ve mağfiretini diliyoruz. “Ve celle senâüke” diyerek O'nun rahmet ve mağfiretinin azamet ve kibriyasının yüceliğine erişmenin mümkün olmadığını en üstün övgüye ancak O'nun lâyık bulunduğunu kalbimizden dilimize getirmeye çalışıyor ve «ve celle senâuke» cümlesiyle bunu ifâde ediyoruz.
3) Bu cümlenin cenaze namazında okunduğunda kalbe verdiği şifâyı başka yerde okunmasıyla elde etmek o ölçüde tesirli değildir. Bu bakımdan dualarda rivayet edilen şekle bağlı kalmakta büyük yarar vardır. “Ve celle senauke” cümlesinin vereceği şifâyı biraz da bu açıdan değerlendirmek gerekir.
"Sübhaneke"den sonra "Euzü-besmele" söylenir. Bunların kelime olarak şekli şudur: "Euzü billahi mine'ş-şeytani'r-racîm - bismillahi'r-rahmâni'r-rahim." Fetva buna göre verilmiştir.
Türkçe anlamı: «Kovulup rahmetten uzak tutulan şeytandan Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allah adıyla başlarım." (El-Hulasa - EI-Bedayi' / Kâsâni.)
Tabii bu ikisi de gizli okunur. Bu hem imam hem cemaat hem de münferid için sünnet midir?
İmama uyanlar sadece "Sübhaneke" ile yetinirler. İmam ve bir de yalnız başına namaz kılanın "Euzü-Besmele"i hem okumaları hem de bunu gizli söylemeleri sünnettir. Muhtar olan görüş budur. (Ez-Zahire / Burhaneddin Taceddin.) Çünkü imam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed’e göre teavvuz kıraate tabi'dir "Sübhaneke"ye değil. Mesbuk yetişemediği rekâtları tamamlamaya kalktığında "Euzü-besmele" söyler. Çünkü kıraati yerine getirmesi gerekiyor. Muktedi (imama ilk rekâtta uyup onunla birlikte namazı tamamlayan) ise böyle değildir. O teavvuz (eûzü-besmele) okumaz çünkü kıraati imam yerine getiriyor. Sadece imamın "Euzü-besmele" okuması yeterlidir. Bayram namazında ise "Euzü besmele" bayram tekbirlerinden sonra okunur. (El-Hidaye / Merğinanî.)
C) Her Rekâtta Teavvuz (Eûzü-besmele) Okunur mu?
Meşayih-i Fukahaya göre sadece birinci rekâtta kıraate başlarken okunması kâfidir. Fetva buna göredir. Sahih olan da budur. Kıraate başlarken teavvuz okumayı unutur Fâtiha'dan sonra hatırlarsa artık buna gerek kalmaz. (El-Hulâsa - Mecmau'l-Enhur.)
D) Besmele:
Euzü'den sonra "Besmele" okunur. Bu gizli söylenir. "Besmele" Kur'ân'dan bir âyettir surelerin arasını ayırmak için konulmuştur. Namazda sadece "Besmele"yle yetinip kıraatte bulunmamak caiz değildir. Çünkü kıraat Besmele dışındaki sure ya da üç kısa âyet okumakla gerçekleşmektedir. (El-Cevheretü'n-Neyyire / Şerhi – Kuduri.)
İmam Ebû Yusuf'a göre her rekâtta kıraate başlarken "Besmele" okunur. Fetva buna göredir İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed bu görüşte değillerdir. (El-Muhit / Serahsî – Tatarhaniyye.)
Fatiha ile sure arasında "Besmele" okumaya gerek yoktur. (El-Vikaaye / Tacü'ş-Şeria - En-Nukaaye / Sadruşşeria.) Sahih olan da budur. Okunmasını tavsiye edenler de olmuştur. Ama fukahanın çoğu okunmaması üzerinde durmuştur. (El-Bedayi / Kâsânî - El-Cevheretü'n-Neyyire / Şerh-i Kudurî.)
"Besmele"den sonra Fâtiha-ı şerife okunur. Fâtiha'nın sonunda kendisi işitecek kadar «âmîn» denilir. Sünnet olan budur. (El-Muhit / Serahsi.) Âmîn deme hususunda imam cemaat ve münferid (yalnız bastına kılan) eşittir. Yani hepsinin de kendisi işitecek ölçüde söylemesi sünnettir.
E) Âmin kelimesi hem med hem kasırla okunmuştur. Şeddeyle okunması hatadır. Manası «Duamızı kabul buyur» demektir.
Gizli okunan namazlarda cemaat imamın "vele'd-dâllîn" dediğini duyarsa artık «âmin» demelerine gerek kalmaz diyenler olmuşsa da Fâkih Ebû Cafer El-Hendevânî «âmin» demeleri sünnete uygundur sonucuna varmıştır. (El-Muhit / Serahsi.)
Bayram ve cuma namazlarında cemaat birbirinden âmîn sesini duyacak olursa susmayıp kendileri de belirtilen ölçüde söylerler sahih olan da budur. (Siracül'-Vehhac - Fetâvâ-yi Hindiyye.)
Fatiha'dan sonra ya bir sûre ya da üç âyet okunur. Üç âyet uzunluğunda bir âyet okumak da kâfidir. (Et-Tebyîn - Şerh-i Münye / îbn Emir Hâcc.)
Kıraatten sonra rükû'a varılır. Ancak eğilirken tekbir getirilir. Nitekim Resûlullah (asm) Efendimiz:
«İmam Allahu ekber deyince siz de söyleyin imam rükû'a gidince siz de gidin. İmam rükû'dan semiallahu limen hamidehu deyip kalkınca siz rabbena ve-leke'l-hamd deyin.»
buyurmuştur. Sahih olan da budur. Ancak tekbir’de şuna dikkat etmek efdaldir: Tam belini eğeceği sırada başlanır eller diz kapaklarına dokunacağı sırada bitirilir. (EI-Muhit - Tahavi – Tatarhaniyye.)
Rükû'da ellerini iyice diz kapaklarına dayamak ve beli mümkün olduğu nispette düz tutmak sünnettir. (El-Hidâye - En-Nihâye.) Burada başı da ne yukarı kaldırır ne de aşağıya doğru eğer bel ile aynı seviyede tutmaya çalışır. (El-Hulâsa - Fetâvâ-yi Hindiyye.)
F) Rükû'da dizlerde dik tutulur mafsal bükük tutulmaz. Kadınlar ise dizlerini hafif kırarlar kollarını açık tutmazlar. Erkekler kollarnı hafif açık tutarlar. Sonra "subhane rabbiye'l-azîm" tesbihini üç defa söyler. Böylece rükû' tamamlanmış olur. Ne var ki bir tek defa bile bu tesbihi söylemek caizdir. Ancak tenzihi kerahet vardır. Çünkü Resûlullah (asm) Efendimizin bunu hem üç defa söylediği hem tavsiyede bulunduğu sahih rivayetle sabit olmuştur.
G) Rükû'dan kalkıldığında ayakta durup beli iyice doğrultmak sünnete uygundur. Hatta Ebû Yusuf a göre böyle yapmazsa namazı bozulur veya kerahetle namaz kılmış olur.
Namazda her zikir ve tesbih kendi yerinde getirilir; aksi halde söylenmez terk edilir. Meselâ rükû’a varıldığında söylenecek tesbih rükû'dan kalkıldığında söylenirse sünnet yerine getirilmemiş olacağından artık söylenmez. Rükû'dan kalkıldığında "semiallahu limen hamideh"i beli tam doğrulttuğu zaman söylemek de sünnete uygun olmadığı için terk edilmesi daha iyi olur. Çünkü yerinin dışında kalmıştır. (Tatarhanyiye - Fetâvâ-yi Hindiyye.)
"Semiallahu limen hamideh" derken sonundaki (H) harfini sakin okumak daha uygundur.
Rükû'dan kalkılıp bel doğrultulduktan sonra tekbir getirilerek secdeye varılır. Secdede üç defa "subhane rabbiyel-a'lâ" denilir. Bu sayı rükû ve secdede yapılan tesbihlerin en azıdır. Tek olmak üzere beşe ya da yediye çıkarmak müstehabdır. Ancak imam bunu üçten fazla yapmamalıdır. (El-Hidâye - El-Muhit / Serahsî.) Bunun için söz sahibi fakihler "Tesbihin en azı üç ortalaması beş mükemmeli yedi defadır." demişlerdir.
H) Secdeye varıldığında önce dizler sonra eller sonra burun sonra da alın yere konulur. Kalkıldığında ise önce alın sonra burun sonra eller sonra da dizler kaldırılır. Tabii bu tertip sıhhati yerinde bulunan kimseler içindir. Ayağı ya da kolları romatizma ya da benzeri bir hastalıktan muzdarip bulunan kimsenin kolayına nasıl geliyorsa öyle hareket eder. Meselâ rükû'a varırken belini tam doğrultamıyorsa tutabildiği ölçüde bir durum alır kendini zorlamaz. Secdeye vardığında önce dizlerini yere koyamıyorsa Önce ellerini koyup öylece secdeye varmayı sağlar. (Et-Tebyîn - El-Bedayi.)
Secdede eller tam kulak hizasına konulur parmaklar kıbleye doğru tutulur. Ayakların parmakları da aynı hükme girer. Erkekler bu sırada karınlarını uyluklarından biraz ayırıp yüksekçe tutarken kadınların bunun aksine karınlarını uyluklarıyla bitiştirirler. Erkekler yine bu durumda kollarını yere sermeyip biraz yüksekçe tutarken kadınlar bunun aksini yapar. (El-Hulasa - Fetâvâ-yi Hindiyye.)
Bu hususlarda cariyeler de hür kadınlar gibidir. Ancak namaza başlama tekbirinde erkekler gibidirler. Gerçi bugün câriye diye bir konu mevcut değildir. İslâmiyet çok sistemli bir tutumla kölelik ve cariyeliği kaldırmıştır. Ama bazı konularda yine yer yer onlarla ilgili hükümleri anlatmakta yarar görülmektedir.
Secdeden tekbir getirilerek baş kaldırılır bel dimdik tutularak oturulur. Bu oturuşta sünnet bir zikir yoktur. (El-Ceheretü'n-Neyyire / Şerh-iKudurî.)
Secdeden kalktığında belini doğrultmadan ikinci secdeye varacak olursa İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre bu da kâfi gelir. İmam Ebû Yusuf bu görüş ve ictihadda değildir. Ta'dil-i Erkân ona göre vâcibdir. Kasten terkinden dolayı namazın iadesi gerekir. (El-Hidâye - Fetavâ-yi Hindiyye.) Ancak İmam A'zam'a göre de secdeden başı kaldırdıktan sonra duruş vaziyetine bakılır: Başı secdeye daha yakınsa farz yerine gelmediğinden caiz değildir; oturma haline daha yakınsa caizdir. En sahih olan da budur. Fetva buna göredir. (Et-Tebyin - El-Hidâye - El-Bedayi.)
Ebû Yusuf'a göre de «başını kaldırdı» denilecek ölçüde bir doğrulma meydana gelirse caizdir. Bunun aksi caiz değildir. Sahih olan rivayet budur. (El-Muhit - El-Bedayi'.)
Sonra tekbir getirilip ikinci secdeye varılır. Birincide olduğu gibi üç defa tesbih getirir.
İkinci secdeden kalkıldığında mümkünse eller yere konulmadan kıbleye yönelik bulunan ayak parmakları üzerine doğrulup ayağa kalkılır. Ancak bu arada dizlere dayanmakta hiçbir sakınca yoktur. Sıhhati ve gücü yerinde olanların bunu da terk edip hiç bir şeye dayanmaksızın kalkması müstehabdır. (El-Muhit - Bahr-i Râik / Ibn Nüceym.)
İkinci secdeden kalkıldığında -Şâfiîlerin yaptığı gibi- hafif bir oturuştan sonra ellerini yere dayayarak kalkacak olursa bunda da bir sakınca görülmemiştir. Ancak yukarıda Hanefî imamlarının belirttiği biçimde kalkmak müstehabdır.
İkinci rekâtta birinci rekâtta yapılanların aynısı tekrarlanır; ancak İftitah Tekbiri getirilmez “Euzü” söylenmez. Besmele ile kıraate başlanır. (El-Kuduri - Fetâvâ-yi Hindiyye.)
İkinci rekâtta ikinci secdeyi tamamlayıp doğrulunca sol ayak yere serilerek üzerinde oturulur; sağ ayak parmakları kıbleye gelecek biçimde tutulur. Eller dizlere yakın ölçüde parmaklar açık bir vaziyette konulur. Dizler tutulmaz parmaklar da birbirine iyice bitiştirilmez rahat bir tutuşa dikkat edilir. (El-Hidâye / El-Merğinâni.) En sahih olan da budur.
Kadınlar bu durumda sol kalçası üzerine oturup sol ayağını sağ ayağının bileğinin altına gelecek biçimde bir vaziyet alır. (İbn Âbidin - El-Hidâye / El-Merğinanî.)
Belirtilen biçimde gerek erkek gerek kadın gerek imam ve gerekse cemaat ve yalnız başına namaz kılan İbn Mes'ud Hazretlerinin naklettiği "Et-Tahiyyatı" okur. Namaz iki rekâtlı değilse "Et-Tahiyyat"tan sonra bir şey okunmayıp tekbir getirilerek ayağa üçüncü rekâta kalkılır. İki rekâtlı bir namaz ise Salâvat dua ve belli zikirler yapılır. (El-Muhit / Radıyüddin Serahsi - El-Hidaye / Merğinâni.)
İ) Et-Tahiyatta “eşhedü ellâ ilahe illallah” bölümüne gelince şehadet parmağıyla işarette bulunulur. Ama bu konuda seçilen kavle göre işaret yapılmaz denilmiştir. Fetva da bu kavle göredir. (El-Hulâsa - El-Muhit - Fetâvâ-yi Hindiyye.) Münyetü'l-Müftî'de parmakla işaretin mekruh olduğu kaydedilmişse de Meşayih-i Kiram bunda bir kerahet olmadığını söylemiştir. Uygun olan da meşayihin görüşüdür.
"Et-Tahiyyat"tan sonra birinci rekâtta belirtilen ölçü ve biçimde ayağa kalkılır. Ancak Tahavî kalkılırken elleriyle yere dayanmakta bir sakınca yoktur demiştir. Birinci rekâtta yaptıklarının tamamını bu rekâtta aynen yerine getirir. Üçüncü rekâtta sadece Fâtiha'yı okur. Fazla bir şey okuması mekruhtur. (El-Muhit / SerahsI - El-Ihtiyar Şerh-i Muhtar.)
J) Üçüncü rekâtta kıraati tamamen terk edip sadece tesbihle yetinir ya da hem kıraati hem tesbihi terk ederse bir şey gerekmez. Ne var ki Fâtiha'yı okumak efdaldir. Rivayetler arasında bu konuda en sahih olanı da belirttiğimiz husustur. (Zahire / Burhanettin Mahmud - Fetâvâ-yi Kaadıhan.) Çünkü fetva buna göredir. El-Muhit bunu en sahih 'kavi olarak kabul etmiştir.
O halde üçüncü ve dördüncü rekâtlarda kıraat efdaldir. Fatiha ile yetinilir. Hiçbir şey okumayıp susmak ise mekruhtur. (El-Bedayi' / Kasanı - El~Hulasa.)
Dördüncü rekâtın sonunda ikinci rekâtın sonunda oturduğu gibi oturur; "Et-Tahiyyat"ı belirtilen biçimde okur sonra Resûlullah (asm) Efendimize Salâvat-i Şerife getirir.
K)Salâvat'ın nasıl getirilmesi gerektiği:
İmam Muhammed'den sözü edilen Salâvat'ın nasıl getirilmesi gerektiği sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
«Allahümme sallî alâ Muhammed'in ve alâ âli Muhammed'in kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahîm'e inneke hamîdün mecîd ve barik alâ Muhammed’in ve alâ âli Muhammed'in kema barekte âla İbrahîme ve alâ âli İbrahîme inneke hamîdün mecîd.»
Bunun dışında bir de “Allahümme irhem Muhammed'en” demek bazılarına göre mekruhsa da sahih olan tespite göre mekruh değildir (Fetâvâ-yi Hindiyye) denilebilir.
Salâvat-ı şerîfeden sonra önce kendine sonra ana-babasına sonra da bütün mü'minlere duâ eder. Sünnet olan duâ bu tertip üzere olanıdır. Kur’ân’da bunun örneği mevcuttur:
“Rabbena îğfir lî veli vâlideyye veli’l mü’minîne yevme yekumu'l-hisâb.”
Türkçe anlamı: «Ey Rabbimiz! Beni anamı babamı ve mü'minleri insanların kalkıp hesaba çekileceği gün bağışla günahlardan temizle.» (Et-Tebyin / Zeylaî.)
Bu duadan sonra:
L)
“Rabbena âtinâ fi'd-dünya haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve kına azabe'n-nar” duası yapılır.
Bunun Türkçe anlamı: «Rabbimiz! Dünyada da bize iyilik ver âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem ateşi azabından koru.»
Dualarda efdal olanları bunlardır. Bu bakımdan halkın sözlerine benzer tarzda dua yapmak veya halktan istenilmesi her zaman için mümkün olan şeyleri arzulayarak bazı sözlerle duada bulunmak uygun değildir. Buna bir örnek verelim:
«Allah'ım! Beni falan kızla evlendir!..»
«Benim tarla bahçeme su indir!..» gibi.
İşte bu tür sözlerle duâ etmek doğru değildir. Hatta caiz olmadığını söyleyenler var ki sahih olan da budur. (El-Ayni Şerh-i Hidâye - Fetavâ-yi Hindiyye.)
Duada bu ölçüyü dikkate alanlara göre «Allah'ım! Bana çok mal ver.» derse namazı bozulur. «Allah'ım! Bana ilim ve hac nasîb eyle.» derse namazı bozulmaz. Çünkü birincisi halk sözlerinden birdir.
Bunun için sünnete uygun duaları ezberleyip okumak daha uygundur. Dilin başka bir söze kaymasını önler. (El-Velvaliciyye / Abdürreşid – Tatarhaniyye.) Ancak bu konuda genel kaideyi unutmamak gerekir:
Teşehhüde oturduktan sonra yani «Et-Tahiyyat’ı» okuduktan veya onu okuyacak miktar oturduktan sonra halkın sözüne benzer anlam ve ölçüde yapılan dualar namazı bozmaz ancak kişi böyle yapmakla namazdan çıkmış olur. Son farz olan Teşehhüd Miktarı oturmak gerçekleştiği için namazın bozulması söz konusu değildir. Bu miktar oturmadan belirtilen anlam ve ölçüde duâ yapacak olursa o takdirde namazı bozulmuş sayılır. (Et-Tebyin / Zeylaî - Fetava-yi Hindiyye.)
M) Rivayet yoluyla sabit olan dualardan biri de Ebu Bekir Sıddîk (ra)'den nakledilenidir:
Resûlullah (asm) Efendimiz namazda okumam için bana şu duayı öğretti:
«Allahümme innî zalemtu nefsî zulmen kesîren ve innehu lâ yağfîru'z-zünube illâ ente fağfir lî mağfireten min indike verhamnî inneke ente'l-ğafuru'r-rahîm.»
Türkçe anlamı:«Allah'ım! Ben kendime çok haksızlık ettim. Doğrusu günahları ancak Sen bağışlarsın; beni bağışla kendi katından bir bağışlamayla beni mağfiretine erdir. Bana merhamet et. Çünkü ancak Sen hem Ğafur'sun hem Rahîm'sin.»
Büyük sahabi İbn Mes'ud (ra) de daha çok şu duayı tavsiye etmiştir:
«Allahümme innî eselüke mine'l-h