Bir ateistin iddiası:
- Tanrı ırk ve cinsiyet ayırt ediyor. Bir tanrının başka inançlara sahip insanlar ile görüşmeyi yasaklamasının nedeni ne olabilir?
- Foyasının ortaya çıkacak olması mı?
- Peki nasıl bir yaratıcı bir cinsiyeti bir diğerinin hizmetine sunduğunu iddia edebilir?
- İşini bilen bir erkek insan tarafından üretilmiş bir tanrı mı?
- Hiç Allah’ı dişi ya da cinsiyetsiz olarak algılayan birini gördünüz mü?
- Tanrı figürüne bilinçli olarak hep bir erkek olarak algılanacak şekilde anlamlar yüklenmiş. Kadın cinsiyeti genelde yarım-eksik insan olarak görülmüş. Kadını aşağılayan bazı ayetler: Nisa 3 - 34 -128 Bakara 228 Nur 31 Ahzab 50 - 51. Ayrıca bilimsel olarak Erkek ve Kadın kadar doğal olduğu kanıtlanmış eşcinsellik ve çift cinsiyetlilik için de dinlerin bakış açısı fazlasıyla hatalı.
Değerli kardeşimiz
- Allah diğer insanlar ile görüşmeyi yasaklaması şöyle dursun onlarla görüşmeyi Müslümanlara bir görev olarak vermiştir.
İslam dinini başka insanlara tebliğ etmek ve öğretmek dolayısıyla onlara görüşüp konuşmak Müslümanların asli görevidir. Böyle olmasaydı on dört asır boyunca nüfus bakımından dünya insanlarının beşte birine yüz ölçüm bakımından dünyanın yarısına nasıl hâkim olabilirdi…
“Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Sebe’ 34/28)
mealindeki ayet ortada iken bu yalana cüret etmek gerçekten insanı hayretten hayrete düşür.. Allah akıl fikir versin!..
- Allah’ın “erkek” olarak gösterildiği iddiası da diğer iddialar gibi temelden çürüktür. Bu konuda pek çok delil ortaya koymak mümkündür. Ancak şu ayet meali yeterlidir: “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.”(Şura 42/11)
Demek ki Allah ne kadına ne de erkeğe benzer…
- Arapça’da zamirler hem “eril” hem “dişil” olarak kullanılır. Dil bakımından “eril zamirler” Allah için kullanılmıştır. Çünkü bu iki zamirden bir çeşidinin kullanılması gerekir. Eğer “dişil” kullanılsaydı bu defa niye “eril” kullanılmadı denilecekti.
Kaldı ki Tarih boyunca insanlık camiasında erkekler daha güçlü daha otorite kabul edilmiştir. Evrenin yaratıcısı için “erkek” zamiri daha yakışır. Fakat bu hiç bir zaman onun -haşa- cinsiyet sahibi olduğunu göstermez. Meallerini verdiğimiz ayet ve benzeri ayet ve hadisler bu konuda çok açıktır.
İslam’da kadının ikinci sınıf vatandaş kabul edildiğini gösteren hiç bir delil yoktur.
- Kur’an’da “Nisa Mümtahine Mücadele Talak” gibi kadınlarla ilgili sureler vardır. Fakat hiç bir erkekle ilgili hususi bir sure yoktur. Bu da Kur’an’da kadınlar için “pozitif ayrımcılık” yapıldığının göstergesidir.
- Cahiliye döneminde kızlara hor bakan cahiller Kur’an’da şöyle kötülenmiştir:
“Birisine bir kız çocuğu müjdelenirse üzüntüsünden yüzü simsiyah kesilir..." (Nahl 16/58)
- Hz. Peygamber: "Üç iki hatta bir kız çocuğunu haklarını koruyarak yetiştiren babanın Cennette kendisiyle beraber olacağını” ifade buyurmuştur” (Ibn Mâce Edep 3)
"Erkeğin en hayırlısı eşine en iyi davranandır." (bk. Buhâri nikâh 43; Müslim fedâil 68)
hadis-i şerifi görmezlikten gelmek ortada bir cehalet olduğu kadar bir nankörlük ve körlük olduğunu da gösteriyor.
Şimdi ilgili ayetlere bakalım:
Nisa suresi 3. ayet:
“Himayeniz altındaki yetim kızlarla evlenince haklarını gözetemeyeceğinizden adaleti sağlayamayacağınızdan endişe ederseniz onlarla değil size helâl olup arzu ettiğiniz diğer kadınlarla iki üç veya dört hanım olmak üzere evlenin. Eğer bu takdirde de aralarında adaleti gerçekleştirmekten endişe ederseniz bir kadınla veya elinizin altında olan cariyelerle yetinin. Bu durum adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.”
İslam dini Arabistan Yarımadasına yayıldığı sırada bir kısım cahiliye âdetleri de bütün tesirleriyle hükmünü icra ediyordu. İslamiyet bunlardan bazılarını tamamen kaldırıyor bazılarını mutedil hale getiriyordu.
Bunlardan birisi de Cahiliye dönemindeki sınırsız kadınla evlenme meselesi idi. İslamiyet gelmeden önce Arap Yarımadasında erkekler sayı tahdidi olmaksızın istedikleri kadar kadınla evlenebilirlerdi.
İşte Kur'an-ı Kerim bu cahiliye âdetine bir sınırlama getirdi; azami olarak dörde kadar evlenebileceğini açıkladı.
- Bununla beraber Kur’an’da bu dört sayısını/daha doğrusu birden fazla evlilik konusunu da belli şartlara bağlamıştır.
“Eğer hanımlarınız arasında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız sadece bir tane ile yetinin...”(Nisa 4/3)
mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.
- Bu çok evliliğe cevaz verilmesinin hikmetlerinden biri de fazla çocuk sahibi olmak ve yetiştirmektir. Çünkü dört kadından doğan çocukların sayısı elbette bir kadından doğan çocuk sayısından daha fazla olacaktır.
Evliliğin asıl sebebi insan mahsulatını tahsil etmektir. Çocuk yapmak çocuk yetiştirmek çok zor bir iştir. Şehvet duygusu ise bu meşakkatli işin peşin bir ücretidir.
Her millet nüfusunun çok olmasını istediği bir gerçektir. Hatta Peygamberimiz (asm) de: “Evlenin çoğalın zira ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim.”(Beyhaki 7/81) diye buyurmuştur.
- Tarihin her devrinde milletler arasında ortaya çıkan kanlı savaşların acımasız tesiriyle erkek nüfusu azalıp kadın nüfusu bir kaç misli artar. Böyle bir durumda bir erkeğin bir kaç kadını koruması bir vazife olur. Türkiye Birinci Dünya Almanya da İkinci Dünya Savaşından sonra bunu yaşamıştı.
Bu gibi durumlarda şu üç formülden biri devreye girecektir:
1. Her erkek yalnız bir kadınla evlenecek ve her üç kadından ikisi aile hayatını çocuk sevgisini annelik şefkatini tadamayacaktır.
2. Her erkek bir kadınla evlenecek fakat diğer kadınlarla da gayrimeşru münasebetler kuracak; kadın bu durumda yine aile hayatını annelik şefkatini ve çocuk sevgisini tadamayacaktır.
3. Bir erkek birkaç kadınla evlenecek meşru daire dahilinde aralarında adalet prensiplerine riayet ederek haysiyet ve şereflerini koruyacak vicdani rahatsızlıktan kurtaracaktır.
İşte İslam dini bu gibi şartların olduğu zamanları göz önünde bulundurarak bu çok güzel ve onurlandırıcı olan son formülü devreye sokmuştur.
- Kadının hasta olması ve daha başka sebeplerden ötürü de çok evliliğin -şartların tahakkuk etmesi durumunda- zorunlu bir hal alacağı da bir gerçektir.
Nisa suresi 34. ayet:
“Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi Allah’ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme evin masraflarını yüklenmeleri gibi malî yükümlülükleridir. O halde iyi kadınlar: itaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise kocalarının yokluğunda onların hukuklarını koruyan kadınlardır. Dikbaşlılığından yıldığınız kadınlara gelince: Onlara evvela öğüt verin vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün.Şayet size itaat ederlerse onlara yüklenmek için bir sebep aramayın. Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır.”
- Kur’an’ın hiç bir ayetinde erkeklerin kadınlardan üstün olduğuna dair bir ifade yer almamıştır.
Soruda belirtilen hususları maddeler halinde cevaplayalım:
Hâkimlik: Ayette erkekler “kavvamdır” deniliyor. Bu kelime hâkim manasına değil yönetici gözetmen sorumlu manasına gelir.
Bununla beraber -biraz sonra da ifade edileceği üzere- İslam’da reis olmak hizmetkâr olmak anlamına gelir.
Üstünlük: Ayette erkeğe bu sorumluluğun verilmesinin gerekçesi olarak gösterilen “erkeklerin üstünlüğü”fazilet üstünlüğü değildir. Ayette belirtilen üstünlük aile geçimini sağlama noktasındaki üstünlüktür. Yani erkek kuvvette sabırda aile geçimini temin etmede kadından daha üstündür/daha kabiliyetlidir/daha dayanıklıdır demektir.
Nitekim ayetin ilgili ifadesinin özetle meali şöyledir: “Kocalar eşleri üzerinde kavvamdır/yönetici ve koruyucudurlar.Bunun sebebi Allah’ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet (maddi-manevi güç-kuvvet) vermesi ve bir de kocalarının mehir verme evin masraflarını yüklenmeleri/evi geçindirmeleri gibi malî yükümlülükleridir”.
Fazilet üstünlüğü: İslam’da gerçek üstünlük fazilet kıymet ve değer üstünlüğüdür. Yoksa bir çok hayvanın insanlardan güç-kuvvet bakımından daha üstün olduğu bilinmektedir. Nitekim
“Allah katında en değerli/en üstün olanınız Allah’a karşı en çok saygılı olanınızdır.”(Hucurat 49/13)
mealindeki ayette üstünlük kriteri (erkeklik-kadınlık değil) Allah’a karşı gösterdikleri saygı olduğu ifade edilmiştir.
Evin Reisi: Bir evde hiç bir reis olmazsa anarşi olur. İki reis olursa kavga olur. Kadın reis olursa riyasetin temel özelliği olan kuvvet metanet sözünü dinletmek gibi konularda -şefkat kahramanı olan birer anne oldukları için-otoriteyi kurmalarının zor olduğuna insanlık tarihi ve insanlık ailesi şahittir.
Demek ki bir evde sözü dinlenen bir büyük bir reis olmazsa o ailede anarşi kol gezer. Böyle sözü dinlenir bir büyüğün büyük çoğunlukla ancak erkelerden olabilirliği herkesin bildiği bir realitedir. Çocukların -yüzde doksanın üzerinde bir oranda- anneden ziyade babadan çekindikleri onun sözünü daha fazla dinledikleri gerçeği gün gibi ortadadır.
Bu durumda siz olsanız evin sorumluluğunu kime verirsiniz?
Demek ki evin reisi olmak daha üstün olmak anlamına değil aile huzur ve barışını ve de geçimini temin etmek manasına gelir.
İtaat: Kadınların erkeklere itaat etmesi onlar için bir küçüklük değildir. Evde bir erkeğin makul olan sözlerini yerine getirmenin ne zararı vardır. Evde sözü dinlenecek bir kimseye ihtiyaç olduğuna göre ve bu kişi de erkek olduğuna göre çocuklara örnek olma adına kadının kocasına itaat etmesi kadar makul bir durum olamaz.
Dairede çalışan kadınların yabancı erkeklerin emirlerini harfiyen yerine getirdikleri ortada iken kendi eşine karşı duyarlı davranması kadar doğal bir şey olabilir mi?
- Bununla beraber bu itaat kavramı bir amir-memur durumunu çağrıştırmamalıdır. Çünkü İslam’da evvela İslam’a aykırı bir emir ve rica olamaz. Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı olan konularda hiçbir kimseye itaat edilmez. Bu sebeple bu itaat aile içerisinde kadının dik kafalılık etmemesini ön gören bir kavram olarak görülmelidir.
Bu açıklamadan erkeğin hanımına itaat etmemesi diye bir anlam da çıkarılmaz. Nitekim Peygamberimiz meşhur Hudeybiye olayında kurbanların kesilmesini istediği halde sahabeler vaziyetin şaşkınlığından ötürü yerlerinden kımıldamamışlardır. Ve bu durumu eşi Hz. Ümmü Seleme ile istişare etmiş ve dediklerini yerine getirmiştir.
İslam’ın bu karşılıklı anlayışları benimsediğini çok iyi bilen Bediüzzaman hazretleri: Ailenin huzur ve mutluluğunu “hürmet-i mütekabile=karşılık saygı” erdemine bağlamıştır.
Dayak: Peygamberimiz (asm)’in Veda haccında konuyla ilgili olarak söylediği şu sözleri ilgili ayetin de bir nevi açıklaması durumundadır:
“Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Onlar Allah’ın yanınızdaki avaneleridir emanetleridir (bu emanetlere riayet edin). Onların da sizin hoşlanmadığınız/istemediğiniz kimseleri evinize almamaları sizin onlar üzerindeki hakkınızdır. Şayet öyle bir şey yaparlarsa (istemediğiniz kimseleri evinize alırlarsa) -onların canını yakmadan- dövebilirsiniz. Memleketin örfüne göre onları giyindirmek yedirip içirmek sizin görevinizdir.” (Müslüm hac 147; İbn Kesir Nisa 34. ayetin tefsiri)
- Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifte “kadını dövme ruhsatı” erkeğin istememesine rağmen kadının bir kimseyi eve alması gerekçesine bağlanmıştır. “Erkeğin istemediği hoşlanmadığı kimse” şüphe uyandıran bir konumda olan kimse anlamına gelir. Bu ise erkeği çileden çıkaran bir husus olduğu ortadadır. Bu ökesini hafif bir dayakla atlatması en uygun bir psikolojik tedavi bile sayılabilir.
- Aslında evin içerisinde kadının kendisine terettüp eden görevlerini yapmaması da “nüşuz/serkeşlik” anlamına gelmekle beraber bunun en kritik noktası erkek açısından şüphe uyandıracak davranışlarda bulunma halidir.
Öyle anlaşılıyor ki ayette söz konusu edilen “nüşuz/serkeşlik” de ailenin huzurunu içten dinamitleyen “şüpheli ortam” anlamına gelir.
Aslında ilgili ayette (Nisa 4/34) -meal olarak- yer alan: “O halde iyi kadınlar(…) kocalarının gıyabında/yokluğunda onların hukuklarını onurlarını koruyan kadınlardır” cümlesinden de böyle bir işareti görmek mümkündür.
(Kur’an’ın bu ailevî “kaba davranışı” zor sezinlenebilecek “çok kibar” bir kalıpta anlatması onun ifade inceliğini ve nezaketli üslubunu göstermektedir.)
- İşte böyle bir ortamı hazırlayan bir kadının -hadiste ifade edildiği şekilde- hafifçe dövülmesi şişirilmiş balon haline gelen erkeğin şak diye patlamaması yuvayı bir anda dağıtmaması için hikmetli bir sübap görevini yapacak ve adamın kafatası tenceresinde kaynayan türlü türlü şeytanî telkinlerden uçuşan buharların yavaş yavaş beyni terk etmesine imkân sağlayacaktır.
Bununla beraber ayette “önce öğüt sonra uzak-küs durma en son çare olarak da dövmenin” sahneye konulmasının ön görülmesi Allah’ın adalet ilim ve hikmetine inanan kimselerin üzerinde uzun uzadıya düşünüp kavramaya çaba göstermeleri gereken bir hikmet tablosudur.
- Bazı alimlerin de ifade ettikleri gibi Hz. Peygamber (asm)’in bu “dövme” ruhsatını asla kullanmaması ve “eşini döven sizin hayırlınız değildir” diye buyurması - caydırıcı bir unsur olarak Kur’an’da yer almasına rağmen- bu ruhsatı kullanmanın uygun olmadığının bir kanıtı olarak değerlendirilebilir. (krş. İbn Aşur Nisa 4/34. ayetin tefsiri)
Nisa suresi 128 ayet:
“Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden ve kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse bazı fedakârlıklar göstererek sulh olmak için gayret göstermelerinde mahzur yoktur. Barışma elbette daha hayırlıdır. Nefisler menfaatlerine düşkün yaratılmıştır. (Ey kocalar!) Eğer siz iyi davranıp arayı düzeltir kadınların hakkını çiğnemekten sakınırsanız unutmayın ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır (İyi davranışlarınızın karşılığını size fazlasıyla verecektir).”
- Serkeş Erkek: Bir erkeğin serkeşlik etmesi durumunda onun da kadın tarafından hafifçe dövülmesini tavsiye etmek herhalde hikmetten uzak olan bir husus olduğu izahtan vabestedir. Çünkü genel olarak kadının böyle bir şey yapması mümkün değildir. Çünkü genel olarak erkekler kadınlardan daha güçlüdür. Zayıf olan birini kendisinden daha güçlü olan birisini dövmekle terbiye etmeye tahrik etmek bilerek veya bilmeyerek zayıf olan kişiye açıkça fenalık etmek manasına gelir.
Bu hikmeti çok iyi bilen Rabbimiz erkeğin serkeşlik yapması durumunda “kadının onu dövmesini” tavsiye etmemiştir. Bilakis en makul ve hikmetli ve olabilirliği her zaman mümkün olan “sulh ve barışma”yı tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Eğer bir kadın kocasının nüşuzundan/geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse (karşılıklı bazı feragatler yapıp anlaşarak) aralarını düzeltmelerinde bir sakınca yoktur. Sulh (her zaman ayrılmaktan daha) hayırlıdır. Her ne kadar (erkek ve kadındaki) nefisler aşırı cimriliğe hazır duruma getirilmiş (kendi arzularını karşı tarafın arzularından daha fazla öncelemeyi ön gören bir yapıya sahip kılınmış olmakla beraber yine de) eğer (siz ey erkekler/ey eşler) güzel geçinip (kadınlara/veya birbirinize eziyet etmekten) sakınırsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Nisa 4/128)
Demek ki erkek dik kafalılık ederse bunu önlemenin çaresi barıştır. “Yumuşak dil yılanı deliğinden çıkartır” prensibini kullanmak özellikle kadınlara düşer.
Burada kadına yapılan hiç bir haksızlık yoktur..
Bakara suresi 228. ayet:
“Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi hanımların da kocaları üzerinde meşru çerçevede hakları vardır. Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Unutmayın ki Allah üstün kudret tam hüküm ve hikmet sahibidir.”
- Bu karşılıklı haklar bir ailenin huzur ve mutluluğunu sağlayan her türlü davranışla her türlü ödev ve görevlerle ilgilidir. Ahlaki açıdan karşılıklı saygı ve sevgiden tutun birbirinin hasbel-beşer olacak kusurlarını görmezlikten gelmeye kadar; her türlü maddi-manevi zarar vermekten kaçınmaktan tutun konuşmalarında incitici sözlerden kaçınmaya kadar bir aile için gereken bütün fedakarlık ve samimiyetin tezahürlerini ihtiva eden geniş bir ifadedir. “erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır” mealindeki ifadeden maksat mirastaki farklılık ve cihatla mükellefiyettir.
“Erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır.” mealindeki ifadeden maksat mirastaki farklılık ve cihatla mükellefiyettir. Mirasta kadın erkek kardeşinden az aldığı kısmını kocasından alarak telafi eder. Cihattan sorumlu olmaması bir ayrıcalıktır.
- Bununla beraber İslam alimleri bu ifadeden farklı ve ilginç şeyler anlamışlardır:
- Mesela Zeyd b. Eslem bundan “erkeğin emrine itaati” anlamışken Şabi bunu “erkeğin kadına mehir vermekle yükümlülüğünü” anlamıştır.
Mucahid’e göre bu ifadeden maksat mirastaki farklılık ve cihatla mükellefiyettir.
İbn Abbas ise bundan “erkeğin kadına karşı daha toleranslı davranmasını; örneğin kendisinin kadına karşı sorumlu olduğu hakkını tastamam yerine getirmekle beraber onun kadının üzerindeki hakkı kadın tarafından noksan bırakıldığı takdirde bunu müsamaha ile karşılamasını” emreden bir kriter olarak anlamıştır. (bk. Maverdi ilgili ayetin tefsiri)
Razi erkeğin değişik yönleri itibariyle kadından daha güçlü olduğunu kadının Allah’ın ona bir emaneti olduğunu belirttikten sonra bu ifadenin erkekler için ciddi bir tehdit ve kadınlara haksızlık etmemeleri yönünden onlara ciddi bir uyarı niteliğinde olduğunu ifade etmiştir. (bk. Razi ilgili ayetin tefsiri)
Görüldüğü gibi ilk etapta erkeğe farklı bir üstünlük derecesi ayrıcalıklı bir hak gibi görünen bu ifadenin tamamen kadının lehinde erkeğin aleyhinde bir kriter olarak kabul edildiği görülmektedir.
Nur suresi 31. ayet: Tesettürler ilgilidir.
Bu konu sitemizde oldukça fazla işlenmiştir.
Ahzab suresi 50 ve 51. ayetleri de sitemizde detaylı açıklanmıştır.
Bu ayetlerin hiçbirinde kadınlara bir haksızlık söz konusu değildir (bu konular için sitemize bakılabilir).
İlave bilgi için tıklayınız:
- Başörtüsünün bir esaret olduğu söyleniyor. Kadın için fıtri olan tesettür mü açıklık mı?
- Ahzab suresi 50-52. ayetleri açıklar mısınız?
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet