Değerli kardeşimiz
Hadis-i şeriflerde Peygamberimiz (asm) çocuğun anne karnında oluşumunu anlatırken farklı ifadeler kullanmıştır. Bazı hadisler çocuğun yüz yirmi günlükken canlandığı imajını verirken bazı hadisler de kırk günlükken canlandığı açıklamasını yapıyor.
Hadisi yüz yirmi gün olarak yorumlayan alimlerimiz ilk dört ay dolmadan kürtaj yapmanın haram olmadığını ancak dört ay dolduktan sonra kürtajın haram olduğunu söylemişlerdir.
Fakat çocuğun kırk günde canlandığını ifade eden hadisleri esas alanlar ise kırk gün geçtikten sonra kürtajın haram olduğunu ifade ediyorlar.
Biz de ruhun çocuğa kırk günlükken üfleneceğini belirten rivayetleri esas alıyoruz.
O zaman şöyle bir soru akla gelebilir: Üç ayrı kırk gün imajı veren hadis rivayeti nasıl açıklanabilir?
Bu durumda yüz yirmi gün hissi uyandıran hadis rivayetleri üç ayrı kırk gün şeklinde değil aynı kırk gün içinde diye yorumlanır.
Nitekim Müslim’de geçen rivayette “fî zâlike” ifadesi geçer Bu da “onda” şeklinde tercüme edilebilecek bir manaya gelir. Yani “fî zâlike'l-vakt - o aynı vakitte" demek olur. Bu da başka vakit değil değil ilk kırk günkü vakit demek olur.
Demek ki hadiste geçen ve "sonra” edatıyla yapılan sıralama haber verilenin değil haberlerin sıralanması kabilindendir. Yani aynı kırk gün içinde bunlar olur demektir. Yoksa üç ayrı kırk gün anlamında değildir.
Özetle:
- Şerî nasların delalet ettiği gibi ruh hayattan başkadır. Ceninin ilk gününden itibaren biyolojik hayatı vardır ancak henüz ruh üflenmemiştir.
- Ağır basan görüşe göre cenine ruh hamilelikten itibaren kırk günden sonra üflenir.
- Ruhun cenine dört aydan sonra üflendiğini açıkça ifade eden sahih veya hasen bir tek hadis yoktur.
- İbn Mes'ûd hadisinin Buhari rivayetini bu hadisin Müslim rivayeti ve diğer hadislerle uygun düşecek şekilde anlamak uygun olur.
- Naslardan ağır basan/kuvvetli olan görüşe göre ruh cenine döllenmeden itibaren kırk günden sonra üflenir.
Konuyu kaynaklarıyla açıklayan RUH CENİNE NE ZAMAN ÜFLENİR? konulu araştırmayı da okumanızı önemle tavsiye ederiz:
Bu araştırma cenine ruhun nefh edildiği vakti ele almaktadır. Bu konu mesela çocuk aldırma (kürtaj) gibi mühim meselelerle çok sıkı bağlantısı olan önemli bir mevzudur. Araştırmada ruh ve hayatın şer'î naslardaki anlamını ve ruhla hayatın aynı şey olmadığını ruhun hayattan başka olduğunu açıkladım. Mesela bitki canlı bir varlıktır. Fakat onda ruh yoktur. Ruh konusunu araştırmada bir sakınca olmayacağını da açıkladım. Bu araştırmada Ruhun cenine nefh ediliş vaktini beyan eden şer'î nasları aktardım. Hadisleri inceledikten ve karşılaştırdıktan sonra ruhun cenine yaygın olarak bilindiği şekilde üçüncü kırk günden sonra değil ilk kırk günden sonra nefh edildiği sonucuna vardım.
Arapçada "Ruh" kelimesi "Rîh: bir şeye girmek" kelimesinden türemiştir.(1) Nefh edildiği(üflendiği) için ruh adı verilmiş olabilir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ona biçim verip kendisine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin."(2)
Bir diğer ayette de şöyle buyurmaktadır:
"Sonra ona biçim verip kendisine ruhundan üfledi..."(3)
'Ruh' kelimesi müzekker(eril)dir. Çoğulu 'ervah'tır. Hem müzekker hem müennes(dişil) olarak kullanıldığını söyleyenler de olmuştur. Müennes olarak kullanımı muhtemelen ruhun nefs anlamına alınmış olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü bazılarına göre ruh ve nefs aynı şeydir.(4)
Terim anlamına gelince; çoğu Kur'ân-ı Kerim'de olmak üzere çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Aşağıdaki anlamlar bunlardandır:(5)
1. Kur'ân-ı Kerim.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"İşte sana da emrimizle bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi endisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun."(6)
Bu ayette Kur'ân-ı Kerim ruh olarak adlandırılmıştır. Çünkü Kur'ân'da insanlar için hayat vardır.
2. Cebrâîl Aleyhisselam.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Uyarıcılardan olasın diye onu Emîn ruh(Cebrâîl) senin kalbine indirmiştir."(7)
3. Vahiy.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"...Kavuşma günü hakkında (insanları) uyarmak için kendi iradesiyle vahyi kullarından dilediğine indirir."(8)
4. İsa Aleyhisselam.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"...Meryem oğlu İsa Mesih ancak Allah'ın peygamberi Meryem'e ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur..."(9)
5. Cibrîl'den başka büyük bir melek.
Bu meleğin ismini zikreden ilim adamı bulamadım. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ruh'un ve meleklerin saf saf sıralanacakları gün..."(10)
"Melekler ve Ruh o gecede Rablerinin izniyle her bir iş için iner de iner."(11)
6. Ruh adıyla anılan yiyip içen insanoğlu gibi yaratılmış bir tür.(12) Muhtemelen bunlar cinlerdir.
7. Meleklerden yiyip içen bir sınıf.(13) Bu görüşe dair bir delil bulamadım. Maruf olana göre melekler yemezler içmezler.
8. Kuvvet.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"...İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir..."(14)
9. Hayvan ruhu
10. İnsan anne karnındayken kendisine nefh edilen (üflenen) insan ruhu.
AllahTeâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Sonra ona biçim verip kendisine ruhundan üfledi..."(15)
Hiç şüphesiz bütün bu manalardan bizi ilgilendiren diğerleri değil yalnızca sonuncu anlamdır.
Allah Teâlâ: "Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki 'Ruh Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir."(16) buyurduğu halde ruh konusunda araştırmalara dalmak caiz midir? Bu soruyu pek çok insan sormaktadır. Buna birkaç yönden cevap verilebilir:
1. Bu ayette zikredilen ruh insan ruhu değildir. Burada söz konusu edilen ruh Cebrâîl yahut başka bir melek veya İsa aleyisselamdır. Yahut da bunların dışında ruhun yukarda zikredilen anlamlarından biridir.(17)
Gerçekte ağır basan görüşe göre ayette geçen ruh insan ruhudur.(18) Fakat diğer görüşlerde söz konusu edilen anlamlarda kullanılmış olma ihtimali de vardır.
2. Ayette Yüce Allah ruh konusunda soru soranların suallerine cevap vermemektedir. Çünkü bu soruyu soranlar öğrenmek için değil kargaşa çıkarmak ve sıkıntı meydana getirmek için böyle bir sual sormuşlardır.(19) Buna göre ayette 'Ruh'un ilim ne kadar ilerlerse ilerlesin insanın hakkında bilgi sahibi olamayacağı gaybî meselelerden olduğuna dair herhangi bir delalet yoktur.
3. Ayette geçen "... Size pek az ilim verilmiştir." ifadesi 'Ey Yahudiler Tevrat'ta size az bir ilim verilmiştir. Ruh bilgisi bundan değildir.' anlamınadır.(20) Bir çok sahih hadiste bu konuda soru soranların Yahudiler olduğu yer almıştır. Buna göre ayetin anlamı dile getirdiğimiz mana olur. Dolayısıyla bu ayetten insanların Kıyamete kadar 'Ruh'un durumuyla ilgili bir şey bilmelerinin mümkün olmadığı anlamı çıkmaz.
4. Hakkında soru sorulan 'Ruh'un hakikati ve mahiyetidir.(21) Beşerin bilmesi mümkün olmayan işte budur. Bunun hikmeti ise şudur: İnsanlar kendi ruhlarının hakikatini kavramaktan aciz iseler 'Zâtı ilâhiyye'nin hakikatini nasıl kavrayabileceklerdir? Bunu kavramaktan öncelikle aciz kalırlar.(22) Ağır basan görüş işte budur. Allah en iyisini bilir.
Ruhun niteliklerine varlığının veya yokluğunun belirtilerine gelince; bunu insanların bilmesi mümkündür. Bundan dolayıdır ki Rasulüllah (s.a.s.) sahih hadislerde bize ruhun cenine nefh ediliş vakti ruhların bir araya getirilmiş ordular gibi olduğu onlardan birbirini tanıyanların uyuştuğu birbirini tanımayanların uyuşmadığı gibi ruha ilişkin bazı meseleleri haber vermektedir. Yine ruhun müminin ve kafirin cesedinden çekilip çıkarılış tarzıyla ilgili (23) onun definden sonra cesede geri döndürüleceğiyle ilgili (24) fakat ruhun 'Berzah'ta cesetle ilişkisinin dünyadaki ilişkisinden başka olduğuyla ilgili ve daha başka ruha ilişkin bazı hususlarda haberler vermiştir. Demek ki sahih olan görüşe göre ruha ilişkin bazı şeyleri araştırmaya dinen herhangi bir engel yoktur.(25)
İlim adamları ve filozoflar binlerce yıldır ruhu tanımlamaya çalışmaktadırlar. Tıpkı modern tıbbın ruhun hakikatine yahut da en azından bazı niteliklerine varlığının veya yokluğunun belirtilerine ulaşmaya çalışması gibi. İşte hakkında çeşitli görüşler bulunan -ki bunlar çoktur hatta yüze ulaştığı söylenmektedir(26)- bu konuyla ilgili bazı görüşler:
Bazıları ruhun hayat olduğunu söylemişlerdir. Onun nefes olduğu da söylenmiştir. Çünkü nefes kesildiği zaman insan ölür. Kimileri de onun kan olduğunu söylemiştir. Çünkü kan kaybıyla hayat sona erer. Bazıları ona bedenin niteliklerinden biri bazıları da bedenin bir kısmı demiştir.(27) Gazali şöyle söylemektedir: "Ruh insanın bilgileri algılamasını üzüntülerin verdiği acıları ve sevinçlerin verdiği zevkleri hissetmesini sağlayan soyut yönüdür."(28)
Feyyumî de şöyle söylüyor: "Ehl-i Sünnetin görüşüne göre ruh beyana ve hıtabı anlamaya yetenekli nefsi nâtıkaª olup cesedin yok olmasıyla yok olmaz."(29)
İbnü'l-Kayyim ise şöyle diyor:
"Mahiyeti itibariyle algılanabilir nitelikteki bedene muhalif bir cisimdir. O nuranidir ulvidir hafiftir canlıdır ve hareketlidir. Uzuvların özüne nüfuz eder ve onlarda suyun gülün içinde hareket ettiği gibi hareket eder."(30)
İbn Kesir de onun bedende suyun ağacın damarlarında dolaştığı gibi dolaşan ve cismani olmayan öz olduğunu nakletmiştir.(31)
Cürcânî de şöyle diyor: "O insanın cismani olmayan bilen algılayan yönüdür."(32)
Görüldüğü gibi Ehl-i Sünnetin ruhla ilgili tanımları onun hakikatine değinmemekte bazı niteliklerini görevlerini ve etkilerini anlatmanın dışına çıkmamaktadır.
Her halükarda ilim adamları algılama ihtiyari hareketler işitme görme ve hissetmenin cesette ruhun var olduğunu gösterdiği bunların yokluğunun ise cesette ruhun bulunmadığını gösterdiği hususunda görüş birliği halindeler.(33)
"...Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin ellerini uzatmış 'Haydi ruhlarınızı çıkarı(p teslim edi)n! Allah'a gerçek olmayan şeyler izafe ettiğiniz ve onun ayetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız.' diyecekleri zaman hallerini bir görsen!"(34)
ayetinde olduğu gibi bazen ruha 'nefs' denmektedir.
Şu ayetler ruhun nefisten başka olduğunu göstermektedir:
"Ona biçim verip kendisine ruhumdan üflediğim zaman..." (35)
"...Sen benim nefsimde olanı bilirsin ama ben senin nefsinde olanı bilemem..."(36)
Çünkü birini diğerinin yerine koymak sahih değildir. Eğer farklılık olmasaydı bu geçerli olurdu.(37)
Ruha bazen kalb denir. Bazen da hayat denir. Bu kullanım bazen akıl sahibi olmayan varlıklara hatta mecazen cansız varlıklara kadar uzanır.(38)
Ruhun bedenle beş çeşit ilişkisi vardır:(39)
1. Anne karnında cenin halinde iken.
2. Canlı olarak yer yüzüne çıktıktan sonra.
3. Uykuda. Bir yönden bedenle ilişkisi olmakla birlikte bir yönden de başka alemlerle ilgisi olan.
4. Berzah'ta.
5. Kıyamet gününde. Bu en mükemmelidir. Çünkü buradaki ilişki öyle bir irtibat ki beden bu irtibatla birlikte ne ölüm kabul eder ne uyku ve ne de bozulma.
'Hayat' kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de çeşitli anlamlara gelmektedir. En önemlileri şunlardır:
1. İman
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu hiç karanlıklar içinde kalmış bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kafirlere işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir."(40)
Ayetteki 'ölü iken dirilttiğimiz' ifadesi 'kafir iken imana eriştirdiğimiz' demektir. Bir diğer ayette de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah'ın ve Rasulünün çağrısına uyun ve bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki onun huzurunda toplanacaksınız."(41)
Bu imanın bütün şubelerini kapsamaktadır.
2. Şehitlerin hayatı
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Hayır onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz."(42)
Bir diğer ayette de şöyle buyurmaktadır:
"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Tam tersine onlar diridirler Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar."(43)
3. Bitkilerin hayatı
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah gökten su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti..."(44) Bir diğer ayette de şöyle buyurmaktadır: "...Canlı olan her şeyi sudan yarattık..."(45) Bu insan hayvan bitki ve tüm canlı varlıkları kapsar.
4. İnsan hayvan ve benzerlerinde mevcut olan hayat
Yeryüzüne indirildiği zaman Yüce Allah Adem'e şöyle buyurmuştur: " ...Orada yaşayacak ve orada öleceksiniz..." (46) Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Hani İbrahim 'Rabbim bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster.' demişti.(Allah ona) 'İnanmıyor musun?' deyince 'Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için' demişti. 'Öyleyse dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler..." (47)
Kur'ân-ı Kerim'de yer aldığı gibi işte bunlar hayat kelimesinin en önemli anlamlarıdır. Nebevi Sünnette bunun üzerine eklenecek ilave bir anlam bulamadım. Hiç şüphesiz bu anlamlardan burada bizi ilgilendiren üçüncü ve dördüncü anlamlardır. Birinci ve ikinci anlamın konumuzla ilgisi yoktur.
Şimdi de ruh ile hayat arasında bir fark var mı ona bakalım.
Bazıları yukarıda zikrettiğimiz gibi ruhu hayat olarak görmektedir. Bu görüş için şer'î naslardan yahut aklî veya ilmi bir delil zikreden görmedim.
Bu meselede benim doğru kabul ettiğim görüş ruhun hayattan başka olduğu bu ikisinin bazen birleştiği bazen de ayrıldıkları görüşüdür. Bunu gösteren çeşitli deliller bulunmaktadır. İşte bu delillerden bazıları:
1. Yukarda zikrettiğim bazı şer'î naslarda görüldüğü ve botanik bilginlerinin hiçbir şüpheye meydan ermeyecek şekilde belirttikleri gibi bitki canlı bir varlıktır. Beslenir fotosentez yapar gelişir ve çoğalır. Fakat onun iradesi ve seçimi yoktur. Bitki ruhu olmayan canlı bir varlıktır. Bildiğim kadarıyla hiçbir şer'î nasta insan hayvan ve kuş hakkında yer almış olduğu gibi bitkide ruh olduğu yer almamaktadır.
2. Cenin kendisine ruh üflenmeden önce canlı bir varlıktır. Döllenme anından ve rahme ulaşma öncesinden itibaren beslenir ve gelişim gösterir. Hiç şüphesiz bu esnada kendisinde hayat vardır.
İbn Kayyim şöyle söylemektedir: Ruh üflenmeden önce ceninde tıpkı bitkide olduğu gibi gelişme ve beslenme hareketi vardır. Bu gelişme ve beslenme hareketi iradeye dayalı değildir. Kendisine ruh üflenince bu gelişme ve beslenme hareketine hissetme ve irade hareketi de eklenir.(48)
Bırakın döllenmiş hücreyi spermde bile hayat vardır. Şu kadar var ki yumurta ile birleşme olmaksızın onda hayatını sürdürme ve gelişme yeteneği yoktur. Aynı şekilde yumurtada da hayat vardır. Ancak o da döllenme olmaksızın varlığını sürdürme yeteneğine sahip değildir. Döllenme tamamlandığı zaman ise varlığını sürdürmeye ve gelişmeye elverişli ilk insan hücresi oluşur.
Şu halde cenin döllenmeden itibaren canlı bir varlıktır. Fakat şer'î nasların açıkladığı gibi onda kesinlikle ruh yoktur. Bundan dolayıdır ki o iradeli hareketlerde bulunamaz. İradeli hareketler ruhun varlığının delilidir.(49)
3. Ruh üflenmeden önce nasıl ki ceninde hayat varsa ruh çıktıktan sonra da cesette hayat kalır. Bu organdan organa değişir. Bazısında hayat ölümden sonra yalnızca dakikalarla ifade edilebilecek kadar bir süre devam ederken bazısında saatlerce sürebilir. Bu organlar bitkin düşüp duruncaya kadar görevlerini yapmaya devam eder.
Hatta günümüzde böbrek kalp ve başka organ nakillerinde olduğu gibi insan organlarından bir çoğunu hayatını muhafaza ederek insandan ayırmak sonra da onu bir başka bedene nakletmek mümkün hale gelmiştir.
5. Uyku halindeki kişi hiç şüphesiz hayattadır. Vücudunun sistemleri çalışmaktadır. Solunum yapar kalbi atar ve diğer hayat belirtileri kendini gösterir. Fakat onda ruh var mıdır? Bu ilk etapta garip karşılanacak bir sorudur. Fakat şer'î naslara baktığımızda buna cevap teşkil edecek çeşitli sarih naslar bulabiliyoruz. Bu nasların en önemlileri şunlardır:
a. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır."(50)
Buna göre Allah ölüm esnasında ve uyku esnasında ruhları alıyor; ölümüne hükmedilmiş olanların ruhları tekrar cesetlerine gönderilmiyor ölümüne hükmedilmemiş olanların cesetleri ise uykuda alındıktan sonra tekrar bedenlerine gönderiliyor.
b.Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O geceleyin sizleri kendinizden geçirip alandır..."(51)
c. Hz. Peygamber (s.a.s.) uykudan uyandığında "Hamd bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a mahsustur. Dönüş ancak onadır." derdi.(52)
d. Rasûlüllah (s.a.s.) bize uykuya yatacağımızda şöyle dememizi emretmiştir:
"Allah'ım senin adınla yanımı yere koyup oradan yine senin adınla kaldıracağım. Eğer nefsimi (ruhumu) tutarsan onu bağışla. Şayet gönderirsen onu salih kullarını muhafaza ettiğin şekilde muhafaza et."(53)
e. Ebu Katade hadisi. O şöyle söylemiştir: Bir gece Rasûlüllah (s.a.s.) ile birlikte yolculuk yaptık. Topluluktan bazıları gecenin sonuna doğru 'Mola versen(54) Ey Allah'ın Rasûlü' dediler. Rasûlülah 'Uyuyup kalarak namazı geçirmenizden korkuyorum.' buyurdu. Bilal 'Ben sizi uyandırırım.' dedi. Bunun üzerine yattılar. Bilal de (nöbeti esnasında) sırtını binitine dayamıştı. Gözlerini uyku bastı. Nihayet o da uyuyup kaldı. Rasûlüllah (s.a.s.) güneşin üst yuvarlağı doğmuş haldeyken uyandı ve 'Ey Bilal hani söylediğin nerde kaldı?' dedi. O da 'Üzerime daha böyle hiç uyku çökmedi.' deyince Rasûlüllah 'Şüphesiz ki Allah dilediği zaman ruhlarınızı alır ve dilediği zaman onları geri döndürür...' buyurdu.(55)
Bu naslar Allah'ın uyuyan kişinin ruhunu aldığını göstermektedir. Fakat bu geçici yahut cüz'i bir alıştır. Bu alış esnasında ölüm halinde olduğu gibi ceset bozulmaz.
Bu durumu ilim adamları çeşitli ifadelerle anlatmışlardır. Bazıları ruhun bedenle uyku halindeki ilişkisi uyanıklık halindeki ilişkisinden farlıdır; Uyanıklık halindeki ilişki uyku halindekinden daha güçlüdür demişlerdir.(56)
Bazıları da şöyle söylemektedir: Ölümle uykuyu aynı noktada birleştiren husus ruhun bedenle ilişkisinin kopmasıdır. Bu kopuş bazen zahiren olur ki bu uyku halidir. Bunun içindir ki uyku ölümün kardeşidir denmiştir.Bazen da batınen olur ki bu da ölümdür.(57)
Ebu İshak ez-Zeccâc şöyle diyor: Uyku halinde insandan ayrılan nefs(ruh) temyiz için olandır. Ölüm halinde ayrılan ise hayat için olandır. Bununla birlikte solunum da ortadan kalkar.(58)
İbn Hacer de şöyle diyor: Ruhun alınmasından dolayı mutlaka ölüm gerçekleşmez. Ölüm ruhun bedenle ilişkisinin zahiren ve batınen kopmasıdır. Uyku ise yalnızca zahiren kopmasıdır.(59)
Ebu Nasr el-Kuşeyrî 'Uyku halinde ruh alınmaz uyku halinde alınan nefstir' diyenlerin bu görüşlerini reddederken şöyle diyor: Bu gerçekten uzak bir ihtimaldir. Çünkü "... Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır..."(Zümer 39/42) ayetinden anlaşılan her iki halde de alınanın aynı şey olduğudur. Öyleyse Allah ruhu iki durumda almaktadır; uyku halinde ve ölüm halinde.(60)
İbn Kesir uyku halinde ruhun alınmasını küçük ölüm şeklinde adlandırmaktadır.(61)
İşte bu şekilde uyku halinde ruhun alınması hususundaki naslar sarihtir. Bu nasları zahirinden koparmak için hiç bir delil yoktur. Bu naslar ruh ile hayat arasındaki farkı pekiştirmektedir. Allah daha iyi bilir.
1. Abdullah b. Mes'ud (r.a.) Hadisi:
Abdullah b. Mes'ud (r.a.) şöyle söylemiştir: Rasûlüllah (s.a.s.) -ki o doğru söyler ve kendisine doğru bildirilir- bize (insanın yaratılış evrelerini) şöyle anlattı:
"Sizden birinizin yaratılışı** annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada bunun gibi 'alaka' olur.*** Sonra yine bunun gibi 'mudğa' olur. Sonra Allah bir melek gönderir ve kendisine dört şey emredilir: Rızkı eceli ameli ve said mi yoksa şaki mi olacağı(nın yazılması)..."(62)
2. Birinci maddede zikredilen hadisin Müslim rivayeti:
"Sizden birinizin yaratılışı annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra onda bunun gibi 'alaka' olur.¨ Sonra yine bunun gibi 'mudğa' olur. Sonra ona melek gönderilir ve kendisine ruh üflenir. Meleğe dört kelime emredilir: Rızkı eceli ameli ve said mi yoksa şaki mi olacağı(nın yazılması)..."(63)
3. Huzeyfe b.Esîd (r.a.) in Peygamber (s.a.s.) e ulaştırdığı rivayete göre Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Nutfe rahimde kırk yahut kırk beş gecede yerleştikten sonra üzerine melek girer ve: 'Ya rabbi Şaki mi olacak said mi?' diye sorar ve bunlar yazılırlar.Tekrar: 'Ey Rabbim erkek mi olacak yoksa dişi mi?' diye sorar. Bunlar da yazılır. Ameli eseri eceli ve rızkı hep yazılır. Sonra sayfalar dürülür. Artık o sayfalara ne bir ekleme yapılır ne de onlardan bir şey eksiltilir." (64)
4. Huzeyfe b. Esîd (r.a.) Rasûlüllah (s.a.s.) in şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir:
"Nutfenin üzerinden kırk iki gece geçti mi Allah ona bir melek gönderir. Melek ona şekil verir; kulağını gözünü cildini etini ve kemiklerini yaratır. Sonra: 'Ya Rabbi erkek mi olacak dişi mi?' diye sorar. Rabbin dilediğine hükmeder melek de yazar. Sonra: 'Ya Rabbi eceli?' der. Rabbin dilediğini söyler. Melek yine yazar. Sonra: 'Rızkı?' der. Rabbin dilediğine hükmeder. Melek yine yazar. Sonra melek yazılan sayfa elinde olduğu halde çıkar. Emrolunduğunun üzerine hiçbir ekleme yapmaz ve ondan hiçbir şey eksiltmez."(65)
5. Huzeyfe b. Esîd (r.a.) kulaklarıyla Rasûlüllah (s.a.s.) in şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir: "Nutfe rahimde kırk gece kalır. Sonra melek ona şekil verir..."(66)
6. Rasûlüllah (s.a.s.) in sahabisi Huzeyfe b. Esîd (r.a.) kendisine ref' ederek Rasûlüllah (s.a.s.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah kendi izniyle bir şey yaratmak dilediği vakit rahime müvekkel bir meleği kırk küsur gece dolunca gönderir..."(67)
7. Cabir.b.Abdillah (r.a.) Rasûlüllah (s.a.s.) in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Nutfe rahimde kırk gün yahut kırk gece karar kıldığı zaman Allah ona bir melek gönderir. Melek: 'Ya Rabbi rızkı nedir?' der..." (68)
Bu hadisler ancak ceninin yaratılmasını ve kaderinin yazılmasını ifade etmektedir. Bunları burada zikretmemin sebebi şudur: Birinci ve ikinci hadis kaderin yazılmasının ruhun üflenmesiyle birlikte olduğunu açıkça belirtmektedir. Mesela ikinci hadis şöyle söylüyor: "Sonra ona melek gönderilir ve kendisine ruh üflenir. Meleğe dört kelime emredilir: Rızkı eceli ameli ve said mi yoksa şaki mi olacağı(nın yazılması)..." Burada ruhun üflenmesiyle kaderin yazılmasının birbirinden ayrılmazlığı söz konusudur. Bu ikisi birlikte meydana gelmektedir. İkisinin ayrı zamanlarda olduğunu açıklayan bir tek hadis yoktur. Bunun için ruhun üflenme kaderlerin yazılma veya ceninin yaratılma zamanını zikreden hadislerin hepsini delil gösterdim. Bunların hepsi bir vakitte ve meleğin bir gönderilişinde tamamlanmaktadır.
İlim adamları Buhari ve diğerlerinin rivayet ettiği Abdullah b. Mes'ud hadisi ve yine Müslim'in rivayet ettiği aynı hadisle Huzeyfe hadisinin rivayetleri ve Cabir hadisi arasında bir teâruz (birbirine ters düşme) bulunduğunu gözlemlemişlerdir.
Birinci hadisin zahiri Ruhun üflenmesi ve insanın kaderinin yazılmasının üçüncü kırk günden sonra yani beşinci ayın başında olduğunu açıklamaktadır. Halbuki diğer hadislerin hepsi bunun ilk kırk günden sonra yani yaklaşık olarak ikinci ayın ortalarına doğru olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu hadis alimlerinin "Muhtelifu'l-hadis"§ adını verdikleri şeydir.
Hadis alimleri böyle durumlarda aralarında tercihe gitmeden önce birbirine zıt olan hadisler arasını bağdaştırmaya çalışmanın zaruri olduğunu ifade etmektedirler. Bu mümkün olmazsa bu hadisler arasında tercihe gitmekten başka çare kalmaz; racih olan (ağır basan yani daha kuvvetli olan) alınır mercuh olan(hafif kalan yani racihe göre daha zayıf kalan) terk edilir.(69)
Bu hadislerden birinin diğerini neshetmiş olması da mümkün değildir. Çünkü nesh ancak emirlerde ve nehiylerde olur haberlerde olmaz.
Birinci hadisle diğerlerinin arasını bağdaştırma konusunda ilim adamlarına ait pek çok görüş vardır. Fakat bunları üç gurupta toplamak mümkündür.
Birincisi bu hadislerin birini diğerine hamletmeksizin zahirlerine göre aralarında uyum sağlama çabasıdır. İşte bunlardan bazıları:
1. Bir defa ilk kırk günden sonra bir defa da üçüncü kırk günden sonra olmak üzere kaderlerin yazılması iki kere gerçekleşir. Ruhun üflenmesi de ikinci yazımla birlikte yani üçüncü kırk günden sonra olur.(70)
İbn Kayyim şöyle söylemektedir: Bunun bir benzeri şudur: Yüce Allah yaratılmışların kaderlerini gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce takdir etmiştir. Sonra Kadir gecesinde yıl içinde olacakları aynı şekilde takdir eder. Bu genel takdire göre daha özel bir takdirdir.(71)
İbn Receb el-Hanbelî de şöyle söylüyor: Daha zahir olan(azhar) bunun bir defa vuku bulmuş olmasıdır.(72)
Bildiğim kadarıyla cenin için anne karnında iken iki defa yazım olduğu bir tek hadiste bile geçmemektedir.
2. Kaderin yazılması ilk kırktan sonra şekil verme (tasvîr) ikinci kırktan sonra ruhun üflenmesi ise üçüncü kırktan sonra gerçekleşir. (73)
Bu görüş nasların desteklemediği bir yaklaşımdır. Çünkü naslar meleğin görevlendirilişiyle ilgili olarak şekillendirme ruh üfleme ve kaderin yazılmasının kendisinde gerçekleştiği bir tek gönderilişten söz etmektedir. Allah daha iyi bilir.
3. Kaderin yazılması ilk kırktan sonra şekillendirme ve ruh üflenmesi ise üçüncü kırktan sonra olur.(74)
Bu görüş genellikle ilk kırktan sonra henüz yaratılışın gerçekleşmemiş olduğu şeklindeki yanlış kanaate dayanmaktadır. Tam tersine yaratılışın büyük bir kısmı bu evrede tamamlanmaktadır.(75)
4. Bu ceninden cenine değişir. Bazı ceninlere ruh ilk kırktan sonra bazılarına ise üçüncü kırktan sonra üflenir.(76)
Bazıları da ceninlerin çoğuna ruhun üçüncü kırktan sonra bir kısmına ise ilk kırktan sonra üflendiğini söylemektedir.(77)
İbn Hacer ilk görüşün yani kaderlerin yazılmasının iki defa vuku bulduğunu ifade eden görüşün daha uygun olduğunu söylemektedir.(78)
5. Konuyla ilgili rivayetlerin farklılığı hamilelik sürelerinin farklılığına dayanmaktadır. Çocuk vardır altı ayda doğar çocuk vardır iki yılda. İkisinin arasında bir çok basamak vardır.(79)
Bu görüş doğru değildir. Çünkü tıbben hamileliğin on ayı geçmediği artık apaçık ortadadır. On ayı geçtiği zaman cenin anne karnında ölmektedir.
Bazı fakihlerin hamilelik süresinin bazen bu süreyi aştığı yolundaki görüşlerine gelince; bunlar mevsuk haberlere dayanmakta veya cenin anne karnında ölmekte ve kireçleşerek orada uzun süre kalmakta ve bunu hamilelik süresinden saymaktadırlar. Yahut da bu psikolojik hamilelik durumlarından olup bazen süre uzamakta sonra bu esnada hakiki hamilelik ve doğum gerçekleşmekte ve insanlar bunu iki sene veya daha önceden gerçekleşmiş bir hamilelik zannetmektedirler.(80)
6. İbn Mes'ûd'un rivayeti kızlara Huzeyfe'nin rivayeti ise erkeklere hamledilir.(81) Bu cinsiyet bezesinin erbezi veya yumurtalık olarak ayrılmasında erbezinin oluşumunun yumurtalıktan önce olması üzerine bina edilmiş bir görüştür. Bu eski alilerimizin zikrettiği bir meseledir. Tıbbî olarak ancak yirminci asrın yetmişli yıllarına doğru bilinebilmiştir. Fakat aradaki fark bu dereceye varmaz. Fark üç beş günü geçmez. Her ikisi de yedinci hafta bilinir.(82)
İbn Receb bunun Huzeyfe hadisinin zahirine muhalif olduğunu söylemektedir.(83)
İkincisi son altı hadisin ilk hadise hamledilmesi. Bu görüş sahipleri İbn Mes'ûd hadisini kaderin yazılmasının şekillendirme zamanında gerçekleştiğini gösteren diğer hadisleri tefsir edici nitelikte görmektedirler.(84) Şöyle söylüyorlar: Bu ancak 'Mudğa'* aşamasından sonraki dördüncü evrede olur. Bu ilim adamları 'Mudğa'nın üçüncü kırk günde olduğu kanaatindedirler. Bunun İbn Mes'ûd hadisine uygun düştüğünü söylemektedirler.(85)
Diğer bir yorum da İbn Mes'ûd hadisinin dışındaki hadislerde geçen 'kırk gün' ifadesiyle üçüncü kırk günün kastedildiği değerlendirmesidir.
İbn Kayyim bunun çok uzak bir ihtimal olduğunu hadisin zahirinin bunu kesinlikle reddettiğini söylemektedir.(86)
Üçüncüsü Birinci hadisin diğer hadislere hamledilmesi.
Müteahhirinden bazı ilim adamlarının tercihi budur. Şöyle söylemektedirler: 'Yaratma şekillendirme ve kaderlerin yazılması ikinci kırk günde gerçekleşir. Bu İbn Mes'ûd hadisine ters düşmez.' Bu ilim adamları bu konuda bazı tabiplerin görüşlerine dayanmaktadırlar.(87)
Bu kanaatteki ilim adamları İbn Mes'ûd hadisini şöyle değerlendirmektedirler: Rasulüllah(s.a.s)in '...sonra ona bir melek gönderilir...' ifadesi kendisinden önceki '... Sonra yine bunun gibi 'mudğa' olur.