Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Misak yani kâlû belâdaki "anlaşma" ne demektir?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:17    Güncellendi: 31.01.2025 23:17
Soru Detayı

- Ruhlar âlemindeyken Allah'a verdiğimiz sözü niçin hatırlamıyoruz?
- Bu sözü hatırlamayışımız bizi sorumluluktan kurtarır mı?

Değerli kardeşimiz

Tefsir alimlerinin büyük çoğunluğu A'raf Sûresi 172. Ayeti esas alarak "misakın ana rahminde başladığını bu soru ve cevabın bedene ruh ilka edilme safhasında gerçekleştiğini" ifade ederler.

Allah'ın zamandan münezzeh olduğu dikkate alındığında bu mânâyı kavramak kolay olur. Değişik zamanlarda yaratılan insanlar birbirlerine göre önce ve sonra gelmiş olsalar bile Allah'ın ezelî ilminde hepsi hazırdırlar ve bu soruya birlikte muhatap olmuşlardır.

Misakta "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuyla insanların dikkatleri kendilerinde icra edilen İlâhî terbiyeye çekilmiş ve insan olarak terbiye gören bu bahtiyar kulların Allah'ın bu ihsanına karşı Ona iman ve ibadet etmeleri gerektiği ders verilmiştir. Misak üzerinde tartışmalara girerek bu temel mesajı unutmak doğru olmaz.

Misak;"güçlendirme anlaşma sözleşme " gibi mânâlara geliyor. Ve "misak-i ezelî " Cenâbı Hakk'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna ruhların "Evet sen bizim Rabbimizsin." diye cevap vermeleriyle tahakkuk etmiş oluyor.

Tefsir âlimlerimiz ruhlara yapılan bu hitabın "kelamî" olmadığında yani Kur'an ve diğer semavî kitaplarda olduğu gibi bir hitap özelliği taşımadığında ittifak etmişlerdir. Elmalılı Hamdi Efendi bunun meleklere verilen emirler gibi olduğunu ve "kelam-ı lâfzi" ile olmadığını vurgular ve şöyle buyurur:

"Bunda da bizim anladığımız manada bir şahit tutmak ile soru ve cevap vermek hakiki manasıyla bir mukavele düşünmek lazım değildir."

Buna göre ruhlara sorulan bu soru harfsiz ve kelimesiz bir hitaptır; ilham şeklindedir.

Cenâbı Hak Şems suresinde güneşten başlayarak birtakım mahlûklarına kasem eder. Bunlardan birisi de "nefistir." Ve âyette mealen şöyle buyurulur:

"Nefse (kişiye) ve onu şekillendirene sonra da ona kötülüğü ve takvayı ilham edene (ant olsun ki...)"

Bu âyette insan vicdanına iyi ile kötüyü birbirinden ayırma kabiliyetinin konulduğu beyan buyurulmuş ona bu kabiliyetin verilmesi ise "ilham" olarak ifade edilmiştir. İşte "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusu da böyle bir ilham olarak gerçekleşmiştir.

Bu konuşma bizim anladığımız mânâda sesli harfli heceli bir konuşma değildir. Zaten o anda beden teşekkül etmiş olmadığından bu konuşmayı ruhun kelamı olarak anlamamız gerekir.

Biz bu hitabın ve cevabın mahiyetini bilmekten aciziz ve bundan sorumlu da değiliz. Ancak şu kadarını söylemek isteriz: Sadık rüyada bir müminin kalbine ulvî bir mânâ akıtılır. Ve rüyasında o mânâ istikametinde hareket etmeye karar verir. Sabahleyin uyandığında Rabbinin onunla ilham yoluyla konuştuğunu anlar ve kalbine ilham edilen mânânın gereğini yerine getirmeye başlar. Rüyada Rabbinin onunla konuşması ve kendisinin de o ilhama göre hareket etmeye karar vermesi uyanık âlemdeki konuşmalara ve kararlara hiç mi hiç benzemez.

Misak konusunda iki ayrı soruya muhatap oluyoruz.Birincisi "Misakı niçin hatırlamıyoruz?"diğeri ise"Bu hatırlamayış bizi sorumluluktan kurtarır mı?"

Önce birinci soru üzerinde duralım: İnsanoğlu ana rahmindeyken bedenine ruh ilka ediliyor. O ruh misafir kalacağı bu beden hakkında hiçbir bilgiye sahip değil. Ondan öte kendisinin ruh olduğundan görme işitme gibi nice hislerle akıl hafıza hayal gibi manevî sermayelerle donatıldığından da habersiz. Dünyaya geldiğinde de dünyayı tanımıyor. Çocukluk devrini geçiyor büyüyor genç oluyor. Aklını çalıştıran kendini ve içinde yaşadığı âlemi değerlendiren iç âleminde birtakım sorular üreten ve bunlara cevap arayan müstesna bir varlık hâline geliyor. Bu haliyle bile bebekliğini ve hele ana rahimde geçirdiği safhaları hatırlayamıyor. Sonra kalkıyor "Ben misak-ı ezelîyi niçin hatırlamıyorum?" diye soruyor.

Soruya iki yönden yaklaşmak gerekir.Birincisi: Rabbimiz bu dünyada bizi çok şeylerle sınırlamış ve bunların tamamından fayda görüyoruz. Meselâ görmemizi sınırlamış bu yüzden her şeyi göremiyoruz. Eşyaya baktığımızda atomların o baş döndüren hareketlerini görebilseydik dengemizi kaybederdik belki de dünyada yaşamamız mümkün olmazdı. Bastığımız topraktaki bütün bakterileri görebilseydik rahatça yürüyemezdik.

Bu sınırlamaları yapan Rabbimiz hafızamıza da sınırlar koymuş. Bebekliğimizi o safhada başımıza gelenleri ve daha öncesini yani rahimde geçen devreleri hiç hatırlamıyoruz. İşte rahim safhasında muhatap olduğumuz ama sonradan hatırlayamadığımız hâdiselerden biri de misak meselesi. Misakı hatırlayabilseydik bu dünyada herkes Allah'a iman ederdi ve imtihan olmamızın da bir mânâsı kalmazdı.

Diğer yönü ise şöyle: Peygamber mucizelerinde çokça okuruz: Bir ağaç mucize olarak konuşur ve Allah Resûlünün (asm.) peygamberliğini tasdik eder. Daha sona yine eski hâline döner hiçbir şeyden habersiz sürdürür hayatını.

Cenâbı Hak elma ağacına bir an için şuur verse ve ona "Seni elma verecek şekilde terbiye eden ben değil miyim?" deseydi yahut bal arısına "Seni bal verecek şekilde terbiye eden ben değil miyim?" diye sorsaydı bütün bu ve benzeri soruların cevabı "Evet bizi terbiye eden sensin." şeklinde olacaktı.

Aynı soru insan ruhuna da sorulabilir:"Seni insan ruhu olarak terbiye eden maddî ve manevî sermayelerle donatarak nice ilimlere ve marifetlere kabiliyetli kılan ben değil miyim?"

İnsan ruhu da bu sorunun cevabını "Evet beni böylece terbiye eden sensin."diye verecektir.

Nitekim ruhlara bu soru sorulmuş onlar da bu ilâhî hitaba "Evet sen bizim Rabbimizsin." diye cevap vermişlerdir.

"Misakı hatırlamayışımız bizi sorumluluktan kurtarır mı?" sorusuna gelince bu soruya İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri şöyle cevap veriyor:

"Allah peygamberleri gönderdiğinde onlara bu ahdi haber verdi. İnsanlar hatırlamasalar bile peygamberlerin sözü onların aleyhinde delil olmuştur. Çünkü bilirsin ki bir insan namazından bir rekât terk etse ve bunu unutsa ardından güvenilir kimseler bunu kendisine hatırlatsalar onların sözü aleyhinde delil olur."

Bir mümin namazın her rekatında "âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd" etmekle bir bakıma misakını yeniler. Çevresini kuşatan ve onun yardımına koşan bütün varlıkların İlâhî bir terbiyeden geçtiklerini düşünerek Rabbine şükreder. Sonra bu kâinatın bir küçük misâli olan kendi varlığına nazar eder. Ondaki bütün terbiye fiillerinin de yine onun menfaatine en uygun şekilde icra edildiğini görür.

İşte insanın kendisini içten ve dıştan kuşatan bu terbiye fiillerini düşünmesi onu ibadete sevk eder. Surenin devamında "Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz." diyerek misakını yenilemiş olur."Rabbimiz sensin ibadetimiz de ancak sanadır ve senden başkasından da yardım dilemeyiz." der.

Selam ve dua ile...
İslami Destek Sitesi