- Vahiy kesilmiştir ama Allahü teala velilere ilham ediyor. Doğrudan Allah’ın perde arkasından konuşması ve ya melek vasıtasıyla Allah’ın hitabına mazhar olarak bir ilham çeşit var mı?
- İlhamın delil olup olmayacağının dayanakları nelerdir?
Değerli kardeşimiz
İlham feyiz yoluyla insanın kalbine ulaştırılan bilgidir.
Sözlükte “içmek birden yutmak” anlamındaki lehm (lehem) kökünden türemiş olan ilhâm kelimesi “yutturmak” demektir.
Terim olarak “Allah’ın doğrudan veya melek aracılığıyla iyilik telkin eden bilgileri insanın kalbine ulaştırması” diye tanımlanabilir. Bilgi kaynaklarını kullanmadan insanın zihninde (kalbinde) aniden ortaya çıkması ilhamın esasını teşkil eder.
Buna göre ilham Allah’ın doğrudan veya melek aracılığıyla insanın kalbine ulaştırdığı bilgidir.
Yaygın olmamakla birlikte ilham yerine havâtır hevâcis ve firâset tabirleri de kullanılmış ayrıca bunlara az çok farklı manalar yüklenmiştir. Hads keşif tecellî vârid ilhama yakın anlamlar verilen diğer bazı terimlerdir.
Sadece bir ayette geçen ilham kavramıyla Allah’ın insan benliğine hem mânevî zaaflarını hem de güçlerini yerleştirdiği belirtilir. (Şems 91/8)
Müfessirler Hz. Mûsâ’nın annesine yapılan vahyin doğrudan Allah tarafından kalbine ulaştırılan ilham anlamına geldiğini genellikle kabul ederler.
İlham kavramı hadislerde de yer alır. Hz. Peygamber Husayn adındaki sahâbîye öğrettiği duada “Allah'ım! Bana gerçeği bulma yeteneğini ilham et.” ifadesi mevcuttur. (Tirmizî Daavât 69)
Yine Resûl-i Ekrem Allah’ın kendisine ilham ettiği övgülerle O’na hamdettiğini açıklamış (Buhârî Tevhîd 36; Müslim Îmân 326 327)
“Sizden önceki ümmetler içinde ilham verilen kimseler vardı. Eğer ümmetimin arasında böylesi bulunuyorsa o Ömer’dir.” demiştir (Buhârî Fezâilü ashâbi’n-nebî 6 Enbiyâ 54; Müslim Fezailü’s-sahâbe 23).
Hâris el-Muhâsibî Zünnûn el-Mısrî Bâyezîd-i Bistâmî ve Ebû Saîd el-Harrâz gibi sûfîler ilhamı duyu haber ve aklın ötesinde bilginin asıl kaynağı olarak kabul etmişlerdir. (Hâris el-Muhâsibî s. 78; Serrâc s. 170-171)
İlk devir sûfîleri Kur’an ve Sünnet’e başvurarak değerlendirmeye tâbi tutmayı gerekli gördükleri ilhamı sadece itikadî konularda dikkate alırken daha sonra yetişen sûfîlerce ilham bütün dinî konularda kullanılan müstakil bir bilgi kaynağı haline getirilmiştir.
Diğer taraftan Mutezile kelâmcıları içinde “ashâbü’l-ilhâm”(ashâbü’l-maârif) adı verilen bir grup aklî bilginin tefekkür sonunda ilâhî ilham yoluyla meydana geldiğini savunmuştur. (Kādî Abdülcebbâr el-Muġnî XII 96)
Ehl-i sünnet ilm-i kelâmının teşekkül etmeye başlamasından itibaren kelâm literatüründe ilhamın mevcudiyeti ve ifade ettiği bilginin değeri konusuna yer verilmiştir. Bilindiği kadarıyla ilhamın dinî konularda bilgi kaynağı olamayacağını söyleyen ilk Sünnî kelâmcı Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’dir.
Mâtürîdî insana ait bilginin eksikliğini öne sürerek doğrudan doğruya Allah’tan gelen ilhamî bilgiye başvurmak gerektiğini iddia eden çeşitli grupların bulunduğuna dikkat çekmiş ve görüşlerini eleştirmiştir. (Kitâbü’t-Tevĥîd s. 6)
İbn Fûrek’in ilhamın kesin bilgi kaynağı olamayacağını ve dinî bir delil teşkil etmeyeceğini kabul etmesine karşılık (Şerĥu’l-Âlim ve’l-müteallim vr. 10b 61a) Abdülkāhir el-Bağdâdî bazı insanlarda nazarî bilginin ilham yoluyla ortaya çıkabileceğini savunmuştur. (Uśûlü’d-dîn s. 14)
Ebû Hâmid el-Gazzâlî’nin ilhamî bilgiye büyük önem vermesinden sonra her ne kadar Ebü’l-Muîn en-Nesefî ve Necmeddin en-Nesefî gibi Mâtürîdî kelâmcıları onun kesin bilgi kaynağı oluşturamayacağına dikkat çekmişlerse de Fahreddin er-Râzî İbn Haldûn İbnü’s-Salâh Şevkânî Zebîdî Şehâbeddin el-Âlûsî gibi âlimler takvâ sahibi bazı kimselere gelen ilhamın geçerli bir bilgi kaynağı olabileceği görüşüne meyletmişlerdir. (Şevkânî s. 415-416)
Şeytanın vesvese yoluyla kötü şeyleri telkin etmesine karşılık Allah’ın veya meleklerin hakka ve hayra yönelten bilgileri ilham yoluyla insanın kalbine ulaştırdığı konusunda İslâm âlimleri arasında hemen hemen görüş birliği vardır.
Bu hususta en katı tavrı ortaya koyan Mu‘tezile âlimleri bile düşünme eylemine geçmesini sağlamak amacıyla Allah’ın insana bazı fikirleri ilham ettiğini ayrıca O’nun başarıya ulaşmaları için müminlerin kalbine cesaret yenik düşmeleri için kâfirlerin kalplerine de korku bıraktığını kabul ederler. (Eş‘arî s. 264)
Âlimlerin önem verdiği husus velîlere veya müttaki kullara verilen özel anlamdaki ilhamın varlığı ile bunun kesin bilgi kaynağı olup olamayacağıdır.
İbn Sînâ temiz nefislerin faal akılla ilişki kurabileceğini ve bunun vuku bulması halinde başkalarına gelmeyen bilgilerin bu nefislere feyiz yoluyla akacağını belirterek bunun velîlere gelen ilham olduğunu söyler. (Şehristânî II 201 230)
Sûfîlerin yanı sıra Gazzâlî İbn Haldûn ve Zebîdî gibi âlimler kalbin biri duyular âlemini diğeri gayb ve melekût âlemini algılamaya müsait iki yönü bulunduğunu kabul ederler. Beş duyu ile dış dünyayı idrak eden insan iç duyusuyla da gayba ve melekût âlemine muttali olur. Kalbin melekût âlemiyle irtibat kurup doğrudan bilgiler alabilmesi için her türlü kötülükten arınması ve büyük bir mücâhedeye girişmesi gerekir. Bu gerçekleştiği takdirde kalpteki perdeler kalkar ve oraya Allah’tan veya meleklerden bilgiler gelir. (İhya III 143-146 159; Şifâü’s-sâil s. 30-31; İthâfü’s-sâde VII 245-246 263)
İslâm âlimlerinin gerek herkese verilen umumi gerekse velîlerde ortaya çıktığı kabul edilen hususi ilhamın dinî konularda kesin bilgi kaynağı teşkil etmesi ve delil olarak kullanılmasına ilişkin görüşlerini iki noktada toplamak mümkündür:
1. İlham Allah veya melek tarafından kalbe ulaştırıldığı için en doğru bilgi olup kesin delil kabul edilebilir. Başta sûfîler olmak üzere İbn Sînâ Abdülkādir el-Bağdâdî Gazzâlî Fahreddin er-Râzî İbn Haldûn Zebîdî ve Haydar el-Âmülî gibi âlimler bu görüştedir.
Bu alimlerin dayandıkları deliller ise şöylece özetlenebilir:
a) Allah takva sahiplerine bilmediklerini öğreteceğini belirtmektedir.
Nitekim bazı ayetlerde;
“Allah’tan korkarsanız size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir.”(Enfâl 8/29);
“Allah’tan korkan kimseye O bir çıkış yolu gösterir.”(Talâk 65/2)
buyurmuştur (Ayrıca bk. Bakara 2/194; Ankebût 29/69; Hadîd 57/28)
b)Hz. Peygamber;
- Allah’tan ilham talep etmiş
- Ashabına da bunu öğütlemiş
- İlmiyle amel edenlere Allah’tan bilgiler geleceğini haber vermiş
- Şeytanın insana kötülüğe yönelik vesveseler telkin etmesine karşılık meleğin iyiliği ilham ettiğini açıklamış
- Ve ilham meleğinin müminin kalbinde Allah adına nasihat verdiğini bildirmiştir. (Zebîdî VII 259-260; Reşîd Rızâ I 267; VII 318)
c) Ashap ve tâbiîn nesline mensup müttakilere pek çok ilhamın gelmesi bu tür bilginin varlığına ve doğruluğuna bir delil oluşturur. Nitekim Hz. Ebû Bekir’in doğacak çocuğunun kız olacağını söylediği nakledilmektedir ki bunu ilhamdan başka bir yolla bilmesi mümkün değildir. (Zebîdî VII 260-261)
d)Sâlih kimselere sâdık rüyalar yoluyla bazı bilgilerin ilham edildiği bilinmektedir. Resûl-i Ekrem sâdık rüyaları nübüvvetin bir parçası olarak değerlendirmiş ve vahyin kesilmesinden sonra geride bu yolun kaldığını söylemiştir. Bu ise ilhamın vukuuna ilişkin tecrübeye dayanan bir delildir ve rüyada gelen ilhamî bilginin uyanıklık halinde de gerçekleşmesi mümkündür. (İbn Haldûn s. 22-23; Zebîdî VII 262-263)
e) Dinin aslı vahye dayandığına göre onun anlaşılabilmesi için Allah’tan gelen bilgilere ihtiyaç vardır. Hz. Peygamber’le birlikte vahiy kapısı kapandığından geride sadece ilham yolu kalmıştır. (Haydar el-Âmülî s. 458)
f) İlâhî emirlere uyan herkes ilhamî bilgilere tecrübe yoluyla ulaşabilir. İlhamî bilgiler ferdî tecrübelere konu teşkil ettiğinden bunları reddetmek isabetli olmaz. (Zebîdî VII 257)
İlhamî bilgileri alan sâlih insanların dünyevî arzulardan yüz çevirip Allah’a yönelmeleri de bu hususu kanıtlayıcı mahiyettedir.
2. İnsan kalbine bazı bilgilerin ilham edilmesi mümkün olmakla birlikte bunlar genel geçerliliği bulunan kesin bilgi kaynağı teşkil etmez ve dinî alanda delil olarak kullanılamaz. Sûfiyye ile onlara tâbi olanların dışında kalan İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu görüştedir.
Bu alimlerin delilleri ise şöylece özetlenebilir:
a) Kur’an’da insanın doğru bilgiye ulaşmak için başvurması gereken kaynaklar duyular akıl yürütme ve vahiy olmak üzere üç noktada toplanır.
Yine Kur’an’da canlı cansız bütün varlıkları gözlem altına alıp incelemeyi ve akıl yürüterek onların menşei hakkında bilgi üretmeyi emreden daha sonra da üretilen bilgilerin vahyi teyit ettiğini açıklayan 700’den fazla âyetin mevcudiyetine karşılık ilhamî bilgilerin elde edilmesiyle ilgili açık anlamlı beyanların bulunmayışı bu yöntemin kesin bilgi kaynağı olmadığını gösterir. (Kādî Abdülcebbâr el-Muġnî XII 313; Zerkeşî VI 16)
b) Hz. Peygamber’in Allah’tan rüşdünü ilham etmesini istemesi özel anlamda değil genel anlamda bir ilham niteliği taşır.
c) İlham kesin bilgi kaynağı olsaydı bu yöntemle elde edilen bilgiler arasında çelişki bulunmaz farklı din ve mezhepler teşekkül etmezdi. (Mâtürîdî Kitâbü’t-Tevĥîd s. 61; İbn Fûrek vr. 10b 61a)
d) İlhamî bilgiler kontrolü mümkün olmayan sübjektif bir nitelik taşır. Bu sebeple ilhamın bilgi kaynağı olduğunu iddia etmek kadar olamayacağını söylemek de mümkündür. (İbn Hazm II 272; IV 171; Nesefî I 22-23)
İlhamın dinî alanda kullanılabilecek kesin bilgi kaynağı olmadığını ve uyulması zorunlu bir hükmün delilini teşkil edemeyeceğini savunan görüş nasların yanı sıra akıl ilkelerine daha uygun görünmektedir.
İlham taraftarlarının dayandığı ayetlerde müttaki ve sâlih kullara dinî hükümlere kaynak teşkil edebilecek bilgi verildiğine dair açık bir beyan mevcut değildir. Bu ayetlerde ilâhî emirlere uyanların Allah yolunda başarılı kılınacakları nefislerine karşı verdikleri mücadelede yardıma mazhar olacakları ve izledikleri yolun isabetli olduğuna dair müjdelerin işaretlerini bu dünyada alacakları anlatılır.
İmâm-ı Rabbânî ile Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî ilhamın hiçbir şekilde helâl haram farz vâcip gibi dinî bir hükme mesnet teşkil edemeyeceğini belirtmişlerdir. (Âlûsî XVI 17-18)
İlave bilgi için tıklayınız:
- İlham ne demektir? Dini açıdan ilhamın bir bağlayıcılığı var mıdır ...
Kaynaklar:
- Râgıb el-İsfahânî el-Müfredât “lhm” md.;
- Tehânevî Keşşâf (Dahrûc) I 256-257;
- Hâris el-Muhâsibî Risâletü’l-Müsterşidîn (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde) Halep 1988 s. 78 100;
- Eş‘arî Maķālât (Ritter) s. 50-51 264 291-292;
- Mâtürîdî Kitâbü’t-Tevĥîd s. 6 61; a.mlf. Teǿvîlâtü’l-Ķurân Hacı Selim Ağa Ktp. nr. 40 vr. 204a 327b 400b 444b;
- Serrâc el-Lüma s. 170-171;
- İbn Fûrek Şerĥu’l-Âlim ve’l-müteallim Murat Molla Ktp. nr. 1827 vr. 10b 61a;
- Kādî Abdülcebbâr el-Muġnî XII 96 313 343-347; a.mlf. Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse s. 671;
- Abdülkāhir el-Bağdâdî Uśûlü’d-dîn İstanbul 1346/1928 s. 14 15 27-28; İbn Hazm el-Faśl (Umeyre) II 272; IV 171; V 38-39;
- Gazzâlî İĥyâ III 143-147 159;
- Nesefî Tebśıratü’l-edille (Salamé) I 22-23;
- Şehristânî el-Milel (Kîlânî) II 201 230;
- Haydar el-Âmülî Câmiu’l-esrâr (nşr. Cevâd Tabâtabâî) Tahran 1368 hş. s. 449-458;
- Zerkeşî el-Baĥrü’l-muĥîŧ (nşr. Abdüssettâr Abdülkerîm Ebû Gudde) Küveyt 1413/1992 VI 16;
- İbn Haldûn Şifâü’s-sâil s. 22-31; ayrıca bk. neşredenin girişi tür.yer.;
- Zebîdî İtĥâfü’s-sâde [baskı yeri ve tarihi yok] (Dârü’l-fikr) VII 245-263;
- Şevkânî İrşâdü’l-fuĥûl (nşr. Ebû Mus‘ab M. Saîd el-Bedrî) Beyrut 1412/1992 s. 415-416;
- Âlûsî Rûĥu’l-meânî XI 151-152; XV 87; XVI 17-19;
(TDV İslam Ansiklopedisi İlham md.)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet