Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

İlham ne demektir?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:17    Güncellendi: 31.01.2025 23:17
Soru Detayı

-  Vahiy ile ilhamın farkı nedir?
- Allah sıradan kullarına da ilham gönderir mi?
 - Bilgi kaynağı olarak ilham geçerli midir?
- Dini açıdan ilhamın bir bağlayıcılığı var mıdır?

Değerli kardeşimiz

İlham nedir?

Kelime olarak ilham “bir şeyi birden yutturmak” anlamında olup ıstılah olarak “kalbe bir takım mana ve fikirlerin ilkâ edilmesi” anlamında kullanılır. “Allah’ın kulun kalbine bıraktığı şey” “feyz yoluyla kalbe bırakılan şey” tarzında da ifade edilmiştir.

Istılahî anlamdaki vahiy peygamberlere has bir keyfiyet iken ilham daha umumî bir karakter taşır. Veli kulun kalbine gelen ilham meleklere yapılan ilham hatta arı gibi hayvanlara yapılan ilhama kadar şümullü bir ifadedir.

Kur’an-ı Kerim’de “ilham” kelimesi sadece Şems suresi 8. âyette geçer. Bu surenin başında yüce Allah güneşe ve aya gündüz ve geceye sema ve arza kasemden sonra

Nefse ve onu en güzel bir biçimde şekillendirip fücur ve takvasını ilham edene yemin ederim ki nefsini arındıran muhakkak kurtulmuştur. Onu kirleten de hüsrana uğramıştır.buyurur. (Şems 91/8-10)

Bu âyetler insan nefsinin fücur ve takvaya kabiliyetli olduğunu beyan etmektedir. İnsan nefsini hayra da şerre de yönlendirebilir.

İnsanın terkîbi ulvî ve süflî alemden gelmiştir. Bundan dolayı insan nefsi itibarıyla süfliyata meyyal ruhu itibarıyla ise ulviyâta müştaktır.

Surenin başında “güneş ve aya gündüz ve geceye sema ve arza” yemin edilmesi insanın fücur ve takvadaki haline bir işaret gibidir. Yani insan nefsi ya güneş gibi nuranî veya ay gibi zulmanîdir. Ya gündüz gibi aydınlık veya gece gibi karanlıktır. Ya sema gibi ulvî veya arz gibi süflîdir. İnsanı bu şekilde yükselten veya alçaltan nuranî veya zulmanî yapan fiillerine temel teşkil eden ilhamlardır. Çünkü insan nefsi hem hayırlı ilhamlara hem de şerli ilhamlara bir alıcı durumundadır. Allah’ın ve meleğin ilhamına muhatab olduğu gibi şeytanî bir ilham olan vesveselere de muhatab olmaktadır. Allah’ın nefse fücur ve takvayı ilham etmesi ise hayır ve şerri ona bildirmesi anlamındadır.

İlham da vahiy gibi sübjektif bir yapı arzeder. İlhamın keyfiyeti tatmayanlarca bilinmez. Fakat onun bu bilinmezliği kendisi hakkında fikir yürütmemize engel değildir. Bu nedenle ilhamın keyfiyetiyle ilgili bazı görüş ve tecrübeleri kaydetmekte fayda görüyoruz:

“İlham vicdanda ani bir surette belirir. Nereden geldiği his ve idrâk olunmaz. Açlık susuzluk üzüntü ve sevinç duyguları vicdanda nasıl duyuluyorsa ilham da aynı şekilde duyulur.” (Gölcük s. 291)

Böyle ani gelen bir ilham beklenmedik ruhî coşkun bir istila gibidir. Bundan dolayı da kalbî hassasiyet ve aklî titizlik daima onu almaya hazır olmalıdır. Yoksa “Nurlar senin üzerine gelirler ve kalbini kainat içindeki eserlerin suretleriyle dopdolu görünce geldiği gibi giderler. Kalbini ağyarın suretlerinden boşalt ki maarif ve esrar ile doldurasın.” (İskenderanî s. 130)

İşârî tefsîr ekolünün mümtaz simalarından Bursevî kendi ilham tecrübelerinden bahsederken şöyle der:

“Nefsimizde tattık ki ilham ve hitab bazen Arapça lafızla bazen de Farsça veya Türkçe olarak geliyordu.” (Bursevî IV/193)

Menar tefsirinde ise

“Kişi firaset ilham gibi gizli ruhî idrak vasıtalarıyla bir bilgiye ulaşabilir. Bu çoğu kere ruha bazı levhaların açılması şeklinde olur. Bunun kesinliği ancak vukûundan sonra anlaşılır. Böyle bir ilham bazı keskin gözlü kimselerin başkalarının görmediği çok uzak mesafeyi görmeleri gibi bir haldir.” (Abduh VII/422-423)

ifadeleriyle ilhamın çok özel bir bilgi türü olduğu vurgulanır.

Fakat gayb derece derecedir. Gaybın en derin noktasını ne bir peygamber ne de bir veli bilemez. Ezelî kaderin vukua çıkma tezahür etme zamanı yakınlaştıkça o hadise gayb hazinesinden yavaş yavaş ayrılıp insanın kavrayış ufkuna dünya semasına doğru gelir. Denizin ta dibindeki cisim görünmez. Ama dipten ayrılıp yüzeye doğru gelen cisim yüzeye yaklaştıkça kuvvetli gözler tarafından görülür. İşte gaybın derinliklerinden ayrılıp şehadet âlemine doğru yaklaşan olayları da basiret gözü açık olan bazı keşif erbabı görebilir.

Allah’ın veli kulları ilhama mazhar oldukları gibi hassas ruhlu sanatkârlar şairler kendi sahasında fani olmuş ilim adamları da ilhama mazhar olmaktadırlar. Bunlar hayatın günlük akışı içinde başkalarının göremediğini görürler sezemediğini sezerler hissedemediğini hissederler. Bir başka ifadeyle bilginin bambaşka bir boyutunda yer alan kimi sezgiler ve dimağlar bize göre verimsiz gibi gelen bir zeminden diriltici sular ilâhî temaslar elde edebilirler.

Hatta belli bir meseleyi uzun bir müddet çok uğraşmamıza rağmen çözemezken bir gün aniden onun çözümünü içimizde buluruz. Bütün bilgi basamaklarını atlayarak bizi ani bir şekilde sonuca ulaştıran bu kabiliyetimiz hadsden (sezgiden) başka bir şey değildir.

Her insanda bilkuvve mevcut olan böyle bir sezgi şair ve sanatkârlarda ilim adamlarında çok daha hassastır. Bugün beşeriyetin istifade ettiği ilim ve teknoloji ürünleri çoğu kere böyle sezgilerin neticesidir. Bunları sadece zekânın eseri görmek yanlış olacaktır. Dâhi insanlar kendilerinde bulunan gözlem ve anlama gücünden başka sezgileri ve mucid muhayyileleri ile başkaları için gizli olanı sezer görünüşte ayrı olan olaylar arasındaki ilişkileri anlar gizli bir hazinenin varlığını tahmin ederler.

“Mülhem keşşaflar” diyebileceğimiz bu kişiler kendi sahalarında âdeta fâni olmuşlardır. Bütün dünyalarında araştırdıkları mesele vardır. Her şeye o zaviyeden bakarlar. Bir müzisyenin dünyası notalardan meydana gelmiştir. Bir ressamın dünyası renkler ve şekiller dünyasıdır. Mesleğinde fâni olmuş bir kimyacının nazarında âlem büyük bir laboratuardır. Bir şairin dünyası kelimelerin armonisinden örülüdür. Bunlar ve benzerleri kendi branşlarının gemisinde sisle örtülü sırlar okyanusunda ilerlerken zaman zaman ilerdeki kayaları hayal meyal görür gibi olurlar. Ardından tekrar bir sis etrafı kaplar. Bazen de bir rüzgâr eser bütün sis bulutlarını dağıtır. Önlerindeki kayaları ve ilerdeki kıyıları onlara açık ve net olarak gösterir. Böylece kayalardan aşarlar kıyılardan geçerler. Gerçeğin yeni ufuklarına doğru kürek sallarlar.

Şöyle veya böyle kendisine bu tarz ilham gelen birisi şiirde yeni bir ufka açıldığı gibi kendini sanatına adamış mülhem sanatkârlar kendini ilmî keşiflere adamış mülhem keşşaflar da bir gün kendilerini yepyeni bir iklimde bulabilmektedirler.

Kevnî sırlara dalmak isteyenlere kâinat sırları açıldığı gibi ilâhî sırlara ermek isteyenlere de marifet nurları saçılacaktır.

İlham ne derce bağlayıcıdır?

İlhama mazhariyetle elde edilen bilgi çoğu kere o şahsı ilgilendiren cüzî şeyler içindir. Yani ya sıkıntılı halinde gelen bir teselli veya içinden çıkamadığı bir müşkilin halli veya kendisi ve çevresiyle ilgili geleceğe yönelik bir müjde şeklindedir.

Bu tarz bir ilhamın değeriyle ilgili olarak ekseriyetin görüşü ilhamın başkasını bağlayıcı bir bilgi türü olmadığıdır. Taftezanî “Akaid” metninde geçen “İlham ehl-i hak nezdinde bir şeyin sıhhatini bilme yollarından değildir.” cümlesini şöyle açıklar:

“Müellif bununla 'İlham bütün insanların kendisiyle ilim elde ettiği ve başkasını bağlayıcı bir sebep değildir.' manasını murad etmiştir. Yoksa şüphesiz ilham yoluyla her hâl ü karda bir ilim elde edilmektedir.” (Taftezanî s.13-14)

Diğer bir ifadeyle “kelâmcılar ilhamın vukuunu değil bu yolla elde edilecek bilginin başkası için delil olacağını kabul etmezler.” (Çelebi s. 249)

Meselâ birisi “kalbime ilham edildi ki şu tarihte şu olay olacak” dese onun bu ilhamı başkasını bağlayıcı bir hüküm taşımaz. Bu ilhamının hükmü zamana bırakılır. Zaman onu ya tasdik eder veya yanlış gördüğünü ortaya koyar.

Kalbine ilham gelen kişi bunun ilâhî menşeli olduğunu hissederse kendisi onunla amel eder. Nitekim Hz. Musa’nın annesi kalbine gelen ilhama göre hareket etmiş küçük Musa’yı sandık içinde Nil’in sularına bırakmıştır.

Bu noktada şunu da belirtmek isteriz ki: İnsanın kalbi sadece Rahmanî ilhamlara yönelik bir alıcı durumunda olmayıp şeytandan da ilham almaya kabiliyetlidir. Bundan dolayı ilhama mazhar olan kişi eğer dinin hükümlerini iyi bilmiyorsa şeytanların oyuncağı olabilir. Kalbine gelen şeytanî ilhamı Rabbanî zannedip hem sapar hem de saptırır.

Anlatılır ki Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a biri “Peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Muhtaru’s-Sakafî kendisine vahiy geldiğini iddia ediyor.” deyince İbn-i Ömer “Doğru söylemiş.” der ve şu âyeti okur:

Şüphesiz şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmelerini vahyederler.(En’am 6/121)

Yani vesvese yoluyla ilham ederler. Ehl-i imanla mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. (İbnu Kesir II 170)

Demek ki bilhassa şeytan fikirli insanlar şeytanî ilhamlara maruz kalırlar. Şeytan ehl-i imana vesvese verip günahlara sevketmek istediği gibi ehl-i küfre de mesajlar gönderir ehl-i imanla uğraşmalarını sağlar.

“İmansızlıkla şeytanet arasında bir cazibe vardır. Korusuz bahçeye haşerat musallat olduğu gibi  Görmedin mi biz kâfirlerin üzerine kendilerini iyice (azgınlığa) sevkeden şeytanları gönderdik.(Meryem 19/83) medlulünce imansız kalplere de şeytanlar musallat olur. İmansızlar şeytaneti sever. Şeytanî hasletlere hareketlere meftun olurlar. Hayırsız hayırsızla düşer kalkar. Eşkiyanın reisi en büyük şaki olur. Bunun gibi imansızların bütün temayülleri şeytanette olduğundan önlerine şeytanlar düşer başlarına şeytanlar geçer.” (Yazır III/2148)

Günümüzde memleket çapında ve dünya çapında ehl-i imanla uğraşanları gördükçe üstteki âyetin manasını daha iyi anlayabiliyoruz.

Vahiy – ilham farkı

Vahiyle ilham arasındaki farkları bilmek ilhamın değerini ve keyfiyetini anlamamıza yardım edecektir. Şöyle ki:

1. İlham mutasavvıflarca ve bazı kişilerce bir delil sayılabilir. Ancak o çoğunluğu bağlayan bir hüccet değildir.

2. Vahyin kaynağı kesin olarak ilâhî olmakla birlikte ilhamın kaynağı her zaman ilâhî olmayabilir. Onun için vahiy katî olup ilham zannîdir. Çünkü vahiy melek vasıtasıyla gelir. Melekte hata ihtimali yoktur. Fakat kalbin akıl ve nefisle alakası olduğundan bunlardan etkilenir. Bundan dolayı o meyanda yanılmalar olabilir.

3. Vahiyde mündemic olan risalet bütün beşeriyete aittir. Halbuki ilham yalnızca buna mazhar olan şahsa mahsustur. Vahiy bütün âlemi aydınlatan güneş gibidir. İlham ise sadece ilhama mazhar kişiyi aydınlatan bir lamba gibidir.

4. Vahye mazhar olan peygamber aldığı vahyi insanlara tebliğle mükellefdir. Hâlbuki bir veli kalbine gelen ilhamı tebliğe memur değildir. Hatta çoğu kere gizlemesi daha efdal olmaktadır.

5. Vahiy gölgesizdir safidir peygamberlere hasdır. İlham ise gölgelidir. Renkler karışır. İnsandan başka melekler ve hayvanların da mazhar olduğu bir keyfiyettir.

Hz. Musa’nın Annesi

Kur’an-ı Kerim Hz. Musa’nın annesine gelen ilâhî ilhamdan bahseder. Şöyle ki:

Hz. Musa dünyaya geldiği sıralarda Mısır’a hükmeden Firavun Benî İsrail’in erkek çocuklarını öldürtmektedir. Oğlunun da öldürülmesinden endişe eden Hz. Musa’nın annesine şu ilâhî teselli gelir:

Çocuğunu emzir Onun başına bir şey gelmesinden korktuğunda onu (sandık içinde) denize bırak. Korkma ve üzülme! Biz onu tekrar sana kavuşturacağız ve onu peygamberlerden yapacağız.”(Kasas 28/7)

Hz. Musa’nın annesine gelen bu ilham onu teselli edici ve yönlendirici bir keyfiyet arzetmektedir. Aynı zamanda ileriye yönelik iki müjdeyi taşımaktadır. Bu iki müjde Musa’nın annesine geri döndürülmesi ve küçük Musa’nın ilerde bir peygamber olacağıdır. Musa’nın annesine il­hamın nasıl ve ne şekilde geldiği meçhulümüz olmakla beraber bunun rüyada bildirilmesi ya da Hz. Meryem’de olduğu gibi melek gönderilmesi şeklinde olabilir.

Bu şekilde bir ilhama mazhariyeti sadece Musa’nın annesine has bir olay olarak görmek hatadır. Benzeri durumlarda böylesi ilhama mazhar pek çok kişi vardır. Bu ilhamlar Musa’nın annesi örneğinde olduğu gibi “teselli edici yönlendirici ve gelecekten haber verici” özellikler taşımaktadır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet