- Bir ateist neden tanrıya inanamıyorum diyerek onlarca iddia bulunuyor. Bu yazıya bir reddiye yazmanızı rica ediyorum.
Değerli kardeşimiz
Bu yazı çok uzun olduğundan bütün iddialara tek tek cevap vermeyi daha uygun gördük. Bu nedenle önce ilgili iddiayı vereceğiz sonra da o iddiaya cevap vermeye çalışacağız:
İddia:
- Ateist düşünce bir anda sahip olabileceğiniz bir fikir değil. Okudukça araştırdıkça düşündükçe ulaşmak zorunda kaldığınız bir sonuç.
Cevap 1:
- Aklı başında herkes biliyor ki bir tek harf yazarsız bir tek iğne bile ustasız olmaz olamaz.
Binler harika sanat estetikleriyle dolu şu kâinat kitabının yazarsız şu evrendeki sanat tablolarının ustasız olduğunu düşünmek için önce akıldan istifa etmek zorunludur.
Hiçbir bilim adamı ve hiçbir fen bilimi bir tek kalemin kendiliğinden ortaya çıktığını bir ilin kanalizasyonunun elektrik ve telefon hatlarının kendiliğinden oluştuğunu söyleyemez. Söyleyeni anında tımarhaneye götürürler.
İnsan anatomisi bu işlerden bin kat daha harika olduğu halde bunu tesadüfe veren insan önce insanlık ailesinden istifa etmelidir.
- Ateist düşünce;
Aklın vizyonunu yitirdiği
Kalbin misyonundan uzaklaştığı
Zihnin vesveseye mağlup olduğu
Fikrin dumura uğradığı
Vicdanın sesinin kısıldığı bir sara nöbetinin nüksettiği dinsizlik dehlizinden habis bir ur gibi ortaya çıkan bir hezeyan-ı küfridir.
İnsanlık erdemlerinin iflas bayrağını çektiği bir zavallılığın bir diğer adresidir.
Ateistler Orta Çağ skolastik felsefe bataklığına düşmüş olan ve içinde bulundukları bunalımdan ötürü akıldan da istifa etmek zorunda kalan bir kısım sofistlerin çağdaş versiyonlarıdır.
Cevap 2:
Ateizminfelsefe olarak kabul ettiği tez aslında bir Tanrı olmadığını insanların Tanrı’yı yarattığını söylemektedir. İnsanda sınırsız bir güce inanma ihtiyacı hikmeti ve kudreti sınırsız olan bir güce sığınma duygusu var olduğundan insan Tanrı’ya inanmaktadır. Nedensellik bağıyla insanda bulunan bu genetik kod özel sebeplerle kendisini direkt göstermemektedir.
Genlerde endofenotip kavramı vardır ki bu kişinin yaşadığı çevrenin gen ifadesinde yaptığı değişikliği ifade etmektedir. Eğer çevre ve insan o genin ifadesini istemiyorsa o genin ifadesi bastırılmaktadır.
Anoreksia nervoza gibi bir hastalık nasıl ki zayıflamayı çok isteyen kişinin yeme duygusunu köreltirse Tanrı’ya inanmayan kimselerde genlerinden gelen bu ifadeyi yok etmekte ve çalışmasına engel olmaktadırlar.
Bu kimselerde Tanrı yerine parayı ve gücü devleti ya da sebepleri kutsallaştırma söz konusudur. Mesela Mısır’da kutsallaştırılan firavunlar Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olduğu düşünüldüğünden her söylediklerine ilahi emir gibi itaat edilmiştir.
Cevap 3:
Görünmeyene inanmak somutlaştırmanın bir ifadesidir. Mesela bir çocuğun eline kırmızı bir ışık tutsanız çocuk bunun ışık olduğunu fark edemeyebilir ve elinin boyandığını zannedip ağlayabilir. Zira çocuğun soyut ile somut farkını bilmesi zordur.
Görünür olana inanmak arka planı görememek kişinin soyut düşünce seviyesine erişememesinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple insanlardaki din ihtiyacı insanların gelişmişlik düzeylerine göre artmaktadır. Soyut düşünceler yönünde ilerleyen bir insan aslında din ihtiyacını ortaya koyuyor demektir. Ancak IQ seviyesi elli puan civarında seyreden ya da otistik olan bir çocuğun temel ihtiyaçlarının ötesinde bir ihtiyacı kalmamaktadır.
Soyut düşünce insanın varoluşla ilgili soruları yoğunlaştığında kendisine ve hayata anlam katmak için uğraştığında zaman ve gelecek konusunda sorular sorduğunda ortaya çıkmaktadır. Görünmeyene inanmak insanın gelişmişlik düzeyini gösterir.
Cevap 4:
Evrenin varoluşu ile ilgili dört hipotezi tek tek incelediğimizde bu varsayımlardan üçünü yanlışlarsak eğer kalanın doğru olduğunu düşünebiliriz.
Bu durum tıpkı dağın tepesinde yol arayan kişilerin durumuna benzer: Tepeye çıkabileceklerini düşündükleri üç yolun da çıkmaz olduğunu gören dağcılar sorgulamadan dördüncü yola girer ve herkese de bu yolu tavsiye ederler.
İlk üç hipotezin mümkün olmadığı anlaşıldıktan sonra son seçeneğin akla en yatkın alternatif olduğu fark edilir ve onda karar kılınır. Çünkü tepeye çıkan bir yol mutlaka vardır.
İşte bu gerçekliğe deneyüstü gerçeklik veya görünmeyene inanma gerçekliği diyebiliriz. Örnektekine benzer şekilde evrenin varoluşu ile ilgili hipotezleri de şu şekilde sıralayabiliriz:
- Tesadüfi varoluş hipotezi
- Evrenin otonomisi hipotezi
- Kuralların hâkimiyeti hipotezi
- Tasarımsal varoluş hipotezi (Tanrı hipotezi)
Biyolojik verileri bir kenara bırakarak değerlendirdiğimizde kişinin inandığının gerçekliğinden şüphe ettiği durumlarda inancın psikolojik belirleyicilerinin değiştiğini görmek söz konusu olabilir.
Bu nedenle inancı akla yatkın bir gerçeklikle tanımlamakta yarar vardır. Temelsiz ve sağlam olmayan inançlar yanlışlar üzerine kurulu öğretilerdir ve insanların ruhsal yaşantılarını düşünce kalıplarını sorun çözme tarzlarını ve hayata bakışlarını etkiler.
İnanç konusunda birinci varsayım olan "tesadüfi varoluş hipotezi"ne sadece şu örnek bile imkansız dedirtecektir:
DNA zincirimizde tolemer adında bir protein molekülü vardır. Tolemer DNA’nın ömrünü yani kaç defa bölünebileceğini belirler. Matematikte olasılık hesaplarına göre 1050 imkansız kabul edilir.
Tolemerin kendi kendine rüzgâr ve şimşeklerle dizilme olasılığı 10652’dir. Yani olasılık hesaplarına göre 1050’nin çok üstündedir ve bu da tesadüfi varoluşun imkansız olduğunu göstermektedir.
DNA’nın tek bir protein molekülünün bile bu derece ince bir hesaba dayanması evreni de tesadüfi varoluşla açıklamanın imkan dışı olduğunu gösterir.
İkinci teori "evrenin otonomisi"ne dayanmaktadır. Evren bir makine gibi kendi kendine çalışan bir özelliğe sahiptir; yani bozulmaz ayar ya da bakım gerektirmez.
Bu yapıdaki bir makinenin tabiattaki çirkinlik felaket ve kötülükleri bertaraf etme biçimi ve bu felaketlerden etkilenmeyi bir kenara bırakalım kendisini nasıl bu kadar kusursuz eksiksiz mükemmel kolay ve hızlı bir şekilde işletebildiği cevaplanamamış bir sorudur.
Mükemmel olduğu söylenen bir bilgisayar bile atıl ya da bakımsız kaldığında bozuluyor veya bir virüs bulaştığında çalışamaz hale geliyorsa evrenin otonomisi görüşü temel alındığında bu bozulmanın söz konusu olması mümkün değil midir?
Makrokozmozda dengeleri bozmaya engel olacak bir kontrol olmazsa evren makinesi sağlıklı çalışmaz. Demek ki bir dış kontrol mekanizması evren için şarttır.
Üçüncü teori "kuralların hâkimiyeti"ne dayanır. Newton prensibinden Arşimet’in kurallarına kadar her türlü görüş evrenin dijital bir formatta var olduğunu gösterir niteliktedir.
Her şeyde bir sebep sonuç ilişkisi vardır. Standartlar bellidir. Evrende kuralsız tanımlanmamış hiçbir eylem yoktur.
Bilgi enerji anlamlılık madde gibi bütün unsurların bir araya gelmesi evrenin düzenli çalışmasına yeter mi?
Bir inşaat düşününüz; inşaatın projesi çizilir yeri belirlenir gerekli nakit temin edilir malzemeler alınır işçiler bulunur ve çalışmaya başlanır. İşlerin sağlıklı yürümesi için görev tanımları ve kurallar nettir. Ancak projenin sahibi olmadığında onun iradesi hissedilmediğinde inşaat yapılamaz. Çünkü kurallar ve tanımlar ölü metinlerdir. Onlara hayat veren bir iradeye ihtiyaç vardır.
Evrenin varoluşuna ilişkin dördüncü teori ise evrenin ilahi irade tarafından yaratılması ve yönetilmesine dayanır. Ancak ilmi hikmeti gücü ve iradesi sınırsız olan bir zat evreni işletebilir.
Bizim bu konudaki incelemelerimiz “Karıncaların fili analiz etmesine” benzemektedir.
Yaratılış dilinin nasıl olduğunu fizik kimya matematik biyoloji gibi temel pozitif bilimler açıklamaktadır. Kendini göstermeyen dünyayı canlı bir laboratuvara dönüştüren ilahi akla ve mutlak bilince inanmak bu mevzuda akla en yakın seçenektir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Ateistler neden insanları dinsizleştirmekte bu kadar ısrarlılar ne ...
- Yaratılış Delilleri
İddia:
- Kuran (vb. tüm kutsal kabul edilen kitaplar) insanüstü bir varlığın bir tanrının yazamayacağı kadar sıradan.
- Sıradan bir kitabı okuyan insanların büyük çoğunluğu onu anlayabilir. Kitaplar edebi kaygılarla olay örgüsüne dikkat edilerek anlatım bozuklukları olmadan yazılır.
- Peki gerçekten evreni yaratmış her şeyden üstün bir varlık sıradan insanların anlaşılır bulamayacağı fazlasıyla yorumlara açık net bilgiler içermeyen kendi içinde tutarlılığı olmayan tüm tarih devirlerine uygun olmayan tüm dünya coğrafyasına uyum sağlayamayan özensiz bir hitabet ile mi kendisine inandırma yolunu seçerdi. Bazı inananlar Kuran’ın bu yönünü görmelerine rağmen “mükemmel olsaydı herkes inanırdı o zaman sınav olmazdı” şeklinde cevaplar ile bu durumu mantığa uydurmaya çalışıyorlar. Hatta Kuran’da mucizeler olduğunu iddia ediyorlar. - - Kuran’ın içindeki sözde mucizelerin herhangi bir kitaptan elde edilebileceği de defalarca kanıtlandı.
Cevap:
a) Kur’an’ın sıradan bir kitap olduğunu iddia eden bu gibi adamlar Kur’an’ın belki bir tek ayetini bile asıl Arapça metninden okumamış okuyamamıştır.
b) On beş asır önce insanın anne rahminde nasıl yaratıldığını açıkça bildiren Kur’an mı sıradan bir kitaptır?..
- Rum suresinde Bizanslıların 7-8 yıl içinde daha önce yenildikleri İranlılarla yeniden savaşa girişeceği ve bu kez onları yeneceklerini haber veren ve tarih tarafından bu haberi tasdik edilen Kur’an mı sıradan bir kitaptır?
- Hudeybiye dönüşü bir gecede inen Fetih suresinde Mekke’nin mutlaka fethedileceğini bildiren Kur’an mı sıradan bir kitaptır?
c) Ateistin mantıksız hezeyanlarına bakın; diyor ki “Kur’an’da var olduğu söylenen bazı mucizeler başka kitaplardan alınabilir.”
Acaba yukarıdaki gaybi haberler hangi kitaptan alınmıştır? Acaba yüzlerce tefsir siyer ve tarih kaynaklarının bildirdiğine göre Fetih suresinin Hudeybiye’den dönüş esnasında hangi bir kitap bulunmuş ve bu konular ondan kopyalanmıştır?
Anlaşılan iman etmemek için şeytanın en zayıf telkinlerini bile büyük bir delil kabul edecek kadar bir dinsizlik sara nöbetleri söz konusudur. Yoksa aklı başında hiç kimse böyle bir iddiada bulunamaz.
d) Her ilmin bir ihtisas uzmanlık alanı vardır. Tarih boyunca değişik alanlarda şöhret bulmuş milyonlarca ilim damları tarafından Arapça belagat ilminde uzman oldukları kabul edilen yüz binlerce İslam aliminin “Kur’an’ın belagatine yetişmek insan için imkânsızdır.” dediği halde “Elifi Görse Mertek Zanneden” bir ateistin sözüne itibar etmek kadar komik bir şaka olabilir mi?
e) Bu ateistin aklının almadığı bir gerçek de şudur: Diyor ki:
“Peki gerçekten evreni yaratmış her şeyden üstün bir varlık sıradan insanların anlaşılır bulamayacağı fazlasıyla yorumlara açık net bilgiler içermeyen kendi içinde tutarlılığı olmayan tüm tarih devirlerine uygun olmayan tüm dünya coğrafyasına uyum sağlayamayan özensiz bir hitabet ile mi kendisine inandırma yolunu seçerdi?”
- Önce şunu belirtelim ki Kur’an bir fen kitabı değildir. Kur’an insanların dünya ve ahiret mutluluğunu netice veren prensipler manzumesidir. Bununla beraber Kur’an fen bilimlerinin konusu olan bazı olaylara da dikkat çekmektedir. Bununla Allah’ın sonsuz ilim kudret hikmet ve iradesini nazara verir.
Özetle Kur’an’ın sonsuz ilim sahibi Allah’ın kelamı olduğuna dikkat çeker. Bu cümleden olarak KUR’AN;
- Evrenin ilk yaratışından son yıkılışına kadar birçok safahatına işaret etmektedir. Gök ve yerküresinin başlangıçta bitişik bir kütle olduğunu sonradan ayrıştırıldığını (Big Bang) ifade etmektedir. (Enbiya 21/30)
- Göklerin duhan/bulutsu/nebülöz halindeki (Fussilet 41/11) şeklinden söz etmektedir.
- Yerkürenin deve kuşu yumurtası gibi tam yuvarlak olmayıp geoit şeklinde olduğunu bildirmektedir. (Naziat 79/30)
- Yer çekim kanununa işaret etmektedir. (Murselat 77/25-26)
- Tatlı ve tuzlu suların birbirine karışmadığından söz etmektedir. (Furkan 25/53; Rahman 55/19-20)
- Kur’an kâinatın yıkılmasından da söz eder. Termodinamiğin II. kanunu ve Entropi çerçevesinde olabilecek gerçeklere işaret etmektir.
Bu cümleden olarak güneşin söneceğinden yıldızların dağılacağından dağların tuz buz olacağından denizlerin fokur fokur kaynayacağından söz eder. (Tekvir suresi)
Bu gerçekler açıkça gösteriyor ki bu bilgileri bize bildiren Kur’an Evreni yaratan sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah’ın kelamıdır.
Kur’an’da Allah’ın sonsuz ilminin yansımaları olduğu husus şöyle ifade edilmiştir:
Bugünkü ateistlerin kardeşleri olan eski müşrikler: “Onun söyledikleri kendisi için yazdırmış olduğu ve sabah-akşam kendisine dikte ettirilen önceki nesillerin efsanelerinden ibarettir.”(Furkan 25/5) ediler. Buna cevap olarak Kur’an’ın semavi ve ilahi kimliği nazara verilmiş ve bunun bir insanın veya insanların sözü olamayacağı gerçeği veciz bir şekilde şöyle ifade edilmiştir:
“ De ki: Onu/Kur’an’ı göklerde ve yerdeki bütün sırları bilen Allah indirmiştir. Şüphesiz O çok bağışlayandır çok merhamet edendir.” (Furkan 25/6)
f) Kur’an hakkında “sıradan insanların anlaşılır bulamayacağı fazlasıyla yorumlara açık net bilgiler içermeyen...” ifadesi gerçekten katmerli bir cehaletin göstergesidir.
Kur’an gibi dünya ve ahiretle alakalı her türlü bilgiyi içeren kıyamete kadar gelen her asırdaki bilgi seviyesini ve o asırdaki farklı kesimlerin bilgi seviyelerini göz önünde bulundurarak aynı ifadeyle bütün insanlara hitap eden Kur’an’ın bu geniş kapsamlı ifade tarzının herkes tarafından anlaşılmadığına itiraz den gerçekten cahil olmalıdır.
- Şu bir hakikattir ki bu gibi adamlar fizik kimya astronomi jeoloji matematik ve benzeri fen bilim kitaplarını bilmedikleri halde bunu normal görüyorlar. Hatta bir fizik profesörü de bir kimya bilgisine sahip olmayabilir. Kimse bunu yadırgamaz.
Şimdi bütün ilimleri ihtiva eden Kur’an’ın herkes tarafından anlaşılmadığını yadırgamaya çalışan bir kimse ilmin ne olduğunu bilmediğini ortaya koymuş olur.
Kur’an’ın aynı dersinden farklı seviyedeki insanların farklı şeyler anlaması için ifade tarzının değişik manalar ifade etmesi kaçınılmazdır.
Şimdi bir ilkokul bilgisine sahip bir ateistin bir ayetten anladığı ile İmam Gazali İbn Rüşd İbn Sina gibi filozofların anlaması arasında elbette büyük farklar olacaktır.
İşe Kur’an’ın bu eşsiz kapasitesi dahi onun insan üstü bir kitap olduğunun göstergesidir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Kur'an-ı Kerim'in Allah kelamı olduğu ve günümüze kadar hiç ...
- Hz. Muhammed'in peygamberlik delilleri ve Kur'an'ın Allah kelamı ...
- Kur'an mucizeleri..
- Kur'an'ın gelecekten verdiği haberler..
- Kur'an'ın bilimsel mucizeleri..
İddia:
Dinlerin (özellikle İslam’ın) dünyaya indiriliş hikayesi güvenilir değil.
- Tanrı’nın milyonlarca insan içinden rastgele birini seçerek tüm insanlığın kaderini seçilen bu kişinin ikna yeteneğine bağlama senaryosunu inandırıcı bulmuyorum. Peygamber ve (gerçek olduğunu iddia ettiği) tanrısı arasındaki bu ittifaka başka hiçbir üçüncü şahısın şahit olmaması inandırıcılık dozajını daha da düşürüyor.
- İnananlar bu noktada peygamberlerin gösterdiği mucizelerden bahsedecekler. Eğer bir kaynak olarak alacaklarsa Kuran’da hiç mucize gönderilmediği de açıkça yazıyor. (Bknz: İsra 59)
- Anlaşılan o ki Muhammed bir mucize sergileyememiş ve tanrının bu duruma dair bir açıklama sunduğunu iddia etmiş.
Cevap:
- Allah bir imtihan açmıştır. Bu imtihanı açarken elbette ateistlerle istişare etmemiştir.
Sonsuz ilim hikmet rahmet ve adaletinin tezahür etmesi için açtığı bu imtihanda elbette her zamanda bir peygamber göndermiş ve diğerlerinin buna inanıp inanmamasını test etmeyi hedeflemiştir.
İslam’ın bildirdiğine göre insanlık tarihi boyunca 124.000 peygamber gönderilmiştir. Her peygamber de peygamberlik nişanesi olarak bazı mucizelerle donatılmıştır.
Hz. Muhammed (asm)’in en büyük mucizesi ise Kur’an’dır. Sahih hadislerden gelen bilgiye göre Hz. Muhammed (asm)’in Kur’an dışında da binden fazla mucize gösterdiği siyer tarih hadis ve tefsir kaynaklarında mevcuttur. Ancak kıyamete kadar daimi canlı bir mucize Kur’an’dır.
Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“Her peygambere insanların onun bir benzeriyle imana gedikleri bir mucize verilmiştir. Bana verilen (en büyük mucize) ise Allah’ın bana vahiy ettiği bir vahiydir/Kur’andır. Bu sebeple kıyamet günü diğer peygamberlere karşı tabileri/ümmeti en çok olan peygamberin ben olacağımı ümit ediyorum." (Buharî Fezâilu'l-Kur'ân 1 Î'tisâm 1; Müslim İman 239)
Bugünkü ateistler gibi eski müşrikler de Allah tarafından peygamber olarak tayin edilen elçilere tabi olmayı nefislerine yediremiyorlar. Her biri birer peygamber olmak istiyor. “Bu beyler bu öğütle/Kur’an’la yetinmeyip üstelik her biri kendisine mahsus özel kitap özel ferman isterler!”(Müddesir 74/52) mealindeki ayette bu kendini bilmez adamların şımarık tavırlarına işaret edilmiştir.
Halbuki bir padişah bir devlet başkanı bir başbakan bir vali bir müdür binlerce milyonlarca insanı yönetiyor ve -her zaman yanlış yapma ihtimalleri olduğu halde- bu ateistler itaatte kusur etmezler. Oysa Allah’ın elçisinin hata etme ihtimali yoktur.
- Kur’an’da Kamer suresinde Hz. Peygamber (asm) tarafından AY’ın iki bölündüğü açıkça ifade edilmiş ve alimlerin büyük çoğunluğu bunu böyle anlaşmıştır.
Ayın ikiye bölünmesi mucizesi hem sahih hadislerde hem tarih kaynaklarında geçmektedir. el-Kettani Ay’ın yarılması mucizesini mütevatir hadislerle ilgili yazdığı eserine almıştır. (bk. Nazmu’l-Mütenasir mine’l-hadisi’mütevatir 1/211)
“Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. Kâfirler bir mucize görünce yüz çevirirler ve: ‘Bu devam ede gelen bir büyüdür.’ derler.”(Kamer 54/1-2)
mealindeki ayetlerde Ayın yarıldığı ve kâfirlerin bunu inkâr edemedikleri yalnız bunun bir büyü olarak değerlendirdiklerine açıkça vurgu yapılmaktadır.
- Soruda geçen ayetin meali şöyledir:
“Kâfirlerin keyfî olarak istedikleri mucizeleri göndermeyişimizin tek sebebi daha önceki kâfirlerin bu gibi mucizeleri yalanlamış olmalarıdır. Nitekim Semud halkına açık bir mucize olarak o dişi deveyi verdik de onu öldürdüler ve bu yüzden kendilerine zulmettiler. Biz o ayetleri sadece korkutmak için göndeririz.”(İsra 17/59)
Görebildiğimiz bütün kaynaklarda bu ayetin nüzul sebebi müşriklerin Hz. Peygamber (asm)'den daha önceki peygamberlerin gösterdiği türden bir mucize olarak örneğin Safa tepesinin altından bir külçeye çevirmesini dağları giderip yerine ziraat ekmeye uygun verimli tarlalara döndürmesini istemişlerdir.
Ancak iman etmemeleri durumunda bunların da daha önceki ümmetler gibi helak edileceğini öğrenen Hz. Peygamber (asm) bunu istememiştir. Çünkü o müşriklerin bir kısmının mümin olacaklarını ve onların nesillerinden iman edecek olanların geleceğini -Allah’ın izniyle- düşünmüş ve onların hatırı için bunların helak olmalarını istememiştir.
Bundan daha önemlisi Allah bu müşriklerin bir kısmının imana geleceklerini ve o müşriklerin soyundan gelen bir çok insanın mümin olacağını bildiği için onları toptan yok edecek bir sünnetullaha maruz kalmalarına fırsat vermemiştir. (bk. Taberi Razî Beydavî Nesefî Kurtubî İbn Kesir Şevkânî el-Merağî İbn Aşur ilgili ayetin tefsiri)
- Demek ki bu ayette Hz. Muhammed (asm)’e mucize verilmediği/verilmeyeceği değil önerdikleri tarzda bir mucizenin verilmeyeceği bildirilmiştir. Bunun hikmetini de az önce açıkladık.
Yoksa Kur’an’da bir çok mucize açıkça ifade edilmiştir. Örneğin;
- Kur’an’da “birkaç yıl içinde Rumlar İranlılarla savaşacak ve onları yenecekler.”(Rum 30/1-4) diye ifade edilmiş ve bu haber aynen vuku bulmuştur.
- Keza iki sene önce Mekke’nin kesin olarak fethedileceği bildirilmiş (Fetih 48/27) ve aynı tarihte fetih tahakkuk etmiştir.
Böyle gelecekten haber veren bir kitabın göz önündeki bu mucizeleri görüldükten sonra akıl gözüyle bu kitabın Allah’ın sözü olduğuna kesin olarak iman etmek akl-ı selimin gereğidir.
- Kur’an’ın açık ifadesiyle; ayı iki parçaya bölen(Kamer 54/1-3) Bedir savaşında düşmana attığı bir avuç toprağın/çakıl taşının bütün düşmanların gözüne girip onları hezimete uğratması (Enfal 8/17) gibi mucizelerle insanüstü olayları gerçekleştiren Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunda tereddüt edilebilir mi?
- Kesin bilgi edinme yollarından biri sağlam haber denilen “haber-i sadık”tır.
Hz. Peygamber (asm) gibi; "Muhammedü’l-Emin" unvanıyla meşhur olmuş okuma-yazması olmadığı halde Kur’an gibi ilim ve mucizeler dolu bir kitabı elinde tutmuş yüzlerce mucizeler göstermek suretiyle hak peygamber olduğunu ispat etmiş bir zatın söylediklerinin doğruluğunda tereddüt etmenin akılla izahı mümkün değildir.
Her şeyden önce Kur’an-ı Kerim birçok yönden mucize olduğunu ispat etmiştir. Onun insan sözü olamayacağına milyonlarca ilim adamı sahasında uzman olanlar şahitlik etmiştir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Kur'an-ı Kerim'in yazılması toplanması ve kitap haline getirilmesi ...
- Peygamberimiz'in Kuran-ı Kerimde Bahsedilen Mucizeleri..
İddia:
Allah pis işleri için insanları kullanıyor.
- Yine Kuran’da görüyoruz ki Allah insanları hep birbirine düşürme derdiyle kendisine inanmayanları inananlara öldürtme emirleri yağdırıyor. Koca evreni yarattığı iddia edilen bir varlık insanları birleştirici yapıcı sevgi ve saygıya yönelten bir formül üretmeyi başaramaz mıydı? - Köleliği yasaklayamaz mıydı? Kadınları cariye (seks kölesi) olarak kullanmanın ve tecavüz etmenin yanlış bir şey olduğunu öğütleyemez miydi? Zengin-fakir arasında denge kurulmasını sağlayarak sömürüleri günah ilan edemez miydi? Tanrı en azından çocuk istismarını 50küsür yaşındaki sapkın bir insanın çocuklarla ilişkiye girmesini pedofiliyi yasaklayamaz mıydı?
- Ama bahsi geçen tanrı domuz eti yemeyi affedilmez saydı!
- Basit insani değerlerin ilkel kapasitede çiğnenmesi kutsal kitabın tanrı sözü değil o dönem kendini peygamber ilan eden kişinin bir uydurması olduğu izlenimini veriyor. Hatta kutsal kitapta peygamberin yatak hayatına dair detayların bulunması durumu da bu tezi destekliyor.
Cevap:
- İslam Dini’nin adı olan “İslam” SİLM kökünden gelir ve barış demektir. Barış dini için soruda kullanılan “insanları birbirine düşüren” ifadesi çirkin olduğu kadar açık bir yalandır.
- Mekke döneminde 13 yıllık süreçte dinsizlerin bütün zulümlerine rağmen Müslümanların sabırla hatta yuvalarını terk etmekle mukabele etmeleri İslam’ın barış dini olduğunun ayrı bir delilidir.
- Medine döneminde cereyan eden bütün savaşların Medine bölgesinde cereyan etmesi ve dinsizlerin Medine’ye kadar gelip Müslümanlara hucum etmesi sonucu meydana geldiği bilinen gerçeklerdendir. Bu İslam’ın savaşı esas almadığının göstergesidir.
- Müslümanlara ilk defa savaş izni verilen ayetin yumuşak ifadesi de savaşın İslam’da esas olmadığını göstermektedir: İlgili ayetin meali şöyledir:
“Kendilerine savaş açılan müminlere savaşmaları için izin verildi. Çünkü onlar zulme maruz kaldılar. Allah onlara zafer vermeye elbette kadirdir.”(Hac 22/39)
- Her devlet insanların kendi kanunlarına uymalarını ve hukuk etrafında birleşmelerini ister. Bu husus -sosyal hayatın emniyeti bakımından- insanlık camiası için olmazsa olmaz şartıdır.
İnsanların yaratıcısı da insanların dünya ve ahiret hayatının mutluluğunu netice veren ahlaki ve hukuki prensipler ihtiva eden kendisinin kitabı olan Kur’an’a ve İslam’a sımsıkı sarılmalarını ayrılığa düşmemelerini açıkça emretmektedir. Bu ayetlerden birinin meali şöyledir:
“(Ey İnsanlara!) Hep birden Allah'ın ipine (Kur’an’a/İslam’a) sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah'ın üzerinizdeki nimetini de hatırlayın ki siz (Müslüman olmadan önce) birbirinize düşman iken O kalplerinizi kaynaştırdı da Onun nimeti sayesinde kardeş oluverdiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız; O sizi oraya düşmekten kurtardı. Doğru yola erişmeniz için Allah size ayetlerini işte böyle açıklıyor.”(Al-i İmran 3/39)
“Onlardan zalim olanlar dışında Ehl-i Kitapla en güzel bir şekilde mücadele edin. Ve şöyle deyin: Biz hem bize indirilene hem de size indirilene iman ettik. Bizim de sizin de İlahımız birdir. Ve biz yalnız O'na teslim olmuş kimseleriz." (Ankebut 29/46)
mealindeki ayette ehl-i kitapla en güzel şekilde mücadele etme metodu tavsiye edilmiştir. Bundan daha birleştirici daha barışçı bir din olabilir mi?
“Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibi olur.”(Maide 5/32) diyen “Dargınları derhal barıştırın.” (Enfal 8/1; Hucurat 49/9) şeklinde emir veren Kur’an’ın sahibi olan Allah için “pis işleri için insanı kullanıyor” diyen kişi insan ismine layık mıdır? Böyle bir yalancı ancak bir ateist olabilir.
- Şu var ki: Allah bu imtihanı açmakla güzel işler yapan iyi insanlarla pis işlerle uğraşan habis insanları birbirinden ayırmak ve böylece ateizm mikroplarını taşıyanları insanlık camiasından ayıklamak istemiştir.
- Kölelik kurumu İslam dini gelmeden binler sene önceden var olduğunu azıcık tarihi bilgisi olan bilir. İslam’ın bir anda köleliği ortadan kaldırması mümkün değildi. Bu konuyu bir çok alim eserlerinde işlemiştir. Biz burada bir kaç hikmetine kısaca işaret ederiz:
a) İslam dini daha önce hiç olmamış şekilde kölelik statüsünü değiştirmiştir. Efendilerinin yediklerinden onlara yedirmeleri giydiklerinden giydirmeleri “kölem” yerine “kardeşim” gibi ifadelerle hitap etmeleri dini bir hata işledikleri zaman karşılığında bir köle azat etmelerini emretmesi İslam dininin kölelere bakışını göstermektedir.
Her insaf sahibi İslam’ın köleliği ortadan kaldırmak istediği fakat şartlar müsait olmadığından bunu zamana bıraktığını anlar.
b) Köleler toplumda önemli bir nüfus teşkil ediyordu. Eğer bunlar bir anda kölelikten çıksaydı şimdiye kadar hiçbir inisiyatif kullanmadıkları için parazit bir grup olarak ortada kalırlardı.
c) Kölelerin hiçbir malı-mülkü yoktu. Eğer bir anda bunlar hürriyetlerine kavuşturulsaydı Efendileri -bunlar artık onlara iş yapmadıkları için- onlara yardım etmez ve her yönüyle fakir bir grup ortaya çıkardı. Bu fakirlik ve ihtiyaç onları hırsızlık ve gasp gibi değişik gayr-ı meşru hareketlere zorlar ve cemiyet anarşiye dönerdi.
d) Köleliğin önemli bir kaynağı savaş esirlerdir. Eğer İslam savaş esirlerini köle yapmayı yasaklasaydı kâfirlerin elindeki Müslüman esirleri kurtarma imkânları kalmazdı. Çünkü düşmanlar Müslümanların kendi esirlerini köle gibi alıkoyma imkânları olmadığını bildikleri için “esirlerin mübadelesi” fırsatı kaçırılmış olacaktı. Her tarafı hikmet dolu olan İslam gibi bir dinin böyle bir hikmetsizliğe yol açması düşünülemez.
Demek ki şu bir gerçektir ki İslam köleliği getirmemiştir. Var olan köleliğin statüsünü oldukça iyileştirmiştir. Evrensel bir realite olan bu kurumu bir anda ortadan kaldırması mümkün değildi. Bu sebeple İslam bir yandan iyileştirici düzenlemeler diğer yandan zamanla ortadan kalkacak şekilde bir yol izlemiştir.
Soruda geçen diğer konular hakkında bilgi için tıklayınız:
- İslam dininin yardımlaşmaya verdiği önem nedir?
- İslamın sosyo-ekonomik hayatta yetersiz kalacağı iddiasına nasıl ...
- İslamiyete göre ekonomik sistemler prensipler ve temel kurall