Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Nefsi kötüleme aşağılamak dinimizde tavsiye edilen bir şey; ancak batılı kişisel gelişim uzmanları insanın daima olumlu konuşmasını kendisine kötü telkinlerde bulunmamasını söylüyorlar?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:17    Güncellendi: 31.01.2025 23:17
Cevap

Değerli kardeşimiz

Batılı uzmanların  “kişisel gelişim” için insanın daima olumlu konuşmasını kendisine kötü telkinlerde bulunmamasını ön görmeleri -prensip olarak- çok doğru bir tespittir. Ancak nefse iyi telkinlerde bulunma ile nefsin kötü telkinlerine karşı savunma mekanizmasını kullanmak ayrı şeylerdir.

Batılıların bir kısmı kişiye olumlu yönden katkısı olsun diye ön gördükleri iyi telkinlerin dozajını iyi ayarlayamamalarından ötürü bir panzehir olan bu telkinler zehir hükmüne geçebiliyor. İnsanın müspet değerlerini pekiştirmek yerine nefsanî ve hissî olan olumsuz arzuların hükümranlığına zemin hazırlıyorlar.

Batılı düşüncenin temeli felsefedir. Felsefenin bir prensibi olan “İnsanın en büyük gayesi Allah’a benzemektir.” hükmü insanı firavunluğa sürükleyen bir şımarıklık hezeyanıdır.

Halbuki İslam’ın bu konuda ön gördüğü prensip “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaktır.” şeklindedir. Aslında prensipte bu iki düstur aynı hedefi gösteriyor. Allah’ın ön gördüğü ahlakî değerleri benimsemek.. Fakat ifade tarzı çok farklıdır. Felsefî prensipte firavunluk kokuyor. Nebevî prensipte ise kulluk kokuyor.

Batılı felsefî anlayışta insanı -farklı yönlerini bilmelerine rağmen- bir bütün gibi algılayıp ona göre telkinleri ön görmektedir. İslam düşüncesinde ise insanın farklı mekanizmaları nazarı alınıp telkinler ona göre farklılık arz etmektedir. Ortama göre muhataba göre farklı üslubun kullanılması belagatın bir kuralıdır. Bu sebeple İslam düşünce sisteminde akla ayrı kalbe ayrı nefse ayrı üslupla hitap edilir. Şuurlu hiçbir Müslüman nefsine yaptığı kötü telkinleri aklına ruhuna kalbine yapılmış olarak kabul etmez.

İnsanın kusurlarını görmesi bir kötülük telkini bir gevşeklik ve yerinde sayma faktörü değildir. Bu konuda eleştirel bakışa en fazla sahip olanlar batılılardır. Kusurları görmeden onları izale etme imkânı da olmaz.

Ayrıca şuurlu bir mümin kendinde gördüğü güzellikleri inkâr etmez fakat onları kendine de almaz hakikate uygun olarak onları Allah’ın bir lutfu olarak görür. Bunun yanında kendinde gördüğü kusurları da ört-pas etmeye çalışmaz bilakis onları nefsine mal eder ve mertçe kabul eder ki bu iki taksim de gerçeğin ta kendisidir.

Batı felsefesi dinlerden uzaklaşıp materyalist bir çizgiye girdiği için batı düşünce sisteminde Allah ile irtibatlı bir muhasebe zeminine yer bırakılmamıştır. Her şeye mana-yı ismiyle baktıkları için kendilerinde sürekli bir kuvvet tevehhüm etmeleri doğaldır.

Halbuki İslam düşünce sisteminde Allah ile irtibat halinde olmak her şeyin başında gelir. Bu sistemde yaratan-yaratılan mâbud-abd sanatkâr-sanat ilah-kul ilişkisi vardır. Bütün muhasebeler telkinler psikolojik duruşlar bu denklemde yürür. Buna göre bir mümin kendini ne kadar âciz görürse Allah’a o kadar bağlanır kendine ne kadar güvensizliği artarsa Allah’a o kadar güvenir. Fakat bu güvensizlik duygusu kendini sonsuz kuvvet sahibi bir zata güvenmeye sevk ettiği için en güçlü bir güvenceye kavuşur.

Özetle Allah’a muhtaç olduğunu hisseden Allah’a dayanır. Allah’a dayanan kazanır. Gerçekten "iman hem nurdur hem kuvvettir hakikî imanı elde eden adam bütün dünyaya meydan okuyabilir."

Bu farkı fark etmek için Bediüzzaman’ın şu -özet halinde verilen- mânidar karşılaştırma tablosuna bakmakta fayda vardır:

“Felsefenin tilmizleriyle Kur'ân-ı Hakîmin tilmizlerinin muvazenelerine bak:"

"Felsefenin hâlis tilmizi / öğrencisi bir firavundur. Fakat menfaati için en hasis bir şeye de ibadet eder bir firavun-u zelildir. Menfaatini gördüğü her şeyi kendine rab tanır."

"Buna mukabil Kur'ân'ın hâlis tilmizi bir abddir. Fakat âzam-ı mahlûkata da ibadete tenezzül etmez. Ve âzam-ı menfaat olan cenneti gaye-i ibadet kabul etmez bir abd-i azizdir."

"Hem felsefenin tilmizi mütemerrit ve muannittir. Fakat bir lezzet için nihayet zilleti kabul eden ve bir menfaat-i hasise için şeytan gibi şahısların ayağını öpmekle zillet gösteren bir miskin-i zelildir."

"Buna mukabil Kur'ân'ın tilmizi mütevazı heyyin ve leyyindir yani uzlaşmacı ve yumuşak huyludur. Fakat Fâtırının/yaratanının gayrına daire-i izni haricinde tezellüle tenezzül etmez."

"Felsefenin tilmizi cebbar ve mağrurdur. Fakat kalbinde nokta-i istinat / dayanak noktası bulmadığı için zâtında gayet  âciz bir cebbar-ı hod-furuştur."

"Buna mukabil Kur'ân'ın tilmizi fakir ve zayıftır; fakirliğini ve zaafını da bilir. Fakat onun Malik-i Kerîmi ona iddihar ettiği / onun için depo edip sakladığı servetle müstağnidir. Seyidinin / Efendisinin / Rabbinin nihayetsiz kudretine istinat ettiği için kavîdir güçlüdür."

"Bu iki tilmizin mürüvvetlerinin derece-i farkına bak ki:"

"Felsefenin tilmizi kendi nefsi için kardeşinden kaçar. Kur'ân'ın tilmizi ise bütün kulları belki bütün mahlûkatı kendine kardeş görür.” (Mesnevi-i Nuriye Nurun İlk Kapısı).

İlave bilgi için tıklayınız:

"Övünmek övülmek ve övmek" fiillerini hiç yapmamalı mıyız?

Selam ve dua ile...
İslami Destek Sitesi