Uzman olmak için Şimdi başvurun.
✕Değerli kardeşimiz
Bir balık deniz içinde dilediği yöne gidebilir. Ama onun bu hürriyeti deniz ile sınırlıdır. Ondan dışarı çıkması yasaklanmıştır. Karalar ormanlar onun için yasak bölge. Tilkilerle aslanlarla arkadaşlık etmesi sanki haram kılınmış. O denizde yaşayacak ve ömrünü diğer balıklarla geçirecektir. Bu hürriyet kısıtlaması onun zararına değil faydasınadır.
İnsanın denizi de “helâl dairesi”dir.
“Helâl dairesi geniştir keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” (Sözler)
İnsan bu daire içinde kalmak şartıyla istediği gibi hareket edebilir dilediği gibi safa sürebilir. Ama bu dairenin dışı onun için cehennem tarlasıdır.
Buna göre hürriyeti şöyle de tarif edebiliriz:
“Hürriyet helâl ve haram dairelerinden dilediğini seçebilme yetkisi ve netice itibariyle de cennet ve cehennem yollarından istediğine girme serbestisidir.”
Kul hür olmaz. Nasıl olsun ki kölenin bile hürriyeti söz konusu değil. Kulluk ise kölelikten çok daha ileri bir bağımlılık. Mutlak mânâda ve sınırsız bir hürriyete sahip olmadığımızı nefsimize iyice kabul ettirmek için şöyle bir düşünelim:
İnsanoğlu eliyle işitip gözüyle koku alıp kulağıyla görebiliyor mu? Hayır.
Öte yandan aklıyla hıfzedip kalbiyle anlayıp hafızasıyla sevebiliyor mu? Cevap; yine Hayır.
Demek ki insan her organını ve duygusunu yerinde kullanmaya mecbur. Onu yaratan organlarını yerli yerine koyan ve ruh âlemini akıl almaz bir şekilde tanzim eden her duyguyu her hissi ayrı vazifelerde çalıştıran biri var.
Bu organların ve duyguların önüne iki saha açılmış: Helâl ve haram meydanları. Ayağıyla dilediği yere gidip gözüyle istediği yöne bakabildiği gibi aklını her sahada kullanabiliyor ve hafızasına olur- olmaz her şeyi doldurabiliyor.
Bu sermayelerden her biri insanın akıl ve vicdanına emrediyorlar ki: “Bizi dilediğin gibi yönlendiremezsin! Sen irade sıfatını doğru değerlendirmeli ve bizi yaratılış gayemizde kullanmalısın!..”
İnsan iradesine tanınan bu hürriyet bu serbesti bu seçme hakkı ne yazık ki çoklarınca yanlış değerlendiriliyor.
İnsanoğlu babasına amirine devletine karşı gelme hürriyetine sahip olmadığını çok iyi bildiği hâlde nasıl oluyor da Rabbine Hâlikına Mâlikine karşı kendini hür ve serbest sanabiliyor!?..
Asrımız alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi hürriyet konusunda çok önemli bir noktaya şöyle parmak basıyor:
“Bazı sefih ve lâübaliler hür yaşamak istemediklerinden nefs-i emmarenin esaret-i rezilesi altına girmek istiyorlar.” (Hutbe-i Şamiye)
Hür olduğunu dilediği gibi hareket edebileceğini iddia eden bir insan gerçekte nefsinin esareti altına girmiştir. Nefsi ona kötülüğü emreder; o da bu emre kayıtsız şartsız itaat eder. Bu esaret rezil bir esarettir. Bir alimin hizmetine girmiş bir insanla bir soygun şebekesinde çalışan bir başka insan ilk bakışta aynı noktada birleşirler: İkisi de emir altındadır. Ama birincisi büyük bir şereftir sonu ilim ve irfana çıkar. Diğeri ise rezalettir; neticesi azap ve zindandır...
Selam ve dua ile...
İslami Destek Sitesi