- Neden onları yarattığını adalet ve merhamet bağlamında irdeleyebilir miyiz?
Değerli kardeşimiz
Bu konunun anlaşılması marifetullahtan örülmüş sağlam bir altyapıya bağlıdır. Bunun temellendirilmesi ise kaynak kitaplara ihtiyaç duymaktadır. Bununla beraber biz konuyu birkaç madde halinde özetleyip bazı noktalara işaret edip ferasetinize havale edeceğiz:
Önce şu husus iyi bilinmelidir ki Allah’ın -sonsuz ilim ve hikmetle- yaptığı yapacağı işlerini kısacık aklımızla tartmakta zorluk çekebiliriz. Bu gibi durumlarda Kur’an’da sık sık hatırlatılan “Allah’a tevekkül” etmeyi unutmayalım. Tevekkül demek Allah’a güvenmek demektir. Allah’a güvenmek demek Allah’ın –asla zulmetmez- bir âdil/adalet sahibi olduğuna -asla abesle iştigal etmez- bir hakîm/hikmet sahibi olduğuna -asla yanılmaz- bir alîm/ilim sahibi olduğuna inanmak demektir.
Allah’ın isim ve sıfatları mütedahil/iç içe daireler gibidir. Yerine göre bir sıfat merkezde olur diğerleri de onunla irtibatlı olurlar. Sıfatlardan bazılarının tecellisi diğer bazılarını devre dışı bırakmaz. Örneğin yaratmak söz konusu olduğunda merkezdeki isim “Hâlık=Yaratan”dır. Fakat yaratıcılık vasfı ilim hikmet kudret gibi vasıfları da ister. Demek ki yaratıcılık vasfı ilim hikmet ve kudretten soyutlanmış bir şekilde algılanamaz. Keza Rububiyet vasfı (Allah’ın kâinatı terbiye edip eğitmesi yerli yerince oturtması mükemmel yönetmesi idare etmesi) söz konusu olduğu yerde ilim kudret hikmet merhamet adalet vasıflarını görmemek mümkün değildir.
“Allah kullarına asla zulmedici değildir.”(bk. Al-i İmran 3/182; Enfal 8/51) mealindeki bir çok ayet Allah’ın sonsuz adaletine işaret ettiği gibi bugün fen bilimlerinin ortaya koyduğu bilimsel keşifler de kâinat çapında harika bir ölçünün bir ekolojik dengenin bir adaletin varlığına şahitlik etmektedir. Kâinattaki harika düzeni dizayn eden elbette Allah’ın sonsuz hikmet ve adaletidir.
Dünya imtihanı zıt duyguların varlığını gerektirir ki insan oğlu özgür iradesini hangi tarafa kullanırsa ona göre bir değer veya değersizlik kazansın. Aklın vicdanın sesi kulağı olan iyi duyguların karşısında nefsin şeytanın sesi olan kötü duyguların olması âdil bir imtihanın şartıdır. Bu sebepledir ki İnsanlık camiasında bir yandan melek gibi insanlar diğer taraftan el-hannas gibi insanlar vardır. Böyle zıtlarla örülü bir ortam olmasaydı ne Hz. Ebu Bekir gibi -insanlık camiasını şereflendiren- bir sadakat ve dürüstlük timsali ne de Müseyleme-i kezzap gibi -insanlığın yüz karası- bir yalan makinesi ortaya çıkabilirdi.
Demek ki cennet adam istediği gibi cehennem de adam ister.
Ayrıca bilinmesi gereken bir husus da şudur ki cennet ucuz değil cehennem de lüzumsuz değildir. Gerçekten Allah’ın bütün işlerinin adalet ve merhamet dolu olduğuna tam iman etmeden O’na güvenmeden O’na teslim olmadan cennete girmek zordur. Cehennemin lüzumsuz olmadığını gösteren unsurlar ise binlercedir. Her gün insanlık camiasında yapılan zulümler işlenen cinayetler inkâr ve isyanlar “zalimler için yaşasın cehennem!” diye bağırıyorlar.
İmtihanın en önemli özelliği herkes tarafından hemen anlaşılmayan sorular ihtiva ediyor olmasıdır. Yani akla kapı açılır fakat aklın iradesi elinden alınmaz. Bir imtihanın bütün soruları basit ve herkes tarafından hemen anında anlaşılabilir bir şekilde ise bu imtihan yapmacık ve ciddiyetten yoksun demektir.
İmtihanın en büyük maksadı bilenlerle bilmeyenleri çalışkanlarla tembel olanları aklını kullananlarla kullanmayanları birbirinden ayırt etmektir. Buna göre eğer gök yüzünde “La ilâhe illallâh – Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.” yazılarak aklın iradesini elinden alacak şekilde insanları Allah’a iman etmeye zorlayan açıklıkta bir imtihan olsaydı Hz. Ali gibi ilmin zirvesinde olan bir kimse ile cehaletin sembolü haline gelmiş Ebu Cehil aynı seviyede kalmış olacaklardı. Hz. Ebu Bekir gibi dürüstlük ve samimiyetin simgesi olan bir kimse ile yalancılıkla ün yapmış Müseyleme-i kezzap gibi bir yalancı aynı noktayı paylaşmış olacaklardı. Bu ise imtihan sırrına aykırıdır.
Demek ki İlahî imtihanda eşitlik ve adalet anlayışı bakımından bazı noktaların biz insanlara açık olmaması da bir imtihan sırrıdır. Çünkü insanoğlu her zaman her an bir çeşit imtihana tabi tutulmaktadır. Bu imtihanların bazı noktalarının kapalı olması imtihanın bir gereğidir.
Bu pencereden baktığımızda şunları söylemek mümkündür:
- Allah âdildir asla kimseye haksızlık etmez. Bu konuda ve bize farklı gelen diğer konularda tek rehberimiz “Allah kullarına asla zulmedecek değildir.” (Al-i İmran 3/182; Enfal 8/51; Hac 22/10) mealindeki ayetlerde vurgulanan gerçek olmalıdır.
- İslam’da çocukların ve delilerin imtihana tabi tutulmamaları bu konudaki ilahî adaletin açık bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.
- Konuya “Biz bir peygamber göndermeden kimseye azap edecek/ceza verecek değiliz.”(İsra 17/15) mealindeki ayetin vurguladığı hakikat penceresinden bakmak gerekir. Şekli ne olursa olsun insanın gerçekleri algılamasına engel olan sosyolojik psikolojik biyolojik çevresel herhangi bir baskı ve engelin olması durumu yukarıdaki ayetin mesajı kapsamındadır.
- İman şuuruyla konuya yaklaştığımız zaman rahatlıkla diyebiliriz ki; hiçbir bilimsel keşif Allah’ın adaletini yok sayamaz. Hiçbir “inanç geni” insanın özgür iradesini ortadan kaldıramaz. Hiçbir çevre faktörü Allah’ın adaleti ölçüsünde göz ardı edilmez. Aklın ve iradenin yüzde yüz ortadan kalktığı bir ortamda hiçbir sorumluluk söz konusu olamaz. Allah’ın mesajını algılamaktan uzak bir atmosferde yaşayan hiçbir insan cezaya çarpılmaz.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Allah bazı insanları cehennem için mi yaratmıştır?
- Eşitlik ve adalet aynı şey midir? Değilse aralarındaki fark nedir?
Selam ve dua ile...
İslami Destek Sitesi