Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

"Ezmezsen ezilirsin. Her zaman ezen ol yoksa ezilirsin." gibi bir düşünce cazi mi Müslümana yakışır mı?

Oluşturulma tarihi: 31.01.2025 23:17    Güncellendi: 31.01.2025 23:17
Cevap

Değerli kardeşimiz

Böyle bir düşünce ve yaklaşım kesinlikle bir Müslümana yakışmayacağını ifade edelim. Dinimiz ister Müslüman olsun ister kafir olsun hiç bir insana en küçük bir zararın dahi verilmesini yasaklamış ve bunu "kul hakkı"na gireceğini ve böyle bir davranışı günahların en büyüklerinden saymıştır.

Gerçek adaleti Allah Kur'an'da insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmek insanların hakkını korumak zulme asla rıza göstermemek zalime karşı mazlumdan yana tavır almak ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmak olarak emretmektedir. Bu adalet bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı olayları çok yönlü değerlendirmeyi ön yargısız düşünmeyi tarafsızlığı hakkaniyeti dürüstlüğü hoşgörüyü merhameti ve şefkati gerektirir. Bunlardan birinin eksikliğinde ya da birinin ağır basmasında gerçek adaleti uygulamak zorlaşır.

Örneğin olayları itidalli değerlendiremeyen heyecanına ve hislerine kapılan bir insan sağlıklı karar veremeyecek bu duygularının etkisinde kalacaktır. Oysa adaletle hükmeden bir kişi tüm kişisel duygu ve düşüncelerini bir tarafa bırakmayı kendisinden yardım talep eden iki tarafa da hakkaniyetli davranmayı her şart ve durumda doğrulardan yana olmayı dürüstlükten ve doğruluktan asla taviz vermemeyi Kur'an ahlakı ölçüsünde kendine yol edinmelidir. Kişi öyle bir ahlaka sahip olmalıdır ki kendi çıkarlarından önce karşı tarafı düşünmeli kendisine bir zarar gelecek olsa dahi eğer hak karşı taraftan yanaysa adil olabilmelidir.

"Ey iman edenler adil şahidler olarak Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızdan haberi olandır." (Maide 5/8)

ayetinde de bildirildiği gibi Allah insanın tüm yaptıklarını bilmektedir. Allah'tan korkup sakınan ve ahiret gününde hesaba çekileceğini bilen bir kişi Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için adaletle hükmeder. Bilir ki Allah tüm yapıp ettikleriyle söylediği her sözle ve aklından geçen her düşünceyle onu ahiret gününde sorguya çekecek ve bunlarla eksiksiz bir şekilde karşılık görecek… İşte bu nedenle de insanın Allah'ın rızasını kazanması cehennem azabından kurtulması ve Allah'ın sonsuz nimetlerine kavuşabilmesi için yapması gereken şey Kur'an ahlakını eksiksiz bir şekilde yaşamaktır. Bunun için her insanın bu ahlaka ulaşmak için bireysel olarak çaba sarf etmesi tüm bencil isteklerini ve kişisel menfaatlerini bir yana bırakıp adaleti merhameti hoşgörüyü şefkati ve barışı kendine yol edinmesi gerekir. Allah Kur'an'da gerçek adaleti ayrıntılı olarak tarif etmekte her türlü anlaşmazlığın adaleti ayakta tutmakla çözüleceğini bildirmektedir. Adil yöneticilerden ve adil insanlardan oluşan bir toplumda her türlü anlaşmazlığın kolaylıkla çözüleceği açıktır.

Kur'an'da adaletin eksiksiz olarak tarifi yapılmış iman edenlere karşılaşacakları olaylar karşısındaki tutumları ve adaletin nasıl uygulanacağı bildirilmiştir. Bu iman edenler için çok büyük bir kolaylık ve Allah'tan bir rahmettir. Bu nedenle de iman edenler hem Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak hem de huzurlu güvenli ve barış içinde bir hayat yaşayabilmek için insanlar arasında eksiksiz bir şekilde adaleti uygulamakla sorumludur. Adalet dil ırk etnik köken gözetilmeden tüm insanlar arasında eşit olarak uygulanmalıdır Dünya üzerinde gelişen olayları incelediğimizde adaletin yer zaman ve kişilere göre farklı şekilde uygulanabildiğine şahit oluruz.

Örneğin bazı toplumlarda kişilerin tenlerinin rengi adaleti uygulayan kişilerin kararına etki eder. Beyaz ten rengi olan bir kişiyle siyah ten rengi olan kişiye aynı durumlarda aynı kararla hükmedilmez. Bazı toplumlarda ırk çok büyük bir önem taşımaktadır. Geçtiğimiz yüzyılda Hitler'in Ari ırkı diğer ırklardan üstün görüp milyonlarca insanı sırf ırkları nedeniyle yok etmek istemesi bunun bir örneğidir. Günümüzde de ırkları tenlerinin rengi nedeniyle zalimce ve adaletsiz muamelelerle karşılaşan insanlar vardır. ABD'de ve Güney Afrika'da yıllarca siyah ırka ikinci sınıf insan muamelesi yapılmış çok sayıda Asya ve Afrika ülkesinde sırf ırk farklılıkları yüzünden çok şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. Oysa Kur'an ayetlerinde farklı halkların ve kabilelerin yaratılmasının hikmetlerinden biri insanların "birbirleriyle tanışmaları" olarak bildirilir.

Hepsi de Allah'ın kulu olan farklı milletler veya kabileler birbirleriyle tanışmalı yani birbirlerinin farklı kültürlerini dillerini örflerini yeteneklerini öğrenmelidir. Farklı ırk ve milletlerin bulunmasının bir amacı çatışma ve savaş değil kültürel bir zenginliktir. Bu çeşitlilik Allah'ın yaratışındaki bir güzelliktir. Bir insanın daha uzun boylu birinin kısa boylu olması bir kişinin teninin beyaz diğerinin sarı renk olması bu kişiye herhangi bir üstünlük getirmediği gibi bir eksiklik olarak da nitelendirilemez. Bunların her biri Allah'ın takdir etmesiyle ve çok büyük hikmetlerle yaratılmıştır. Ancak bu farklılıkların Allah Katında hiçbir önemi yoktur. İman eden bir insan tek üstünlüğün takva ile yani Allah korkusu ve Allah'a imandaki üstünlükle olduğunu çok iyi bilir. Allah Hucurat Suresi'nde bu gerçeği şu şekilde bildirir:

"Ey insanlar gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz Allah Katında sizin en üstün (k erim) olanınız (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir haber alandır." (Hucurat 49/13)

Ayette de bildirildiği gibi Allah'ın emrettiği adalet anlayışı hiçbir ayrım yapmadan her insana eşit hoşgörülü ve barış içinde bir tavrı gerektirir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de yaşadığı dönem boyunca farklı ırktan halklara karşı büyük bir adaletle davranmıştır. İnsanların ırkları nedeniyle farklı muamele görmesini her zaman şiddetle eleştirmiş böyle bir ahlakı "cahiliye ahlakı" olarak tanımlamıştır. Peygamberimiz (sav) kavmine cahiliye toplumunda insanların sadece renkleri ya da ırkları farklı olduğu için birbirlerine karşı düşmanca duygular besleyebildiklerini hatırlatmış ve Müslümanları Kur'an'da çirkin gösterilen bu davranıştan sakınmaya davet etmiştir. Bundan 1400 yıl önce Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) aracılığıyla insanlara bir rahmet olarak gönderilen Kur'an'da tüm bu ilkel mantıklar ortadan kaldırılmış tüm insanların rengi ırkı dili ne olursa olsun eşit olduğu bildirilmiştir. Peygamberimiz (sav) cahiliye inancında var olan insanları ırka ve renge göre değerlendirme anlayışının basitliği üzerinde durmuş ve Veda Hutbesinde Arap kavmine hitaben şöyle söylemiştir:

"Soylarla övünülmez. Araplar Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de Acem olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah Katında en yüce olanınız ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınız (en takvalınız)dır."

Peygamberimiz (sav) bu sözleriyle insanlara bir kez daha Hucurat Suresi 13. ayette bildirilen insanlar arasındaki üstünlüğün sadece takvaya göre olabileceği gerçeğini hatırlatmıştır. İslam Peygamber Efendimizin (sav) de bildirdiği gibi bu ilkel bakış açılarını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Islam ahlakının yaşandığı bir ortamda bir insan ne Yahudi ne zenci ne de Kızılderili olduğu için suçlanamaz farklı bir muameleye maruz kalamaz mağdur edilemez. Bu Allah'ın takdiridir ve Allah her insanı en güzel şekliyle yaratmış en güzel sureti vermiştir. İnsanlara düşen her zaman ve herkese karşı adil saygılı hoşgörülü merhametli barışçıl ve sevgi dolu olmaktır. Bunun yanı sıra kişinin fakir ya da zengin olması da müminin adaletle hükmetmesini engellemez kararlarını etkilemez. Bir insanın sadece maddi güç sahibi olduğu için diğer insanlara haksızlık yapması zulmetmesi ve bundan da hiçbir karşılık görmeden kurtulması çok büyük bir haksızlıktır.

Oysa günümüzde bazı dünya devletlerine baktığımızda zenginleri kollayan fakirlere ise ikinci sınıf insan muamelesi yapan bir anlayışın hakim olduğu görülmektedir. Buna göre bazı zenginler adaletten daha fazla faydalanmakta fakirlerden üstün tutulmayı kendilerinde bir hak gibi görmektedirler. Dahası adalet mekanizmalarını kendi menfaatleri için yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu anlayış dinin yaşanmadığı toplumlarda çok büyük adaletsizliklere neden olmakta insanların bir bölümü çok büyük bir sefaletle mücadele ederken diğerleri zenginliklerinin verdiği ayrıcalıkları kullanmaktadır.

Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen adaletin hakim olması insanlar arasında toplumsal barışın sağlandığı bir hayatın hakim kılınması mümkündür. Bu Kur'an ahlakının hakim kılınmasıyla ve insanların Kur'an ahlakından taviz vermemeleriyle olabilir. Çünkü Allah bir ayetinde şu şekilde emreder:

"… Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın…" (Nisa 4/135)

Allah'ın bu emri uyarınca Allah'tan korkan mümin karşısındaki kişi fakir de olsa zengin de olsa her ne şart olursa olsun mutlaka adaletle hükmeder o kişinin maddi durumu nedeniyle farklı bir tutum içine girmez. Çünkü zenginlik ya da fakirliğin Allah'ın insanları denemek için yarattığı geçici dünya şartları olduğunu bilir. İnsan öldüğü zaman dünyadaki malının ve mülkünün hiçbir değeri kalmayacak sadece takvasıyla karşılık bulacaktır. Allah'ın hoşnut olacağını bildirdiği tavır ise hakkaniyettir adalettir dürüstlük ve doğruluktur. Bu güzel ahlakın karşılığı ise sonsuz ahiret mükafatlarıdır. Allah yetimler konusunda kesin bir adaleti emretmiştir; Kur'an'da adaletin ayakta tutulması konusunda verilen örneklerden biri de yetimlerin malları konusundadır.

Ayetlerde yetimlerin mallarını onlar bu malları kontrol edebilecek yaşa gelene kadar en adil şekilde kullanmak emredilmiştir. En'am Suresi'nde şu şekilde buyurulur:

"Yetimin malına o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın…"(En'am 6/152)

Allah başka ayetlerinde de yetimler erginlik çağına ulaşmadan onların mallarını çarçabuk tüketmeye çalışmamayı hatırlatmakta insanları tamamen adil bir tutumla hareket etmeye çağırmaktadır. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:

"Yetimlere mallarını verin ve murdar olanla temiz olanı değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu büyük bir suçtur." (Nisa 4/2)

"Yetimleri nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter." (Nisa 4/6)

"Erginlik çağına erişinceye kadar -o da en güzel bir tarz olması- dışında yetimin malına yaklaşmayın. Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur." (İsra 17/34)

Ayetlerde bildirilen ahlakın aksi yönünde hareket ederek yetimlerin mallarını zulümle tüketenler ve adaletsizce harcayanlar sonsuz azapla uyarılmışlardır.:

"Gerçekten yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir." (Nisa 4/10)

ayeti ile insanları adaletsiz davranmaktan menetmiştir. Bu örnekte de görüldüğü gibi Kur'an'da tarif edilen adalet insanın tüm hayatını kapsayan bir adalettir. İnsanın adaleti uygulama konusunda gösterdiği titizlik ise o kişinin ebedi hayatında cennet veya cehenneme gitmesine etki etmektedir. Verilecek karar kendi yakınları ile ilgili olsa dahi mümin adaletle hükmetmekle sorumludur.

Adaletin tarifi yapıldığı zaman belki içinizden adaletli davranmanın çok kolay olduğunu tüm kararlarınızda her zaman adil davrandığınızı geçirmiş olabilirsiniz. Ancak vereceğiniz adil bir kararın neticesinde bir yakınınız anneniz babanız ya da bir akrabanız fiziki ya da manevi bir sıkıntıya girecek olsa acaba bu kararı kolaylıkla verebilir misiniz? Sevdiğiniz fakat doğru yoldan sapmış bir kişi hakkında karar verirken de tarafsız dürüst ve hakkaniyetli olabilir misiniz? Bu soru karşısında birçok insan duraklar.

Gerçekten de böyle bir durumda adil olmak bazı kişilere zor gelebilir. Sevdiği bir kişiye başka birine olduğundan daha toleranslı davranabilir bir an olsun bazı gerçekleri görmezden gelebilir. Ancak asıl önemli olan insanın her şart ve durumda adaletten hiçbir şekilde taviz vermemesi Allah'ın

"Ey iman edenler kendiniz anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun..." (Nisa 4/135)

ayetine titizlikle uymasıdır. İnsanlarda güven duygusu oluşturacak olan da karşılarındaki kişinin her şart altında doğrulardan yana tavır alacağını bilmektir. Sadece kan veya dostluk bağı olduğu için yakınların korunup-gözetilmesinin adalet bekleyen kişilerde huzursuzluk oluşturacağı ve güvensiz bir ortam meydana getireceği kesindir. Özellikle de yönetici konumundaki kişilerden bu yönde bir tavır görmek toplumda çok büyük bir tahribat meydana getirir. Ancak Kur'an'ın hükümlerine göre hareket eden bir kişi Allah'ın

"… Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz." (Enam 6/152)

şeklinde bildirdiği tavsiyelerine uyar. Bu tavır onun Allah'a olan güçlü imanının ve güzel ahlakının bir göstergesidir.

Kur'an'da bu konuda Hz. Musa (as)'nın hayatından bir örnek haber verilmektedir. Kasas Suresi'nde şu şekilde bildirilir:

"(Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da "Bu şeytanın işindendir; o gerçekten açıkca saptırıcı bir düşmandır." dedi." (Kasas 28/15)

Bu olayda Hz. Musa (as) kendi taraftarlarından birisinin kavgasına şahit olur. Musa Peygamber (as) yakınlarından olan bu kişinin yanında yer alır ve onunla birlikte diğer kişiye karşı çıkar. Bu tartışma esnasında karşı taraftaki kişiye yumruk atar ve onu istemeden öldürür. Ancak daha sonra çok büyük bir hata yaptığının farkına varır.
Bu iman eden bir kişinin adalet anlayışını tarif etmesi bakımından çok önemli bir örnektir. Çünkü kimin haklı kimin haksız olduğunu araştırmadan sadece kendi yakını akrabası ya da dostu olduğu için bir kişiyi desteklemek Allah'ın beğenmediği bir ahlaktır. Nitekim kutlu bir peygamber olan Hz. Musa (as) da bu gerçeği hemen anlamış yaptığı hareketi "şeytanın işi" olarak nitelendirmiştir.

Hz. Musa (as)'nın "şeytanın işi" olarak tarif ettiği "hizipçilik duygusu" tarih boyunca dökülen kanların en büyük sorumlusudur. İnsanların adalet ve hakka göre değil her ne surette olursa olsun kendi ailesini aşiretini kavmini yandaşlarını veya ırkını haklı çıkarmaya yönelik saplantıları sayısız çatışma ve savaşın çıkış noktası olmuştur. Bu kışkırtmaya karşı müminin göstermesi gereken tavır da yine Hz. Musa (as)'nın hayatı örnek verilerek Kur'an'da bildirilmektedir. Hz. Musa (as) şeytan insana vermeye çalıştığı bu kötü duygunun bir zulüm olduğunu vicdanıyla hemen anlamış şeytanın kışkırtmasıyla işlediği hatadan dolayı tevbe edip Allah'a sığınmıştır.

Kıssanın devamında Hz. Musa'nın bu örnek ve vicdanlı tavrı şöyle anlatılır:

"Dedi ki: "Rabbim gerçekten ben kendi nefsime zulmettim artık beni bağışla." Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz. O bağışlayandır esirgeyendir. Dedi ki: "Rabbim bana verdiğin nimetler adına artık suçlu günahkarlara destekçi olmayacağım." (Kasas 28/16-17)

Bir topluluğa karşı duyulan kin müminleri adaletten alıkoymaz. Bir insanın adil karar vermesini sağduyulu düşünmesini ve akılcı davranmasını engelleyebilecek etkenlerden biri karşısındaki kişiye ya da topluluğa olan kızgınlığı kinidir. Aslında bu günümüz cahiliye toplumlarında oldukça yaygın bir bakış açısıdır. Bazı insanlar düşmanca duygular besledikleri kişilere karşı her türlü adaletsizliği ahlaksızlığı kolaylıkla yapabilirler. Bu kişinin üzerine işlemediği suçları atar masum olduğunu bilseler dahi bu kişi aleyhinde şahitlik yapabilirler. Sadece bu gibi düşmanca tutumlardan dolayı suçsuz yere birçok insan çok büyük mağduriyetler yaşayabilmektedir. Bazı kişiler doğruyu bilmelerine rağmen kendilerine düşman gördükleri kişilerin lehinde şahitlik yapmaz ellerinde bu kişinin suçsuzluğunu kanıtlayacak delil olsa bile ortaya çıkarmazlar.

Hatta bu kişinin başına büyük bir bela gelmesi haksızlıklarla karşılaşması ya da zulüm görmesi söz konusu kişilerde büyük bir sevinç uyandırır. En büyük tedirginlikleri ise adaletin üstün gelmesi ve bu kişinin suçsuzluğunun ortaya çıkmasıdır. İşte bu nedenle de cahiliye toplumunda insanların birbirlerine güvenmeleri çok zordur. Herkes bir an sonra karşısındaki kişiden kötülük göreceği endişesiyle yaşar. Birbirlerine karşı güvenlerini kaybetmelerinin sonucunda ise yardımlaşma hoşgörü şefkat merhamet kardeşlik gibi insani özelliklerini zamanla yitirir birbirlerinden nefret eder hale gelirler.

Oysa iman eden bir kişinin bir topluluğa ya da kişiye karşı hissettiği duygular onun aldığı kararlarda kesinlikle etkili olmaz. Karşısındaki kişi ne kadar kötü ahlaklı olursa olsun ne kadar düşmanca bir tutum içinde olursa olsun iman eden kişi bir karar vermesi gerektiğinde tüm bu duygularını bir kenara bırakıp adaletle davranır adaletle karar verir adaleti tavsiye eder. O kişiye karşı hissettikleri aklının ve vicdanının önüne geçemez. Vicdanı ona her zaman Allah'ın emir ve tavsiyelerine uymayı güzel ahlaktan asla taviz vermemeyi söylemektedir. Çünkü bu Allah'ın iman edenlere Kur'an'da bildirdiği bir emridir.

Maide Suresi'nde şu şekilde bildirilir:

"Ey iman edenler adil şahidler olarak Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup sakının. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızdan haberi olandır." (Maide 5/8)

Ayette de bildirildiği gibi adil bir tavır sergilemek takvaya en yakın olandır. İman eden bir kişi ancak adaletle davrandığı zaman Allah Katında bir hoşnutluk kazanacağını bilir. Güzel ahlakına şahit olan her insan bu kişiye güvenir yanında rahat eder her türlü sorumluluğu ve görevi gönül rahatlığı ile kendisine verebilir. Böyle kişiler düşmanları tarafından dahi saygı ile karşılanır. Hatta onların bu tavrı inkar eden birçok insana örnek olarak iman etmelerine vesile olabilir. Nitekim bu konuda bizim için en güzel örnek Hz. Muhammed (sav)'dir. Peygamberimiz (sav)'in hiçbir ayrım yapmadan hoşgörü ve merhameti herkese göstermiş olması o dönemde yaşayan Hristiyan Yahudi dinsiz müşrik her kesimden insanın kalbinin İslam'a ısınmasına vesile olmuştur.

Günümüzde yaşayan müminler için de kuşkusuz en güzel örnek Peygamber Efendimizin (sav) Kur'an'da da bildirilen uygulamalarıdır. Günümüzde de aynı Asr-ı Saadet döneminde olduğu gibi Hristiyan Yahudi Budist Hindu ateist dinsiz müşrik putperest gibi çok farklı inançlara sahip insan toplulukları birarada yaşamaktadır. Bir Müslüman karşısındaki insanın inancı ne olursa olsun hoşgörülü olmakla affetmekle adil ve insancıl davranmakla yükümlüdür. Çünkü her insanın ileride iman etme Müslüman olma Allah'a teslim olma ihtimali vardır. İman eden bir kişinin bu gerçeği aklından hiç çıkarmaması gerekir.

İman edenlere yükletilen sorumluluk Allah'ın dinine güzellikle barışla ve hoşgörüyle davet etmektir. Bu doğruları uygulayıp uygulamama iman edip etmeme kararı karşı tarafa aittir. Bir kişiyi iman etmeye zorlamak bazı şeyleri zorla kabul ettirmeye çalışmak Kur'an ahlakına aykırı bir tavırdır. Allah bunu Kur'an'da şöyle bildirmiştir:

"Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. şüphesiz doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa o sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah işitendir bilendir." (Bakara 2/256)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet