3-)
Şüpheli şeyler mubahlardır. Bâzılarına göre kendisinden çeki-nilen helâl demektir. Bu kavli Kurtubî-nin nasıl reddettiğini az yukarıda gördük. Kurtubi burada şunları da ilâve ediyor: «Bu kavil şeriattan malûm olan bir hakikati ortadan kaldırmaya müeddî olur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ondan sonra gelen dört halîfesi ve ekseri ashabı mubah şeylere rağbet göstermeyip iyi yemeyi yumuşak elbise giymeyi ve güzel evlerde yaşamayı kabul etmemiş; bunların zıdlarmı yapmışlardır; bu hakikat onların sîretlerinde nakledilmiştir; denilirse cevap şudur: bu hâli şer-î bir mûcib bulunup mezkûr fiillerin terkini iktiza ettiğine hamlolunur. Yoksa mubahdan kaçınmamışlardır. Çünkü mubahın hakikati iki tarafın (yani yapıp yapmamanın) müsâvî olmasıdır. mekruhtan kaçınmışlardır; ancak bâzan şeriat mekruhu mekruh olduğu için-; bâzan da mekruha vardırdığı için istemez. Nitekim oruçlu bir kimsenin karısını öpmesi bu kabildendir; zîra orucu bozmaya vardırabilir. Onun için de mekruhtur. Bizim buradaki meselemiz de böyledir. Çünkü ashâb-ı kirâm ya dünyaya dalmak suretiyle hâlen yahut âhi-rette hesaba çekilmek suretiyle ileride korktukları mefsedetlerin başlarına geleceğini anlamışlardır...» yeyip iyi giyinmek hususunda şafiîyye ulemâsı ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hâmid El-Esferâînî: «Bu taat değildir.» demiş; Taberî taat olduğunu söylemiş; İbn Sabbağ: «Bu iş insanların hâline ibâdete düşkünlüklerine maksatlarına fakirlik ve zenginlikle iştigallerine göre değişir.» mütaleâsında bulunmuştur. Rafiî bu son kavil için: «Doğrusu da budur.» diyor ihtimalden uzak olan şeyleri caiz görerek üzerinde durmak ise kaçınılması istenen şüpheli şeylerden değil vesvese kabîlindendir. Belki mahremi vardır endişesiyle büyük şehirden evlenmemek ihtimal pislik karışmıştır diye ovadaki suyu kullanmamak görmeden pislik bulaşmış olabilir düşüncesiyle elbiseyi yıkamak ve sair buna benzer şeyler hep vesvese olup vera- ve takva ile alâkası yoktur. Bu gibi şeyler şeriatın maksatlarını bilmemekten ileri gelir. bu şüphelerden kim korunursa dîni ve ırzı için berâet almıştır...» Yani dîni için noksanlıktan; ırzı için de ta-n edilmekten dedikodudan berâet hâsıl oldu demektir. Bu cümledeki dîn sözü Allah-a ırz da İnsanlara teallük eden şeylere işarettir. kim bu şüphelere düşerse harama konar...» cümlesinin iki mânâya ihtimali vardır. Birinci ihtimale göre bu cümleden murâd: Şüpheli şeyleri çok yapa yapa nihayet harama tesadüf eder; bunu kasden yapmasa bile yapılan işde takrîr varsa günahkâr olur; demektir. ihtimal şudur: Bir kimse dikkatsizliği âdet edinir; derken şüpheli bir şeyi arkasından daha şüphelisini irtikâb etmeye başlar. Nihayet bile bile harama dalar. Nitekim selef bu mânâda: «Günahlar küfrün postasıdır.» demişlerdir. Battal; «Bu hadîste hükümleri ihtilaflı olan şüpheli şeylerden korunmayıp onların hürmetini ayaklar altına alan kimsenin ırzı aleyhine dedikodu yolu açtığına delîl vardır.» diyor. diyor ki: «Hâsılı ulemâ burada şüpheli şeyleri tefsir Bâbında dört sey söylemişlerdir. Delillerin tearuzu ulemânın ihtilâfı mekruh ve mubah olan şüpheliler. Filhakika: Mekruh helâl ile haram arasında yoldur.» derler. Mekruhu çok işleyen harama düşer. Mubah da helâl ile mekruh arasında bir geçittir. Binâenaleyh onu çok işleyen mekruha yol bulur. bir yerin etrafında hayvan otlatan çobanın hayvanlarım oraya kaçırması yakıncacık olduğu gibi...» cümle ile şüpheli şeyleri işleyen bir kimsenin hali bir ekinliğin kenarında hayvan otlatan çobanın haline benzetilmektedir. Burada bir teşbîh-i melfuf vardır; zîra malûm olan mahsus bir şeye benzetme yapılmış mükellef çobana; insanın nefsi hayvanlara; şüpheli şeyler ekinliğin etrafındaki sürüye; Allah-ın haram kıldığı şeyler ekinliğe; şüpheli şeyleri işlemek ekinlik kenarında sürü otlatmaya benzetilmiştir. Vechi şebeh: Korunmamaktan dolayı lâzım gelen cezadır. Bu suretle teşbîh iki tarafı itibariyle melfûf; vechi şebehi itibariyle temsil olmuş olur. Her hükümdarın bir mahrûsesi vardır. .» cümlesini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) misal olarak söylemiştir. îzâhı şudur: Eskiden Arap hükümdarlarının kendi hayvanlarına mahsus meraları olurdu. Buralara başkaları giremez; girerse cezalanırlardı. Hükümdarın hışmından korkanlar o yerlerin semtine uğramaz; korkmayanlar oralara sokulur; fakat yasak edilen yere farkına varmadan hayvanları girerek cezalanmaktan emîn olamazlardı. îşte bunun gibi Allahü teâlâ’nın da memnu- yerleri vardır ki bunlar günahlardır. Bunları irtikâb edenler cezayı hak ederler. Şüpheli şeyleri yapmak suretiyle günahlara yaklaşanların o günahlara dalmaları da yakındır. bu misâlin Şa-bî tarafından müdrec olduğunu söylemişlerse de bu iddia doğru değildir. Bâbımız rivâyetinde Hazret-i Nu-mfin (radıyallahü anh)’ın: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’l dinledim» diyerek İki parmağı ile kulaklarına uzanması hadîsi bizzat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)-den işittiğini sarahaten göstermektedir; cumhûru ulemânın kavilleri budur. Et parçası demektir. Burada kalbe et parçası denilmesi bedenin diğer uzuvlarına nisbetle kalbin küçüklüğünü göstermek içindir. Bununla beraber kalb bedenin sultam mesabesinde olup vücudun salâh ve fesadı ona bağlıdır. O iyi olursa teb-ası mesabesinde bulunan sair âza da iyi olur. Tıbb ilmine göre nutfeden ilk meydana gelen uzuv o imiş. Bütün kuvvetlerin ruhun idrakin menşeleri odur. Akıl da ondan başlar. İşte burada kalbin hassaten zikir buyurulması bu mânâlardan dolayıdır. şerîf kalbi ıslâha çalışmak onu fesaddan korumak gerektiğine teTrfden delâlet etmektedir. bir cemaat aklın başta değil kalbte olduğuna bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Mesele ihtilaflıdır. Şâfiîlerle kelâm ulemâsına göre akıl kalbtedir. İmâm A-zam Ebû Hanîfe dimağda olduğuna kaildir. Bu meselede felsefe erbâbının kavilleri Şâfiîler-in; tabîblerinki İmâm A-zam-in mezhebine uymaktadır. Tabîbler: «Dimağ fesada uğrarsa akıl da bozulur.» derler. «Bu hadîste aklın kalbte olduğuna delâlet yoktur.» demiş ve et yememek için yemîn eden bir kimsenin kalb yemekle yemini bozulması meselesini de-lîl getirmiştir. Mamafih Şâfiîler-in bu meselede iki kavli vardır. Birinci kavle göre yemîn bozulur; ikinciye göre bozulmaz; zira kalbe et denilmez; esah olan kavilleri de budur.