202-)
Bize İshâk b. İbrahim rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. el-Hâris el-Mahzûmî İbn Cüreyc-den naklen haber verdi. ki: Bana Ebû-z-Zübeyr haber verdi. Kendisi Câbir b. Abdillâh-i şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): katılıkları ile kabalık doğudadır. İmân ise Hİcazlılardadır.» buyurdular. bâbda gördüğümüz on üç hadis hakikatte bir hadisin muhtelif rivâyetleridir. Hadis müttefekun alevdir. Onu Buhârî dahi «Bed-ül-Halk» «Talak» «Menakibu Kureys» ve «Meğazî» bâblarında muhtelif râvilerden tahriç etmiştir. bu hadisin bâzı yerlerinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Mezkûr ihtilâfları Kâdi Iyâz bir yere toplamış; bilâhere İbn Salâh kısaltarak daha vazıh bir şekle sokmuştur. Şöyle ki: imânın Yemen-lilere nisbet edilmesini zahirî ma-nâsından çıkarak muhtelif te-villerde bulunmuşlardır. Buna sebeb imanın mebdei Mekke-i Mükerreme ve daha sonra Medine-i Münevvere olmasıdır. Mağrib ulemasından Ebû Ubeyd île ondan sonra gelenler bu hususta bir kaç kavil naklederler: Birinci kavle göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «İmân Yemen-lidir.» buyurmakla Mekke-yi kasdetmiştir. Çünkü Mekke Tihâme-dendir. Tihame ise Yemen-den sayılır; derler kavle göre murad: Mekke ile Medine-dir. Zira Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-in bu hadisi Tebük-de söylediği rivâyet olunuyor. Bu takdirde Mekke ile Medine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Yemen arasında kalırlar; ve Yemen tarafına işaret etmiş; fakat Mekke ile Medine-yi kasd ederek: «İmân Yemen-lidir!» buyurmuş olur. Yani Mekke ile Medine-yi Yemen-den sayması o tarafda bulundukları içindir. Nitekim Kâ-be-i Muazzama Mekke-de olduğu halde onun Yemen tarafına bakan köşesine «Rüknü Yemânî» derler. kavle göre: maksad Ensârdır. Çünkü onlar aslen Yemen-lidir ler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yardım ettikleri için zaman onlara nisbet edilmiştir. Ulemadan birçokları bu kavli tercih ettikıti gibi Ebû Ubeyd de onu beğenmektedir. İbn Salâh mezkûr üç kavli de tenkid ederek şunları Ebû Ubeyd ile-onun izinden gidenler Müsim ile başkalarının yaptıkları gibi bu hadisin bütün rivâyet yollarını lâfizlariyle bir araya toplayarak üzerinde dursalar bu söylediklerinden ha başka bir neticeye varırlar; zahiri ma-nayı bırakmazlar; ve mutlak zikredüdiğine göre hadisden muradın Yemen ve Yemenliler olduğuna hükmederlerdi. Zira hadisin bazı lâfızlarında: «Size Yemen-lîler geldi.» buyurulmuştur ki. Ensar da bu söze muhatab olanların içindedir. Şu halde Yemenliler Ensardan başkadırlar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in.: « Yemen-liler geldi » buyurması da Öyledir. O zaman gelenler Ensardan başkaları idi. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelenleri kemâl-i imanla hüküm verecek şekilde vasıflandırmış; ve: «İmân Yemenlidir» sözünü buna bina etmiştir. Binaenaleyh mezkûr hadis Mekke ile Medine-ye değil kendisine gelen Yemen-lilerin imânına işarettir. zahiri ma-nasında bırakarak hakikaten Yemen-liler ma-nasına almaya bir mâni-de yoktur. Çünkü bir kimse bir şeyle vasıflanır da o şeyin kendisinde bulunduğu kuvvetle bilinirse o kimsenin bu şeyle temayüz ettiğini ve bu hususda hâlinin kemâl üzere olduğunu göstermek için o şey kendisine nisbet edilir. İşte iman hususunda o gün gelen Yemen-lilerle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hayatından ve ir-tihalinden az sonra gelen Üveysü-l-Karanî Ebû Müslim el-Havlânî (rahimehüllah) ve emsali gibi kalbi selim imânı kavı zevatın halleri de böyle idi. Bundan dolayı imanı onlara nisbet etmek onu başkalarından nefi ma-nasına gelmeksizin bu zevatın iman-ı kâmil sahibi olduklarını bildirmek içindir. Binaenaleyh bu hadisle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-in: «İmân Hicaz-hlardadır.» hadisi arasında hiç bir münâfat yoktur. bu hadisden murad her devirde yaşayan Yemen-liler değil o zamankilerdir. Zira lâfız her devirdekileri iktizâ etmez. Bu hususda hak budur. Bizi hakka hidâyetinden dolayı Allahü teâlâ-ya şükrederiz. Allahu a-lem. Salâh bundan sonra sözüne şöyle devam etmiştir: «Ha-disde zikri geçen fıkıh ve hikmete gelince; Burada fıkıh din hususundaki anlayışından ibarettir. Sonraları fukahâ ve usûl-ü fıkıh uleması fıkhı: «Amele dair olan şer-î hükümleri aynen delil getirmek suretiyle anlamaktır.» diye tahsise karar vermişlerdir. ta-rif hususunda ise bir çok sakat kaviller vardır. Her kavil onun sıfatlarından bazısını söylemekle iktifa etmiştir. Bu ta-riflerden bize en dürüst geleni şudur: «Hikmet nufuz-u nazar ahlâkı tehzib hakkı hak bilerek onunla amel neva hevese ve bâtıla tâbi- olmayı önlemek gibi şeylerle birlikte Allahü teâlâ-yı bilmeyi de içine olan hükümlerle vasıflanan ilimdir.» Hakim de bunlar kendisinde olan zâttır. Ebû Bekir b. Düreyd: «Sana nasihat ile seni kötülüklerden men-eden yahud iyilik yapmaya çağıran veya çirkin bir şeyden seni nehyeden her kelime hikmettir; demiştir.» Yemen-liler hakkında: kalbleri daha yumuşak gönülleri daha nâziktir.» buyurulmuş; ve bir cümlede hem kalb hem fuâd kelimesi zikredilmiştir. Halbuki (Kulûb) ve (Ef-ide) kelimeleri ayni ma-nayadırlar. Çünkü Kulub: Kalbin; Ef ide: fuâd-ın cem-idirler. Fuâd da kalb demektir. Şu halde kalb sözü mütera-difiyle tekrarlanmıştır. Bittabi böyle olması ayni lâfzın tekrarlanmasından daha makbuldür. Ancak fuâd-ın kalb ma-nasına gelmediğini iddia edenler de vardır. Bunlardan bazılarına göre fuâd kalbin içi diğerlerine göre kalbin zarı ma-nasınadır. Bu zar ince olursa bir şeyin ondan geçmesi kolay ve sür-atli olur. yumuşaklık naziklik ve zayıflıkla tavsif Duyurulmasının ma-nası onların huzû- ve haşyet sahibi olmaları çabuk icabet etmeleri başkalarının kalpleri gibi şiddet ve katılıkla tavsif edilemeyip nasihat ve ihtardan çabuk mütenebbih olmalarıdır. Kendini beğenmek ve Övünmektir: Büyüklenmek ve başkasını hor görmektir. kelimesi Hattâbî-nin beyanına göre iki vecihle tefsir olunur. Ya (Fedde) filinden alma feddâd-ın cem-idir; ve şiddetli sesli demektir ki. deve sahiplerinin âdeti budur. Yahut fedan-ın cem-idir. ziraat âleti ziraatte kullanılan öküzler demektir. Bundan maksad çiftçilerdir. Nevevî «Doğrusu şedde ile feddâdın cem-i fedda-dîn-dir; hadis ulemâsiyle Esmaî-m-n ve cumhûru ehl-i lügatin kavli budur.» diyor. «Bu hadisde şeddeliden başka rivâyet yoktur.» demiştir. göre Feddâd: iki yüzden bine kadar hatta daha fazla devesi olan demektir. Maksad devesi çok olan kaba saba yaygaracılar; kendini beğenenlerdir. Ebû-l-Abbâs-a göre bunlar; deveciler çobanlar sığır sahipleri ve hamallardır. Esmaî:. «Bunlar tarlalarında ve malları ile hayvanlarının arasında sesleri yükselenlerdir. Fedid şiddetli ses ma-nasına gelir.» demiştir. Hattabi diyor ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-in böylelerini zemmetmesi dünya işleriyle uğraşırken din işlerine bakamadıklarındandır. Bu onları âhiret işinden alı-kor kalbin katılığı ve saire de bundan meydana gelir.» veber: Yüncüler demektir. Maksad çölde yaşayan bedevilerdir. Nitekim bunların zıddına yani şehirlilere de ehl-i meder denilir. . ve katı kalblilik ve develerin kuyrukları dibindeki yaygaracılarda» buyurması hayvanları götürürken yaygara ve gürültü çıkardıklann-dandır. Bundan sonra; «Şeytanın iki boynuzunun doğduğu yerdeki Rabiâ ve Mudar kabilelerindedir.» buyurulmuştur. Rabia ve Mudar yaygaracılardan bedeldir; yani yaygaracılar onlardır. iki boynuzundan murad: başının iki yanıdır. Bazıları: «Şeytanın iki boynuzu onun iki gurup bendegâmdır. O bunları insanları sapıtmak için teşvik eder.» demiş; bir takımları: «Bunlar şeytanın kâfirlerden olan yardımcılarıdır.» mütaleasında bulunmuşlardır. Maksad bilhassa şarkın son derece küfre ve şeytanın tesallatuna ma-ruz bir yer olduğunu anlatmaktır. Nitekim rivâyetin birinde: «Küfrün başı şark tarafıdır.» buyurulmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinde şarkda hâl böyle idi. mecûsîlerin küfrü çok şiddetli olduğuna işaret vardır. Zira mecusi olan acemlerle onların idaresinde bulunan arapların memleketi Medine-ye nisbetle şarkta idi. Bunlar gayet çok ve kuvvetli idiler. Hatta hükümdarları Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in mektubunu parçalamıştı. Taberi-nin beyanına göre deccal dahi şarktan çıkacaktır. Ekseri şark milletleri son derece azgın ve kâfir oldukları için ateşe taparlardı. Bin seneden beri ateşleri sönmemişti. Ateşe hizmet edenlerin sayısının yirmi beş bin olduğu söylenir. şarka «Şeytanın iki boynuzunun doğduğu yer» denilmiştir. Çünkü şeytan güneşe karşı duran kimsenin karşısına dikilir. Güneş doğduğu zaman başının iki tarafının arasında kalır. Böylelikle güneşe karşı namaz kılanların kendisine secde ettiği zannını verir. Iyâz-a göre şarkdan murad Necd-dir. Çünkü Necd şarkda Medine-den başlar. Hadis Tebük-de söylendi ise onun şarkı dahi Necd--: dir. Kabîa ve Mudar kabileleri de orada yaşarlardı. Bunlar iki kardeş ka-; bile olup hayvancılık ve çiftçilikle geçinirlerdi. Sert tabiatlı ve katı kalbli lâftan anlamaz kimselerdi. Nevevî kasveti: nasihat kabul etmemek; gilâzı da; anlamamak diye izah etmiş; ve bunların ayni ma-naya geldiğini söyleyenler olduğunu dahi kaydetmişse de el-Übbî: «Kasvet; yumuşaklığın zıddı; gılâz da re-fetin zıddıdır.» demiş; ve bu iki kelimenin burada: şarklılar ibret almaktan uzak kendilerine nasihat kâr etmez kimselerdir; ma-nasından kinaye olduklarını beyan etmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim Îmân
Konu: İman Ehlinin İmanda Birbirlerinden Farklı Oluşları Ve Yemenlilerin Bu Husustaki Üstünlüğü Bâbı