548-)
Bize Kuteybetü-bnü Said rivâyet etti. ki): Bize Abdülaziz yani İbn Ebî Hâzim Ebû Hâzim-den o da Sehl b. Sa-d-dan naklen rivâyet etti ki Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem): «ümmetimden yetmişbin kişi yahut yediyüzbin kişi (Ebû Hâzim bunların hangisini söylediğini bilemiyor) mutlaka cennete gireceklerdir. (Bunlar) birbirlerine tutunacak bazısı bazısının elinden tutacak sonda kileri girmedikçe öndekileri de girmeyecek yüzleri Bedir gecesindeki ay suretinde olacaklardır.» buyurmuşlar. hadisi Buhârî . «Kitabur Rukak» da rivâyet etmiştir. Hadisi Şerif Teâlâ hazretlerinin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)-in ümmetine son derece ikram ve ihsanda bulunduğunu göstermektedir. Görülüyor ki; hadisin bazı rivâyetlerinde hesaba çekilmeksizin cennete gireceklerin sayısı yetmişbin bazılarında yediyüzbin hatta bazı rivâyetlerde Yetmişbinin her neferi ile birlikte yetmişbin kişi daha gireceği bildirilmektedir. yahut Ukâşe (radıyallahü anh)-ın ricası kabul edilip öteki zatın kabul edilmemesine gelince bu hususta Kâdî Iyâz şunları söylemektedir: zatın Ukkâşe derecesinde ve cennete soruşuz sualsiz girecek sıfatta olmadığı söyleniyor. Hatta münafık olduğunu bile söyleyenler var. Onun için Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine ihtimallî bir cevap vermiş: onlardan değilsin.» diye tasrihi doğru bulmamıştır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)-in güzel ahlâkı buna mânidir. Bazıları Ükkâşe hakkındaki duasının kabul edileceği Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)-e vahiy ile bildirilmiştir. Öteki için vahiy gelmemiştir diyorlar.» Bağdadî İkinci zatın Sa-d b. Ubâde (radıyallahü anh) olduğunu rivâyet etmiştir. Bu rivâyet sahih ise o zât hakkında münafık diyenlerin sözü bâtıl olur. Fakat o zâtın Sa-d b. Ubâde olması ihtimalden uzak görülmüş; Sâ-d b. Umara olabileceği ihtimâli üzerinde durulmuştur. Bu takdirde hadisi nakleden tas-hif yapmış demektir. «Doğrusu ve muhtar olan da budur» diyor. İbn-l Cevzî: «Bana öyle geliyor ki Ukkâşe ricasını hulûs-u kalb i4e yapmış ve kabul edilmiştir. Ötekinin ise sözü kesmek için müracaat etmiş olması muhtemeldir. Çünkü Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) ona da evet cevabını verse şüphesiz ki; üçüncü dördüncü zevat kalkarak aynı şeyi isterler dileklerin sonu gelmezdi. Bittâbî herkes soruşuz sualsiz cennete girmeyi hak edemez» demiştir. «Bana öyle geliyor ki; o saat bir icabet saati imiş. İkinci zat Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)-in duasını o saat geçtikten sonra istemiş olacak» diyor. Beyaz siyah ve kırmızı çizgili elbisedir. Renk itibariyle kaplan derisine benzediği için ona bu isim verilmiştir. Biribiri arkasına dn^ılmış cemaat demektir. 371 numarada geçen İmran hadisinde soruşuz sualsiz cennete gireceklerin kim olduğu sorulduğu zaman Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)-in: vücutlarını (kızgın demirle) dağ la mayanlar; efsun yapmayanlar ve ancak Rablerine tevekkül edenlerdir.» buyurduğu rivâyet edilmektedir. Bu hadisin mânası hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ebû Abdillâh Mâzirî şöyle demektedir: kimseler tedavinin mekruh olduğuna bu hadisle istidlal etmişlerdir. Fakat ekseri ulemânın kavli bunun hilâfınadırv Onlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-in bir çok hadislerde ilâç ve yemeklerin faydasından bahsettiğini ileri sürerek bu hadisle ihticac ederler. Bir de Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) bizzat ilâç kullanmıştır. Hazret-i Âişe (radıyallahu anhâ)-nın rivâyet ettiği ve Resûlü İlâh (sallallahü aleyhi ve sellem)-in bir çok defalar ilâç kullandığını gösteren haberlerde onlara delildir. Keza okumak sureti ile istiş-fası malûmdur ulemâ sahabeden bazılarının hasta okumak için ücret aldıklarını bildiren hadisle de istidlal etmişlerdir. Bu cihet sabit olunca; buradaki hadisi ilâçların tabiatı icabı fayda verdiğine inanıp şifa meselesini Allah-a havale etmeyenler mânasına hamletmek gerekir...» Kâdî İyâz-da şunları söylemiştir: hadis üzerinde söz edenlerden bir çokları bu te-vile zâhib olmuşlardır. Fakat bu te-vil doğru değildir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sualsiz cennete girenleri onlara has bir meziyyet ve fazilet olmak üzere haber vermiş yüzlerinin bedir gecesindeki ay gibi parlayacağını beyan buyurmuştur. Mesele bu zevatın te-vil ettiği gibi olsaydı soruşuz cennete girenler bu hususiyeti haiz olamazlardı. Çünkü şifayı Allah-tan beklemek bütün mü-minlerin itikad ettikleri bir şeydir. Aksine inanmak küfürdür. Ulemâ ve Maâni sahipleri bu mesele üzerinde söz etmiş Ebû Süleyman Hattabî ile başkaları hadisten murad ilâç kullanmayı Allah-a tevekkül ederek kaza ve belâsına nza göstererek terkedenlerdir.» demişlerdir. Hattabî: «Bu derece hakikî iman sahiplerinin en yüksek derecesidir. Ulemâdan bir cemaatin mezhebi de budur.» demiş ve isimlerini saymıştır. Hadisin zahirî ve muktezasına göre zikri geçen dağlamak okumak vb. tedavi nevileri arasında bir fark yoktur. Davûdî: «Bu hadisten murad sağlamken ilâç kullanandır. Çünkü hastalığı olmayana bu mekruhtur. Fakat hastalığı olan hakkında caizdir» diyor. Bazıları bir mânadan dolayı hasta okumakla dağlamayı tedavi nevilerinden tahsis etmişlerdir. Onlara göre sair tedavi nevileri tevekküle mâni değildir. Çünkü Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) ile selefin büyükleri tedavi görmüşlerdir. Beslenmek için yemek içmek gibi kat-î olan sebepler bu bâbta kelâm ulemâsına göre tevekküle dokunmazlar. Bundan dolayıdır ki; ilâç kullanma hadis-i şerifte nef-yedilmemiştir ve yine bundan dolayıdır ki; ulemâ bir kimsenin gerek kendisinin gerekse çoluk çocuğunun rızkını kazanmasını tevekküle zararlı saymamışlardır. Çünkü rızık kazanan kimse o rızkı kendinden bilmez onu temamiyle Allahü teâlâya havale eder. Tedavi ile dağlamak arasındaki fark hususunda söz uzundur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların ikisini de mubah kılmış ikisini de övmüştür. Ben ancak bir nüktecik anlatacağım ki; o da kâfidir; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hem kendisi ilâç kullanmış hem başkasını tedavi buyurmuştur. Fakat kendisi dağlanmamış başkaları dağlanmıştır. Sahih rivâyete göre Resul-u Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetini dağlamak sureti ile tedaviden nehiy etmiş ve dağlanmayı sevmediğini beyân buyurmuştur.» Kâdî İyâz-ın sözleri burada sona erer. diyor ki: «Bu hadisin zahir olan mânası: Hattabî ile ona muvafakat edenlerin ihtiyar ettikleri kavildir ki hasılı şudur: Hesaba çekilmeden cennete girecek olanların Allah-a tevekkülleri tamdır. Onun için de Allah-ın takdir ve kazâsîle giriftar oldukları musibetten kurtulma çaresini aramazlar. Bu hâlin bir fazilet olduğunda ve böyle bir hâl sahibinin tercih edileceğinde ise şüphe yoktur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in tedavisine gelince: O bunu bizlere caiz olduğunu beyân için yapmıştır.» Kiram Tevekkülün hakikati hususunda da ihtilâf etmişlerdir. İmâm Ebû Cafer Taberi ile diğer bazı selef-i sâlihin-den bir cemaattin: «Tevekkül ismi kalbine Allah korkusundan başka yırtıcı hayvan veya düşman korkusu gibi şeyler karışmayan ve Allah-ın tekeffülüne i-timâd ederek rızk peşinde koşmayı terk edenden başkasına lâyık değildir.» dediklerini nakletmişlerdir. Bu zevat bu hususta vârid olan eserlerle istidlal etmişlerdir. Bir takım ulemâ da: «Tevekkülün ta--rifi: Allahü teâlâ-ya güvenmek kâza ve kaderinin nafiz olunduğunu yakı nen inanmak yiyecek içecek gibi zarurî olan şeyleri tedarik ve düşmandan korunma hususunda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)-in sünnetine tabî- olmaktır. Nitekim bütün Peygamberlerin yaptığı da budur.» demişlerdir. Kâdî İyâz umumiyetle fukahanın mezhebi bu olduğunu Taberî-nin de bunu ihtiyar ettiğini söylemiş: «Birinci kavil bazı mütesavvifenin mezhebidir; Maamâfih Mutasevvifenin muhak-kıkları da cumhûrla beraberdir. Şu farkla ki; onlara göre esbaba gönül bağlanmaya tevekkül ismi verilmez. Esbab Allah-ın sünnet ve hikmetleridir. Kul hod behod ne bir faydayı celb ne de bir zararı def edebilir. Bunların hepsi Allahü teâlâ-dandır.» demiştir. diyor ki tevekkülün yeri kalbdir. İtimadın Allah tarafından geldiğini bildikten sonra zahiri azanın hareketi kalbine tevekkülüne mâni değildir. Bir şeyin yapılması mümkün olmazsa o Allah-ın takdiri ile mümkün olmaz. Yapılması müyesser olan şey de Allah-ın teysiri ile olur.» tevekkülü: «Allah-ın dilediğine rıza göstermektir» diye tarif etmiş diğer bazıları da: «Tevekkül kulun nazarında azla çoğun müsavi olmasıdır» demişlerdir. bazı rivâyetlerinde bir de «tetayyur» zikredilmiştir. Bunun mânası: Kuşlarla teşe-üm etmek yani kuş şıû tarafa uçarsa hayır bu tarafa uçarsa şer gelir diye inanmaktır. Bazı cahillerin bacanın üzerine baykuş konarsa o haneden ölü çıkar; arabanın önünden tavşan geçerse mutlaka bir uğursuzluk zuhur eder gibi bir çok bâtıl inançları bu kabildendir. Bunlar cahiliyet devrinden kalma hurafelerdir. İşte hadisi şerifte hesaba çekilmeden cennete girecekleri bildirilen bahtiyarlar bu gibi te-şe-ümlerden de sakınanlardır. Teşe-ümün zıddı tefe-üldüf ki; bir şeyi ha-yıra yormaktır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tefe-ülü severdi. Bazıları hesap vermeden cennete gireceklerin hadiste beyan Duyurulanlardan daha çok olacağını söyleyerek hadisde bildirilen miktara itirazkâr bir tavır takınmışlarsa da kendilerine cevaben: «Orasını ancak Allah bilir yetmiş adediyle çokluk murad edilmiş olması muhtemeldir» denilmiştir. Nitekim lisanımızda da: «Bunu sana yüz defa söyledim» denilirse bundan: «Sana çok defalar söyledim» mânası kasdedilir. Yüz adedinin kendisi murad değildir. (radıyallahu anh) ashâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Onun hakkında Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem): «Arabın en hayırlı binicisi bizdendir» buyurmuş kim olduğu sorulunca « Ukâşetü-bnü Mihsan» dır. demiştir. Hazret-i Ukkaşe-nin Bedir gazasındaki yararlıkları meşhurdur. Harb esnasında kılıcı kırılınca Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine bir odun parçası vermiş Ukkaşe (radıyallahü anh) sallayınca odun kılıç olmuş harb kazanılıncaya kadar da onunla çarpışmıştır. «Avn» ismi verilen bu kılıçla Hazret-i Ukâşe Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte iştirak ettiği bütün gazalarda cenk etmiş vefatına kadar onu muhafaza eylemiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim Îmân
Konu: Müslümanlardan Bir Çok Taifelerin Hesapsız Ve Azapsız Olarak Cennete Gireceklerine Delil Bâbı