Doç. Dr. Esma SAYIN
Balıkesir Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Orucun fıkhi yönünün yanında manevi bir yönü bulunur. Fıkhi (zahirî) oruç, yetişkin bireyler için ramazan ayı boyunca tutulan oruçtur. “Ramazan boyunca tutulan oruçta insanlar, gün boyunca güneş batıncaya kadar yememek, içmemek ve cinsel ilişkiye girmemek zorundadırlar. Onlara normal hayat, güneşin doğuşundan batışına kadar yasaklanmıştır.
Manevi (bâtıni) oruç ise yalan söyleme, hırsızlık yapma, kibir gibi kötülüklerle meşgul olmama ve içimizdeki yaramaz çocuk olan egonun veya nefsin arzu ve isteklerden kendini koruma yönleriyle kendisini gösterir. Yani manevi başka bir deyişle bâtıni oruç, Allah’ın bir göz açıp kapamalık bir sürede bile sevgisini kaybetmekten korkan bir kişi için sınırları aşma korkusuna yol açan şeylerden kaçınmak veya onları kendisine yasaklamaktır.”[119]
“Yani gerçek oruç, kişinin kalbini meşgul edecek, kendisini Allah’ı hatırlamaktan alıkoyacak şeran bakılması yasak olan her şeyden gözünü, kulağını, midesini ve bütün bedenini çekip korumasıdır.”[120]
Bütün bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere namazın zahirî ve bâtıni olmak üzere iki yönü olduğu gibi orucun da fıkhi ve manevi olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Namazın ve orucun fıkhi yönü, önemli olmakla beraber asıl amaç, onların manevi yönünü uygulamak ve yaşamaktır.
“Fıkhi ve manevi orucu yaşama gayretinde bulunan Müslümanlar, ramazan ayı boyunca cemaatler hâlinde özel ibadet şekilleri oluştururlar. Onlar, teravih için camilere akın ederler; günlük ibadetlerini bile ihmal etme eğiliminde bulunan kimseler, bütün hayatları boyunca sözü edilen ibadetlerin faydasını hissetmek isterler.”[121] Böylece Müslümanlar, hem bireysel hem toplumsal ibadetleri yerine getirme hususunda ciddi bir gayret gösterirler.
“Allah’ın seçkin kulları için hayat, bütünüyle bir oruç demektir. Bu nedenle ömürleri boyunca bu kimseler, Allah’tan uzaklaştıran bütün davranışlardan uzak kalmakta ve bütün bu davranışlardan sakınmaktadırlar. Allah dışındaki her şeyden uzak kalarak oruç tutan seçkin kişiler, orucu da Allah’ın muhabbetine erişinceye kadar devam ettirirler.”[122]
“Bununla beraber Allah Teala’nın seçkin (havas) kullarının orucu, şu altı organı korumakla gerçekleşir:
1. Gözü kısarak bakışta derinleşmemektir.
2. Kulağı haramı dinlemekten korumaktır. Kulağı, günahtan korumak ve kötü kişilerin sohbetine katılmamaktır.
3. Dili, kendisini ilgilendirmeyen konularla ilgilenmek hususunda korumak, söylendiğinde olumsuz olacak konuşma ve susmadan uzak kalmaktır.
4. Kalbi, Allah sevgisi ve korkusuyla doldurarak yaşanması yasaklanan duygulardan onu korumaktır.
5. Eli, harama uzanmaktan ve çirkinlikte bulunma hususunda korumaktır.
6. Ayağı da, emredilmediği veya teşvik edilmediği bir amaç uğrunda yürütmeyerek sadece hayır işleri için kullanmaktır.”[123] Bu anlamda manevi açıdan bedeni, ruhu, gönlü ve zihni haramlardan korumak; bu hususta nefsin etkisini en az boyuta taşıyarak bütün organları korumak ve böylece nefsi (egoyu) terbiye etmek, orucun en önemli amacıdır.
Sufiler, açlığı kendileri için büyük bir ikram bilirler. Onlar, açlığı Allah’a yalvarmayla, manevi tecrübeyle ve ilahi aşkla özdeşleştirmişlerdir. Yahya b. Muaz’a göre, “Eğer açlık, çarşıda satılan bir şey olsa, ahireti dileyenlerin çarşıya çıktıklarında, ondan başka bir şey satın almamaları gerekir. Sehl b. Abdullah, acıkınca manen güçlenir; bir şeyler yiyince de manen zayıfladığını hisseder.”[124]
Açlık, gönlü Allah’a yaklaştırdığı ve mideyi dünya nimetlerinin peşinde koşmaktan kurtardığı için ahireti dileyenlerin en çok isteyeceği nimettir. Açlık, Allah’ı dileyen müritler için Rab’lerine bir yöneliş; Allah’a tövbe edenler için Allah dışındaki her şeyden yine Yüce Allah’a dönme tecrübesidir. Aynı zamanda açlık, dünya nimetlerinden gönlünü ve zihnini özgürleştirenler için bir yaşam tarzı; ilmini yaşayan Allah âşıkları için ilahi aşkın kaynağıdır.
Orucun en büyük hediyesi, insanın ilahi isim ve sıfatları kavramasını sağlamasıdır. Bu kavrayışla insan, sadece ve gerçek anlamda Yüce Rabb’ine ihtiyacı olduğunu fark eder. Oruç, ilahi isim ve sıfatları oruç vesilesiyle kavrayan bir kişi için manevi bir ilaçtır.
Oruç, takva merdiveni ile insanı gerçek şükür seviyesine taşır. “Takvanın aslı, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşmak ve ego dediğimiz nefis ile zıtlaşmaktır. Bununla beraber şükür ise, nimeti vereni tanımak ve O’nun ikram ediciliğine inanmaktır.”[125] İnsan, oruç ile nimeti vereni tanıyıp O’nun ikramlarını hatırlayarak yasak olan şeylerden uzaklaşır ve nefsiyle zıtlaşır.
Oruçla şükrü ve takvayı aynı anda yaşayan bir kişi için oruç ibadeti, Yüce Allah’ı görerek nimetin nedenini insanlara bağlamaktan vaz geçmektir. “Nitekim Allah Teala, Meryem kıssasında; ‘Ben Rahman olan Allah’a oruç adadım. Bugün hiçbir kimse ile konuşmam.”[126] buyurmuştur. Bu manada aynı anda hem şükrü hem takvayı yaşayan kişi, sadece Rabb’i ile beraber olmanın derdini gönlünde taşır. İnsanları gönlünden çıkartınca nefisle zıtlaşmak kolaylaşır.
Hucvirî, ramazan haricinde oruç tutan ve tutmayan insanların tutumlarını olumlu bir şekilde şöyle yorumlamıştır: “Devamlı surette oruç tutan insanların da ramazanın haricinde oruç tutmayan insanları da görmüşümdür. Birinci grup, sevap kazanmak için; ikinci grup ise riyayı terk etmek için o şekilde hareket etmişlerdir.”[127] Demek ki sürekli oruç tutanlar, sevap niyetiyle; sürekli oruç tutmayanlar ise, bu fiilleriyle riyaya kapılmamak için böyle davranmışlardır. İki grubunda, niyeti güzeldir ve orucun amacına uygundur.
Gönlün ve zihnin günaha kaymaması için oruç, riyazet eğitimidir. “Riyazet ise, sözlükte yabani ve vahşi olan bir atı eğitmek anlamına gelir. Diğer bir anlamıyla riyazet; nefsi kırmak, terbiye etmek ve ezmek anlamlarına gelir. Riyazet, nefsi tıpkı toprak gibi mütevazı hâle getirmektir.”[128]
Bu noktada oruç, riyazet eğitimi olarak nefsi toprak gibi mütevazı hâle getirerek onun acı çekmesine engel olan bir kalkan olmaktadır. Oruç, nefsi vahşi bir hayvanı terbiye edercesine terbiye eder. “Terbiye edilmiş nefis sayesinde kişi, içindeki olumlu yönü ortaya çıkarır; kalp gözü, açılır ve basiret gözlüğü ile olaylara bakmaya başlar. İlahi sırlar da bu şekilde o kişiye aralanmaya başlar.”[129] Oruç, nefsi muhabbet ve şefkat merkezli bir kullukla Rabb’ine ve bütün ibadetlere bağlar.
Orucu besleyen riyazet, tasavvufta kişinin nefsinin ve bedeninin arzularını terk ederek veya en aza indirerek ibadetle meşgul olması demektir. “Mücahede ise; gayret sarf etmek ve dövüşmek demektir. Şüphesiz buradaki düşman da, nefsani ve şeytani kuvvetlerdir. Bu bağlamda açlık, Allah’ı sevenlerin besinidir.”[130]
Oruç, olumsuz duygu-düşüncelerin kaynağı olan nefisle (egoyla) mücadele etmeyi ve riyazeti besleyerek nefsin eksiklerini en aza indirir. Oruç, nefsi terbiye ederek onun isteklerini en aza indirme anlamına gelir. Bütün bu yönleriyle oruç, mücahede ve riyazeti harekete geçirir, onları uygulanan bir disiplin haline getirir. “Mücahede ve riyazetin gerçeği, onun bir insan için güçlü bir eğitim metodu, olmasıdır. Bu durum, koruyucu tıbba benzer. Bu anlamda koruyucu tıp, hastalığa yakalanmadan önce insanı hastalıktan korur.”[131]
Nefsin isteklerini en aza indirerek onunla mücadele etme metodu, orucun kullandığı bir terbiye metodudur. Sebze ve meyve yiyerek yağ ve karbonhidrattan uzak durmak ve diyet yapmak, nasıl beden sağlığını korumak için bir metot ise, nefsin isteklerine aykırı davranmak da ve onun isteklerine en aza indirmek de, ruh sağlığını korumak için bir metottur.
“Oruç, sürekli tutulsa da; ona ara verilse de çok değerlidir. Bu nedenle oruçlu insan, kendisini öldürecek tarzda bir oruç tutmaz. Çünkü Allah, orucu nefsi tamamen yok edecek tarzda değil; onu terbiye edecek tarzda emretmiştir.”[132]
Aksine oruç, nefse karşı gelerek onun isteklerini en aza indirmek ve böylece nefsi terbiye etmektir. Zaten nefsi öldürmek, insanın kendisini neredeyse öldürmesidir. Bunun aksine nefsi terbiye etmek, insanın içindeki yaramaz çocuk gibi hareket eden nefsini terbiye etmesidir.
Midesinin ve bütün dünya nimetlerinin kölesi olmaktan kurtulan bir kişi için oruç, dünya nimetlerine karşı isteksiz bir duruşu temsil eder. Hiç şüphesiz zahidin karnı, dünyaya toktur. Sühreverdî bu konuda şöyle der: “Dünya, senin karnındır; karnın hakkında ne kadar zühd sahibi olup tok isen, dünyaya karşı da o kadar tok olursun.”[133] İnsan, dünya nimetlerini çok severse karnını onlarla doldurur; ancak o dünya nimetlerini sevmezse karnı küçülür; onun gönlü, Allah sevgisiyle büyür.
Midesi küçülen ve acıkan ama aynı oranda Rabb’ine yönelik açlığı da artan bir kişi için oruç, ilahi aşka açlıktır. Zaten oruçlu insan, ilahi aşka aç olan insandır. Bu nedenle açlık, bedenin hoşuna gitmese de ruhu besleyen, nefsi temizleyen ve kişinin dikkatini Allah’a yönlendiren bir öneme sahiptir. “Yani açlık, beden için bazen sıkıntı verici olsa da o, kalp için nur ve ruh için şifadır.”[134]
Sufiler, yemeden içmeden kendilerini alıkoydukları gibi organlarını da günahlardan alıkoymuşlardır. “Bu bağlamda akıllı kimselerin uykuları da yemeleri de ne kadar güzeldir. Onlar, ahmakların bilinçsizce geceyi ayakta geçirmelerini ve gündüzleri aç kalma sayılacak oruçlarını nasıl ayıplamasınlar.”[135]
Anlaşıldığı üzere mutasavvıfların oruçtaki en büyük amaçları, hem bedeni hem de ruh, gönül ve zihni kontrol altına almaktır. Onların oruç tutmadaki ana hedefleri, bütün organlarını haramlardan korumaları; gönüllerini de dünya derdine düşmekten korumalarıdır.
Hem fizyolojik güdülerini, hem de duygularını ve heveslerini kontrol altında tutan kişi için oruç, insanı huzura doğru taşır. “Oruç, insanı kalbindeki duyguları kontrol etme sistemi olan murakabeye yönlendirir. Bu anlamda oruç, kalpteki duyguları kontrol ettiği sürece, gerçek oruçtur.
Zaten duyguların merkezi olan kalbi kontrol etmek, davranışları ve fiilleri kontrol etmeye kişiyi yönlendirir. Çünkü kalbin murakebe ile kontrol altına alınması, onun olumsuz düşüncelerle olan ilgisini ve kötülüklerle olan bağlantısını keser. “Bu anlamda murakebe, Yüce Allah’ın insanın kalbine bakmakta ve onu kontrol etmekte olduğunu düşünerek kalbine gelen her türlü düşünceden kalbini korumasıdır.”[136]
İnsan, orucun kendisine kazandırdığı ahlakla bedenini, zihnini, gönlünü ve bütünüyle ruhunu Allah’ın rızasına aykırı her şeyden korur. Böylece insan, Allah’ın kendi kalbine bakmakta ve onu kontrol etmekte olduğu düşüncesiyle kalbinin ve ruhunun korunmasını oruç ibadeti vasıtasıyla sağlar. Bu manada oruç ibadeti, murakabeyi kolaylaştırır ve kişinin murakabeyi yaşaması için ona yeni metotlar sunar.
Hem bedenini hem de manevi açlığını oruçla terbiye eden bir kişi için oruç, insanın midesini terbiye edip gönlünü harekete geçirir.
Oruç ibadeti, nefsi terbiye etmesinin yanında ahlakı güzelleştirir ve şahsiyeti geliştirir. Oruç ibadetinin, şahsiyeti olumlu yönde etkilediği anketlerle ortaya konulmuştur. “Orucun şahsiyeti etkileyip etkilemediği hususunda ankete katılanların %75,5’i, oruç tutmanın şahsiyeti geliştirdiğini belirtmiştir. Bu açıklamalardan çıkan sonuç, oruç ibadeti ile şahsiyetin olgunlaşması arasında olumlu bir ilişki bulunduğudur.”[137]
Oruç vasıtasıyla bedenî lezzetlerden sıyrılarak manevi lezzetlere yönelen insan için haram lokma ve sınırsız isteklerden kaçınılması gereken durumlardır. Zaten Eşrefoğlu’na göre ömrünü bunlarla geçirmek, imandan uzak ölmeye sebeptir. O, bu durumu şöyle ifade eder:
“Ey değerli kişi, şehvet ve yeme düşkünü olmak, imansız ölmeye sebeptir. Bu anlamda Veysel Karanî de karnı acıksa, Yüce Rabb’ine yalvararak: ‘İlahî, sana sığınırım karnın aç gözlülüğünden.’ demiştir ve o, hemen abdest alıp namaza durmuştur. Böylece Allah Teala, ona tahmin etmediği yerden rızkını ikram etmiştir.”[138]
Haram lokma ve sınırsız arzu, imanı zayıflatan ve ibadetin manevi zevkini ortadan kaldıran bir felakettir. Bu felakete, ancak oruçla karşı konulabilir. Bu bağlamda oruç, kişiyi helal lokmaya ve utanma duygusu denen hayâya yönlendirir.
Helal lokma ve iffete özenen bir kişi için oruç, Allah’ın isim ve sıfatlarına yönelik yapılan işlere insanı yönlendirir. “Böylece onun özü, Yüce Allah’ın rızası için fiziksel zorluğa dayanmadır. Burada geçerli olan ilke şudur ki insan, birini aşırı derecede sevdiği zaman, kendi rahatı ve iyiliği ile az ilgilenir ve buna pek önem vermez. Allah Teala, bu tür hal ve hareketlerden memnun olacak ve insanın fiziksel sıkıntıya katlanması O’nun tarafından görülecektir.”[139]
Oruç, insan olmanın gereği yapılması zorunlu olan sıradan işlerden insanı özgürleştirir. Cilî, bu durumu şöyle ifade eder: “Yüce Allah’a kul olan insana gerekli olan şudur ki, oruca devam etsin.”[140] İnsan, dünya sarayında yaşarken oruç ile dünyevi fillerin etkilerinden kurtulursa, ilahi isim ve sıfatları yaşayarak Rabb’ini fark eder.
Anlaşıldığı üzere oruç, insanın melekleşme provasıdır, hatta hakkını verebilirse, meleklerden üstün olma başarısıdır. “İnsan, oruç tutarken beden atına binmiş bir süvari olur. Gemler, insanın elindedir; isterse nefis atını durdurur; isterse nefis atını şaha kaldırır. Nefis atı, kişiye değil; kişi, nefis atına hâkimdir.”[141] Bu hâkimiyet, kişinin kendisine olan saygısını arttırır ve ona önemli bir irade gücü verir.
Manevi kaynaklı hastalık durumuna getirmeden terbiye eden oruç, sadece yaratılıştan gelen fizyolojik güdüleri kontrol altında tutmaya özen göstermez. “Aynı zamanda düşmanlık, mülk edinme ve nefsin çeşitli hevesleri gibi manevi güdülere de hâkim olmaya özen gösterir.”[142] Bu hususta oruç, insanın hem fizyolojik güdülerini hem de duygularını ve heveslerini kontrol altında tutmasını sağlar.
İnsanın sınırsız arzusu kırıldıkça, en yüksek mertebelere yükselir ve meleklerin ufkuna açılır. Oruç vasıtasıyla meleki gücü, hayvani gücün üstüne çıkaran bir kişi için oruç, ruh sağlığı ve kalp temizliği yönünden son derece önemlidir. “İnsanda iyilik duygularıyla kötülük duyguları birbirleriyle çarpışma halindedir. Beden güçlenip ruha hâkim olunca, olumsuz arzular ve kötü duygular, güçlü duruma geçer.
Ruh güçlenip bedene hâkim duruma geçince de yüce ve iyi duygular, güçlü duruma geçer. Az yemek, az uyumak ve az konuşmak, bedeni daha zayıf ama ruhu, daha güçlü bir hale getirir.”[143] Oruç, ruh-beden, melek-şeytan mücadelesinde akıl ve irade sahibi olan insanın ağırlığını ruh ve melekten yana koyması anlamına gelir.
[119] Seyyed Hossein Nasr, Islamic Spirituality, Crossroad Publishing Company, New York, 1987, s. 118.
[120] Mehmet Bayrakdar, İslam İbadet Fenomenolojisi, Akçağ Yayınları, Ankara, 1987, s. 75.
[121] Muhammed Manazir Ahsan, Social Life Under the Abbasids, Longman Publishing, London, 1992, s. 275.
[122] İsmail Ankaravî, Minhâcu’l-Fukârâ, Rıza Efendi Matbaası, İstanbul, 1869, s. 169.
[123] Ebû Tâlib Mekkî, Kutû’l-Kulûb, Mektebetü’t-Dârü’t-Türâs, Kâhire, 2001, c. 3, s. 245.
[124] Serrâc Tûsî, Lumâ fi Tarihi’t-Tasavvufi’l-İslamiyyi, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyyeti, Beyrût, 2001, s. 185.
[125] Ebû Bekir Muhammed Kelâbâzî, Taarruf li Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf, Mektebetü’l-Külliyâti’l-Ezheriyye, Kâhire, 1980, s. 117.
[126] Meryem, 19/26.
[127] Ali b. Osman Hucvirî, Keşfü’l-Mahcûb, (thk. Mahmûd Âbidî), Intişârât-ı Sâdâ ve Sîmâ, Tahrân, 1384, hş. 2006, s. 461.
[128] İsmail Ankaravî, Minhâcu’l-Fukârâ, Rıza Efendi Matbaası, İstanbul, 1869, s. 232.
[129] Muhammed Ali Yıldız, Osmanlı’nın Bilgeleri Akşemseddin -8-, İlke Yayınevi, İstanbul, 2017, s. 87.
[130] Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1999, s. 53.
[131] Abdü’l-Bâri Nedvî, Tasavvuf ve Hayat, (çev. Mustafa Ateş), İrfan Yayınları, İstanbul, 1974, s. 132.
[132] Muhammed bin Ali Muhiddîn İbn Arabî, el-Fütûhatu’l-Mekkiyye fi Ma’rifeti’l-Esrârü’l-Mâlikiyye ve’l-Mülkiyye, Dâru İhyâ et-Turâs el-Arabî, Beyrût, 1998, s. 128.
[133] Ebû Hafs Sühreverdî, Avârifü’l-Maarif, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabiyyi, Beyrût, 1966, s. 329.
[134] Hucvirî, age., s. 476.
[135] Sühreverdî, age., s. 337.
[136] Hasan Kamil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2002, s. 165.
[137] Veysel Uysal, Psiko-Sosyal Açıdan Oruç, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1994, s. 121.
[138] Eşrefoğlu Rumî, Müzekki’n-Nüfûs, Şirket-i Sehafiye Matbaası, İstanbul, 1318, s. 64.
[139] Şah Veliyyullah Dihlevî, Huccetullâhi’l-Baliğa, Dâru İhyâi’l-Ulûm, Beyrût, 1990, s. 230.
[140] Abdülkerim b. İbrahim Cilî, el-İnsanü’l-Kâmil, Dâru’l-Kütübü’l-Ilmiyyeti, Beyrût, 1997, s. 268.
[141] Ümit Meriç, İçimdeki Cennete Yolculuk, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2007, s. 144.
[142] Muhammed Osman Necati, Hadis ve Psikoloji, (çev. Mustafa Işık), Fecr Yayınları, Ankara, 2002, s. 291.
[143] Süleyman Uludağ, İnsan ve Tasavvuf, Mavi Yayıncılık, İstanbul, 2001, s. 87.