Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

ZENGİNLİK VE FAKİRLİK AÇISINDAN ZEKÂT VE İKTİSADÎ HAYAT

Oluşturulma tarihi: 10.02.2025 11:01    Güncellendi: 10.02.2025 11:01    zekat ilmihali

GİRİŞ:
ZENGİNLİK VE FAKİRLİK AÇISINDAN
ZEKÂT VE İKTİSADÎ HAYAT



“Allah, rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıyorlar da hepsi onda eşit oluyorlar değil! Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?”

(Nahl, 16/71)

Arap dilindeki “k-s-d” fiilinden türetilen “iktisat” kelimesi; ölçülü ve dengeli hareket etmek, mevcut olanı saklamak ve israf etmeden herhangi bir malı ihtiyacı giderecek şekilde kullanmak anlamlarına gelir. Buna göre iktisatlı bir insan, aşırılıklardan uzak dengeli bir şekilde yaşayan kimsedir. Bu sebeple iktisat, “uygun ve dengeli davranış” manasında anlaşılır. İktisat, insanın ihtiyacına göre harcama yapmasını, cimriliğe ve israfa sapmamasını gerektirir.

Doğal kaynakların gelişigüzel tüketildiği, ekonomik kaynakların eşitsizce bölüşüldüğü ve refah dağılımının adalet duygusunu sarsacak bir şekilde sürdürüldüğü dünyamızda insanlığın belki de tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar huzur ve mutluluğa, sevgi ve saygıya, dostluk ve barışa, yardımlaşma ve paylaşmaya hasret olduğu açıktır. Şüphe yok ki vahiy ikliminden, ilahî mesajlardan uzaklaşan insanlık, gün geçtikçe bencilleşmektedir. Bunun neticesi olarak vicdan, insaf ve diğergamlık gibi erdemler zayıflamakta hatta yok olmaya doğru hızla sürüklenmek-tedir. Dünyevîleşmenin ve materyalizmin, bencillik ve bireyselliği hafızaları zorlayacak biçimde körüklediği aşikârdır. Toplum içerisinde sosyal ilişkiler, insanî ve ahlakî bir zeminden ziyade menfaat eksenine göre şekillenmektedir. Sonuçta katmanları arasında sevgi ve saygı, yardımlaşma ve dayanışma, birlik ve beraberlik söz konusu olmayan bir toplum yapılanması tezahür etmektedir.

Şu bir gerçek ki, insanlar ekonomik güç bakımından eşit bir şekilde yaratılmamışlardır. Hemen her toplumda zenginler de fakirler de vardır. Aslında toplumun ahenkli bir şekilde işleyişi için bu farklılık bir bakıma gereklidir. Çünkü insanların birbirleriyle sosyal ilişki içersinde olmaları ve yardımlaşmaları ancak bu ve benzeri farklılıkların varlığı ile mümkündür. Yüce Allah, kiminin rızkını genişletir, kiminin rızkını da daraltır. İnsanların rızıklarındaki bu farklılıkta ilahî bir tasarruf söz konusudur. Nitekim ayet bu hususu açıkça ifade etmektedir:


“Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Çünkü o, gerçekten kullarından haberdardır ve onları görmektedir.” (İsra, 17/30)

Bir başka ayette rızıklardaki farklılık şöyle dile getirilmektedir:



“Allah rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıyorlar da hepsi onda eşit oluyorlar da değil! Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?” (Nahl, 16/71)

Böylesi bir yapılanmada bir tarafta fakirler, diğer tarafta ise zenginler yer almaktadır. Toplumda fakir ve zengin şeklinde iki sınıfın yer alması tabiî olup sadece bugünün değil geçmiş toplumların da bir gerçeğidir: Nitekim Kur’an’da bu husus şöyle ifade edilmektedir:




“Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır.” (Nisa, 4/135)

Ayet, zengin ve fakir ayırımının, sadece bugünün değil geçmiş toplumların da bir gerçeği olduğuna işaret etmektedir.

Öteden beri sorun, toplumda farklı gelir düzeyine sahip sınıfların bulunması değil bu sınıflar arasındaki yardımlaşma ve dayanışmanın, sevgi ve saygının kaybolmasıdır. Günümüzde öne çıkan problem de budur. Nitekim değişik kuruluşlar tarafından açıklanan istatistikler, bir milyar insanın günde bir dolara geçindiğini, zenginlerin bu kesimden 38 bin 486 kat fazla gelir elde ettiğini ortaya koymaktadır. Dünyada, 824 milyon insan kronik açlık çekmektedir ki bütün bunlar gelir dağılımındaki ya da kaynakların kullanımındaki çarpıklığı en belirgin şekilde dillendiren örneklerdir.

Diğer taraftan ilgili örgüt ve organizasyonlar, dünya nüfusunun %10’unun dünya servetinin %85’ine sahip olduğunu; mevcut doğal kaynakların %85’ini dünya nüfusunun %15’inin kullandığını belirtmektedir. Yine dünyada her yıl yaklaşık 6 milyon çocuğun kötü ya da yetersiz beslenme yüzünden öldüğü ifade edilmektedir. Buna ilaveten yetersiz beslenme yanında çeşitli hastalıklar sebebiyle her yıl ortalama 11 milyon çocuğun 5 yaşın altındayken öldüğü belirtilmektedir. Rakamlara bakıldığında, dünya genelinde ölen çocukların %98’inin yoksul ülkelerde hayata gözlerini yumdukları görülmektedir.

Şu bir gerçek ki; bu üzücü tablolara rağmen çağımızda insanoğlunun sınırsız istek ve ihtiyaçlarını karşılama adına dünyanın sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynakları adaletten uzak bir şekilde ve bilinçsizce tüketilmektedir. Çoğu insan, bugün için kolaylıkla tüketebildiği madde ve kaynakların geleceğini düşünmemektedir. Yine çoğu kimse sahip olduğu değer ya da kaynağa, şu an dünyada milyonlarca insanın muhtaç olduğu bilincinden de uzaktır. İnsanlığın bugün boğuşmakta olduğu sorunlarının merkezinde aslında bencillik ve aç gözlülük yanında, gelir dağılımındaki dengesizlik de önemli bir yer tutmaktadır. Tüketim ahlakı denilen olgudan uzaklaşma ve israf, hemen bütün toplumların yüzleştiği sorunların başında gelmektedir. Üretmeden ve bilinçsizce tüketen fert ve toplum tipi yaygınlık kazanmaktadır. Tabiî bütün insanların aynı yapıya, karakter ve ahlaka sahip olduğunu ifade etmek mümkün değildir.

Başta fakirlik problemi olmak üzere aktarılan bütün sorunlara karşı İslam’ın kendine özgü çözüm öneri ve seçenekleri vardır. Zekât, sadaka, infak ve karz-ı hasen gibi yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma seçenekleri bu tür problemler için sunulan çözüm önerilerinin başlıcalarıdır. Şüphesiz İslam dini, insanların hem dünyada hem de ahiret hayatında kurtuluşa ermelerini, kendileri, insanlar, Yaratan ve çevre ile uyum içinde yaşamalarını, kalıcı huzur ve mutluluğu yakalamalarını hedeflemektedir. Bunu gerçekleştirmek için İslam dini, insanları sadece inanç ve ibadet esaslarına yönlendirmekle yetinmeyip, bunun yanı sıra adalet, doğruluk ve dürüstlük, insanlara saygı, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma ve kötülüklerden uzak durma, kendisi için istediğini insanlar için de isteme ve onları yaratandan ötürü sevme gibi temel erdemleri egemen kılmaya çalışmaktadır.

Geçmişten günümüze değin toplumların kalkınmışlık-ları, huzur ve refahları büyük ölçüde iktisadî hayata endeksli olarak değerlendirmelere tabi tutulmuştur. Bir başka ifadeyle zenginlik veya hayat standardının yüksekliği, beraberinde bireysel ve toplumsal mutluluğu getirmiştir. Bu itibarla bir toplum iktisadî açıdan ne kadar güçlü ise, maddî açıdan o kadar müreffeh bir toplum olarak kabul edilmiştir. Buna karşılık iktisadî açıdan gelişmemiş toplumlarda, gelir dağılımındaki dengesizlik, can ve mal güvenliği açısından risk oluşturmaktadır. Bu tür toplumlarda dinî ve ahlakî duyarlılığın belirginliğine göre hırsızlık, yağmalama, gasp, çatışma ve şiddet gibi insanlığın huzur ve güvenliğini tehdit eden unsurlar ön plana çıkmıştır. Bu durum günümüzde de böyledir. Aslî ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların çoğunlukta olduğu ülke ve coğrafyalarda yağmalama, gasp gibi can ve mal güvenliğini tehdit eden suçlar yoğunluk arz etmektedir.

Görünen o ki, maddî ya da ekonomik sıkıntılar beraberinde manevî sıkıntıları getirmektedir. Diğer taraftan insan, mekanik bir varlık değildir. O, ruh ve bedenden oluşan, duyguları, arzu ve istekleri olan bir varlıktır. Bu itibarla insanın sadece maddî yönünün tatmin edilmesi onun huzur ve mutluluğu için yeterli olmamaktadır. İnsanların huzur ve mutluluğu için aynı zamanda manevî yönünün de dikkate alınması gerekir. Ekonomik dengenin bozulup gelir dağılımındaki farklılığın artmasının beraberinde fiziksel ve duygusal gerilim ve çatışmaları getireceği açıktır. Zira zengin ve fakir arasında gelir düzeyindeki mesafe açıldığı oranda ve maddî sıkıntılar çoğaldığı ölçüde, toplum huzurunun tehlikeye düşme ihtimali de artmaktadır. Bu itibarla zekât, toplumda zengin ile fakir arasındaki uçurum ve farklılaşmaları ortadan kaldırır. Zekât, sınıflar arası mesafeyi yaklaştırır ve orta sınıfın teşekkülüne zemin hazırlar, toplumda orta hâlli vatandaşların artmasına, piyasada rahatlık meydana gelmesine, mal ve servetin belirli bir sınıfın kontrol ve tekelinden çıkarılmasına ve fakirlerin de satın alma güçlerinin artmasına vesile olur. Sırf zenginler değil, geniş bir halk kitlesi toplum içinde güçlük çekmeden ve darlığa düşmeden zarurî ihtiyaçlarını temin ederek yaşayabilme imkânına kavuşur. Malın sadece zenginler elinde dolaşan bir servet olması, ayet-i kerime ile yasaklanmaktadır:




“Allah’ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden elçisine fey olarak kazandırdığı mallar; Allah’a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir ki o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) hâline gelmesin. Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr, 59/7)

Ayette, mal, servet ya da kaynakların sadece zenginlerin birikimi olarak kalmasına müsaade edilmiyor. Zekât da malın dağılımına katkı sağlayan bir ibadet türüdür.

İslam dini, başlangıçtan itibaren yoksulluk meselesi ile ilgilenmiş, mensuplarına, yoksulların durumlarını iyileştirmek üzere dinî literatürdeki karşılığı her ne olursa olsun kimi mecburî, kimi ihtiyarî bazı sorumluluklar yüklemiştir. Zenginlerin muhtaç akrabaya bakma mecburiyeti (nafaka), komşu hakkı, sadaka-i câriye ve vakıflar gibi kesintisiz hayırlar, zekât, infak ve fitre, karz-ı hasen bu ödevlerin başlıcalarıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de,






“İyilik/iyi davranış, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik iyi davranış, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin, mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/177) Ayetiyle, gerçek iyiliğin ve bir mümin olarak sorumluluğumuzun çerçevesi çizilmektedir. İyilik ya da hayır, sadece mümin kimseyi imanî olgunluğa ulaştıran esaslara inanmakta değil kişinin yakın ve uzak çevresine yönelik hayırlar yapması olarak sunulmuştur.

Zekât, iktisadî, ticarî ve sosyal hayatın adeta ruhudur. Çünkü zekât, insanların davranışlarını maddî ve manevî sahada disipline eden ilahî bir emirdir. Bu bakımdan bugün karşılaşılan biçok ekonomik meselenin halli için sosyal hayatta zekât kurumuna yaygınlık ve fonksiyonellik kazandırılması gerekir. Çünkü zekât, toplumun sosyal ve ekonomik problemlerine çözüm getirebilecek potansiyel özelliğe sahip bir ibadet biçimidir.

Zekât teriminin taşıdığı artma ve üreme (nema) dikkat çekicidir. Yoksul kesimin eline geçen para her şeyden önce insan onurunu geliştirir, iş gücü kalitesini artırır, bunun yanında artan satın alma gücü sayesinde yükselen umumi talep hacmi ekonomik hayata dinamizm getirir. Bu itibarla zekâtın verilmesi verimi artırır, sosyal adaletin sağlanmasına katkı sağlar. Gösteriş tüketimini zaruri ihtiyaç mallarına aktarır, kaynak dağılımını düzeltir, atıl geliri azaltarak yatırım ve toplam talebi artırır.

Zekât, ticaretin canlanmasına zemin hazırlar. Çünkü zekât, paranın stok edilmesini önleyerek yatırıma yöneltir. Ticaretin canlılığında arz ve talep dengesi önemli bir yer tutmaktadır. Talep ise, fert veya toplumun gelir düzeyi ile yakından ilgilidir. Talep aynı zamanda ihtiyaç kalemleri ile de doğrudan ilgilidir. Gelir ya da maddî birikim olmaksızın harcama yapılamayacağından sadece zarurî ihtiyaçların karşılanması yoluna gidilecektir. Bu itibarla zekât, toplumun muhtaç kesimlerinin alım gücünü artıracağından piyasada talep çoğalacaktır. Talebin çoğalması üretimi ve buna bağlı olarak da ticareti artıracaktır.

Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de insanlara ticaret ve alışverişi helal kıldığını haber vermektedir. (Bakara, 2/275) Ayrıca cuma namazı kılındıktan sonra rızık aranmak üzere yeryüzüne dağılmayı emretmektedir. (Cuma, 62/10) Birbirinin malını haksız yollarla alıp yemenin dışında, karşılıklı rıza ile yaptıkları ticaretin meşru ve helal bir faaliyet olduğunu bildirmektedir. (Nisa, 4/13)

Servetin, iktisadî hayattan çekilip âtıl hâlde bekletilmesini hoş görmeyen yüce dinimiz İslam, zekât vasıtasıyla bunun önüne geçmek, en azından bunun bir miktarıyla toplumu yararlandırmak istemektedir.

Zekât, servet biriktirip onun âtıl hâlde tutulmasına engel olan bir ibadettir. Biriken servet, zekâtın tarh edildiği birinci kalem matrahtır. Elde âtıl tutulup yatırıma yönlendirilmeyen sermaye yıldan yıla enflasyon bir tarafa zekât sebebiyle de eriyecektir. Zira zekât kârdan değil, anaparadan verildiği için, işletilmedikçe devamlı eksilecektir. Bu nedenle servet sahibi eksilmeyi önlemek için parayı yatırıma yönelterek artırma yoluna gidecektir. Nitekim bir hadiste bu hususa şöyle işaret edilmektedir:


“Yetimlerin mallarıyla ticaret yapınız ki, zekât onların malını yiyip bitirmesin.” (Mâlik, “Zekât”, 6, 12)

Her yıl servetinin % 2,5’unu vermek zorunda kalan zengin, malının eriyip yok olmasını engellemek için onu âtıl olarak bekletmeyecek, iktisadî hayata katılacak ve servetini işletecektir. Bu da ekonomik hayata canlılık getirecek ve toplumun refahına katkıda bulunacaktır.

Zekât, hem sosyal, hem de iktisadî yönü olan bir ibadet biçimi olmakla kalmayıp aynı zamanda bir kalkınma hamlesi olarak değerlendirilebilir. Zengin ve fakir şeklindeki ayırım, tarih boyunca bütün toplumlarda var olalı beri açık veya gizli bir şekilde hüküm süren bir sınıf mücadelesini doğurmuştur. Toplumsal gerilim ve çatışmalarda, “senin var, benim yok” mücadelesi önemli bir yer tutmuştur. İslâm dini bu ezelî mücadeleyi yatıştırmak üzere bir taraftan zekât, sadaka ve vakıf müesseselerini kurmuş; bir taraftan da, fertleri sabır, kanaat ve kadere rıza gibi moral ve ahlakî değerlerle destekleyip terbiye etmiştir.




BİRİNCİ BÖLÜM:
ZEKÂTIN DİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ



“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”

(Tevbe, 9/103)

I. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Ayet ve hadislerde zekât ibadeti, üç kelime ile ifade edilmiştir: (1) zekât, (2) sadaka, (3) infak

1. ZEKÂT KELİMESİ

“Z-k-v” kökünden türeyen “zekât”, çok anlamlı bir kelimedir. Sözlükte;

(a) Artmak, üremek, çoğalmak ve fazlalaşmak,

(b) İyi ve güzel olmak,

(c) Düzelmek ve temiz olmak anlamlarına gelir. Aynı kökten gelen “tezkiye” kelimesi, temize çıkarmak, ibra etmek demektir.

Kur’an’da zekât kelimesi, 32 defa, türevleri ise 27 defa geçmektedir.

Bu kelime Kur’an’da;

Temiz (zekiyy) (Meryem, 19/19),

İyi, temiz ve hayırlı (zekât) (Kehf, 18/81; Meryem 19/13),

Temize çıkmak (zekâ) (Nur, 24/21),

Arındırmak, temizlemek (zekkâ, tezkiye) (Şems, 91/9, Tevbe, 9/103),

Daha temiz, daha iyi (ezkâ) (Kehf, 18/19),

Suçsuz (zekiyye) (Kehf, 18/74) anlamlarında, 3 ayette ise terim anlamında kullanılmıştır.

Dinî bir terim olarak zekât; dinen zengin sayılan Müslümanların para, altın, gümüş, ticaret malı, hayvan, maden, sanayi ve toprak ürünlerinin belirli bir kısmını, Tevbe suresinin 60. ayetinde bildirilen gruplara vermesi anlamına gelir.

“Zekât” kelimesinin terim anlamında temizleme anlamı vardır. Çünkü zengin Müslüman’ın malında isteyenler ve isteyemeyip mahrum kalanlar için belli bir hak vardır. Bu hak verilmediği zaman mala kul hakkı karışmış olur. Müslüman, bu hakkı vermekle malını kul hakkından temizlemiş kendisini günahtan kurtarmış Allah ve Peygamberine itaat ederek manevî temizliği elde etmiş olur. Şu ayet bu hususu açıkça ifade etmektedir:



“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Tevbe, 9/103)

2. SADAKA KELİMESİ

“S-d-k” kökünden türeyen “sadaka”, çok anlamlı kelimelerden biridir. Sözlükte;

(a) Doğru söz söylemek, doğru sözlü olmak,

(b) Sözünü tutmak,

(c) Sözünde samimî olmak anlamlarına gelir.

Aynı kökten türeyen “sıdk” doğru sözlülük ve doğruluk, “saduka” mehir, “sadîk” dost, arkadaş, “tasdîk” doğrulamak, dost edinmek, “tasadduk” sadaka vermek anlamlarına gelir.

“Sıdk” kelimesinin Arap dilindeki asıl anlamı “güç, sert, katılık ve şiddettir.” Doğru sözlülüğe “sıdk” denmesi, yalanın zafiyeti karşısında doğruluğun güçlü olması sebebiyledir. (İzutsu, s. 130)

“Sıdk” kavramı, Arap dilinde övgü ifadesi olarak kullanılmıştır. Bir şey, “sıdk” kavramına izafe edilince o şey, övülen bir şey olur. (Hazin, III, 226)

Bir fıkıh terimi olarak “sadaka” Allah rızası için karşılıksız olarak yapılan yardım ve bağış anlamına gelir.

“S-d-k” kökü Kur’an’da, isim, yüklem ve mastar şeklinde 153 defa geçmiş ve şu anlamlarda kullanılmıştır:

-Doğruluk (En’âm, 6/115), doğru söylemek (sıdk) (Ahzab, 33/22), sözünü tutmak, vadini yerine getirmek (Al-i İmran, 3/152),

-Özünde, sözünde, görevinde, iş ve işlemlerinde dürüst olmak (Bakara, 2/177),

-İman ve salih amel (Mâide, 5/119),

-Peygamberlerden alınan peygamberlik görevini tebliğ ve toplumlarını hak dine davet sözü (mîsak) (Ahzâb, 33/7-8),

-Ahde vefa göstermek (Ahzâb, 33/23-24),

-Kur’an (Zümer, 39/33–34), hak, gerçek (Zariyat, 51/5),

-Dost (sadîk) (Şuara, 26/101), dürüst ve samimi dost (sıddîk) (Yusuf, 12/46)

-Tasdik etmek, doğrulamak (tasdîk) (Yunus, 10/37),

-Mehir (saduka) (Nisa, 4/4),

- Zekât (Tevbe, 9/103) ve sadaka (Bakara, 2/272).

Sadakalar; farz, vacip ve mendup kısımlarına ayrılır. Zaruret derecesinde ihtiyaç içerisinde bulunanlara yardım etmek ve dinen zengin kimselerin vermekle yükümlü olduğu sadaka farz, sadaka-i fıtır vacip, diğer yardımlar ise menduptur.

Kur’an’da farz olan zekât “sadaka” kelimesi ile ifade edildiği (Tevbe, 9/60, 103) gibi Allah rızası için fakirlere ve muhtaçlara yapılan yardımlar da “sadaka” kelimesi ile ifade edilmiştir. (Tevbe, 9/58; Mücadele, 58/113)

Müminlerin Allah’ın emirlerine uymadaki sadakatlerini gösterdiği için zekâta, “sadaka” da denilmiştir. Ayet ve hadislerde “zekât” anlamında da kullanılmış olan “sadaka” kelimesi, süreç içinde gönüllü malî ödemeler için kullanılmaya başlanmıştır. Bununla birlikte “sadaka” kelimesi zekâttan daha kapsamlı bir kavram olup vacip ve nafile türünden tüm yardım ve bağışları da içine almaktadır.

Zengin Müslümanların Ramazan bayramından önce vermekle yükümlü olduğu baş zekâtı da denilen sadaka-ı fıtır hadislerde geçmektedir.

Ayrıca hadislerde Allah’a kulluk olan her görev ve insanlara yönelik yapılan maddî ve manevî her türlü yardım, katkı ve destek, “sadaka” kelimesi ile ifade edilmiştir. Mesela “Allah’ü ekber” (Allah en büyüktür), “la ilahe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur) demek “sadaka” olduğu gibi iyiliği emretmek, kötülükten men etmek, engelli, yaşlı ve hastalara yardımcı olmak da sadakadır. (Müslim, “Müsâfirûn”, 84)

3. İNFAK KELİMESİ

Sözlükte bitirmek, yok etmek, yoksul düşmek, malı veya parayı elden çıkarmak anlamına gelen “infak”, dinî bir terim olarak, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden yoksullara, hayır kurumlarına, İslam’ın bilinmesi, tanınması, öğrenilmesi ve anlatılması faaliyetlerine yapılan maddî harcamayı, ihtiyaç sahiplerine aynî ve nakdî yardımı ifade eder. “İnfak” kelimesi hem farz olan “zekâtı” hem de gönüllü olarak yapılan her çeşit “hayrı” kapsar. Kur’an’da muttakî müminlerin özellikleri arasında infak etmek de zikredilmiştir. (Bakara, 2/2-3)

İhtiyaç sahiplerine Allah rızası için yapılan yardımlar ve İslam’ın bilinmesi, tanınması ve yaşanması için yapılan harcamalar “infak” kelimesi ile ifade edildiği gibi kâfirlerin gösteriş için yaptığı harcamalar (Bakara, 2/264) da Müslüman’ın kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin ihtiyaçları için yaptığı harcamalar da Kur’an’da “infak” kavramı ile ifade edilmiştir.