Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Dördüncü Söz Sorular ve Cevaplar

Oluşturulma tarihi: 21.02.2025 21:30    Güncellendi: 21.02.2025 21:30

Dördüncü Söz Kategorisindeki Tüm İçerikler

1. "Namaz dinin direğidir." hadisi, dinimizin namazla ayakta durduğunu ifade etmektedir. Burada diğer ibadetlere nispeten, namazın öne çıkarılışının sebebi ne olabilir?

Bakara sûresinin başında Kur’anın; “Muttakiler için bir hidayet olduğu” ifade edildikten sonra, muttakilerin sıfatları şöyle sıralanır:

“Onlar gayba iman ederler, Namazı dosdoğru kılarlar. Onlara rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler (başkalarına yardımda bulunur, böylece mali ibadetlerini de yaparlar).”

Mü’minun sûresinin ilk ayetinde müminlerin kurtuluşa erdikleri haber verilir ve sonraki ayetlerde müminlerin özellikleri sıralanır. Hemen ikinci ayette müminin ilk vasfı olarak; “Onlar namazlarında huşu içindedirler.” buyrulur.

Birçok ayette de namaz ile zekât birlikte zikredilir. Bazı ayetlerde de imandan sonra salih amel zikredilir.

Buna göre, bütün salih ameller namaz ve zekâtta özetlenmiş oluyor. Bunlardan birincisi bedenî ibadetleri, diğeri ise malî ibadetleri temsil eder. Bu noktadan hareketle söz konusu hadis-i şerifin bütün ibadetleri içine aldığını ve “ibadetin, dinin direği olduğu” manasına geldiğini söyleyebiliriz.

Hadiste özellikle namazın zikredilmesinin iki manası vardır:

Birisi, namazın diğer ibadetlerden daha önemli ve devamlı olduğu. Nitekim, zengin olan kimseler farz olan hac vazifelerini ömürlerinde bir defa eda ederler. Farz oruç, sadece Ramazan ayında tutulur. Farz olan namaz ise, her gün beş vakit olarak eda edilir. Kuşluk namazı, şükür namazı, abdest namazı, sefer namazı, evvabin namazı, gece namazı, mübarek gecelerde eda edilen nafile namazlar da müminin hayatını bu ulvî ibadetle daha da nurlandırır.

Üstad Hazretleri şöyle buyurur: “Abd ile Ma’bud arasında en yüksek ve en latif nisbet ancak ibadettir.”(1) İşte bu nispet, namaza devamlılığı gerektiriyor. Namazını kılan kişi, günde en az beş vakit Rabbini hatırlamakla, hayatını O’nun rızasına uygun olarak devam ettirir.

İkinci husus da şu olabilir: Namaz kılmayan kimselerin çoğu haccı ve zekâtı da terk etmektedirler. Namaz kılmayan kimseler, haramlardan sakınma konusunda da yeterince duyarlı olamaz, birçok emir ve yasaktan taviz verirler. Bu bakımdan, zekât ve hac gibi birçok ibadetin direği de namazdır.

“Sana kitaptan vahyolunanı oku ve namazı dosdoğru kıl. Şüphe yok ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar….” (Ankebut, 29/45)

Burada orucun bir istisnası var. Namaz kılmayan birçok Müslüman, orucunu tutuyor. Bu da Allah’ın özel bir lütfudur. Beş vakit namazlarını kılmayan Müslümanlar da senede bir ay da olsa kul olduklarını hatırlıyor, emir dairesinde hareket etme havasını teneffüs ediyorlar.

“Oruç benim içindir, onun mükâfatını da ben vereceğim...”(2)

hadis-i kutsisi Müslümanlar için büyük bir müjdedir.

Orucunu tutan Müslümanların büyük kısmı teravih namazını da eda ediyorlar. Böylece dinin direği olan namazdan da feyizlenmiş oluyorlar.

İkinci Lem’a’da; “Her günahta küfre giden bir yol olduğu” ifade edilir. “Namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…” hükmüyle bu gerçeği birlikte değerlendirdiğimizde, namaz kılmayan kişinin günahlara müptela olacağı, istikamet çizgisinden uzaklaşacağı, günah bataklığında yüzerek sonunda küfre girme tehlikesine maruz kalacağı kaçınılmazdır. Konuya bu açıdan yaklaştığımızda namazın, imanın da direği olduğu anlaşılmış olur.

Kâinatı bir ağaç olarak düşünürsek, onun meyvesi ve neticesi şükürdür. Şükrün en kapsamlı ve külli olanı ise namazdır. İnsanın şu kısa ömür sermayesi ile Allah’ın sayısız ihsanlarına karşılık vermesi ve şükürde bulunması imkânsızdır. Namaz Allah’ın bu sayısız nimetlerine teşekkür etmek için bir fırsattır, bunu kaçırmak ise büyük bir hasarettir.

 Hz. Aişe (ra) anlatıyor:

Peygamberimiz geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi.

"Ey Allah'ın Resûlü, geçmişte işlenmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan günahlarını Allah Teâlâ bağışladığı halde, niçin bu kadar yoruluyorsunuz?" dedim. Peygamberimiz:

"Ya Aişe, Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurdu."(3)

Üstadımız Ankara'da Mustafa Kemal'in "Hoca hoca seni buraya çağırdık ki yüksek fikirlerinden istifade edelim. Sen geldin en evvel namaza dair şeyler yazdın..." sözüne karşı, "Paşa paşa kainatta en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur."(4) diyerek, imandan sonra en yüksek hakikatin namaz olduğunu önemle vurgular. 

Dipnotlar:

(1) bk. İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi, 21-22. Ayetin Tefsiri.
(2) bk. Müslim, Sıyam, 30, H.No: 1151.
(3) bk. Buhari, Teheccüt, 6; Müslim, Kitabu Sıfati'l-Müsafirine ve Kasrihim, 18.
(4) bk. Emirdağ Lahikası-I, 189. Mektup.



2. "Namaz, ne kadar kıymetdar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır." Buradaki "ucuz ve az masraf" kelimeleri nasıl anlaşılabilir? Bu maddeten midir?

Namazın "ucuz olması"nı iki şekilde anlayabiliriz:

Birisi, cennet gibi ebedi bir nimete karşı namazın azlığını ve ucuzluğunu ifade ediyor. Yani günde beş vakit namaz gibi bir amele karşı, sonsuz cennetin verilmesi noktasında, namaz gerçekten çok ucuzdur ve azdır.

Diğer manası ise, namazın maddi anlamda da masrafsız ve zahmetsiz olmasıdır. Namazın hac ve zekât gibi maddi bir sermaye gerektirmediği, en fakir adamın da bu büyük ibadeti kolayca ve ucuzca yerine getirebilmesidir.

Ucuzluğu ve az masrafı, “emek ve zahmet” olarak da düşünsek, yine namazın çok az bir zahmetle eda edildiğini söyleyebiliyoruz.

“…namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir.”(1)

(1) bk. Sözler, Dördüncü Söz.



3. Dördüncü Söz'ün başında, namazsız insan için "divane" tabiri kullanılmaktadır. Divane tabirinden ne anlamalıyız?

Divane, kendi hakkında zararlı ve faydalı olanı tefrik ve temyiz edemeyecek kadar sefih ve sağlıklı düşünceden mahrum olan kimselere denir. 

Mesela, milyarlarca lira değerinde olan bir elması, adi ve kırılmış bir cam parçasına değişen bir insan, kendi hakkında hayırlı ve faydalı olanı bilmiyor demektir ki, böyle bir insan divanedir.

“Acaba birkaç memleketi gezmek için hükûmetten yirmi dört lira harcırah alan bir memur, ilk dâhil olduğu memlekette yirmi üç lirayı sarf ederse öteki yerlerde ne yapacaktır? Hükümete ne cevap verecektir? Böyle yapan kendisine akıllı diyebilir mi?”(1)

(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Onuncu Risale.



4. Küçük Sözlerde temsiller için; "bak, dinle" tabiri kullanılırken, Dördüncü Söz'de "gör" ifadesi kullanılıyor, hikmeti ne olabilir?

Görmek, bakmanın sonunda geçekleşen bir olaydır. Uzaktan gelen bir yolcuyu görmek için dikkatle bakarız ve sonunda görürüz. Burada da temsiller hakikate baktırırlar; görmek için kişinin aklen ve kalben kabulü gerekir.

Aynı şekilde hakikati görmek için öncelikle doğru hakikatleri doğru kaynak veya kişilerden dinlemek gerekir. Bu nedenle önce bak, dinle diyor. Bunları yaptıktan sonra gör diyor. 



5. Dördüncü Söz'de geçen; "iki aylık yol, bir günlük mesafe" gibi kavramlar ne manaya geliyor; alem-i berzah kaç gün olmuş oluyor?

Âlem-i Berzah denilen kabir hayatı, kıyametin kopması ve ikinci dirilişin başlaması ile son bulur.

Bundan sonra mahşer, sırat, cennet ve cehennem gelir ki, bu süreçler kimisi için çok uzun, kimisi için çok kısadır. Yani amellere göre, yolculuk ya uzun olur ya da kısalır.

Üstad Hazretlerinin "iki aylık yolculuk" dediği; ruhlar âleminden başlayıp, cennet ya da cehennem ile son bulan ebed yolculuğudur. Bu uzun yolculuğun en kısa aşaması dünya hayatıdır ki, bu da ortalama altmış yıldır.

Üstad Hazretleri "iki aylık" derken, bir sınır çizmiyor, genel bir tabir kullanıyor. Bu iki aylık yolculuk içinde dünya hayatının bir gün gibi çok kısa olduğuna işaret ediyor. Yoksa bir günlük mesafeden sonra bir ay kaldı gibi bir mana anlaşılmamalı.

Dolayısıyla berzah dediğimiz kabir hayatını, hesap günü dediğimiz mahşer gününü, sırat dediğimiz üzerinden geilecek köprünün dönemini hakkımızda kısaltacak vesile namazdır. 



6. Dördüncü Söz'de; neden iki ay (çiftlik için) ve bir gün (istasyon için) gibi zaman dilimleri kullanmıştır? Mesela neden iki gün değil de bir gün veya neden dört ay değil de iki ay denmiş?

“Bir günlük mesafede bir istasyon vardır.”(1) cümlesinde, bütün ömür bir gün ile has ve güzel çiftliğin (cennetin) uzaklığı ise iki ay ile ifade ediliyor. Aradaki fark, ölümle başlayan ve cennetle son bulacak olan “kabir, mahşer, vakfe, mizan ve sırat” safhalarının tümünü temsil etmektedir.

Buradaki asıl maksat, dünya hayatının ebediyete göre çok kısa kaldığını ihtar etmek ve ahiret için yol tedarikinde bulunmayı ders vermektir. Yoksa dört ay denildiğinde de "neden sekiz denilmedi" demek mümkündür ve bunun da sonu gelmez. Bu gibi tabirlerde rakama değil, rakamla ifade edilen hakikate bakmak gerekiyor.

(1) bk. Sözler, Dördüncü Söz.



7. Dördüncü Söz'de geçen “iki aylık mesafe”den maksat nedir?

Evvela, Onuncu Söz'ün başındaki şu ihtara dikkat etmek lazım:

"… Hikâyelerin mânâları, sonlarındaki hakikatlerdir. Kinâiyât kabîlinden yalnız onlara delâlet ederler. Demek, hayalî hikâyeler değil, doğru hakikatlerdir."(1)

"Kinâiyât kabîlinden yalnız onlara delâlet ederler." Yani doğrudan doğruya delalet etmiyorlar. O yüzden her cümle ve ifadenin mutlaka bir karşılığını beklemek doğru değildir.

"Bir günlük mesafede bir istasyon vardır." ifadesinden, dünya hayatının kabre kadar olan uzunluğu bir gün kadar kısa olduğu ders veriliyor.

Üstad Hazretlerinin "iki aylık yolculuk" dediği; ruhlar âleminden başlayıp, cennet ya da cehennem ile son bulan ebed yolculuğudur. Bu uzun yolculuğun en kısa aşaması; dünya hayatıdır ki, bu da ortalama altmış yıldır.

Üstad Hazretleri iki aylık derken, bir sınır çizmiyor, genel bir tabir kullanıyor. Bu iki aylık yolculuk içinde dünya hayatının bir gün gibi çok kısa olduğuna işaret ediyor. Yoksa bir günlük mesafeden sonra bir ay kaldı gibi bir mana anlaşılmamalı. Dolayısıyla berzah dediğimiz kabir hayatını, hesap günü dediğimiz mahşer gününü, sırat dediğimiz üzerinden geilecek köprünün dönemini hakkımızda kısaltacak vesile namazdır. 

(1) bk. Sözler, Onuncu Söz.



8. Yirmi dört altının sadece yol, bilet masrafı ve oradaki meskene lazım bazı şeyleri almaya tahsisi nedendir? Namaz kılan kişi dünya işleriyle hiç uğraşmayacak mı?

Buradaki temsili beraber görmeye çalışalım.

"Bir zaman, bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, her birisine yirmi dört altın verip, iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: 'Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bazı şeyleri mübâyaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyare bulunur. Sermayeye göre binilir.'"(1)

Burada açıkça görüldüğü gibi "Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bazı şeyleri mübâyaa ediniz." ifadesinde, gidilecek yer için de lazım olacak şeylerin alınması gerekir. Günün yirmi dört saatinin tamamı, bu sıralanan şeylerin alınması için kullanılacaktır. Sadece namaz kılın denmiyor.

Zaten hikayenin ilerleyen yerlerinde ve hakikatinde meşru işlerin de bu sermayenin doğru yerde kullanıldığını ve bunun da ibadet hükmünde olduğunu açıkça ortaya koyar. 

Evet, insan bir yolcudur. Ruhlar âleminden başlayan bu yolculuk, cennet yahut cehennemle son bulacaktır. Yolcu yolunu düşünmeli, istasyonda oyalanmamalıdır.

“Namaz kılan insanın diğer bütün mübah dünyevi amelleri de güzel bir niyet ile ibadet hükmüne geçer.” ifadesiyle de namaz kılan kişinin 24 saatinin ibadet hükmüne geçeceği ve ebediyete mal edileceği müjdesi verilmektedir.

“Güzel bir niyet” ile ifadesi büyük bir önem taşır. Bir insan müşriklerle harp etmek üzere sefere çıktığında niyeti; “Ganimet elde etmek veya şöhret kazanmak” ise, cihat etmiş sayılmıyor. Cihad ancak “İ’la-yı kelimetullah” için yapılır.

Dünyaya çalışmakta da niyet “helal rızık kazanmak, başkalara muhtaç olmamak, zengin olup zekât vererek bu farizayı da işlemek, sadaka sevabına nail olmak, iman ve Kur’an hizmetine yardım etmek” şeklinde olursa, yapılan bütün mesai ibadet hükmüne geçer.

Bir baba; "Bu çocuklar bana Allah'ın emanetleridir. Allah bu emanetlere bakmam için beni vazifelendirdi.” düşüncesiyle, ailesinin rızkını temin etmek, kimseye muhtaç olmamak için çalışırsa, onun bütün çalışması ibadet hükmüne geçer.

Şehrin en zengini olup parmakla gösterilmek, isminden bolca söz edilmesini sağlamak, kazancını sefahatte sarf etmek gibi niyetlerle yapılan çalışmaların ve kazanılan servetin ahiret adına hiçbir faydası yoktur. Bunlar ebedî saadete bir yatırım olma mahiyetini taşımadığı gibi, haram ve israf ile yapılan harcamalardan da ayrıca hesaba çekilecektir.

"Cenâb-ı Hak her iki hayat levazımatını elde etmek için yirmi dört saatlik bir vakit vermiştir. Çoğunu aza, azını çoğa vermek suretiyle, yirmi üç saat kısa ve fâni olan dünya hayatına, hiç olmazsa bir saati de beş namaza ve bâki ve sonsuz uhrevî hayata sarf etmek lâzımdır ki, dünyada paşa, âhirette gedâ olmasın!"(2)

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Dördüncü Söz.
(2) bk. Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale.



9. Gemi, şimendifer, araba ve tayyareye aynı istasyondan, sermayeye göre binilmesini, biraz açar mısınız?

Gerek kabir hayatı, mahşer, mizan safhası ve sırat arasındaki yolculuk, her mümin için farklı olacak, amele göre ve takva kuvvetine göre o uzun yol farklı şekillerde katedilecektir.

Bilindiği gibi, cennete girmenin şartı iman, oradaki dereceler ise amellere göredir. Üstadımız da insanın; "İman nuruyla cennete layık bir kıymet aldığını" ifade ederek bu hakikati ders vermiştir.

Takva, bu cümlede günahlardan sakınma manasında kullanılmıştır. Amele göre ifadesi “salih ameli”, takva kuvvetine göre ifadesi de “günahlardan sakınmayı” ifade ederler. Demek namaz kılanlar kılmayanlara göre, namaz kılanların da takvası ve kılınan namazın kalite ve ciddiyeti derecesi yüksek olanlar da diğerlerine göre ahirette hem hesapta hem cennete uçmada daha avantajlı olacağı ifade edilmektedir. 

Zaten, dünyevî ve uhrevî her türlü başarının esası, “zararlardan sakınmak ve menfaati celp etmektir.” Yani hem kazanç artırılacak, hem de onun korunması için gerekli tedbirler alınacaktır.



10. "İki hizmetkar, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermayesi birden bine çıkar..." Açıklar mısınız?

Üstad Hazretleri, gereken izahı zaten konunun devamında yapıyor...

İstasyon burada kabre işaret ediyor. Bahtiyar hizmetkâr ise, başta namaz olmak üzere ibadetlerini şevkle yapan dindar insanları temsil ediyor. Sermaye ise insana verilen ömürdür. İnsan bu ömür sermayesini Rabbinin emirleri doğrultusunda ve rıza çizgisinde kullanır, ibadetlerle nurlandırırsa, sermayesi birden bine çıkar.

Mesela, kişi bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi'ni ibadet ile geçirirse, seksen küsur yıl ibadet yapmış gibi olur. Ama ibadetleri terk edip günah ve heva yolunda giderse, ona verilen ömür sermayesini boşuna tüketmiş olur ki, bunun da hesabı çok çetin olacaktır.



11. Bahtiyar olan hizmetkâr, yirmi dört altından az bir kısmını harcayarak, efendisinin hoşuna gidecek güzel bir ticaret yapıyor, sermayesi birden bine çıkıyor. O halde sermayenin büyük kısmının kullanımı ile ilgili neler söylenebilir?

Cehennem azabından kurtulmak ve ebedi nimetlere mazhar olmak için, insana verilen bu sermaye kâfi geliyor. Yani Allah, lütuf olarak bu kadar az bir ibadeti kabul ediyor ve kullarını rahmetine mazhar kılıp azabından emin ediyor.

Şu var ki, dünyaya gelmek gibi, cennete girmek de işin başıdır; orada sonsuz mertebeler vardır. Cennete lütufla girilir, ancak oradaki mertebeler ibadete, marifete, takvaya göredir.

Şu fani dünyada nasıl ki her türlü nimetinden azamî derecede istifade etmeye çalışıyorsak, aynı şuuru, aynı azmi ve gayreti ebedî hayatımız için de sergilemeliyiz.

Zira o âlemde hayat ebedî, mertebeler sonsuzdur.



12. “Öteki hizmetkar, bedbaht, serseri olduğundan istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara - mumara verip zayi eder. Bir tek altını kalır. Arkadaşı ona der:..” Devamı ile izah eder misiniz? Neden haram olan piyango örneği veriliyor?

Önce niçin piyango örneği verildiğinden başlayalım:

Piyango örneğinin verilmesi, piyangoya özendirmek için değil, tam aksine, ona parasını yatıranların akılsız olduklarını ortaya koymak içindir.

Gereken izahı Üstad Hazretleri şu şekilde yapıyor:

"... Zira, bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek akıl kabul ederse -halbuki kazanç ihtimali binde birdir- sonra yirmi dörtten bir malını, yüzde doksan dokuz ihtimalle kazancı musaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?"(1)

Bahtı kötü ve serseri olan öteki hizmetkâr adam, gafil ve namazsız insanları temsil ediyor. Yirmi dört altın, yirmi dört saat, her gündeki ömürdür. İstasyon kabirdir. İstasyona kadar yirmi üç altını sarf etmek ise bir günün yirmi üç saatini şu kısacık dünya hayatına harcayıp ahiret için bir şeyler yapmamaktır.

Bilet burada namazı temsil eder. İstasyondaki muhtelif binekler ise kişinin amel ve iman kuvvetine göre kabirde göreceği muameleyi ve ebedi yolculuğunun süratini temsil eder. Malum, her şey sermayeye, yani amele göredir. Ameli iyi olan kullar için kabir, cennet bahçelerinden bir bahçe ve âlem-i ahirete açılan kapı ve rıza beldesine geçilecek bir bekleme salonudur. İnkâr edenler ve günahkârlar için kabir, cehennem çukurlarından bir çukur veya azap kuyusudur.

(1) bk. Sözler, Dördüncü Söz.



13. "Öteki hizmetkar bedbaht, serseri olduğundan, istasyona kadar yirmi üç altınını sarfeder." Hizmetkârların iki ay uzaklıktaki çiftliğe gönderilmeleri ile izah eder misiniz?

Temsildeki "Yirmi dört altın", insana her gün verilen yirmi dört saatlik ömürdür. "İstasyon" ise kabirdir.

Yirmi üç altının istasyona kadar harcanması ise, insanların ekserisinin ömür sermayesini gafletle geçirmesine işaret ediyor. Yani insan, yirmi dört saat olan bir günlük hayatının büyük kısmını dünyaya sarf ediyor, ebedi hayatını kazanmak için çok az amel işliyor. Çoğu kimse, bunu da yapmıyor.

“Bir günlük mesafede bir istasyon vardır.” cümlesinde, bütün ömür bir gün ile has ve güzel çiftliğin (cennetin) uzaklığı ise iki ay ile ifade ediliyor. Aradaki fark, ölümle başlayan ve cennetle son bulacak olan “kabir, mahşer, vakfe, mizan ve sırat” safhalarının tümünü temsil etmektedir.

Buradaki asıl maksat, dünya hayatının ebediyete göre çok kısa kaldığını ihtar etmek ve ahiret için yol tedarikinde bulunmayı ders vermektir.



14. Bir altının, namaz biletine verilmesi halinde tayyareye binme ihtimali nazara veriliyor. Acaba günahkâr insanların, bu bilete sahip olduklarında kurtulmaları kesinleşiyor mu?

Namaz en büyük ibadettir ve sevabı çok azimdir; mizanda büyük bir ağırlığı vardır. Öte yandan, her güzel amel gibi en büyük hasene olan namaza da sair vakitlerde on kat, Recep ayında yüz kat, Şaban ayında üç yüz kat, Ramazanda bin kat sevap verildiği, mübarek gecelerde bu sevabın çok daha arttığı dikkate alındığında, sevapları böyle kat kat yazılmasına rağmen günahları sevaplarından çok olan kimsenin cehenneme uğraması mukadder görünüyor.

Ancak, o çetin günde “İlâhî rahmetin bir tecellisi olan şefaat müessesesi, kimler için ne ölçüde işleyecektir? Cenab-ı Hak bir kulunu fazla günahına rağmen, affedip cennetine gönderir mi?” sorularına net cevap vermemiz mümkün değildir. Bunu O’nun sonsuz lütfundan ve mağfiretinden bekliyor ve diliyoruz.



15. "Hem bizim efendimiz kerimdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder." cümlesini izah eder misiniz?

Üstadımızın bu ifadesi; namazın, kulun işlemiş olduğu günahlara kefaret olabileceğini, Cenab-ı Hakk’ın kulunu affedip, günahlarını bağışlayabileceğini ifade etmektedir.

Namazın günahlara kefaret olduğunu ifade eden bazı hadis-i şerifler nakledelim:

Hz. Selman’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre  Resulullah (sav.):

“Bir Müslüman güzel bir şekilde abdest alır, sonra beş vakit namazını kılarsa yaprakların ağaçtan döküldüğü gibi günahları da dökülür.” buyurdu ve sonra da şu ayeti okudu: “...Muhakkak ki iyilikler kötülükleri siler...” (Hud, 11/114)

Ebû Hureyre (r.a.) der ki, Resulullah’ın (sav.) şöyle buyurduğunu işittim:

"Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?" 

Sahabeler: "O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz.", dediler.

Resul–i Ekrem (s.a.v.):

"Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder.” buyurdular.(1)

Ebû Hureyre’den rivayet edildiğine göre, Resulullah (sav.) şöyle buyurdu:

"Size, Allah’ın kendisiyle günahları yok edip dereceleri yükselteceği hayırları haber vereyim mi?" 

Bunun üzerine sahabeler:

"Evet, ya Resulallah." dediler.

Resul–i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Güçlükle de olsa abdesti güzelce almak, mescidlere doğru çok adım atmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek. İşte ribâtınız (nöbetiniz) budur."(2)

Osman İbni Affân (r.a.) Resulullah’ın (sav.) şöyle buyurduğunu işittiğini söyledi:

“Bir Müslüman, farz namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır, huşu içinde ve rükûunu da tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah işlemedikçe bu namaz önceki günahlarına kefaret olur. Bu her zaman böyledir.”(3)

Dipnotlar:

(1) bk. Buhari, Mevâkît 6; Müslim, Mesâcid 283.
(2) bk. Müslim, Taharet 41. Ayrıca bk. Tirmizi, Taharet 39.
(3) bk. Müslim, Tahâret 7.



16. "Seni de tayyareye bindirirler; bir günde mahall-i ikâmetimize gideriz. Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun." ifadesini izah eder misiniz?

Üstadımızın bu ifade ile kastettiği bir mana: Namaz kılmayan kimseyi bekleyen uhrevi azaplar ve mahrumiyetlerdir. Hikayenin tarifi ve izahı sadedinde Üstadımız;

"O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu mütefâvit derecede kat' ederler. Bir kısım ehl-i takvâ berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat' eder. Kur'ân-ı Azîmüşşan şu hakikate iki âyetiyle işaret eder."(1)

diyerek, namazın hem dünyada hem de ahirette işimizi ve yolculuğumuzu kolaylaştırıacağını ifade eder. Namaza verdiğimiz ehemmiyete göre, Allah'ın yanında bin ve elli bin sene olan günlerin kısaca aşılması rahmetiyle halledilecektir. Namazın kılınması, kılınan namazın da ciddiyet derecesine göre, ahirette en muhtaç olduğumuz ve kişiyi dostundan ve sevdiklerinden kaçıran ve çocukları bile ihtiyarlattıran o günlerde bizim için İlahi rahmet ve nimetlere vesile olacağı bu ifadelerle ortaya konmuştur. 

Burada bir hadis-i şerifi nakledelim:

"Kim namaza devam ederse o, kendisine kıyamet gününde nur, kılavuz ve kurtarıcı olur. Buna karşılık namazına önem vermeyenlere ne nur, ne kılavuz ve ne de kurtarıcı olur. Böyle bir kimsenin kıyamet günü arkadaşları Karun, Firavun, Haman ve Übeyy İbni Halef olur."(2)

Namazı terk eden kimsenin bu dört kişi ile beraber olmasının sebebi şudur:

Namazı terk eden kişi ya malının ya mülkünün ya riyasetinin ya da ticaretinin meşguliyeti sebebiyle namazı terk eder. Her kim ki malının meşguliyeti ile namazı terk ederse Karun ile beraberdir. Mülkünün meşguliyeti ile terk ederse Firavun ile beraberdir. Ailesinin meşguliyeti ile terk ederse Haman ile beraberdir. Ticaretinin meşguliyeti ile terk eden de Ubeyy İbni Halef ile beraberdir.

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Dördüncü Söz.
(2) bk. İmam Ahmed b. Hanbel, El-Müsned, el-Fethu’r-Rabbani Tertibi.



17. "Acaba şu adam inat edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip..." cümlesinden yola çıkarak, dalalette olan insanların nasihatı işitip de amel etmemelerinin sebebi inat olduğu söylenebilir mi?..

İnat kelimesi burada batıl ve yanlış hareketlerde ısrar etmek anlamındadır. Kimi insan yanlış hareketlerinde inat eder, kimisi ideolojik fikirlerden dolayı batılı terk etmek istemez. Her inadın ayrı bir sebebi olabilir. 

Dalalete sadece inadı sebep göstermek yanlış olur. Ama inat tek başına da dalalete sebep teşkil edebilir. Bu, kişilerin ruh ve kalp dünyasına göre değişir.

Risale-i Nur'daki temsili hikâyelerde geçen her bir kelime çok mananın anahtarı hükmündedir. Burada “inat” kelimesinin kullanılması küfrün dayanak noktasının bulunmadığını ifade eder. Sadece Dördüncü Söz'de değil, Onuncu ve Yirmi İkinci Sözler gibi diğer temsili hikâyeciklerde de bu kelimeye rastlarız, şöyle ki:

"...Mâdem bu derece inad ve temerrüd edersin; gel, had ve hesâbı olmayan delâil içinde, On İki Sûret ile sana göstereceğim ki, bir mahkeme-i kübrâ var,..."(1)

"... Mâdem inadın divânelik derecesine çıkmış;..."(2)

İnadın kaynağı, doğurduğu vahim neticeler ve onu terk etmenin yolları hakkında Risalelerde geçen bazı pasajlar aşağıda takdim edilmiştir:

“İşte küfür bir divâneliktir, dalâlet bir sarhoşluktur, gaflet bir sersemliktir ki, bâki metâ yerine fâni metâı alır. İşte şu sırdandır ki, ehl-i dalâletin hissiyatları şiddetlidir. İnadı, hırsı, hasedi gibi her şeyi şediddir. Bir dakika meraka değmeyen bir şeye bir sene inat eder.”(3)

"... bu zamandaki küfr-ü mutlakın ve fenden gelen dalâletin ve sefâhetten gelen tiryâkiliğin inadı karşısında... (...) küfr-ü mutlak ve fenden gelen dalâletler ve küfr-ü inâdîden gelen temerrüd..."(4)

"İnadın işi budur: Şeytan yardım ederse birisine, 'melek' der, rahmeti de okutur. Muhâlif tarafında eğer meleği görse, libasını değişmiş onu şeytan zanneder; adâvet, lânet eder."(5)

Risale-i Nur’da, insanın mahiyetinde bulunan "inad" hissinin niçin verildiği şöyle ifade edilir:

“İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkezâ şedit hissiyatlar, umur-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fâni umur-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere bâki elmas fiyatlarını vermek demektir..."(6)

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Onuncu Söz.
(2) bk. a.g.e., Yirmi İkinci Söz.
(3) bk. Barla Lâhikası, 220. Mektup.
(4) bk. Hutbe-i Şamiye, Mukaddime.
 (5) bk. a.g.e., Lemeat.
(6) bk. Mektubat, Dokuzuncu Mektup.



18. Namaz, temsilde define anahtarına benzetiliyor. Bu benzetmeyi biraz açar mısınız?

Bu temsilde, namaz kılmak, zavallı miskin bir insanın bir define anahtarı bularak zengin olmasına benzetilmiştir. Bu define sadece ahiretle ilgili değildir. “Rabbinin huzuruna çıkmak, ihtiyaçlarını O’na arz etmek, yalnız O’na kul olduğunu ifade etmek, bütün nimetleri için O’na hamd etmek…” birer definedirler.

Namazla kalbin ve ruhun rahata kavuşması, hadiselere karşı dayanma gücü kazanması, tevekkül ile dünyada da saadetli bir ömür geçirilmesi de birer definedirler.

Resul-i Ekrem Efendimiz (asm)'in buyurduğu gibi; “Dünyada misafir ve yolcu olarak yaşama”(1) şuuruna ermek ayrı bir definedir.

Ölümün hiçlik olmayıp, ebedî saadetin başlangıcı olduğunu bilmek, hastalıkların günahlara kefaret olduğuna inanmak da ayrı birer definedirler.

Namaz kılan ve hayatını rıza çizgisinde geçiren müminler için ahirette; “Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hatıra gelmesi mümkün olmayan”(2) defineler olduğunu da bizzat Allah Resulü (a.s.m.) bize haber vermişlerdir.

Dipnotlar:

(1) bk. Tirmizi, Zühd, 25.
(2) bk. Secde Sûresi, 32:17, Zuhruf Sûresi, 43:71; Buhari, Bed’ü’l-Halk: 8, Tefsîr-u Sûreti: 32:1, Tevhid: 35; Müslim, Îmân: 312, Cennet: 2-5; Tirmizî, Tefsîr-u Sûreti: 32:2, 56:1; İbn-i Mâce, Zühd: 39.



19. “Namazdan hoşlanmayan nefsim.” ifadesi genel midir? Yani nefsi mutmainne veya daha yüksek makamda olanlar için de geçerli midir?

Âyet-i kerîme'de haber verildiği gibi “...Nefis elbette kötülüğü ister.” (Yusuf, 12/53) 

Ancak nefsini temizleyenler, "Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı” (Maide, 5/119) müjdesine mazhar olup, “raziye ve marziye” makamına çıkanlar, başta namaz olmak üzere bütün ibadetlerini şevkle yerine getirirler. Bu makama ulaşanların namazdan hoşlanmamaları düşünülemez. Aksine onlar, farzlarla yetinmeyip Allah Resulüne (asm.) ittiba ederek birçok nafile namazları da yine şevkle kılarlar. Allah’ın huzuruna çıkmanın zevkini daha çok yaşamak isterler.

Yine de imtihanın ömrün sonuna kadar devam etmesinin temini hikmetiyle, nefs-i emmaresini terbiye edenlerde mecazi nefs-i emmare dediğimiz bir damar hükmetmeye başlar ki, şevksizlik bu canipten de gelebilir. Üstadımız bu hakikate şöyle ışık tutmaktadır: 

"Bir zaman, evliya-yı azîmeden, nefs-i emmâresinden kurtulanlardan birkaç zâttan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmâreden şekvâlarını gördüm. Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmârenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve âsab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmârenin son tahassungâhı bulunan ve nefs-i emmâreyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren bir mânevî nefs-i emmâreyi gördüm. Ve anladım ki, o mübarek zâtlar, hakikî nefs-i emmâreden değil, belki mecazî bir nefs-i emmâreden şekvâ etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbanî dahi bu mecazî nefs-i emmâreden haber veriyor."(1)

(1) bk. Kastamonu Lahikası, 148. Mektup.



20. "Namazı şevkle kılmak" ifadesini nasıl anlamalıyız? Namazını şevkle kılmayanların sorumluluğu var mıdır?

Üstad'ımızın da ifade ettiği gibi;

 “...Böyle kebair-i azîme içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır.”(1)

Bu fitne, sefahat, menfaat ve enaniyet asrının çok kirli manevi havasında, geçmiş asırlardaki zatların namazdaki huzurlarını yakalamak oldukça zordur.

İnsan, bu farz ibadeti ifa etmek için huzura durup, namazın şartlarını yerine getirdiği takdirde, hem ibadeti makbuldür, hem de sorumluluktan kurtulmuş olur. Ancak, namazdan alacağı feyzin ve sevabın derecesi "şevk" unsuruyla yakından ilgilidir.

Namazı şevkle kılamamak başkadır, onu bir külfet addederek isteksizce kılmak daha başkadır. Ebedî saadet definesinin anahtarı hükmünde olan namazı, şevkle yerine getirmeğe ve huşu ile eda etmeye çalışmak lazımdır.

Üstad'ın şu ifadeleri namazın şevk ile kılınmasını teşvik eden harika bir derstir:

“Arkadaş! Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nisbet ve ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezbetmek namazın şe'nindendir. …"

"Namaz, Hâlık-ı Zülcelal tarafından her yirmi dört saat zarfında tayin edilen vakitlerde manevî huzuruna yapılan bir davettir. Bu davetin şe'nindendir ki, her kalb kemal-i şevk ve iştiyakla icabet etsin. Ve mi'racvari olan o yüksek münacata mazhar olsun.”(2)

“Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut ve gına ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya ve herhalde mahkemen olan Mahşer'de sened ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat Köprüsü'nde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır?”(3)

Dipnotlar:

(1) bk. Kastamonu Lahikası, 103. Mektup.
(2) bk. İşarâtü’l-İ’caz, Bakara Suresi 3. Ayetin Tefsiri.
(3) bk. 
Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam.



21. Üstadımız 24 saati müteaddit yerlerde 24 altına benzetiyor, niçin?

Meyvenin Dördüncü Meselesinde şu ifade geçer:

"Ömür sermayesi pek azdır, lüzumlu işler pek çoktur."

İnsanın en büyük sermayesi ömrüdür. Dünya altınları da bu sermaye ile kazanılır, cennetteki köşkler ve saraylar da.

İnsan bu kısa ömrüyle ebedî bir saadeti kazanmak veya kaybetmek için dünya denen bu imtihan salonuna gönderilmiştir.

Nitekim bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur:

“İki nimet var ki zarara uğratılmaktadır: Sıhhat ve boş zaman.” (Buhârî, Rikak 1)

“Dünya ahiretin tarlasıdır.” Bu tarlaya “zaman” ekilmekte, karşılığında “ebediyet” elde edilmektedir. Ekilen tohumların hayır veya şer olmasına göre, ebediyet de “cennet veya cehennem” olarak ortaya çıkacaktır.

Altıncı Söz'de geçen şu ifadeler de bu hakikati ifade etmektedir:

“O vakit ömür dakikaları, âdeta tohumlar, çekirdekler hükmünde zâhiren fenâ bulur, çürür; Fakat âlem-i bekada saadet çiçekleri açarlar ve sümbüllenirler.”



22. Dördüncü Söz'de hikayedeki o iki hizmetkar has ve güzel çiftliğe gönderiliyor ve dersin sonunda, "O has çiftlik ise cennettir." deniyor. Neden cehennemden bahsedilmiyor?

Dördüncü Söz namaz bahsidir; namaz ise Müslümanları ilgilendiren bir konudur. Temsildeki iki yolcu da Müslümandır, fakat birisi namazını terk edenleri, diğeri ise namazını kılanları temsil ediyor.

İslam inancına göre Müslüman birisi günahkâr ölse de cezasını çektikten sonra cennete gider, yani nihaî varacağı yer cennettir. İşte bu manadan dolayı cehennem ifadesi zikredilmiyor.

Diğer bir mana ise, namazsız adam diğer arkadaşının nasihatini dinleyip ikna olduğu için, tövbe edip namaza başlıyor, dolayısı ile her iki yolcu da aynı neticeye ulaşmış oluyor...



23. Bazı kimselerin bin senelik yolu bir günde, bazılarının da elli bin senelik yolu bir günde kat etmelerini nasıl anlamalıyız? Bu meseleye delalet eden iki ayet hangileridir?

Dördüncü Söz’de, “Kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğu”nun, amele ve takva kuvvetine göre farklı derecelerle kat edileceği haber verilmektedir.

Kabir hayatı çok çeşitlilik arz ediyor. Bazıları mahşer günü geldiğinde kendilerini sanki kabre biraz önce konmuş sanacaklar. Şehitler kendilerini ölmüş bilmeyecekler. İlim tahsil ederken vefat edenler orada ilimlerini ikmal edecekler. Haram dairesinde yaşayanlara kötü amelleri yılanlar, akrepler şeklinde karşılarına çıkacak ve onlara azap verecekler.

Kabir hayatı gibi, mahşerin dehşetini yaşama, “vakfe” denilen bekleme süresi, “mizan” ve “sırattan geçmenin şekli ve süresi” de herkes için farklı olacak.

"Bin senelik yolun bir günde kat edilmesi"“sürati” ifade etmek içindir. Söz konusu yolun, normale göre yaklaşık “üç yüz altmış bin kat” daha kısa bir sürede gidileceğini ifade eder. Bu söz, temsili hikâyedeki şu ifadenin karşılığıdır:

“Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyare bulunur. Sermayeye göre binilir.”(1)

Diğer rakam da bu manada değerlendirecektir.

İki ayet ise:

“Gökten yere kadar (bütün) işleri o tedvir eder. Sonra da o (iş) sizin saymakta olduklarınıza göre (size göre) bin yıl miktarında olan bir günde ona yükselir." (Secde, 32/5)

“Melekler ve Ruh (Cebrail), miktarı elli bin sene tutan o makamlara bir günde yükselirler.” (Meâric, 70/4)

Bu iki ayette geçen “bin senelik” ve “elli bin senelik” mesafe hakkında müfessirler birçok görüşler beyan etmişlerdir. Üstadımızın beyan ettiği görüş aynı zamanda İbn-i Abbas’ın da görüşüdür.

Üstadımıza göre: Bu mesafenin uzaklığı aynı olmakla birlikte, bu mesafeyi kimileri bin yılda, kimileri de elli bin yılda kat etmektedirler. Kimileri ise şimşek ve hayal gibi bir anda kat ederler. Herkes ameline göre bir hıza sahip olur.

Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte:

“O, miktarı elli bin sene olan bir günde olacaktır.” buyrulması üzerine:

“Ey Allah'ın Resulü! Bu ne kadar uzundur?” dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.):

“Nefsimi elinde bulundurana yemin ederim ki, o mümin için hafifleştirilecektir. Hatta dünyada kıldığı bir farz namaz kadar hafif olacaktır.” bu­yurdu.(2)

Yine ayette geçen “elli bin sene" tabiri hakkında İbn Abbas Hazretleri der ki: 

“Bu kıyamet günüdür. Cenab-ı Hak kâfirler üzerin­de onu elli bin sene kadar kılar, sonra onlar istikrar için cehenneme gönderilirler.”

İmam Kurtubi: “İbn Abbas'tan gelen bu yo­rum, bu ayetin yorumları arasında en güzel olanıdır.” der.

İbnu-l Müseyyeb der ki: “Bu ayet kıyamet gününe işa­ret etmektedir. Yani yüce Allah bu günü kâfirler için öyle bir zorlaştırmış ola­caktır ki, onlara elli bin yıl gibi gelecektir.”

Kıyamet kopup kabirlerden çıkıldığında, insanlar mahşer meydanına doğru yol alacaklardır. Mahşer meydanı çok uzun bir mesafededir. İşte bu mesafeyi kimileri sürünerek kat edecek, kimileri düşe kalka gidecek, kimileri koşacak, kimileri de rüzgâr gibi, şimşek gibi ve hayal gibi geçecek ve bir anda yolu tamamlayacaktır. Herkes ameline göre bir hıza sahip olacaktır.

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Dördüncü Söz.
(2) bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/75.



24. "Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarf etmeyen, ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder!" İzah eder misiniz?

"Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarf etmeyen, ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder!" (Sözler, Dördüncü Söz)

Dünya hayatı göz açıp kapama kadar kısa ve fâni bir hayattır. Böyle çabuk sönüp giden hayatı kazanmak için bütün gücünü kullanıp ömür sermayesini bu fâni hayata sarf eden ve sonsuz hayatı kazanmak için kılını bile kıpırdatmayan adama akıllı demek mümkün olabilir mi?

Bir insanın, kısacık dünya hayatı karşılığında sonsuz hayatı terk ve heba etmesi, nefsine de zulümdür. Çünkü bu tercihinden dolayı nefsi ahirette büyük bir azaba maruz kalıp, ceremesini çekecektir.



25. Dördüncü Söz'de geçen, "Yüzde doksan dokuz ihtimal ile musaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek..." derken, neden yüzde yüz dememiş?

“... ubudiyet yolu, zararsız olmakla beraber, ondan dokuz ihtimalle bir saadet-i ebediye hazinesi vardır.”(1)

cümlesi, müminin “havf ve reca” yani “korku ve ümit” arasında yaşamasıyla ilgilidir.

İslâm dini kişinin korku ve ümit arasında yaşamasını emreder. İnsan ne kadar ibadet ederse etsin, akıbetinden emin olmamalı, kendini mutlaka cennetlik olarak görmemelidir.

Yine bir mümin, ne kadar günah işlerse işlesin, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeli ve “Ben artık kesinlikle cennet yüzü göremem.” dememelidir.

Mümin, ne Allah’tan ümidini kesip yeise düşer, ne de ameline güvenip ucba girer. Böylece, korku ve ümit arasında yaşar.

(1) bk. Sözler, Üçüncü Söz.



26. "Namazda ruhun, kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır." ifadesinde geçen üç manevî duygunun rahat ve huzurunu nasıl anlamalıyız?

Akıl, manalı ve hakikatli şeylerden zevk ve lezzet alır. Namaz kılanın aklı, kendisine kainat büyüklüğünde nimetleri veren Allah'ın razı olduğu vazifeleri yerine getirmekten dolayı, rahatlar ve lezzetlenir. 

Kalb ise, insanı menfi etkileyen her şeyden teessür duyan ve güzel olan her şeyden de lezzet alan bir özelliğe sahiptir. İşte böyle bir kalb, her şeye Kadir olan Rahim ve Kerim bir Allah'ın kapısını namaz ile çalmaktan sonsuz zevk ve lezzet alır. 

Ruh ise, fani dünyadan süratli bir şekilde vaveylalarla ayrılıp giden çoğu mevcudatla fıtraten alakadardır. İşte böyle bir ruh, her şeye bedel olan ve bizden ayrılan her şeyi ebedi verebilecek bir zatın huzuruna girmekten ve derdini rahatlıkla anlatabilmekten fevkalade zevk ve lezzet alır. 

Üstadımız Üçüncü Söz’de şöyle ifade etmektedir:

“İbadetin çendan zahiri bir ağırlığı var. Fakat manasında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, tarif edilmez. Çünkü âbid namazında der: 'Eşhedü en lâ ilâhe illâllah.' Yani: 'Hâlık ve Rezzak O’ndan başka yoktur. Zarar ve menfaat O’nun elindedir. O hem Hakim’dir, abes iş yapmaz; hem Rahîm’dir, ihsanı, merhameti çoktur.' diye itikad ettiğinden, her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur, dua ile çalar."

"Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür. Rabbisine iltica eder, tevekkül ile istinad edip her musibete karşı tahassun eder. İmanı ona bir emniyet-i tâmme verir.”

Namazın ruha, kalbe ve akla verdiği rahatlığın anlaşılması için Yirmi Dördüncü Mektub'un şu bölümünü de buraya almak uygun olacaktır:

“Duanın en güzel, en latif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: Dua eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. O’nun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir kerim zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir zatın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn der.”

Kalbin ancak Allah’ı anmakla tatmin olduğunu haber veren âyet-i kerîmenin manası en ileri derecesiyle namazda kendini gösterir.

“Neciyim, nereden gelip nereye gidiyorum?” sorularının cevabını arayan insan aklı, namaz ile Allah’a kul ve ebede yolcu olduğunu hatırlar. Bütün ihtiyaçlarını Allah’tan diler, bütün belaların şerrinden O’na sığınır. Bu ise ruh için en büyük bir rahat ve huzur vesilesidir.

Cemaatle kılınan namazda da bu akli, kalbi ve ruhi rahatlığın büyük bir tezahürü vardır. Kabe’yi hayalen nazara alıp cemaatle namaz kılan birisi Asr-ı saadet'ten kıyamete kadar gelen ve gelecek olan bütün Müslümanların azim cemaatini tasavvur edip;

“Benim bu kadar şefaatçilerim var; benim namazda söylediğim her bir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar.”(1) der.

“Bu kadar azîm bir cemaatin yolu, davası yanlış olamaz ve duası reddedilmez; şeytanî vesveseleri tard eder.”(2)

düşünceleriyle imanında yalnız olmadığını derk edip kendinde müthiş bir kuvve-i manevi bulur.

Dipnotlar:

(1) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Birinci Risale.
(2) bk. Şualar, On Beşinci Şua, Fatiha-i Şerife'nin Bir Muhtasar Hülasası.



27. "Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. " deniyor. Namaz kılmayan insanların yaptıkları ibadetler, ahirette onlara sevap getirir mi?

Dördüncü Söz'de, namazını kılanlarla kılmayanların durumları mukayese edilerek, bir saatlik ibadetle günün yirmi dört saatini ibadet haline getirmenin yolu gösteriliyor. Ayrıca namazın insan için hem dünya hem de ahiret saadetinde ne kadar lüzumlu ve gerekli bir ibadet olduğuna işaret ediliyor.

Namaz kılanın bütün mubah ve meşru işlerinin ibadet hükmüne geçeceği ifade ediliyor. Sabah namazı ile öğle namazını kılan birisinin bu iki vakit arasında yaptığı bütün meşru fiillerin ve işlerin hepsi ibadet hükmüne geçer.

Kur’an-ı Kerim’de, zerre miskal hayrın da zerre miskal şerrin de mizana gireceği haber verildiğine göre, namaz kılmayan kişinin yapmış olduğu hayır ve hasenat elbette sevap hanesine yazılacaktır. "Namaz kılmayan birisinin hac ve zekâtı kabul olmaz" denilemez; ancak meşru ve mubah dünyevî işlerimizi ibadete çevirmenin tek yolu başta iman etmek ve namaz kılmaktır.

"Hâlbuki namazda ruhun, kalbin, aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mubah, dünyevî amelleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü âhirete mal edebilir; fani ömrünü bir cihette ibkà eder."(1)

(1) bk. Sözler, Dördüncü Söz.



28. "Hem namaz kılanın diğer mübah, dünyevî amelleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır." Bu cümledeki manayı ders veren bir ayet, hadis veya müçtehidlere ait bir söz var mıdır?

Riyâzü’s-Sâlihîn’in "Namaz Bölümü"nden bazı hadisler:

“Gündüzün iki yanında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl. Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir.” (Hûd,11/114) anlamındaki âyet nâzil oldu. Adam: "Bu sadece bana mı mahsus yâ Resûlallah?" dedi.? Resûl-i Ekrem: “Ümmetimin tamamı içindir.” buyurdular.

“Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe, beş vakit namaz ile iki cuma (namazı), aralarında işlenen küçük günahlara kefârettir.” (Müslim, Tahâret 14)

"Bir Müslüman, farz namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır, huşû içinde ve rükûunu da tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah işlemedikçe, bu namaz önceki günahlarına kefâret olur. Bu her zaman böyledir." (Müslim, Tahâret,7)

"Kim sabah akşam camiye gider gelirse, her gidip gelişinde Allah Taâlâ o kimseye cennetteki ikramını hazırlar." (Buhârî, Ezân 37; Müslim, Mesâcid 285)

"Bir kimse evinde güzelce temizlenir, sonra Allah'ın farzlarından bir farzı yerine getirmek için Allah'ın evlerinden birine giderse, attığı adımlardan her biri bir günahı silip yok eder; diğer adımı da onu bir derece yükseltir." (Müslim, Mesâcid 282)

"Yatsı namazını cemaatle kılan kimse, gece yarısına kadar namaz kılmış gibidir. Sabah namazını cemaatle kılan kimse ise, bütün gece namaz kılmış gibidir." (Müslim, Mesâcid 260)

Üstat Hazretlerinin, "Hem namaz kılanın diğer mübah, dünyevî amelleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır."(1) hükmünü, bu gibi ayet ve hadislerin hem umumî manasından hem de işarî manalarından çıkardığı muhakkaktır.

Bu konuda Üstadımızdan birkaç hatıra:

1. Üstadımız Bedîüzzaman Hazretleri ile birlikte, bir gün Eskişehir’deki Yıldız Otelinde bulunuyorduk. Şeker Fabrikasından yanına gelen birkaç işçi ve ustabaşına kısaca dedi: “Siz, farz namazlarınızı kılsanız o zaman fabrikadaki bütün çalışmalarınız ibadet hükmüne geçer. Çünkü milletin zarurî ihtiyacını temin eden mübarek bir hizmette bulunuyorsunuz.”

2. Yine bir gün, Eğirdir yolu altında oturmuş Rehber’i okuyorduk. Tren yolunda çalışan birisi geldi. Ve Üstad, ona da aynı şekilde: "Feraizi eda edip kebairden çekilmek şartıyla bütün çalışmalarının ibadet olduğunu, çünkü on saatlik bir yolu bir saatte kestirmeye vesile olan tren yolunda çalıştığından mü’minlere, insanlara olan bu hizmetin boşa gitmeyeceğini, ebedî hayatında sevincine medar olacağını" ifade etmiştir.

3. Hem Barla hem Isparta hem Emirdağ’da çobanlara derdi: “Bu hayvanlara bakmak, büyük bir ibadettir. Hattâ bazı peygamberler de çobanlık yapmışlar. Yalnız siz farz namazınızı kılınız, tâ hizmetiniz Allah için olsun.”

4. Yine bir gün, Eğirdir’de elektrik santralının inşasında çalışan amele ve ustaya: “Bu elektriğin umum millete büyük menfaati var. O umumî menfaatten hissedar olabilmeniz için farzınızı kılınız. O zaman bütün sa’yiniz, uhrevî bir ticaret ve ibadet hükmüne geçer.” demiştir.(2)

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Dördüncü Söz.
(2) bk. Tarihçe-i Hayat, Emirdağ Hayatı (Haşiye).



29. "Namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü ahirete mal edebilir; fani ömrünü bir cihette ibka eder." İzah eder misiniz?

Ömür dakikaları kılınan namazlar ve yapılan diğer ibadetler sayesinde -güzel bir niyet ile- ibadet hükmünü alır. Bu sayede kişi ömür sermayesinin tamamını ahirete mal edebilir. Demek namaz bir ruhtur, güzel bir niyet ile eda edildiği zaman, kişinin diğer bütün mübah amelleri hayat bulur ve ibadet hükmüne geçer.

Cümlede geçen, “Güzel bir niyetle” ifadesi çok mühimdir. Zira yapılan mübah işlerin ibadete dönüşmesi, namaz ile birlikte güzel bir niyet şartına bağlanmıştır.

Bu meseleye şu misalle de bakabiliriz:

Bir kimse askere kaydolduğunda artık o bir askerdir. Askerliği sadece üniformasını giydiği zamanlara mahsus olmayıp  bütün zamanlar için geçerlidir. O, sivil kıyafetler içinde de askerdir, tatil günlerinde de askerdir, uykusunda da askerdir, izinde de askerdir... Maaşı da sadece askerî üniformayı giydiği saatler hesaplanarak verilmez, bir ayın tamamında asker kabul edilerek verilir. Onun bütün istirahat zamanları da askerlikten sayılmaktadır.

İşte namaz da böyle askerî bir üniforma gibidir. Bu üniformayı giyen Allah’ın askeri olur ve o askerlik unvanı altında mübah işleri dahi askerlikten kabul edilir.

Sünnet niyeti ile yapılan her mübah iş, ibadet sayılır. Bunun için farz olan beş vakit namaz şart değildir. Lakin mübah işlerimizin ibadete dönüştürülmesinde farz olan beş vakit namaz elzemdir. Çünkü beş vakit namaz burada maya vazifesini görmektedir..

Nasıl ki, maya olmadan süt yoğurda dönüşmüyorsa, mübah olan dünyevi işlerimiz de beş vakit namaz kılmadan ibadet sayılmaz.

Yemeği sağ elle yemek sünnettir. Kişi yeme, içme ve uyuma gibi günlük yaptığı fiillerini sünnet niyetiyle yaparsa ibadet olur. Sünnet niyeti olmazsa, olmaz.

Meselâ, yemek yemek mübah bir iştir, sünnete uyularak yenilirse sevap alınır.

Yine uyumak mübah ve her gün yapılan bir iştir. Kişi sünnet üzere uyursa, niyeti de sabah namazına kalkmak olursa, uyuduğu her saat ibadet olur. Sağ elle sünnet niyetiyle yemek yemesi de ibadet olur. 

Bu hükümlerin kaynağı fıkıhtaki şu kaidedir: 

"Vesilenin hükmü, maksada göre şekillenir. Eğer maksat ibadet ise vesile de ibadettir, maksat mübah ise vesile de mübahtır ve maksat haram ise vesile de haramdır."

Demek ki kişi, mübah işlerini Allah’ın rızası olan bir amele vesile yaptığında -ki ana metinde "güzel bir niyet ile" denilmektedir- namaz kılması şartı ile o mübah vesile, ibadet kabul edilmektedir. 



30. "Namaz kılanın fani ömrü, bir cihetle, bakileşiyor." Diğer insanların da ömürleri baki değil midir?

Ömür sermayesinden namaza ayrılan kısım baki âlem içindir. Cennet de cehennem de baki olmakla birlikte, buradaki maksat, namazın ebedî cenneti kazanmaya vesile olduğunu beyandır.

Cehennem hayatı azaptan ibaret olduğundan, ömür bakileşmiş ve bereketlenmiş denmez, aksine ömrü zarara uğratmış denilir. Ama namazla geçen dakikalar hem meşru olan dünya hayatını nuranileştirmiş ve ibadete dönüştürmüş hem de ebedi hayatı berekenlendirmiş olur.  



31. Namazın önemini ve kıymetini ifade eden bazı hadis-i şerifleri nakleder misiniz?

Cabir İbn-i Abdullah’dan (r.a.) rivayet edilmiştir. Resulullah (sav.) şöyle buyurdu:

“Cennetin anahtarı namaz, namazın anahtarı da abdesttir.”(1)

Ukbe İbnu Âmir (r.a.) anlatıyor: Resulullah (s.a.v.)'in şöyle söylediğini işittim:

"Rabbin, koyun güden bir çobanın, bir dağın zirvesine çıkıp namaz için ezan okuyup sonra da namaz kılmasından hoşlanır ve Allah Teâlâ Hazretleri şöyle der:

'Benim şu kuluma bakın! Ezan okuyor, namaz kılıyor, yani benden korkuyor. Kasem olsun, kulumu affettim ve onu cennetime dâhil ettim.' ”(2)

Rebî'a İbnu Ka'b el-Eslemî anlatıyor:

Ben Resulullah (s.a.v.) ile beraber gecelemiştim. Kendisine abdest suyunu ve başkaca ihtiyaçlarını getirdim. Bana:

"Dile benden (ne dilersen)!" buyurdu. Ben:

"Senden, cennette seninle beraberlik diliyorum!" dedim. Bana:

"Veya bundan başka bir şey?" dedi. Ben:

"Hayır, sadece bunu istiyorum!" dedim.

"Öyleyse kendin için çok secde ederek bana yardımcı ol!" buyurdu.(3)

Cündeb İbn-i Abdullah (r.a.) rivayet etmiştir. Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Kim sabah namazını kılarsa, o Allah’ın güvencesindedir. …”(4)

Dipnotlar:

(1) bk. Müsned-i Ahmed, III, 340.
(2) bk. Ebû Dâvud, Salât: 272, (1203); Nesâî, Ezân: 26, (2, 20).
(3) bk. Müslim, Salât: 226.
(4) bk. Müslim, Mesacid 261, Tirmizi, Salat 51, Fiten 6, İbn Mace, Fiten 6.



32. Üstadımız, okula giden bir talebenin, sabah namazı ile öğle namazı arasının ibadet olacağını söylemiş midir?

"Aynen onun gibi, sen şu bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün sa'yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarf etsen, o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan iki maden-i mânevî bulursun. …”(1)

Üstad'ın yukarıdaki ifadeleri çok açık bir şekilde, namaz kılanın bütün mubah ve meşru işlerinin ibadet hükmüne geçeceğini ifade ediyor. Yani sabah ile öğle namazını kılan birisinin bu iki vakit arasında yaptığı bütün meşru fiiller, (talebenin ders çalışması da bir memurun mesaisi de) hepsi ibadet hükmüne geçer.

(1) bk. Sözler, Yirmi Birinci Söz.