Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Namazın Beş Vakte Tahsisi Sorular ve Cevaplar

Oluşturulma tarihi: 21.02.2025 21:39    Güncellendi: 21.02.2025 21:39

Namazın Beş Vakte Tahsisi Kategorisindeki Tüm İçerikler

1. Rum suresi, 17 ve 18. ayetlerde, namaz hakkında dört vakitten bahsedilmiş, neden beş vakit namaz kılıyoruz?

İbadetlerin ve farzların şekil ve adedini, mantık yürüterek değiştirmek mümkün değildir. Zira ya ayette açıktan bahsedilmiş ya da sahih hadis kaynaklarında bu konuda açık naslar mevcut olduğundan, onunla alakalı bizim fikir yürütmemiz uygun olmaz. Sadece hikmetini ve nasılını düşünmeye imkân tanınır. 

Rum suresinde şöyle buyrulur:

"Haydi siz akşama girerken, sabaha çıkarken Allah’ı takdis ve tenzih edin, namaz kılın. Göklerde ve yerde hamd, güzel övgü ona mahsustur. Yatsı(1) vaktinde de öğleye girerken de onu takdis ve tenzih edin, namaz kılın!" (Rum, 30/17-18)

Bu ayette dört vakit ifade edilmiştir.

Ama âlimlerimiz bazı ayetlerden ikindi namazının da delillerini şöyle belirtirler:

حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِتٖينَ "Namazlara ve orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun." (Bakara, 2/238)

Orta namazın beş vakit namazdan hangisi olduğuna dair kesin bir delil yoksa da ashab ve tabiîn çoğunluğu bu namazın ikindi namazı olduğu görüşündedirler.(2)

Zira namazlar anlamındaki "salavat" çoğuldur ve en az üç olmalıdır. Bunların ortasındaki anlamındaki "salatü'l-vusta" ifadesi ise, "ve" bağlacıyla bağlandığından bunlardan farklı olmalıdır. Dolayısıyla namazlar, üç adet olsa orta namaz olmayacağından bu namazların en az dört olması gerekir. Dolayısıyla Rum suresinde geçen (17. ve 18. ayetler) namazlar sabah, öğle, akşam ve yatsı namazları olarak kabul edildiğinde, onların ortası olan ikindi namazı "orta ve vusta" namaz olarak ortaya çıkar.

"Gündüzün iki ucunda ve gecenin bir kısmında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir." (Hud, 11/114)

Gündüzün iki ucu; akşam ve sabah namazıdır, gecenin bir kısmında da yatsı namazı vardır. Üç vakit de bu ayette geçmektedir. Bu ayetin tefsirinde “gündüzün taraflarından ikisinde” ifadesinin öğle ve ikindi namazlarını, “gecenin gündüze yakın saatlerinde” ifadesinin de akşam, yatsı ve sabah namazlarını gösterdiği kaydedilir. 

Elmalılı Hamdi Efendi, bu ayetin tefsirinde “gündüze yakın saatleri” ifade eden “zülefen” kelimesinin “zülfe”nin çoğulu olduğuna, Arap lisanında da cem’in ekallinin (çoğulun en azının) üç olduğuna dikkat çeker. Böylece namazın beş vakit olduğunun açıkça ifade edilmiş olduğunu kaydeder.(3)

“... Muhakkak ki, namaz, müminler üzerine vakitleri belirli bir farz olarak yazılıdır.” (Nisa, 4/103)

Ayette, namazın “vakitleri belirli bir farz” olduğu haber veriliyor. Bu belirli vakitler Peygamberimizin (a.s.m) herkesçe bilinen uygulaması olduğu ve Ehl-i sünnet cemaatinin bin dört yüz senedir kıldığı şekildedir. Namazı azaltmaya yönelik ve tamamen nefse dayanan tahminlere gerek yoktur.

"Güneş'in batıya yönelmesinden gece karanlığına kadar namazı kıl. Tanyeri ağarırken de sabah namazını kıl. Zira bu namaz görülmeye değerdir." (İsra, 17/78)

Güneş'in batıya yönelmesinden, gece olana kadar kılınan namaz; ikindi namazıdır. Sabah namazı tekrar edilmiştir.

"Ey Muhammed! Onların dediklerine sabret. Güneş'in doğmasından önce ve batmasından sonra Rabbini tesbih et (namaz kıl), geceleyin ve gündüzün yanlarında da tesbih et (namaz kıl)..." (Taha, 20/130)

Güneş'in doğmasından önce sabah namazı, batmasından sonra akşam namazı, geceleyin yatsı namazı, gündüzün yanlarında  öğle ve ikindi namazı kılınacak. Bu ayetle beş vakit namaz sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları sabit oluyor.

Beş vakit namaz; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları, muhtelif ayetlerde zikredilmektedir. Bazen ikisi, bazen üçü, bazen dördü değişik bir ifade ile anlatılmaktadırlar.

Kur’ân-ı Kerîm'in birinci tefsiri hadis-i şeriflerdir:

 “Resul-i Ekrem Efendimiz (asm.) şöyle buyurur: Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın.”(4)

“Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alın.”(5)

Evet, namazla ilgili ayetler Resulullah Efendimizin (asm) sözleri ve uygulamaları ile açıklanmış, onun (asm) açıkladığı ve uyguladığı şekilde bütün Müslümanlar tarafından amelî tatbikat olarak günümüze kadar devam ettirilmiştir. Asr-ı Saadet'ten beri her asırda Müslümanlar beş vakit namaz kılmış, hiç kimse bunun aksini söylememiştir. Bu itibarla "Kur'an'da beş vakit namazın bulunmadığı" iddiasının ilmî hiçbir kıymeti yoktur.

Dipnotlar:

1) Bazı kaynaklarda yatsı yerine ikindi diye mana verenler de vardır.
2) bk. Bakara suresi 238. ayette belirtilen orta namaz hangisidir?
3) bk. Hak Dini, Kur'an Dili, İlgili Ayetin Tefsiri, 4/2830.
4) bk. Buhârî, Ezân, 18, Edeb, 27, Ahâd, 1.
5) bk. Ahmed b. Hanbel, III, 318, 366.



2. Namazla ilgili ayetlerde, ikindi namazının mukabili görünmüyor; Güneş dört veya altı merhalde doğup battığı hâlde, neden beş vakit namaza emredilmişiz; Risalelerde bu konuda bilgi var mı?

İbadetlerin şeklini ve zamanını belirten ve emreden Allah’tır. İbadetlerde esas olan emirdir, hikmet yani fayda değildir. Biz, “Şu buna mukabil geliyor, o buna denk geliyor.”, şeklinde namazların adedini tayin edemeyiz. Allah Kur’ân’da ve Peygamberimiz (asm) vasıtasıyla sünnette ne emretmiş ise namazın kemiyeti odur; bunun dışında hiçbir sebep ya da gerekçe namazın adedini değiştiremez. Ancak, isteyen kişi bu beş vakte ilave olarak teheccüd namazı da kılabilir. Zira, bu namaz Peygamber Efendimize (a.s.m) vaciptir, ümmeti için ise sünnettir. 

Rum suresinin 17. ve 18. ayetlerinde dört namaz vaktinin geçtiği bilinmektedir:  

فَسُبْحَانَ اللّٰهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ - وَلَهُ الْحَمْدُ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ 

"Haydi siz akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin. Göklerde ve yerde hamd ve övgü ona mahsustur. Günün sonuna da ve öğle vaktine erişince de Allah’ı tesbih edip namaz kılın." (Rum, 30/17-18)

Burada geçen "aşiyyen" ifadesinden bazı âlim ve müfessirler ikindi namazını anlamışlar ise de daha çok kelimenin gerek lügat ve gerekse anlam yönünden günün sonunda anlamıyla yatsı namazı kastedildiğini anlamışlardır. 

İkindi namazı ile ilgili asıl olan Efendimiz (a.s.m)'ın bildirdiği ve gösterdiği gibi namaz kılmaktır. Ama âlimlerimiz bazı ayetlerden ikindi namazının da delillerini şöyle belirtirler: 

حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِتٖينَ "Namazlara ve orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun." (Bakara, 2/238)

Orta namazın beş vakit namazdan hangisi olduğuna dair kesin bir delil yoksa da ashab ve tabiîn çoğunluğu bu namazın ikindi namazı olduğu görüşündedirler.

Zira namazlar anlamındaki "salavat" çoğuldur ve en az üç olmalıdır. Bunların ortasındaki anlamındaki "salatü'l vusta" ifadesi ise, "ve" bağlacıyla bağlandığından bunlardan farklı olmalıdır. Dolayısıyla namazlar, üç adet olsa orta namaz olmayacağından bu namazların en az dört olması gerekir. Dolayısıyla Rum suresinde geçen (17. ve 18. ayetler) namazlar sabah, öğle, akşam ve yatsı namazları olarak kabul edildiğinde, onların ortası olan ikindi namazı "orta ve vusta" namaz olarak ortaya çıkar.

İlave bilgi için tıklayını:

Bakara suresi 238. ayette belirtilen orta namaz hangisidir?



3. Bir arkadaşım Kur'an-ı Kerim'de namazın geçmediğini savunuyor. Salat geçtiğini, bunun da dua olduğunu söylüyor. Bu konuda bilgi verir misiniz?

Kur’ân âyetlerini rastgele ve ilmî kaidelere riâyet etmeden yorumlamak, kişiyi büyük bir tehlikeye atar. Bu gibi tâbirlerin manasını en iyi bilen ve tefsir eden Habib-i Kibriya Efendimiz (a.s.m.) ve onun varisleri olan âlimlerdir. Yoksa herkes "Ben bu tâbirden şunu anlıyorum..." derse, ortada din diye bir şey kalmaz.

Namaz; “Kur’ân, sünnet ve icma ile sabit olan” farz bir emirdir. Bu farz emri inkâr edip kabul etmemek küfürdür.

Namazla ilgili âyet-i kerîmelerden örnek olarak ikisini arz edelim:

“Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah'ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz mü’minler üzerine vakitleri belli bir farzdır.” (Nisa, 4/103)

“Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.” (Bakara, 2/43)

Hadis Açısından Namaz

"İslam ile şirk ve küfür arasında namazı terk etmek vardır."(1)

Peygamber Efendimiz (asm.) buyurdu ki:

"Cenâb-ı hak kulları üzerine tevhidden sonra namazdan daha sevgili hiçbir şeyi farz kılmadı. Eğer namazdan başka Allah'a daha sevgili bir şey olsaydı, melekler kendisine onunla ibadet ederlerdi. Onların kimi rükûda kimi secdede, kimi de kıyamdadır."(2)

Semada namaz kılan melekler "Rahmân’ın hizmetkârı" diye isimlendirilirler. Ve bununla diğer meleklere karşı övünürler.

Peygamber Efendimiz (a.s.m) buyurdu ki:

"Beş vakit namazı Allah (c.c.) kullarına farz kıldı. Kim onları vaktinde eda ederse kıyamet gününde kendisi için nur ve (burhan) olur. Kim onları terk ederse Firavun ve Hâmân ile haşr olunur."(3)

Buna benzer daha çok hadis-i şeriflerde namazın mahiyeti bildiriliyor.

Salât, kelime olarak Arapçada “duâ etmek, övmek, tâzim etmek” gibi anlamlara gelmektedir. Zaten namaz hareketlerinin tamamında bu mânalar bütünü ile mevcuttur. Ama ıstılah olarak “namaz” belli şartları ve vakitleri olan özel bir ibadet şeklidir. Bu şekli tespit ve tayin eden ise yine Kur’ân ve sünnettir.

Salât kelimesi Allah’a isnad edilirse mağfiret manasına, meleklere isnad edilirse duâ manasına, insanlara nisbet edilirse namaz mânasına gelir.

Dipnotlar:

(1) bk. Müslim, Îmân 134; Ebû Dâvûd, Sünnet 15.
(2) bk. Kenzü'l-Ummal, 10/367; İbn-i Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 1/38.
(3) bk. Müsned, 2/169.



4. Üstad, namazın beş vakte hikmet-i tahsisini neden anlatıyor? Esas olan farz emir olması değil mi?

İbadetlerin asıl sebebi yani illeti, Allah'ın emridir. Fakat Allah'ın her bir emir ve yasağının dayandığı çok hikmet ve maslahatlar vardır. Buna da makul ul mana denir. Yani bir ilahi emrin veya yasağın insanlara yazılmasında bu hikmetlerin nazara alındığı da her hükümde okunabilmektedir. Bu asrın insanının menfaatçi olması hasebiyle illetten ziyade hikmete ehemmiyet verdiğinden dolayı, Risalelerde özellikle ibadetlerin hkmet tarafının daha çok ele alındığını görüyoruz. Tabi ki bunu yaparken, emrin kaynağının kuvveti olan Allah'ın mehaz ve kaynak olması meselesinin ihmal edilmediğini görüyoruz. Önce hikmetlerin sayılması, illetin ne kadar isabetli ve insana faydalı olduğu akıllara yerleştirilmesinde büyük bir vesile olmuştur.  

Dokuzuncu Söz'de hikmetlerin anlatılması da hikmet üzerinde düşünmek, tefekkür etmek içindir. Böylece Allah, Hakim isminin bir gereği ve tecellisi olarak her şeyi hikmetli yaratmış ki insanlar bu hikmeti tefekkür edip Allah’ın yüceliğini, büyüklüğünü, lütuf ve keremini anlayıp ona olan muhabbet ve marifeti ziyadeleşsin. Neticede ibadet ve ubudiyeti şevk ile yapsın. 

Nasıl Hakim ismi bütün eşyayı hikmetli yaratmış ise, aynı isim ilahi emir ve yasakları da hikmetle donatmış. İnsanlara fayda ve zararlar verecek şekilde tesis ve takrir etmiştir. Bu sebeple emir ve ibadetlerde maddi ve manevi anlamda faydalar var, yasaklarda da maddi ve manevi anlamda zararlar vardır. 

İnsanları ibadete teşvik ederken bu hikmetlerden yararlanılır, bu ihlasa aykırı bir durum değildir. Beş vakit namazın beş vakte tayin edilmesinin hikmet ve sırlarını bilen bir insan namazını daha kaliteli, daha şuurlu daha içten ve derin bir şekilde kılacaktır. O vakitlerde verilen sayısız nimetleri tefekkür ederek ve o vakitlerde ki büyük değişimleri tefekkür ederek namazda Allah’a karşı şükrü külli bir mahiyete kavuşacaktır. Ona olan hayranlığı ve sevgisi daha da artacaktır. 

İbadetler yine de hikmetleri için değil, Allah'ın emri olması noktasında yapılmalıdır. Böyle olmadığı takdirde ihlas kırılır. 

"Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Hak'tır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zayıflar için müşevvik  ve müreccih  hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli  virdi  akîm bırakır, netice vermez." (Lem'alar, 17. Lem'a, On Üçüncü Nota)

İlave bilgi için tıklayınız:

"Taabbüdî" ne demektir?

"Mesail-i şeriattan bir kısmına 'taabbüdi' denilir, aklın muhakemesine bağlı değildir, emrolduğu için yapılır. İlleti, emirdir. Bir kısmına 'makulü’l-mana' tabir edilir. Yani, bir hikmet ve bir maslahatı var..." İzah eder misiniz?



5. Üstadımızın, namazın beş vakit olmasının hikmetleri hakkındaki beyanlarını, kaynak yönünden açıklar mısınız?

Kur’ân âyetlerinin sarahat mânası olduğu gibi, işarî mânaları da vardır. Onun sarahati, bir mânaya açıkça delâlet etmesidir. İşaretinin de remz, ima, telvih, telmîh gibi dereceleri vardır. Mesela; İhlâs Sûresi’nde “O doğurmadı ve doğurulmadı.”  buyrulur.

Bediüzzaman Hazretleri Lemeat adlı eserinde; “tagayyür, tenasül, tecezzi edenlerin yani, Hz. İsa (as.) ve Hz. Üzeyr (as.)’in ilah olamayacaklarının, keza melaikelerin, sebeplerin, tabiatın ve ukul-u aşere safsatasında dile getirilen on aklın”(1) da ilah olamayacaklarının bu âyetin işarî ve remzî mânalarıyla reddedildiğini ifade eder.

Demek ki, “Doğuranlar ve doğanlar ilah olamazlar” âyetin işarî mânasıdır. Hazret-i İsa ve Hz. Üzeyir (as.)’in ilah olamayacağı işarî, meleklerin Allah’ın kızları oldukları vehmini reddetmek remiz, hiçbir sebebin tesirinin olmadığı da ima veya telvih olarak düşünülebilir.

Risale-i Nur bir tefsirdir, Üstad Hazretleri de bir müfessirdir. Risale-i Nur'da izah edilen hususların büyük bir kısmı âyet ve hadislerden çıkarılmış tefsir, tâbir ve te’vilerdir.

Evet, bilmek başkadır, tanımak daha başka. Biz, arıyı bal yapan bir böcek olarak biliriz, ama onun üzerinde ihtisas yapanlar onu derinlemesine tanırlar. Biz, “gözü” görme organı olarak biliriz, ama bir göz doktoru onu tanımak için altı yıl tıp eğitimi alır, sonra da o sahada ihtisas yapar.

Özetle, Üstad Hazretlerinin, namazın beş vakte tahsisinin hikmetlerini ilgili âyetlerin derin manalarından çıkarmış olması pekâlâ mümkündür.

Kaldı ki, Üstat Hazretleri Risalelerin “ekseriyet itibariyle” sünuhat olduğunu beyan ediyor. Namazla ilgili âyetleri kelime kelime tefsir etmek başkadır, bu âyetler üzerinde düşünürken kalbe ilham olarak doğan yüksek ve derin manaları kaleme almak daha başkadır. Biz bu gibi sünuhatları âyetlerin zahirî manalarında ararsak bulamayız.

Mesela, Altıncı Söz’de “Cenab-ı Hakk’ın müminlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabili satın aldığını” haber veren âyet-i kerîme hakkında yazılan o mükemmel izahlar, âyetin kelimelerinden tek tek tahlil edilerek çıkarılmış değildir. Ancak bu âyet-i kerîmenin engin manaları üzerinde akıl ve kalbin birlikte yaptıkları tefekkür ve tefeyyüzlerinden, o ulvî hakikatler hasıl olmuş ve kaleme alınmıştır.

(1) bk. Sözler, Lemeât.



6. Namazın beş vakte hikmet-i tahsisinin çok hikmetlerinden bir tanesine işaret ediliyor. Acaba başka hikmetler hususunda bir fikir ve kanaatiniz var mıdır?

Bu üslup, Üstad'ın sıkça başvurduğu bir anlatım tarzıdır. Üstad, ele aldığı derin hakikatleri zihinlere iyice nakşetmek için, kendi anlattıklarının “denizden bir katre, dağdan bir zerre, güneşten bir lem’a” olduğunu nazara verir.

Üstadımız namaz vakitleri konusunda da çok önemli hikmetleri nazara vermiş, ancak “Hikmetler bunlarla sınırlı değildir, ben bunlardan sadece birini nakletmiş oldum.” demek istemiştir.

Konu şöyle de düşünülebilir:

Üstad bu vakitlerde Cenâb-ı Hakk’ın daha ziyade tesbih, tekbir ve hamd edilmesi gerektiğini nazara verir. Nitekim Peygamber Efendimiz (a.s.m.) farzlar dışında çok nafile namaz kılmıştır. Kerahet vakitleri dışında hemen her zaman, bir vesileyle, Rabbinin huzuruna çıkmanın manevî hazzını tatmıştır; kuşluk namazı, evvabin namazı, şükür namazı, abdest namazı, sefer namazı, mübarek gecelerde kılınan namazlar gibi…

Üstad'ın İşarâtü’l-İ’caz'daki ibadet tarifine bu nazarla baktığımızda, ibadetin hikmetlerine dair olan bütün bu beyanların, farz olarak kıldığımız bu beş vakit namazda kendini daha çok gösterdiğini söyleyebiliriz.



7. Bazı ilahiyatçılar beş vakit namazla ilgili şüpheli ifadelerde bulunuyorlar. Beş vakit ile ilgili nakli deliller hususunda bizleri aydınlatır mısınız?

Edille-i şer’iyye (Şeriatın delilleri) dörttür: Kitap, sünnet, icma ve kıyas.

Bir konuda naklî delillerde yani âyetlerde ve hadislerde kesin hüküm yoksa, o konuda kendi aklımızca hükümler çıkarmak yerine icma ve kıyasa müracaat ederiz. Biz doğrudan âyetle amel etme salahiyetinde değiliz. Âyetlerin nüzul sebeplerini, nüzul sıralarını, birbirini nesh edip etmediklerini, bu âyetlerin tefsiri mahiyetinde olan hadis-i şerifleri tamamıyla bilemeyiz, onlardan hükümler çıkaramayız. Aksi halde, farklı anlayışlar kadar değişik fetvalar ortaya çıkar. Biz içtihat yapma değil, yapılmış içtihatlarla amel etme durumundayız.

Namazın vakitleri hakkında âyet-i kerîmelerde sarahate yakın birtakım işaretler olmakla birlikte, bu konuda kesin hüküm “Kur’ân'ın birinci tefsiri” olan hadislerde mevcuttur. Ve bizzat Allah Resulünün (a.s.m) ömrü boyunca sergilediği uygulama ile sabittir. Asr-ı saadet'ten ta günümüze kadar Ehl-i sünnet âlimlerinin tamamı, namazın şu bildiğimiz beş vakitte kılınmasının farz olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu bir icma-i ümmettir. Biz buna göre amel etmekle mükellefiz.

Seferde bazı vakitlerin birleştirilmesiyle namazın üç vakitte kılınmasına bazı hak mezhepler fetva vermişlerdir. Burada gözden kaçmaması gereken önemli bir nokta var: Bu fetvalarda namaz üç vakte indirilmiyor, beş vakit namaz, sefer ruhsatından faydalanılarak üç vakitte kılınıyor. Yani namaz yine beş vakit, ama vakitler birleştiriliyor.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) her vesileyle nafile namazlar kılarak, o mübarek ömründen namaza daha büyük bir pay ayırmak için âdeta vesileler ararken, namazları azaltmaya çalışmak en azından Peygamber Efendimiz (a.s.m)'in bu ibadet ruhuna muhalefettir.

Beş vakit namazla ilgili pek çok hadis-i şerif de bulunmaktadır. Bunlardan misal olarak ikisini takdim edelim:

Necid ahalisinden birisi Peygamber Efendimize, “İslam’ın ne olduğunu” sorar. Peygamberimiz (asm.):

“Bir gün içinde beş vakit namazdır.” diye cevap verir. Adam,

“Üzerimde bu namazlardan başkası olacak mı?" dediğinde, Allah Resulü (asm.):

“Hayır. Meğerki tadavvu edesin (Yani kendiliğinden nafile namaz kılasın.)" şeklinde cevap verir. ...(1)

Ebu Katade’den rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu:

“Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurdu: Muhakkak ben senin ümmetin üzerine beş vakit namazı farz kıldım. Vakitlerinde bunları kılmaya devam eden kimseyi cennete koyacağımı ahd ettim. Namazlarına devam etmeyen kimseye ise hiçbir ahdim yoktur.”(2)

Dipnotlar:

(1) bk. Müslim, Babü’l-Mesacid, 31; Ahkâmü’l-Kur’ân (İmamTahavi),1/171.
(2) bk. Sünen-i Ebi Davut, Kitabü’s-salat, 1/117.



8. "Her bir namazın vakti, mühim bir inkılâp başı olduğu gibi, azim bir tasarruf-u İlahînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsânât-ı külliye-i İlahiyenin birer mâkesi olduğundan..." İzah eder misiniz?

Dördüncü Nükte'de bu konunun misalleri verilmektedir. Sadece birisi üzerinde duralım:

Sabah namazı mühim bir inkılabın ilk adımıdır. Gecenin karanlığı gidiyor ve yerini gündüzün aydınlığına bırakıyor. Bu büyük bir değişimdir.

Bu değişimin olması için “azim bir İlahî tasarruf” icra edilmektedir. Koca dünya saatte 1670 km. hızla kendi etrafında döndürülmekte, yatsıdan itibaren saatlerce süren bu dönüşle aydınlığın sahiline ulaşılmış olmaktadır.

Zelzelede bir şehrin bütün binalarıyla, bütün insanlarıyla sallanmasını hayretle gören ve düşünen insanların, koca dünyanın dönmesi gibi azim bir tasarrufu görmezlikten gelmemeleri gerekir. İşte gafletle çoğu zaman geçiştirilen ve ülfetle göz ardı edilen bu büyük tasarrufu seyretmemiz ve düşünmemiz için, o inkılap vaktini uyku ile geçirmeyip namaz kılmamız emredilmiştir.

Birçok azim tasarruflar, icraatlar olabilir ki sonunda hiçbir fayda çıkmaz. Faraza, Cenâb-ı Hak Merkür gezegeninin tamamını bir anda buğday tarlasına çevirseydi, bu azim bir tasarruf olurdu, ama biz o tasarruftan bir fayda göremeyeceğimiz için, bu tasarruf bize bir ihsan olmazdı. Dünyanın dönüşü ise öyle değildir. Bu tasarruftan küllî ihsanlar çıkıyor, gündüz geliyor, insanlar maişet için çalışmaya başlıyorlar.

Bu nüktede sabah namazının vaktinin baharın evveline, insanın ana rahmine düşmesine, kâinatın altı günlük yaratılış programının birinci gününe benzediği nazara veriliyor. Bunların her biri büyük bir inkılaptır, azim bir tasarruftur ve büyük bir ihsandır. Konunun devamında diğer namaz vakitlerindeki inkılaplar nazara verilmektedir. Bunların tümü "Mühim bir inkılap başı", "Azim bir tasarruf-u İlâhînin ayinesi", "İhsanat-ı külliye-i İlâhiyenin birer makesi"dirler.

Bundan dolayı Cenâb-ı Hak, daha ziyade tesbihi, tâzimi, şükrü ve hamdi bu vakitlerde emretmiştir.

Tesbih ve tâzim, birinci ve ikinci maddeler içindir. Yani namaz vaktinin, mühim bir inkılâbın başı ve azim bir tasarruf-u İlahînin hatırlatıcısı olduğundan dolayıdır. Zira böyle mühim bir inkılâp ve azim bir tasarruf, elbette tesbihi ve tâzimi, yani “sûbhanallah” ve “Allahü ekber” sözlerini gerektirir.

Hamd ve şükür ise, üçüncü madde içindir. Yani o vakitlerde toplanmış olan ihsânât-ı külliye-i İlâhîye içindir. Zira mühim inkılâplar ve azim tasarruflar tesbihi ve tâzimi gerektirdiği gibi, ilahî nimetler de hamdi ve şükrü gerektirir.

O hâlde bu izahlardan sonra Üstadımızın cümlesini şöyle anlayabiliriz:

Namazların vakti, mühim inkılâpların başı ve azim tasarrufların âyinesidir. Bu inkılâp ve tasarruflarda da Allah Teâlâ’nın izzeti, azameti, kibriyası ve büyüklüğü gözükmektedir. Bu sebeple bu vakitlerde Cenâb-ı Hak daha ziyade tesbih ve tâzim edilmelidir. Namaz da tesbih ve tâzimin esası ve hülasâsıdır.

Ayrıca namaz vakitleri Allah Teâlâ’nın nimetlerinin yekûnünün toplandığı vakitlerdir. Nimet ise hamd ve şükür ister. O hâlde bu vakitlerde daha ziyade hamd ve şükür etmek gerekir, namaz da şükrün özü ve hamdin fihristesidir.



9. "Nimetlerin iki vakit ortasında toplanmış yekûnu..." ifadesini nasıl anlamalıyız?

Nimet şükrü gerektirir. Bir namaz vaktinden meselâ sabah namazından öğle namazına kadar, “dünya üzerinde saatlerce yaptığımız seyahatten, nefes alıp vermemize, hücrelerimizin değişmesinden kanımızın temizlenmesine kadar" sonsuz nimetlere mazhar oluyoruz. Cenâb-ı Hak, rahmetiyle bu iki vakit arasında toplanmış bütün bu nimetlere şükür olarak o kıldığımız farz namazı kabul ediyor.

“Cenab-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkâl ve vaziyetlerinden en yükseği müslim sıfatıyla insan suretine getirmiştir. Mebde-i hareketin ile son aldığın suret arasında müteaddid vaziyetlerin, menzillerin ve etvar ve ahvalin her birisi sana ait nimetler defterine kaydedilmiştir. Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş…” (1)

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe, Zeyl.



10. “Namaza emredilmek” ne demektir?

"Namaza emredilmek" tâbiri, Allah’ın namaz hakkındaki emirleridir ki, Kur’ân’ın birçok âyetinde bu emir tekrar edilmiştir.

Bu âyetlerden bazıları Kur’ân'da (mealen) şu şekilde geçmektedir:

"Namaza emredilmek" tâbiri, Allah’ın namaz hakkındaki emirleridir ki, Kur’ân’ın birçok âyetinde bu emir tekrar edilmiştir.

Bu âyetlerden bazıları Kur’ân'da (mealen) şu şekilde geçmektedir:

"Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar." (Bakara, 2/3) 

"Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin." (Bakara, 2/43)

"Sabır ve namazla Allah'a sığınıp yardım isteyin; Rablerine kavuşacaklarını ve Ona döneceklerini umanlar ve huşû duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir." (Bakara, 2/45 ve 46)

"Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür." (Bakara, 2/110)



11. Dokuzuncu Söz'de, anlatılan namazın manalarını, namazın içinde iken mi düşünmek gerekir; bu durumda huşu nasıl sağlanır?

Namazın en büyük erkânı; huşû ve huzurdur. Yani namazda iken, Allah’ın huzurunda olduğunun farkında olunma halidir. Diğer rükünler rükû ve secde gibi, bunlar bu mânaya yardım eden vasıtalar gibidir.

Bu konuda Üstadımızın şu ifadelerini nakletmek yeterli olacaktır:

“Teşehhüd ve Fatiha kelimelerinin geniş ve yüksek manaları kasdî değil, belki dolayısıyla meşguliyet ve huzura bir nevi gaflet veren tafsilâtı değil, belki mücmel ve kısa manaları gafleti dağıtır, ubudiyeti ve münacatı parlatır görüyorum. Namazın ve Fatiha ve teşehhüdün pek yüksek kıymetlerini tam gösterir. İkinci Kısmın âhirinde "kasden meşgul olmamak"tan murad ise: O manaların tafsilâtıyla bizzât iştigal, bazan namazı unutturur, huzura belki dokunur. Yoksa dolayısıyla ve muhtasar bir tarzda büyük faidelerini hissediyorum.”(1)

(1) bk. Şualar, On Beşinci Şua, Fatiha-i Şerife'nin Bir Muhtasar Hülasası, Haşiye.



12. Dokuzuncu Söz'ün ana temasını birer cümle ile nükteleri de dahil ederek açıklar mısınız?

Bu Söz'de, namaz niçin günde beş vakit kılınacağı ve her vaktin ayrı ayrı hikmet ve maslahatları açıklanıp izah ediliyor.

Birinci Nükte: Namazın anlamı. Namaz tesbihatındaki sözlerin namazla olan ilişkisi izah ediliyor.

İkinci Nükte: İbadetin anlamı. Namaz içindeki sözlerin ve hareketlerin dile getirdiği mânâlar izah ediliyor.

Üçüncü Nükte: Bütün ibadetlerin özeti olarak namazın külliyetine işaret ediliyor.

Dördüncü Nükte: İnsan, dünya ve kâinatın ömürlerinde, beş namaz vaktinin karşılıkları ve bu vakitler arasındaki ilişkiler izah ediliyor.

Beşinci Nükte: Her biri insan ve kâinat ömründe, belirli devrelere işaret eden vakitlerde namaz kılan bir kulun, bu zamanlarda ruhen ve kalben bu namazlara ne kadar muhtaç olduğu ve namazın her bir hareketinin neyi ifade ettiğini dile getiren bir nüktedir.