Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Üçüncü Nükte Kategorisindeki Tüm İçerikler

Oluşturulma tarihi: 21.02.2025 21:42    Güncellendi: 21.02.2025 21:42

Üçüncü Nükte Kategorisindeki Tüm İçerikler

1. "Nasıl ki insan şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarıdır ve Fatiha-i Şerife şu Kur’an-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi, bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnâf-ı mahlukatın elvân-ı ibadetlerine..." İzah?

Bu paragrafta üç nokta üzerinde duracağız:

Birinci Nokta: İnsanın şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarı olması.

İnsan kâinatın bir küçük misalidir, yani kâinatta ne varsa, küçük bir örneği insanda vardır. İşte bazıları:

1. Yeryüzünün dörtte üçü sudur, insanın vücudunun da dörtte üçü sudur.

2. Toprakta demir, bakır, çinko, fosfor gibi elementler vardır; bedenimizde de bu elementlerin hepsi mevcuttur.

3. Yeryüzünde dağlar, topraklar; bizde ise buna mukabil kemikler vardır.

4. Yeryüzünde nehirler vardır, bizde kılcal damarlar.

5. Yeryüzünde ormanlar vardır, bizde saç ve kıllar.

6. Âlemde levh-i mahfuz (her şeyin yazıldığı levha) var­dır, bizde ise hafıza kuvveti.

7. Âlemde arş, bizde kalp.

8. Âlemde kürsü, bizde akıl.

9. Âlemde misal âlemi, bizde ise hayal kuvveti.

10. Âlemde şeytan, bizde nefis ve lümme-i şeytaniye.

11. Âlemde melek, bizde ilhamlar.

12. Âlemde itme ve çekme kuvveti, bizde ise dâfia ve ca­zibe kuvveti.

13. Âlemde kasırgalar ve fırtınalar, bizde ise öfke.

14. Âlemde bahar, bizde neşe...

Bunlar ve daha birçok benzerlikler gösterir ki: İnsan küçük bir kâinattır, kâinat ise büyük bir insandır. Bir insanın ölümünün, bir âlemin ölümü olmasının bir sırrı da budur.

Hem bu hakikatten anlaşılır ki, insanı kim yaratmış ise onun büyük bir numunesi olan kâinatı da o yaratmıştır. Ya da kâinat ki­minse insan da onundur.

İkinci Nokta: Fatiha-i Şerife’nin Kur’an-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveri olması.

Üstadımız, Fatiha-i Şerife’nin Kur’an-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveri olması meselesini “İşaratü’l-İ’caz” tefsirinde şöyle beyan etmiştir:

“Kur’an’daki anasır-ı esasiye ve Kur’an’ın takip ettiği maksatlar tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür..."

بِسْمِ اللّٰهِ  ve  اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ  gibi ayetlerde makasıd-ı erbaaya işaretler var mıdır?

"Evet, قُلْ  (de, demektir) kelimesi, Kur’an’ın çok yerlerinde mezkûr veya mukadderdir. Bu mezkûr ve mukadder olan قُلْ  kelimelerine esas olmak üzere بِسْمِ اللّٰهِ tan evvel قُلْ  kelimesi mukadderdir. Yani, 'Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve talim et!' Demek besmelede ilahî ve zımnî bir emir var. Binaenaleyh, şu mukadder olan قُلْ  emri, risalet ve nübüvvete işarettir. Çünkü Resul olmasaydı, tebliğ ve talime memur olmazdı."

"Kezalik, hasrı ifade eden câr ve mecrûrun takdimi, tevhide imadır.

Ve keza, اَلرَّحْمٰنِ  nizam ve adalete, اَلرَّحِيمِ  de haşre delalet eder.

Ve keza اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ  daki ل  ihtisası ifade ettiğinden tevhide işarettir.

رَبِّ الْعَالَمِينَ adaletle nübüvvete remizdir. Çünkü terbiye, resuller vasıtasıyla olur.

مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ zaten sarahaten haşir ve kıyamete delalet eder.”(1)

Mezkûr izahları şöyle özetleyebiliriz: Kur’an’ın ana maksatları dörttür: Tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet. Fatiha-ı Şerif bu dört maksadı kendinde cem etmesi cihetiyle âdeta küçük bir Kur’an olmuştur. Şöyle ki:

a. اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ ifadesinin başında gizli ve mukadder bir قُلْ emri vardır. Ayetin manası bu şekilde “De ki: Hamd Allah’a mahsustur!” Yani “Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve talim et!” İşte bu gizli قُلْ, risalet ve peygamberliğe işarettir. Çünkü Resul olmazsa tebliğ de olmaz. Netice olarak, bu gizli قُلْ kelimesi Kur’an’ın maksatlarından biri olan nübüvveti ders vermektedir.

b. Hasrı ifade eden câr ve mecrûrun takdimi, tevhide imadır. Yani بِسْمِ اللّٰهِ  kelimesinde بِ câr, kendinden sonra gelen kelime ise mecrûrdur. Arapçada câr ve mecrûrun takdimi hasrı ifade eder. Buna göre mana: “Sadece Allah’ın ismiyle” olur ki, bu da tevhide imadır. Demek Fatiha’daki besmele, Kur’an’ın dört maksadından biri olan tevhidi ders vermektedir. (bk. age.)

İşaratü’l-İ’caz” tefsirinden naklettiğimiz diğer bölümler açık olduğundan onların izahını yapmıyor ve sözün özü olarak diyoruz ki:

Fatiha-i Şerife Kur’an-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveridir. Kur’an’ın ana maksatları bu surede ders verilmekte, âdeta bu cihetiyle Fatiha-i Şerife küçük bir Kur’an olmaktadır.

Üçüncü Nokta: Namaz dahi, bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnâf-ı mahlukatın elvân-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir.

Burada namazın iki özelliğinden bahsedilmiş:

a. Namazın bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniye olması.

Namaz bütün ibadetleri içinde cem eden bir ibadettir. Mesela:

· Namazda oruç vardır, zira namaz kılan bir kimse yemek yiyemez ve bir şeyi içemez.

· Namazda Kur’an okumak vardır.

· Namazda tesbih, takdis, tekbir ve hamd vardır. Yani namaz zikrin hülasasıdır.

· Namazda tefekkür vardır. Zira namaz kılan kişi Kâbe’yi karşısına alır ve bu tefekkür ile namazını kılar.

· Namazda kelime-i şehadet vardır. Her tahiyyat okuyuşunda kelime-i şehadet tekrar edilir.

· Namazda dua vardır.

· Namazda tesettür ve setr-i avret vardır.

· Namazda abdest vardır...

b. Namazın bütün esnâf-ı mahlûkatın elvân-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiye olması.

Şu âleme dikkat ile bakılsa görülür ki, her bir mahlûk bir ibadet-i mahsusa ile meşguldür. Bu mahlûkların bir kısmı kıyamda, bir kısmı rükûda ve bir kısmı da secdededir. Mesela, ağaçlar kıyam yaparak Rablerine ibadet ederler. Bazen de rüzgâr ile rükûa giderler ve Kudret-i İlâhîye’nin karşısında eğilirler. Bazen de olur ki, Azamet-i İlâhîye karşısında başlarını secdeye koyarlar.

Çiçekleri ise genelde rükûda görürüz. Boyunlarını bükerler ve Azamet-i Rabbaniye karşısında küçülürler, büzülürler ve başlarını rükûdan kaldıramazlar.

Dağlar ise kıyamdadır, Cenâb-ı Mevlalarını kıyamda zikrederler.

Ot ile beslenen hayvanlar ise, beslenme anında âdeta secdeye giderler ve boyunlarını bükerek Rezzak-i Kerîm’in karşısında eğilirler, O’na şükür ve hamd ederler.

Daha bunlar gibi, her kim ibadet gözüyle şu âleme baksa, bir kısım mahlûku kıyamda, bir kısmını rükûda, bir kısmını secdede ve bir kısmını da teşehhüdde görür.

Ayrıca melekler de böyledir. Bir kısmı yaratıldığı günden beri kıyamdadır. Bir kısmı milyonlarca senedir rükûdadır. Bir kısmı da secdede...

Resûlullah Efendimiz (asm) mi'raç mu’cizesinden bahsettiği hadis-i şeriflerinin bir bülümünde;  birinci kat semada gördüğü melekler için, "Burada çok melek gördüm. Hepsi kıyamda huşû ve huzu ile durmuşlar.” buyurmuş, ikinci kat semada "Meleklerden bir cemaate rastladım. Saf bağlayıp durmuşlar, cümlesi rükûda idi.” buyurmuş, üçüncü kat semada gördüğü melekler için de “Saf hâlinde, cümlesi secdede idiler.” buyurmuşlardır.(2)

İşte namaz ef’al ve erkânıyla, meleklerin ve diğer mahlukların elvan-ı ibadetlerini cem etmiş bir harita-i kudsiyedir.

Dipnotlar:

(1) bk. İşaratü’l-İ’caz, Fatiha Sûeri Tefsiri.
(2) bk. Şerhi Delâilü'l-Hayrât ve Şevariki'l-Envar.



2. "İnsan şu âlem-i kebirin bir misal-i musağğarıdır." cümlesini açar mısınız? Her insan bu hakikati taşıyor mu?

Misal-i musağğar, küçültülmüş misâl demektir. Kâinât büyük âlem, insan ise onun küçültülmüş bir numunesi olan küçük âlemdir. Bu benzetme Nur Risaleleri’nde çokça geçer.

Bir risalede, “insanın bu kâinât ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi olduğu” ifade edilir. Meyve ise ağacın küçültülmüş hâli gibidir. Ondaki çekirdek, ağacın bütün özelliklerini netice verecek bir programa sahiptir.

Melekler âleminin bir küçük misali de insanın ruh dünyasında kaynaşan hissiyattır.  Arş, bütün âlemlerin bir idare merkezi olduğu gibi “Kalb de bir arştır.”, o da beden âleminin emir ve komuta merkezidir.

Daha böyle yüzlerce yönden insanla kâinat arasında ilgi vardır; ağaçla meyve arasındaki alaka gibi.

İnsanla kâinat arasındaki bu ilgi sadece belli insanlar için değil bütün bir insan nevi için geçerlidir.

Dünyaya gelen her çocuk bu özellikleri taşıyarak doğar. Bu hârika yaratılışının gereğini yerine getirip getirmeme konusunda ise insanlar arasında Üstad'ın ifadesiyle “arştan ferşe, seradan süreyyaya, zerreden şemse” kadar farklılık vardır. Bu ayrı bir konudur.

Bu mâna daha başka bir şekliyle, kâinat ve insan arasında da geçerlidir. Nur Risalelerinde beyan edildiği gibi, kâinattaki levh-i mahfuzun küçük bir misâli insanın hafızasıdır. Âlem-i misâlin bir numunesi insanın hayâlidir. Taşların misâli kemikler, toprağın misâli ise etlerdir.

Ruhlar âlemi insanın ruhuyla temsil edilirken, bu varlık âleminin “şehadet ve gayb” (görünen ve görünmeyen) olarak iki kısma ayrılmasının da bir küçük misâli insanın “bedeni ve ruhudur.”

Hem bu hakikatten anlaşılır ki, insanı kim yaratmış ise onun büyük bir numunesi olan kâinatı da o yaratmıştır. Ya da kâinat kiminse insan da onundur.

İlave bilgi için tıklayınız:

MİSÂL-İ MUSAĞĞAR.
İşte insan, Cenâb-ı Hakk'ın böyle antika bir sanatıdır ve ... kâinata bir misâl-i musağğar sûretinde yaratmıştır.” cümlesini açıklar mısınız?



3. "Fâtiha-i Şerife şu Kur’ân-ı Azîmüşşân'ın bir timsal-i münevveridir." Fatiha'nın Kur’an-ı Azimüşşan'ın timsal-i münevveri olmasını nasıl anlamalıyız?

İnsan kâinatın küçük bir misâli olduğu gibi, Fatiha suresi de Kur’ân’ın nurlu bir timsalidir.

İşarat’ül-İ’caz’da, Kur’ân-ı Kerîm’in maksatları dörde ayrılarak incelenir: Tevhid, Nübüvvet, Haşir, “Adalet ve ibadet”.

Bu dört maksat Fatiha suresinde de mevcuttur.

Bu sure, bütün hamdin Allah’a has olduğunu beyan ile başlar. Bu ise tevhidi ifade eder. Daha sonra, Allah’ın bütün âlemlerin yegâne Rabbi olduğuna “Rabbü’l-âlemin” ismiyle vurgu yapılır. Bu da yine tevhidin -tevhid-i rubûbiyetin- ilanıdır.

“Malik-i yevmiddin”, haşir âyetlerinin; “iyya ke na’büdü”,  ibadet âyetlerinin bir temsilcisi gibidirler.

Bütün duâ âyetleri “iyya ke nestein”de özetlenmiştir.

Sırat-ı müstakim üzere bulunan ve kendisine İlâhî in’amların, ihsanların edildiği zümre (enamte aleyhim), en başta, bütün peygamberlerdir. Dolayısıyla burada bütün peygamber kıssalarına da işaret vardır.

Öte yandan, Kur’ân-ı Kerîm’de ne kadar ilâhî isim geçmişse, bunları temsil etmek üzere Allah, Rahmân ve Rahîm isimleri zikredilmiştir.

Allah’ın gazabına uğramış ve O’nun nurlu yolundan sapmış bulunan bütün insanlar ise “mağdup” ve “dâllîn” kelimelerinde özet olarak mevcutturlar.



4. Namazın bütün ibadetlerin envaına fihriste olması ne demektir?

Namaz, bütün emredilen ibadetlerin fihristesi ve özeti hükmündedir. Bütün ibadetleri âdeta bünyesinde bulunduran bir şemsiye gibidir. Mesela; 

Namazda, yeme içme olmadığı için bir nevi oruç tutulmaktadır. Kâbeye yönelmek de haccı temsil etmektedir. Namazda geçen vakit ömrün zekâtı olarak düşünülebileceği gibi, elbisemizde meydana gelen yıpranma da yine bir nevi sadaka (sadaka-i maliye) olarak kabul edilebilir.

Öte yandan, namaz bütün mahlukatın esnaf-ı ibadetlerini de temsil etmektedir. Ağaçlar kıyam halindedirler. Hayvanlarda rüku daha net olarak görülür. Yerde sürünen canlılar yahut ağızlarıyla otları koparmaya çalışan hayvanlar da bir nevi secde halindedirler.

Melekler âleminin de ibadetleri namazda temsil edilir. Sürekli kıyamda olan melekler bulunduğu gibi, daima rükuda veya secdede olan melekler de vardır. Bu üç nevi ibadet de namazda mevcuttur.

Namazda okunan surelerin manalarını düşünmek de insanı, sürekli olarak tefekkür halinde bulunan ve mahlukatın ibadetlerini temsil eden meleklere benzetir...



5. Namaz için "Bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniye" deniliyor. Bunu diğer ibadetlere; oruç, hac, zekat için de örneklerle tatbik edebilir misiniz?

Oruç: İnsan kelimesinin nisyan (unutma) kökünden gelmesi ima ediyor ki, insan nefsinin en belirgin vasfı Rabbini ve ibadet görevini unutmasıdır. İnsanların ekserisinin gaflet ve dalalette olması da bu mânayı ispat ediyor.

İnsanın yapmış olduğu bütün zulüm ve ahlaksızlıkların temelinde, kendisini ve yaratılış gayesini unutması vardır. Bu da onu zalim ve cahil eder.

İşte Ramazandaki oruç, insana unuttuğu kulluğu hatırlatır ve haddini bildirir. Oruç insanın serkeşliğini yani başıbozukluğu giderir, ahlakının güzelleşmesini temin eder.

Nasıl ki, namaz ibadetlerin çekirdeği ise, oruç da nefsi terbiye etme hususundan bütün terbiyelerin ve disiplinlerin fihristesi gibidir.

Zekât: Üstad Hazretleri zekâtın ne kadar önemli ve insanlığın maddî saadeti için gerekli olduğunu şöyle ifade ediyor:

"… Büyük bir çeşme var, şimdiye kadar su-i istimal ile şûristana dağılıp bazı seele ve acezeye neşvünemâ verdi. Bu çeşmeye güzel bir mecrâ yapınız, mesâi-yi şer'iye ile şu havuza dökünüz. Sonra da bostan-ı kemâlâtınıza su veriniz. Bu, hiç bitmez ve tükenmez br menbadır."
"S - Nedir o çeşme?"
"C - Zekât."
(1)

Hac: İslam âleminin ittihadında ve kaynaşmasında çok mühim bir ibadettir. Bu noktadan bakıldığında hac bütün Müslümanları yekvücut olduğu ve külliyet kazandığı bir mevsimdir.

Namazın bu ibadetlere karşı hususiyetini Üstad Hazretleri şu şekilde ifade ediyor:

“…Lâkin bedenî ibadet ve taatlerden namazın tahsisi, namazın bütün hasenata fihrist ve misal olduğuna işarettir. Evet, nasıl ki Fâtiha Kur'ân'a, insan kâinata fihristedir; namaz da hasenata fihristedir. Çünkü namaz; savm, hac, zekât ve sair hakikatleri hâvi olduğu gibi, idrakli ve idraksiz mahlûkatın ihtiyarî ve fıtrî ibadetlerinin nümunelerine de şâmildir. Meselâ secdede, rükûda, kıyamda olan melâikenin ibadetlerini, hem taş, ağaç ve hayvanların o ibadetlere benzeyen durumlarını andıran bir ibadettir." (2)

Dipnotlar:

(1) bk. Münazarat, Sualler ve Cevaplar.
(2) bk. İşârâtü'l-İ'câz, Bakara Sûresi, 3. Ayet.



6. Üçüncü Nüktede nazara verilen “Namaz-Kâinat-İnsan ve Kur’an” ilişkisini nasıl anlamalıyız?

Namazda Fatiha suresini okuyan insan, şöyle ulvî bir tablo sergilemektedir:

Kâinatın küçük bir misali olan insan, bütün ibadetlerin fihristesi olan namazda, Kur’anın hülasası olan Fatiha suresini okumaktadır.

Burada üç özetin birlikteliğine dikkat çekilmektedir.