Yeryüzünde üç milyodan fazla canlı türü olduğu söyleniyor. Her bir türün fertleri ise sayılacak gibi değil. Bütün türlerin birbirinden farklı rızıkları mükemmel olarak veriliyor. Bilindiği gibi, Rahmân ismi -insan olsun hayvan olsun, mümin olsun kâfir olsun- her canlıya ihtiyacı olan şeylerin ihsan edilmesini ifade ediyor.
Üstadımız Rahmân’ın en zahir manası Rezzak’tır buyuruyor. Cenab-ı Hak hayat ihsan ettiği her varlığa, o hayatın lazımı olan görme, işitme gibi duyguları ihsan ettiği gibi rızkını da ihsan ediyor.
Bu dünya imtihan yeri olması hasebiyle, bazılarına imtihan için güç verilmekte ve ondan adil olması istenmektedir. Bundan dolayı da insanlar arasında sonsuz denecek kadar dereceler ortaya çıkmaktadır. Çünkü Allah'ın cömertliğiyle gönderdiği nimetler canlıların ihtiyaçlarından çok fazladır. Güçlü ve zalim olanların bu nimetleri adilce bölüşmemesinden ve zayıflara ulaşmasına mani olduklarından dolayı, maalesef açlık manzaraları baş göstermeye vesile olmaktadırlar.
"Yerde yürüyen hiçbir canlı hariç kalmamak üzere, rızıkları Allah'ın üstünedir..." (Hud, 11/6)
"Nice canlı mahlukat vardır ki, rızkını kendisi taşımıyor. Onu da sizi de Allah rızıklandırıyor. O hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir." (Ankebut, 29/602)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Risalelerde belirtildiği gibi Allah rızka kefil ise, Afrika'da açlıktan ölenlere ne diyeceğiz?
Bu kadar canlı tür içerisinde sadece insanların hastahane, eczahaneleri, doktorları var. Diğerleri zahiren kimsesiz varlıklar gibidir. Ama bütün canlılar bilinmez bir şekilde tedavi görüyor ve hastalıklarından şifa buluyorlar. Öyle olmasaydı, dünya hasta hayvanlarla dolup taşacaktı.
Yeryüzü âdeta büyük bir ecza deposu gibidir. Şâfî-i Hakiki olan Allah, her derde devayı bu ecza deposunda izhar etmiştir. Canlılara düşen; sadece bu depodaki eczaları bulmak ve istimal etmektir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şöyle demektedir:
"Kedi gibi bazı hayvan, gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur."(1)
Bu inayet bütün canlı türleri için de geçerlidir.
(1) bk. Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Birinci Mesele.
Kâinata dikkatle bakılsa, her şeyin Allah’a itaat ettiği görülür. Ne Güneş büyüklüğüne ve cirmine güvenip O’na itaatsizlik edebilir, ne de gözle görülemeyecek kadar küçük bir mikrop O’nun nazarından kaçabilir. Her şeyde tam ve eksiksiz bir itaat ve imtisal vardır. Bu da açıkça O’nun izzet ve azametini gösterir. İtaat etmeyen kâfir ve müşrikleri ebedî ve şiddetli bir cezaya çarptırması da O’nun izzetindendir.
Cenâb-ı Hakk’ın izzet ve azameti karşısında her şey ve herkes itaat etmeye mahkûmdur. O halde kâinatta açıkça görünen itaat ve sükûnet de O’nun izzet ve azametini gösterir. “En büyük şahıs, en büyük bir itaatle, mütevaziâne bir havf ve heybet altında hizmet eder.”(1) cümlesi, kâinattaki bu mutlak itaate işaret eden veciz bir ifadedir.
(1) bk. Sözler, Onuncu Söz, İkinci Suret.
Gayret, kelime manası itibariyle “çalışma, çaba gösterme” demek ise de bazen “insanın üzerine titrediği bir değere yapılan saldırıya karşı duyarlı olması, izzetini takınarak karşı koyması” manasında da kullanılır.
Burada ise gayret kelimesi gayretullah manasında kullanılmıştır. Gayretullah, mecazî bir ifadedir ve Allah’ın gazap ederek haksızlara veya zalimlere hemen ceza vermesi demektir. Şu var ki, Allah’ın hilmi kudretini kaydetmekte ve uygulamada böyle ani cezalandırmalara pek az rastlanmaktadır.
Küfrün mahiyetinde Allah’ın kudretine meydan okuma, O’nun izzet ve gayretine saygısızlık etme, mahlûkatının hakkını çiğneme gibi sayısız cinayet ve çirkinlikler bulunuyor. Bu yüzden Allah’ın izzeti ve bu izzetin gayreti, âhiretin varlığını ve kâfirlerin müstahak olduğu cezaya çarptırılmalarını iktiza eder.
“Ve keza âlemde görünen tasarrufattan anlaşılıyor ki, Sâni'-i Âlem'in pek yüksek, celalli, izzetli bir haysiyeti vardır ki, ubudiyetle Sâni'i ta'zim etmeyenlerin veya istihfaf edenlerin te'diblerini te'hir ve imhal etse bile ihmal etmez...”(1)
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Lasiyyemalar.
Namus, “perde” demektir. Risalelerde “Allah’ın izzet ve azametinin sebepler perdesiyle icraat yapmayı gerektirdiği” sıkça nazara verilir. Burada geçen “namus” kelimesiyle de “izzet ve azamet” arasında bir münasebet kurmamız gerekiyor. Türkçemizdeki kullanımıyla bu mânanın bir alâkası yoktur.
Nâmus ve haysiyet kelime olarak itibar, şeref, değer ve kıymet anlamlarına geliyor. Bu kelimeler Allah hakkında kullanıldığı zaman izzet ve azamet, kibriya ve münezzehiyet manalarına gelir.
İzzet: Kelime olarak ziyadelik, üstünlük, değer, kıymet, kuvvet, muhterem ve muteber olmak demektir.
İzzet-i İlahî: Allah’ın sonsuz azamet ve kibriyasını ifade eden bir kelimedir. Büyüklük ve azamette Allah tek ve yektadır. Kimse O’nun azamet ve büyüklüğü karşısında duramaz. O’nun büyüklüğü karşısında her şey zillettedir. Her şey O’nun sonsuz büyüklüğü karşısında küçüktür.
Bir babanın bile çocukları üzerinde belli bir hâkimiyeti vardır. Bu bir izzet cilvesidir. Çocukların âcizlikleri, fakirlikleri ise bir zillet tezahürüdür. Onlar bu zilletlerini idrak ederek babalarına itaat ve hürmetle mükelleftirler. İsyan etmeleri onun haysiyetine dokunur.
En küçük bir saltanatta da kendini gösteren bu hakikat iyi değerlendirilirse, bir insanın kendini bir damla sudan insan haline getiren, her organını ve duygusunu en mükemmel şekilde terbiye eden, güneşten aya, havadan suya, bitkilerden hayvanlara kadar her şeyi onun istifadesine sunan o nâmütenahi kudret ve azamet sahibi Rabbine isyan etmesi halinde, bunun cezasını mutlaka çekeceği açıkça anlaşılır; tövbe eder ve affa müstehak olursa o başka mesele.
Buradaki zâlimin izzetinden kastedilen mâna; zâlimin bu dünyada ceza görmeden, küfür ve isyanlarına rağmen burnu sürtülmeden ölüp gitmesidir.
Mazlumun zilleti ise; bu dünyada gördüğü eza ve cefanın bedelini ve hakkını alamadan âhirete gitmesidir.
Şayet ahiret olmaz ve büyük mahkeme kurulmazsa, zâlimin yaptığı yanına kâr kalacak, mazlum da hakkını alamadan zulme maruz kalmış olacaktır. Bu iki çirkin hâl Allah’ın nihayetsiz adâlet, hikmet ve rahmetine yakışmayacağına göre, mutlaka bir hesap günü olması gerekir ki; bu hesap günü de âhiret hayatıdır.
Burada izzet ve zillet kelimeleri, hâkimiyet ve mahkûmiyet manasında kullanılmıştır. Bu dünyada birçok zâlimlerin mazlumları ezdikleri, onları fakir, perişan ve zelil hale getirdikleri bir vakıadır. Mazlum zelil olunca, onu ezen, ona hâkim olan zâlim de izzet makamına geçmiş oluyor.
Hakikat şu ki, hak yolda gittiği halde zulme uğrayan insan, davasının hak olması yönüyle yine azizdir. Zulüm ise çirkin bir sıfat olduğundan, zâlim kişi rakibine hâkim de olsa yine zelil ve aşağı bir kişidir.
Burada, şahısların bu manevî hâlleri değil, dünya hayatında oynadıkları rol esas alınıyor. Zâlim bir kişi mazlumu eziyorsa, zâhiren bir izzet ve hâkimiyet makamında bulunuyor. Mazlum ise zillet içinde bir hayat geçiriyor.
Dünyadaki bu zâhirî izzetin de zilletin de geçici olduğu, bu dünya hayatının kapanmasıyla zâlimin ebediyen zelil ve perişan olacağı, mazlumun ise kısa süren bir zillet ve mahkûmiyetten sonra âhirette imanından gelen bir izzetle ebediyen mesut olacağı ders verilmektedir.