Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Üçüncü Suret Kategorisindeki Tüm İçerikler

Oluşturulma tarihi: 21.02.2025 21:47    Güncellendi: 21.02.2025 21:47

Üçüncü Suret Kategorisindeki Tüm İçerikler

1. "Hem ne kadar hakikî bir adalet, bir mizanla muameleler görülüyor." Bu dünyada hakiki adalete zıt çok icraatlar görüyoruz. İzah eder misiniz?

Adâlet: Kelime olarak zulmetmemek, herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak manalarına geliyor. Üstad Hazretleri adâleti şu şekilde tarif ediyor:

"Adalet iki şıktır. Biri müsbet, diğeri menfidir. Müsbet ise, hak sahibine hakkını vermektir. Şu kısım adalet, bu dünyada bedahet derecesinde ihatası vardır. Çünkü, Üçüncü Hakikatte ispat edildiği gibi, her şeyin istidat lisanıyla ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla ve ıztırar lisanıyla Fâtır-ı Zülcelâlden istediği bütün matlubatını ve vücut ve hayatına lâzım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen ölçülerle bilmüşahede veriyor. Demek adaletin şu kısmı, vücut ve hayat derecesinde kat'î vardır."(1)

Müsbet adâlet her şeyin yerli yerine konulması ve her hak sahibine hakkının verilmesi mânasındadır. Her ruha ona uygun bedenin verilmesi, her bedende organların sayıları, yerleri, büyüklükleri, şekilleri gibi bütün özelliklerinin mükemmel olarak verilmesi bu şıkkı açıkça ispat eder.

Meselâ, kuzunun bedeni de aslanın bedeni de ruhlarına uygun yaratılmıştır. Kuzuya pençe lazım olmadığı gibi, aslan da pençesiz olmaz.

Bu açıdan bakıldığında, kâinatın umumunda mükemmel bir ölçü ve adâletin gözetildiği anlaşılır. Yani kâinattaki bütün ahenk ve ölçüler, intizam ve kâideler hepsi adâletin bu şıkkının tezahürüdür. Her şey mutlak adâlet ve ölçü içinde yaratılmıştır.

"İkinci kısım, menfidir ki, haksızları terbiye etmektir. Yani, haksızların hakkını, tazip ve tecziye ile veriyor. Şu şık ise, çendan tamamıyla şu dünyada tezahür etmiyor. Fakat o hakikatin vücudunu ihsas edecek bir surette, hadsiz işarat ve emarat vardır. Ezcümle, kavm-i Âd ve Semûd'dan tut, ta şu zamanın mütemerrid kavimlerine kadar gelen sille-i tedip ve te'ziyâne-i tâzip, gayet âli bir adaletin hükümran olduğunu hads-i kat'î ile gösteriyor."(2)

Adâletin diğer şıkkı olan menfi adalet ise, suçluyu cezalandırmak, mâsumun hakkını vermektir ki bu adâlet dünyada kâmil manada tecellî etmiyor. Zira adâletin bu kısmı mahşere bırakılıyor. Mahşerde her hak sahibi hakkını alacağı gibi, her zâlim de cezasını tam mânası ile çekecek. Allah bu adâleti tehir eder, ama asla ihmal etmez.

"Hem ne kadar hakikî bir adâlet, bir mizanla muameleler görülüyor." cümlesi, daha ziyade birinci şık adâlete bakıyor denilebilir. Hülâsa; mutlak adâlet hakikatinin asıl ve kâhir mânası müsbet adâlettir diye anlayabiliriz. Bu mutlak adâletin tecellî sahası ise bütün kâinat ve içindeki eşyadır. Nereye bakarsak bakalım, adâlet ve ölçünün hâkim olduğunu görürüz.

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Onuncu Söz, Onuncu Hakikat (Haşiye).
(2) bk. age.



2. "Saltanatın cenah-ı himayesine iltica eden mültecilerin taltifini ister." cümlesini izah eder misiniz?

Hiçbir haysiyetli idareci ve hâkim, kendine sığınan bir mazlumu, bir çaresizi yüzüstü bırakmaz. Kendi saltanatına sığınanları koruyup beslemek, onların ihtiyaçlarını karşılamak saltanatın gereğidir.

Mutlak saltanat sahibi Allah’tır. Şu kâinat O’nun mülkü ve mahlûkudur. Müminler iman ve ibadet ile Allah’ın mutlak saltanatına boyun eğip itaat ediyorlar ve kâfirlerin şer ve tahriplerinden O’na iltica edip O’ndan yardım istiyorlar.

Mutlak adâlet ve şefkat sahibi olan Allah, bu mümin kullarının ebedî saadet taleplerini geri çevirip onları fena ve yokluğa atıp çürütmez. Böyle bir hâl, O’nun sonsuz rahmeti, hikmeti ve adâleti ile bağdaşmaz.



3. "Halbuki, şu yerlerde o hikmete, o adalete lâyık binden biri icra edilmiyor..." Bundan, insanların dışındaki mahlukatta o adalet ve hikmetin tam olarak uygulandığı manası çıkar mı?

Adalet ikiye ayrılıyor:

Birisi ihkak-ı hak, yani her varlığa, hayatına lazım her şeyin verilmesi. Bu şık, bütün canlılar âleminde en mükemmel şekliyle kendini gösteriyor.

Diğeri ise, zâlimlerin cezalandırılması. Bu şık büyük ölçüde insanlara bakıyor, sonra cinler âlemine. Bu iki grup canlı dışındakiler imtihana tabi değiller.

Zulüm kavramı daha çok insanları hatıra getiriyor. Bununla birlikte Üstad'ın Mesnevi'de belirttiği gibi, hayvanlar âleminin de fıtrî şeriata karşı yaptıkları muhalefetler karşılığında dünyada cezalarını görmeleri söz konusudur.

“Arkadaş! Masum bir insana veya hayvanlara gelen felâketlerde, musibetlerde, beşer fehminin anlayamadığı bazı esbab ve hikmetler vardır. Yalnız meşiet-i İlâhîyenin düsturlarını hâvi şeriat-ı fıtriye ahkâmı, aklın vücuduna tâbi değildir ki, aklı olmayan bir şeye tatbik edilmesin.”(1)

Bunlar beşerin zulümleri karşısında çok cüz’î kalıyorlar. Benzer bir adâlet icrasının da mahşerde bütün canlılar için tahakkuk edeceğini Nebe sûresinden öğreniyoruz. Bu Sûrenin son âyetinde, kâfirin “Ah n’olaydı ben toprak olaydım!..” diyeceği haber veriliyor.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“O gün Allah hayvanları da ihzar edecek, birbirlerinden haklarını alacaklar, daha sonra onlara ‘Toprak olun!’ buyuracak ve hepsi toprak olacaklar. Bu hali gören kâfir onlar gibi toprak olmayı temenni edecektir.”(2)

Beşerin işlediği zulümlerde en büyük payı, insanın kendisine emanet olarak verilen ruhunu ve bedenini küfür ve isyanda kullanmak sûretiyle bizzat kendisine karşı işlediği zulümler teşkil eder.

“...En kıymettar aletleri en kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin.”(3)

Bu mânada bir zulüm, hayvanlar âlemi için söz konusu değildir. Onların her ferdi kendine verilen fıtrî vazifeyi en iyi şekilde yapmak sûretiyle daima ibadet, itaat ve tesbih üzeredir.