Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Yedinci Suret Kategorisindeki Tüm İçerikler

Oluşturulma tarihi: 21.02.2025 21:50    Güncellendi: 21.02.2025 21:50

Yedinci Suret Kategorisindeki Tüm İçerikler

1. Yedinci Sûretin başında; “medenî ahali” içinde gezmekten söz ediliyor. Halbuki, ahalinin bir kısmı medeniyetten uzak, belki bedevî ve vahşi olarak görünüyor. Bunu nasıl anlamalıyız?

"Medenî ahali" ifadesiyle bütün bir insanlık âlemi kastedilmektedir. Her insan medenî olarak yaratılmıştır; Üstad'ın tâbiriyle “medenî-i bittab”dır. Yani insanın yaratılışında medeniyet vardır. Zira insan yalnız yaşayamaz. İhtiyaçlarını tek başına temin edemez. Ancak diğer insanlarla iş bölümü yapmakla bütün ihtiyaçlarını karşılayabilir. İnsanın yaratılışı da bunu gerektirmektedir. Hayvanlar gibi fıtrî bir kürkü yoktur. Terziden, ayakkabıcıya kadar bütün insanlarla işbirliğine ve vazife taksimine mecburdur. Bu ise medenî olmak, yani vahşi hayvanlar gibi yalnız başına yaşamak yerine, diğer insanlarla ortak bir hayat sürmek demektir.

İnsanlar aralarında ilim ve kültürde, teknik ve sanayide farklılıklar olabilir. Fakirlik medenî olmaya engel değildir. Zira medeniyet, fakirliğin değil vahşetin zıddıdır. Fakirliğin zıddı zenginliktir.



2. Yedinci Sûret'in haşiyesinde, levh-i mahfuzda ve onların numuneleri olan tohumlar, çekirdekler, nutfeler ve hafızalarda her şeyin yazıldığı, muhafaza edildiği vurgulanıyor. "Muhafaza, yazı, sûret ve kâlem" kelimelerinden ne anlamalıyız; yazı nasıldır?

Ezelden ebede kadar her şey Allah’ın ilmindedir. Yine ezelden ebede her şey Allah’ın irade ve kudretiyle yaratılır. Şu kâinat, Allah’ın kudretine ayna olduğu ve onu gösterdiği gibi levh-i mahfuz da O’nun ilmine ve hafîziyetine aynadır. Kâinatı yaratmak Allah’a mahsus bir mu’cize olduğu gibi, onda cereyan eden ve edecek her şeyi kaydetmek de O’nun ayrı bir mu’cizesidir.

Bu büyük mu’cizenin küçük misalleriyle yeryüzündeki mahlûklar âdeta dolup taşmaktadır. Bir meyve ağacının plan ve programını bütün çekirdeklerine yerleştirmek, hayretle tefekkür edilmesi gereken büyük bir hâdisedir. Aynı şekilde bütün kuşların ve balıkların planları yumurtalarında yazılmakta, insanlar ve diğer birçok canlıların nutfeleri de onlardan çıkacak mahlûkun bütün özelliklerini şifre olarak taşımaktadır.

İnsanın, diğer canlılardan ayrılan, çok önemli bir yanı vardır. Onun beden yapısı nutfede hülâsa olarak yazılmakla birlikte, cüz’î iradesini hayır veya şerde kullanarak işlediği ameller de levh-i mahfuzun en güzel misali olan hafızasında kaydedilir.

Nutfeler neslin devamına hizmet ettikleri gibi, hâfızalar da mahşer meydanındaki büyük muhasebede birer senet olacaklardır.

İnsan son nefesine kadar iyi veya kötü işler yapabilmektedir. Bu hal gösteriyor ki, hafıza ölüm ötesi içindir.

Çekirdeklerde, tohumlarda ve hafızalardaki kaydedilmenin mahiyetine gelince, bu konuda Nur Külliyatı'ndaki şu ifadeler bize ışık tutar:

“Cenâb-ı Hakk’ın Zât’ı mahlûkata benzemediği gibi ef’ali de benzemiyor.”

Arının zatı örümceğe benzemediği gibi, bal vermesi de ipek örmeye benzemez.

Kendi vücudumuza dönelim. Gözümüz kulağımıza benzemediği gibi, görme de işitmeye benzemez.

Cenâb-ı Hak, bütün varlıklara ayrı ayrı zatlar vermiş, ayrı husûsiyetler takmış ve ayrı vazifeler yüklemiştir. Allah’ın zatı, yarattığı hiçbir varlığın zatına benzemediği gibi fiilleri, işleri de mahlûkatınkine benzemez.

Bu fiillerden birisi de “hıfz etme, muhafaza etme, mahlûkun bütün özelliklerini genetik şifrelerde yazma” fiilidir.

Allah bir ağacın bütün yaptıklarını çekirdeğinde özetler. Biz de okuduğumuz bir kitabın özetini çıkarırız. Bizim özetimizde kitabın bütün ayrıntıları yoktur. Onu bir başkasına okutsak, kitaptaki bilgilerin büyük kısmından mahrum kalır.

Levh-i mahfuza, “bütün tohumlar, çekirdekler, nutfeler” ayna olmakla birlikte, bu konuda da en güzel misal “ahsen-i takvimde” yaratılan insanın hafızasıdır. Hafızada her şey kaydedilir, fakat bizim yazı ile kaydetmemiz gibi değil.

Nur Külliyatı'nda mahlûkatın kalem-i kudretle yazıldığı çokça zikredilir. Burada kudretin icraatı kalemle yazmaya benzetilmiştir. Mahlûkat Allah’ın bir sıfatı olan "kudret"le yazıldığı gibi, onların bütün halleri ve işleri de diğer bir İlâhî sıfat olan "ilim" ile bilinmekte ve kaydedilmektedir.

“Çamın gayet küçük bir tohumunda koca çam ağacının fihristesini ve mukadderatını yazan kalem, elbette semavatı yıldızlarla yazan kalem olabilir.”(1)

(1) bk. Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Beşinci Nükte.



3. "Nasıl küçük küçük cüzdanlar büyük bir kütüğün vücudunu ihsas eder ve küçük küçük senetler bir defter-i kebirin bulunduğunu iş’ar eder..." Cüzdanlar ve kütük burada ne anlamda kullanılmaktadır?

"Nasıl küçük küçük cüzdanlar büyük bir kütüğün vücudunu ihsas eder; ve küçük küçük senetler bir defter-i kebirin bulunduğunu iş’ar eder; ve küçük, kesretli tereşşuhatlar büyük bir su menbaını işmam eder. Aynen öyle de, küçük küçük cüzdanlar hükmünde, hem birer küçük levh-i mahfuz mânâsında, hem büyük Levh-i Mahfuzu yazan kalemden tereşşuh eden küçük küçük noktalar suretinde olan benî beşerin kuvve-i hafızaları, ağaçların meyveleri, meyvelerin çekirdekleri, tohumları, elbette bir hâfıza-i kübrâyı, bir defter-i ekberi, bir Levh-i Mahfuz-u Âzamı ihsas eder, iş’ar eder ve ispat eder. Belki, keskin akıllara gösterir."(1)

Burada kullanılan cüzdandan maksat, bizim kimlik kartlarımızdır. Kimlik kartlarımızın varlığı; bir kütüğün varlığını haber verir. Kütük; nüfus müdürlüklerinde bulunan ana kayıt defteri demektir. Cüzdanımız kaybolduğunda, gidip yenisini hemen çıkarırız.

Dolayısıyla insanların hafızaları, ağaçların meyveleri, meyvelerin çekirdekleri ve tohumları da bizim kimlik kartlarımız gibi olup, ana kütük olan levh-i mahfuzu gösterir. 

(1) bk. Sözler, Onuncu Söz, Yedinci Suret (Haşiye).



4. "Halbuki, o zâtın izzetine ve gayretine dokunacak ve şe’n-i merhameti hiç kabul etmeyecek muameleler, o büyüklerden sudur ediyor; burada cezaya çarpmıyor." Nasıl anlamalıyız? Buna göre helak olan, ceza gören kavimler bu kaidenin dışında mı kalıyor?

Şe’n: Kelime olarak şan, tavır, durum, hal ve keyfiyet demektir. Felsefede ise; bir şeyin hususiyetinin fiilî tezâhürü, neticesi ve eseri demektir.

Merhametin şe’ni, yani şanı ve keyfiyeti; insanların ölüm ile ebedî olarak yok olmalarına müsaade etmez. Öyle ise; ebedî yaşanacak bir diyarın, yani âhiret yurdunun kurulması şefkat ve merhametin muktezası ve şe’nidir, denilir.

Zâlim bu dünyada mazlumu eziyor, mazlum ise intikamını almadan ikisi de ölüp gidiyorlar; bu hâle Allah’ın merhamet ve şefkatinin şe’ni, yani şanı ve tavrı müsaade etmez. Elbette zâlimi mahkûm etmek ve mazlûma hakkını vermek, O’nun sonsuz adaletinin ve merhametinin şe’ni ve muktezasıdır.

“O büyükler” ifadesi, halife-i arz olan insanın meleklerden ve diğer canlılardan üstün olduğunu ifade etmek için kullanılmıştır. Burada esas olarak, “Bir ağacın amelini meyvesinde ve çekirdeğinde yazan bir hikmet, elbette bu büyük mahlûkun amellerini de muhafaza edecektir.” mesajı verilmektedir.

İnsanların isyanlarına bu dünyada ceza verilmemesi, imtihan edilmelerinin bir icabıdır. Ölümle imtihan müddeti dolacak ve kabirde ilk sorgu, mahşerde ve mizanda büyük muhasebe görülecek ve herkes layık olduğu âkibete uğrayacaktır.

Bazı âsi ve zâlim kavimler, peygamberlere zulmettikleri veya sefahette çok aşırı gittikleri için, bu dünyada kahrın tokatlarına maruz kalmışlarsa da temel kâide “cezaların kabre ve ahirete te’cil” edilmesidir. Malum olduğu gibi, her külli hakikatin istisnaları elbette vardır. Dünyadaki bu cezalar, diğer insanların ibret almaları için İlâhî birer ikaz mahiyetindedirler.

“… Bazen dünyada dahi ceza verir. Kurûn-u sâlifede cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azablar gösteriyor ki: İnsan başı boş değil, bir celal ve gayret sillesine her vakit maruzdur.”(1)