Sonsuz hikmeti, eserleri ile sabit olan Allah’ın, ahiret yurdunu kurmayıp, insanları yokluk ve hiçlik kuyusuna atması, Hakîm ismi ve hikmetle bağdaşmaz. Yani Hakîm ismi ve hikmet manası ahiret yurdunun kurulmasını iktiza edip istiyor.
Beka duygusunu verip, bu duyguyu tatmin edecek ahireti icat etmemek, Allah’ın sonsuz hikmeti ile bağdaşmaz. Öyle ise Hakîm ismi ahireti gerektirir denilebilir.
Eğer ahiret olmazsa, dünyadaki bütün hikmetler abes olur. Zira dünyadaki bütün hikmetlerin yönü ve yüzü ahiret âlemine çevrilmiştir, ona işaret etmektedir.
Diğer isimler de bu manada değerlendirilecektir.
Netice olarak, kâinattaki hikmet, adalet, lütuf ve şefkat, ahiretin vücudunu kati bir zaruret ile istiyorlar ve o ebediyet yurdunda daha mükemmel ve devamlı olarak tecelli edeceklerdir.
"Eğer, faraza, tevehhüm ettiğin gibi, daire-i memleketinde daimî menziller, âli mekânlar, sabit makamlar, bâki meskenler, mukim ahali, mes’ud raiyeti bulunmazsa şu hikmet, inâyet, merhamet, adaletin hakikatlerine şu bekàsız memleket mazhar olamadığı malûm ve onlara mazhar olacak, başka yerde de bulunmazsa o vakit, gündüz ortasında güneşin ışığını gördüğümüz halde güneşi inkâr etmek derecesinde bir ahmaklıkla, şu gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek ve şu müşahede ettiğimiz inâyeti inkâr etmek ve şu gördüğümüz merhameti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emârâtı, işârâtı görünen adaleti inkâr etmek lâzım gelir. Hem bu gördüğümüz icraat-ı hakîmâne ve ef’âl-i kerîmâne ve ihsânât-ı rahîmânenin sahibini hâşâ sümme hâşâ sefih bir oyuncu, gaddar bir zalim olduğunu kabul etmek lâzım gelir. Bu ise, hakikatlerin zıtlarına inkılâbıdır."(1)
Sonsuz adaletinin tecellisi kainatın her tarafında sabit olan bir Allah’ın, ahireti yaratmayarak hak sahiplerine haklarını iade etmemesi (çünkü zalim zulmü, mazlum ahı ile eşit bir şekilde ölüp gidiyor) mazlumlarla oynamak, onlarla dalga geçmek, onları şakaya almak anlamına gelir, ki bu sonsuz adaletin haysiyet ve şerefi ile bağdaşmaz.
Her bir eşyaya binlerce hikmet, fayda ve anlam takarak sonsuz hikmet sahibi olduğunu gösterip, sonra en anlamsız ve en hikmetsiz bir iş olan ahireti yaratmamak, Allah’ın sonsuz hikmeti ile asla bağdaşmaz.
Mesela, insana ebedi yaşama arzusunu verip sonra onu yokluğa ve hiçliğe mahkum etmek sonsuz hikmet ve adalet sıfatı ile asla bağdaşmaz. Kainatın genel yapısı ahiret üzerine bina edilmiş ve her bir eşya üzerindeki nakış ve işaretler ahirete bakarken, ahireti yaratmamak ancak sefihlik ve gaddarlık ile izah edilebilir.
Yine cömertliği, mahlukatına olan ihsan ve ikram severliği kainatla sabittir. Allah’ın ahireti yaratmamak ile mahlukatını yokluğa ve hiçliğe atıp sonsuz cömertliğine yakışmayan bir tavır sergilemesi asla ve asla mümkün değildir.
Yine mahlukatına olan rahmet ve acıması kainatla sabit olan Allah’ın, ahireti yaratmamak ile mahlukatını yokluğa ve hiçliğe atıp sonsuz şefkatine yakışmayan bir tavır sergilemesi kesinlikle mümkün değildir.
Adaleti, şefkati, cömertliği kainattaki icraat ve eserleri ile sabit olan Allah’ın, mahlukatı yokluğa ve hiçliğe mahkum etmek anlamına gelen ahireti yaratmaması, O'nun adalet, şefkat, cömertlik gibi sıfatlarına uygun düşmez. Kainatta kısa bir süreliğine mahlukatına adaletli, şefkatli, cömert bir şekilde davranıp sonra onları yokluğa ve hiçliğe atması gaddarlık, zalimlik olur ki Allah bu kötü sıfatlardan münezzeh ve mukaddestir.
(1) bk. Sözler, Onuncu Söz, On Birinci Suret.
Sorudaki ifadelerde, bu dünyanın “hikmet, inayet, merhamet, adaletin hakikatlerine” mazhar olamadığı ve bundan ahiret hayatının lüzumu ders veriliyor.
Burada “Daire-i imkanda daha ahsen yoktur.” hakikatini hatırlayalım. Bu alemde bulunan her varlık ne için yaratılmışsa o görevi yapacağı sıfatlarla, özelliklerle tam olarak donatılmıştır. Ondan daha mükemmeli düşünülemez. Bu konuda sadece insanın elini misal olarak verebiliriz. Bu ortamda ve imkanda, mevcut elimizden daha mükmemmel el olmaz. Altı parmak da hikmete zıttır, dört parmak da…
İşte dünyanın tümünde de bu hakikat geçerlidir. Her isim bu dünyada da kemaliyle tecelli etmiştir, ondan daha güzeli ve mükemmeli yoktur, ancak bu tecelliler dünya hayatının gerektirdiği kadar tahakkuk etmiştir. Mesela, 220 voltluk bir lamba için şu anda gelen akım en iyisidir denildiği gibi.
Şu var ki, hakikatlerin kemali ancak ahiret hayatının olmasıyla tahakkuk edecektir.
Meselâ, Adli, Müntakim gibi isimler, kâfirlerin cezalandırılmasını ister, ama Halim ve Rahman gibi isimler ise imtihanın bir gereği olarak hemen ceza verilmesine müsaade etmez. Ahirette ise, isim ve sıfatlar bütünü ile tam tecellî edecek ve haşmetini ortaya tam olarak koyacaktır.
Hikmeti, genel intizam içinde değerlendirirsek, dünyadaki tecellisi kemaldedir; ama sadece kendi manası açısından bakarsak, ahirete nisbeten tam tecellisinin görünmediği yerler vardır.
Meselâ, hikmet insanın fıtratına ebedî yaşama arzusunu takmış, ama Mümit isminin tecellisiyle insana ölüm de tattırılmışıtır. Sadece bu açıdan bakacak olursak ya da ahireti hariç tutarsak, hikmetsiz bir durum görülür. Ancak, umumî intizamın tamamı açısından bakarsak, insanın neş’e-i uhra ile ahirete münasip bir bedene kavuşarak yeniden yaratılacağını düşünürsek hikmetin kemalde olduğunu anlarız.
İnsan ölüm ile cennete ve ondaki köşklere kavuşacaktır. Cennet ehlinin sarayları, meskenleri daimîdir. Yani, onlar bu yerlerde ebediyen kalacaklardır. Bu nimetleri kaybetmeleri, bu meskenlerden çıkarılmaları söz konusu değildir.
Allah, dünyayı âhiretin bir vitrini şeklinde tanzim etmiştir. Öyle ise, isim ve sıfatlar, bu dünya vitrininde kâfi derecede tecellî ederken, asıl yerde, yani ahirette ise, tam tecellî edecektir.
İsim ve sıfatların bu vitrinde kâfi derecede tecellî etmesi kemalsizlik değil, tam aksine intizam içinde tam kemaldedir, diyebiliriz.
Bu On Birinci Sûrette, kâinattaki faaliyetlerde eseri görünen hikmet, merhamet ve adaletin başka bir âleme işaret ettiğine dikkat çekiliyor. Varlıkların yaratılışında müşahede edilen hikmet ve faydaların ebedî saâdete, yani ahiret âlemine delil olduğu işleniyor.
Hakîm: Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatına ve hikmetlerine vâkıf olan. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan demektir. Bu ismin ana noktası, her şeyin hikmetli ve faydalı yaratılmasıdır. Allah, bu isminin muktezası olarak bütün kâinatı ve mahlûkatı hikmet ve faydalar ile donatmıştır. Bir ağaca dalları ve çiçekleri adedince menfaat ve faydalar takmıştır. Bir âzaya yüzlerce vazife ve hikmetler takarak Hakîm isminin mânasını ve hakikatini, şuûr sahiplerine izhar ve ilan etmiştir.
Nihayetsiz hikmeti, eserleri ile sâbit olan Allah’ın âhiret yurdunu kurmayıp, insanları yokluk ve hiçlik kuyusuna atması “Hakîm” ismi ile ve hikmetle bağdaşmaz. Yani “Hakîm” ismi ve hikmet mânası ahiret yurdunun kurulmasını iktiza edip, istiyor.
Allah, hikmetsiz iş yapmaktan mukaddes ve münezzehtir.
Dünyada tecellî eden isim ve sıfatlar vazife olarak kemaldedir, ama bütünü ile tecellî etme noktasında kemalde değildir. Dünya Cenab-ı Hakk'ın sonsuz rahmetine tam ayna olamıyor. Çünkü rahmet nihayetsiz, insanların ömürleri kısa ve dünya ise fanidir. Bunun için başka ebedî bir âlem lazımdır ki, rahmet devam etsin ve O’nun zenginliğinin aslı orada kemaliyle tezahür etsin. Çünkü dünyadaki bütün nimetler numune ve gölgedir, asılları ise âhirettedir.
Evet, Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatların nihayetsiz mâna ve kemalini göstermek ister. Bunun da kemali ile tecellî edeceği yer âhirettir.
Aynı bakış açısını adalet ve rahmete de tatbik edebiliriz...