Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Üçüncü İşaret Kategorisindeki Tüm İçerikler

Oluşturulma tarihi: 21.02.2025 21:55    Güncellendi: 21.02.2025 21:55

Üçüncü İşaret Kategorisindeki Tüm İçerikler

1. Onuncu Söz, Mukaddime, Üçüncü İşaret hakkında bilgi verir misiniz?

Bu işarette (Onuncu Söz, Üçüncü İşaret), insanın az bir ömürdeki küfrüne karşılık niçin ebedî olarak cehennemde kalacağı izah edilmiştir. Bu konuda Risale-i Nurların farklı yerlerinde geçen ilgili bölümleri şöyle özetleyebiliriz:

Yirmi Üçüncü Söz’de küfrün büyük bir seyyie ve azim bir tahrip olduğu üç ayrı yönüyle nazara veriliyor:

“Mesela küfür bir fenalıktır, bir tahriptir, bir adem-i tasdiktir. Fakat o tek seyyie, bütün kâinatın tahkirini ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tezyifini, bütün insaniyetin terzilini tazammun eder.”(1)

Küfrün kâinatı tahkir olduğu bu derste (Üçüncü İşaret) şöyle ifade ediliyor:

“Şu mektubât-ı Samedâniye derecesinde ve kıymetinde olan kâinatı mânâsız, gayesiz bir derekeye düşürdüğü için, bütün kâinata karşı bir tahkir olduğu gibi...”(2)

Üstadımız “İnsan, şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi...” buyuruyor. Buna göre bir insan herhangi bir günah veya isyana girdiğinde bu menfi hareketini bütün bir kâinatın yardımıyla yapıyor. Meselâ kumar oynuyorsa bedenindeki bütün organlardan yer küresine, havaya, güneşe kadar her şey onun bu işine yardımcı olmuş oluyor. Bu ise kâinata büyük bir hakarettir.

Bütün varlık âlemi esmâ-i İlahiyenin tecellileri olduğundan kâinatın tahkiri, bütün esmâ-i İlâhiyenin tezyifini netice verir. İnsan bütün esmâya mazhar olduğundan, böyle şerefli bir mahluku küfür bataklığına düşürmek büyük bir cinayettir.

Küfrün, mahlûkatın hukukuna bir tecavüz olduğu konusunda şu maddeleri arz etmekte fayda görüyoruz:

a. Bazen büyük bir devletin küçük bir elçisini hiçe saymak, gönderdiği mektubu yırtmak savaş sebebi olabilir. Bu noktada elçinin ve mektubun küçüklüğüne değil, yapılan hareketin büyüklüğüne bakılır. İnkârcılığı meslek edinen kâfir de Allah’ın elçisi olan Hz. Muhammed’i (asm) ve Allah’ın fermanı olan Kur’an’ı hiçe saydığı için büyük bir cinayet işlemiştir. Bunun da cezası ebedî cehennemdir.

b. Her şey kendine mahsus bir lisanla: “Allah vardır, birdir, her şeyin sahibidir, bizler de Onun mahlukları, Onun mektuplarıyız.” derken, kâfir bu hakikati inkâr etmekle bütün varlık alemini yalancılıkla itham etmektedir.

c. Ağzından çıkan bir kelimeye bile mânâsız denilmesine kızan insan, bütün kâinata “mânâsız” demekle, sanatkârının hukukuna büyük bir tecavüz etmiş olmaz mı?

d. Bütün mahlûkat Allah’ın birer memurudurlar. Kâfir ise onları memuriyet makamından indirip, vazifesizlikle ve gayesizlikle itham eder.

İşte Cenâb-ı Hak, mahlûkatının hukukuna yapılan bu tecavüzlere karşı kâfiri ebedî cehennem hapsine mahkûm eder.

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas.
(2) bk. age., Onuncu Söz, Mukaddime, Üçüncü İşaret.



2. "Hatıra gelmesin ki, bu küçücük insanın ne ehemmiyeti var ki bu azîm dünya onun muhasebe-i a’mâli için kapansın, başka bir daire açılsın? Çünkü bu küçücük insan, camiiyet-i fıtrat itibarıyla şu mevcudat içinde bir ustabaşı..." İzah?

İnsan maddeten küçüklüğüyle birlikte akıl ve kalb cihetiyle bütün mahlukatın üstünde bir makamdadır. Zira, bütün kâinat bir saray, o ise Rabbinin misafiridir. Kâinat kitap, o ise onun mütalaa edicisidir.

Bütün güzellikler onun ruhundaki cemale muhabbet duygusuna hitap ederler.

Ve arzın halifesi olan bu insan, dünyada bir imtihana tabi tutulmakla cennetin de cehennemin de çekirdeği olmuştur.

O, “camiiyet-i fıtrat itibarıyla şu mevcudat içinde bir ustabaşı”dır. İnsanın istidadı çok cami olduğu için her nevi ilmi öğrenmeye, her nevi sanatı icra etmeye elverişlidir. Her usta kendi ihtisası sahasında iş görürken, o ustabaşı bütün mevcudatın ibadet ve tesbihlerini temeşa ve tefekkür makamındadır.

Ustabaşı benzetmesinin, bu Söz’ün On Birinci Hakikatı’nda geçen şu ifadelerle yakın ilgisi vardır:

“… Hem yerde en nazik, nazenin, nazdar, âciz, zayıf yaratıp, halbuki bütün yerin nebatî ve hayvanî olan mahlûkatına bir nevi tanzimat memuru yapıp, onların tarz-ı tesbihat ve ibadetlerine müdahale ettirip...”(1)

Bir nevi tanzimat memuru ifadesi, insanın kendi iradesiyle yaptığı tanzimlere bakmanın çok daha ötesinde şöyle bir manayı çağrıştırmaktadır: Cenab-ı Hak, güneşin ışığından meyvenin vitaminine kadar her şeyi insana göre tanzim etmiştir. Bu yönüyle de insan sanki bir tanzimat memuru gibi olmuştur.

İnsan o yüksek istidadıyla Allah’a muhatap ve dost olmuştur.

İnsanın değerini maddî boyutları ile değil, sahip olduğu maneviyatı ile değerlendirmek lazımdır.

Cenâb-ı Hak bu dünyayı, insanın kulluğu için bir mektep ve bir tâlimgâh olarak yaratmıştır. Allah’a karşı kulluk vazifesini öğrenip salih amel işleyenler, ebedî cennet saraylarına girmeye liyakat kesbederken, kendi iradeleriyle isyan eden ve Allah’ın emirlerine karşı çıkanlar da müstahak oldukları cezaya dûçar olacaklardır.

Cenab-ı Hakk’ın insanın ruhuna koyduğu ebed arzusu, âhiretin en büyük delilidir. Çünkü “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”

(1) bk. Sözler, Onuncu Söz, On Birinci Hakikat.



3. Küfrün, kainatın hizmetlerini ve neticelerini akim bıraktığı, bu yüzden tehditlere maruz kaldığı söyleniyor. Ama gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar, güneşin diğer yaratıklara ısı ve ışık vermesine engel olduğu söylenebilir mi?

Normal olarak gözünü kapayan yalnız kendisine gündüzü gece yapar. Fakat bazı durumlarda işini ve vazifesini ihmal edenler, diğer amelelerin de işlerini sıkıntıya düşürebilir. Mesela, bin kişinin çalıştığı bir üretim fabrikasında, birisinin vazifesi de elektriği tamir etmek olursa, bunun vazifesini terk etmesi sadece kendisine değil, diğer tüm çalışanların zarar görmesine vesile olabilir.

Üstadımız Yirmi Üçüncü Lem'anın Hatimesinde bu konuya güzel açıklık getirmektedir. Kısa bir bölümü şöyledir:

"Nasıl ki bir padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için, âdi bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar."

"Öyle de ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulüm eder. Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sânie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve her biri birer mektub-u Samedânî ve birer âyine-i esmâ-i Rabbâniye olan mevcudatı âli makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid, perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder, kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder."(1)

Mevcudatın yaratılış gayesi, Allah’ın kendini bütün isim ve sıfatları ile insana tanıtmak ve sevdirmek istemesidir.

İnsanın yaratılış gayesi de iman ve ubûdiyettir. Koca kâinatın çarkları insanın iman ve ibadet etmesi gayesine hizmet ederken, insanın küfür ve dalâlet ile bu vazifeyi terk etmesi, hem kâinatın hukukuna bir tecavüz, hem de kâinatın tümünde tecellî eden esmâ-i hüsnaya bir hakarettir.

Bazı suçların cezası dünyada bile müebbet bir hapis iken, küfür cinayetinin cezasının ebedî olması gayet mâkuldür ve âdildir.

(1) bk. Lem'alar, Yirmi Üçüncü Lem'a, Hatime.



4. "Küfür, şu mektubât-ı Samedâniye derecesinde ve kıymetinde olan kâinatı mânâsız, gayesiz bir derekeye düşürdüğü için, bütün kâinata karşı bir tahkir olduğundan, nihayetsiz bir cinayettir. Nihayetsiz cinayet ise nihayetsiz azabı icab eder." İzah?

Büyük bir gemi düşünelim. Bu gemide hizmet eden yüzlerce insan var. Bu insanların hizmet gayesi geminin gideceği hedefe ulaşmasıdır. Gemi çalışanlarının hepsi hizmet ve vazifesini eksiksiz olarak yapıyorlar. Biz de geminin dümenciliğini yapıyoruz. Bizim vazifemiz dümeni hedef rotasında tutmak. Şimdi biz bu vazifeyi terk edip gemiyi karaya oturtsak, bütün gemi emekçilerinin emeğine ve hizmetine tecavüz etmiş sayılmaz mıyız? O zaman gemide ne kadar çalışan hizmetli varsa, hepsi bizden hakkını istemesi ve alması gerekir.

İşte şu kainat büyük bir gemi hükmündedir. Bu kainat gemisi içinde olan unsurlar ve mahlukat ise hava, toprak, su, güneş, hayvanat, nebatat gibi misaldeki geminin hizmetlileri ve emekçileridir. İnsan ise bu kainat gemisinin dümencisi hükmündedir. Vazifesi ise kainat sahifesinde tecelli eden İlahi isim ve sıfatları talim edip gereğince amel etmektir. Yani insanın şu kainat gemisindeki vazifesi ve gayesi iman ve ibadettir. Kainattaki diğer bütün mahlukat, insanın bu ibadetine ve kulluğuna göre planlanmış ve ona hizmet etmek için programlanmıştır. Dolayısı ile insan, vazifesi olan iman ve ibadeti terk ederse, bütün kainat mürettebatının hukukuna ve hakkına ve emeğine tecavüz etmiş olur. Bu da bir nevi cinayettir.

Devlet nasıl haksız bir suçluya kamu davası açıyor ise, -zira mahkeme kamusal bir kurumdur- bireyler şahsi kusurları ile bu kurumlara maddi ve manevi zarar verirse, kamu hakkına tecavüz etmiş sayılır ve cezasını da görür. Aynı şekilde kainat da bir nevi kamusal alandır. İnsan bu alanda vazifesizliği ile yani iman ve ibadeti terk etmekle bütün kamunun hukukunu çiğnemiş sayılır. Allah da hem kendi hakkı için, hem de kamunun hakkı için insana kamusal dava açar ve cezasını keser. Zira insanın imansızlık ve ibadetsizliği şahsi bir cinayet değil, kamusal bir cinayettir.       

"S. Bir kâfirin mâsiyet-i küfriyesi, mahduttur, kısa bir zamanı işgal ediyor. Ebedî ve gayr-ı mütenahi bir ceza ile tecziyesi adalet-i İlâhiyeye uygun olmadığı gibi, hikmet-i ezeliyeye de muvâfık değildir; merhamet-i İlâhiye müsaade etmez."

"C. O kâfirin cezası gayr-ı mütenahi olduğu teslim edildiği takdirde, kısa bir zamanda irtikâp edilen o mâsiyet-i küfriyenin, gayr-ı mütenahi bir cinayet olduğu altı cihetle sabittir:"

"Birincisi: Küfür üzerine ölen bir kâfir, ebedî bir ömürle yaşayacak olursa, o gayr-ı mütenahi ömrünü behemehal küfürle geçireceği şüphesizdir. Çünkü kâfirin cevher-i ruhu bozulmuştur. Bu itibarla, o bozulmuş olan kalbin gayr-ı mütenahi bir cinayete istidadı vardır. Binaenaleyh, ebedî cezası, adalete muhalif değildir..."(1)

Şayet bu dünyada o kâfire ebedi bir hayat verilse idi, küfrü de ebedi olacaktı. Öyle ise kâfirin ebedi cezalandırılması aynen adalettir. Zira kâfir kendi iradesi ile kalp yuvasını öyle bir bozup kokuşturmuş ki, ebedi bir şekilde imana kabiliyeti kalmamıştır. Hâl böyle olunca, böyle bir adam için bir dakika yaşamak ile ebedi yaşamak arasında iman etmeme noktasından bir fark yoktur.

Nasıl beşer mahkemelerinde suçun işlenme süresi cüzi olduğu halde, müebbet, yani ebedi ceza makul ve vaki ise, aynı şekilde külli küfür cinayetinin ebedi bir ceza ile cezalandırılması da gayet makul ve adildir. Günümüzde birkaç kişiyi öldüren canilere müebbet ceza veriliyor. Hatta bazen birkaç müebbet ceza da verildiği oluyor. Müebbet, sonsuz ve daimi demektir. Demek o caninin ömrü ebedi olmuş olsa idi, cezası da ebedi olacaktı demektir. Yani "sonsuz ceza" kavramı insanlığın hukuk sisteminde de caridir. Hâl böyle iken, küfür sebebi ile had ve hesaba gelmeyen cinayetler işleyen bir kâfire, sonsuz bir ceza verilmesi neden gayriadil ve makul sayılsın?..

Her şey Allah’ı tanıtmak ve sevdirmek üzere programlanmıştır. Bu programın dışına çıkıp, bazı şeyleri bazı sebeplere vermek şirk ve zulümdür, affı kabil değildir. Allah, kainattan matlup olan ilahi maksatlarını miskin ve aciz olan sebeplere yedirmez, onlara bozdurmaz. Bu sebeple kainatın her şeyi üstünde müthiş bir cebir ve izzet ile kendini ihsas edip ilan ediyor. Bu ilana göz kapamayı veya inkar etmeyi de sonsuz bir azap ile cezalandırıyor.

Mesela, Rezzak ismi kainattaki bütün canlıların rızkını mükemmel bir ahenk ve titizlikle temin ediyor. İnsan bu ismin tecellilerini okuyup, önce Rezzak isminin manasını ve hükmünü talim edip, sonra bu ismin sahibi ve kaynağı olan Allah’a intikal etmesi gerekirken, bütün rızıkları sebeplere taksim ederek, ne ismi ne de ismin arkasında duran Allah’ın Zat-ı Akdesini tanımıyor. Bu tanımamak ve inkar hem Rezzak isminin hukukuna bir tecavüzdür, hem de o ismin sahibi olan Allah’a bir hakarettir. Bu sebeple inkar ve küfür ebedi bir cehennemi iktiza ediyor. Bu örneği diğer isimlere de tatbik edebiliriz. Mesela, şifa güzel ve tatlı bir nimet olup, Şafi ismine işaret ediyor iken, insan bu şifa nimetini (inkardan gelen bir hisle) sebep olan ilaçlara verse, aynı zulüm ve çirkinliği irtikap etmiş olur.

Kainatın birinci maksadı Allah’ı insanlara tanıtmak ve sevdirmektir. Bütün mevcudat bu maksat etrafında kümelenmiş hizmet ederken, insanın bu ana maksadı görmezden gelmesi ve inkar etmesi, bir cihetle atomdan gezegenlere kadar her mevcudun hareket ve vazifesini hafife almak ve onların haklarına bir tecavüzdür. Öyle ise basit gibi duran inkar, neticesi itibari ile çok büyük ve zulümlü bir harekettir. "Şirkte büyük bir zulüm vardır." (Lokman, 31/13) ayeti de buna işaret ediyor.

(1) bk. İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi, 7. Ayetin Tefsiri.



5. "Nihayetsiz cinayet ise nihayetsiz azabı icab eder." Kafirden herkes davacı olacak da kafirlerin zerrelerinin suçu nedir ki cehennemde yanacak?

Beden ruhun hanesidir. Bedende meydana gelen bir arızadan doğan hastalıkların elemini ruh çekmektedir. Yani, dişi ağrıyan bir insanın, dişi bir acı çekmediği gibi, böbrek sancısından kıvranan birisinin ızdırabını da böbreği çekmez.

Aynı mana cehennemde de hükmedecektir. Cehennemde yanacak olan bedenin ızdırabını da ruh çekecekir. Bu ızdıraba vesile olan beden zerreleri, tıpkı cehennemde vazifeli olan zebaniler gibi, kendileri azap görmeyecek, ama kâfirin azabına vesile olacaklardır.

Bir ömür boyu Hakk’ı tesbih eden beden zerreleri, bu tesbih ve ibadetlerine cehennemde de o kâfire azap vermek suretiyle devam edeceklerdir.