Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

On İkinci Hakikat Kategorisindeki Tüm İçerikler

Oluşturulma tarihi: 21.02.2025 22:05    Güncellendi: 21.02.2025 22:05

On İkinci Hakikat Kategorisindeki Tüm İçerikler

1. "Bâb-ı Risalet ve Tenzildir, Bismillahirramânirrahîm’in cilvesidir." cümlesine göre; bâb-ı risalet ve tenzilin besmeleyle münasebeti nedir?

Kur’an,ism-i âzamdan ve her ismin mertebe-i âzamından geldiği gibi”, onun birinci derecede muhatabı olan Peygamber Efendimiz (asm.) de ism-i âzama ve bütün isimlerin âzamî tecellisine mazhardır.

"Allah, meleklerden de elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir." (Hac, 22/75)

Besmelenin birinci sırrında izah edildiği gibi, “Allah” ismi bütün âlemlerdeki her türlü esmâ tecellilerini içine alır, zira “Allah” ismi, Cenâb-ı Hakk'ın zâtına bakar.

“Rahmân” ismi yeryüzündeki bütün canlılara yapılan rahmet ve ihsanları ifade eder. “Rahîm” ismi ise insana ve ebedî âlemlere bakar.

Peygamberlerin (as.) vazifesi de insanlara önce kendi nefislerini tanıtmak, kul olduklarını, Allah’ın eseri olduklarını, başıboş olamayacaklarını, ölümle hiçliğe gitmeyip ebedî bir âleme yolcu olduklarını ders vermek ve onların “cennete layık bir kıymet almalarına” çalışmaktır; çevrelerindeki bütün mahlûkatı ve nihayet bütün bir kâinatı Allah namına okutmak, varlık âlemindeki esmâ tecellilerini ders vermektir.

Resulullah Efendimiz (asm.) ve O’nun varisi olan büyük âlimler, önce Kur’an hakikatlerini hayatlarına en güzel şekilde tatbik etmişler, sonra ondaki İlâhî hakikatleri ve hükümleri insanlara tebliğ etmiş, ders vermişlerdir. Bu bakımdan “Bismillahirramânirrahîm” ile peygamberlik vazifesi arasında yakın bir münasebet  vardır.

“Rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten-lil-Âlemîn ünvanıyla Kur'an'da tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm…”(1)

 (1) bk. Lem'alar, On Dördüncü Lem'a, İkinci Makam.



2. "Bütün evliya keşif ve kerametlerine istinad edip ve bütün asfiya tahkikatlarına istinad ederek şahadet ettikleri..." İzah eder misiniz?

Evliya, Allah’ın dostları demek olup, bütün sevgili kullara şümulü vardır. Ancak, evliya denilince akla gelen ilk mana keşif ve keramet sahibi zatlardır.

İrşatlarını ve manevî mücahedelerini sadece keşif ve keramet yoluyla yapmayıp, ilmî açıklamalarda bulunan, âyetlerin tefsirlerini yapan, onlardaki ince manaları ortaya çıkarmaya çalışan tahkik ehli zatlara ise “asfiya” denilmektedir. Bunlar da Allah’ın sevgili kullarıdırlar.



3. "Kâinatın tedbirinde tecelli eden bütün esma-i ilahiye ahireti iktiza eder, belki istilzam eder." İzah eder misiniz?

Kâinatın kurulmasında, yapılandırılmasında, tedbir ve idare edilmesinde ilahi isimler ne kadar etkin ve fail iseler aynı isimler ahiretin kurulmasında, yapılandırılmasında, tedbir ve idare edilmesinde de aynı şekilde etkin ve fail olacaklar. 

Allah’ın her bir ismi ahiret hayatının inşa edilmesini gerekli kılan güçlü birer faktör ve birer etkendirler. 

Mesela, dünya hayatında zulme uğrayan bir mazlumun ahını ve hakkını almadan, dirilmemek üzere ölüp gitmesi hiç adil değildir. Keza zalimin de ceza görmeden dirilmemek üzere ölüp gitmesi, yine ilahi adaletle bağdaşmaz. İlahi adalet mazluma hakkını vermeyi zalime haddini bildirmeyi gerektirir. Dünyada bu tahakkuk etmediğine göre, demek bir büyük mahkeme kurulacak demektir.



4. "Meselâ, insanın ahsen-i takvimdeki hüsn-ü masnuiyeti Sânii gösterdiği gibi, o ahsen-i takvimdeki kabiliyet-i camiasıyla kısa bir zamanda zevâl bulması, haşri gösterir. Bazı kere bir vech ile iki nazarla bakılsa, hem Sânii, hem haşri gösterir." İzahı?

"Hem zannetme ki, haşre delâlet eden kâinatın âyât-ı tekvîniyesi şu geçen bahsettiğimize münhasırdır. Hayır, belki ekser mevcudatta sağa sola açılır perdeler gibi vecih ve keyfiyetleri vardır ki, bir vechi Sânie şehadet ettiği gibi, diğer vechi de haşre işaret eder. Meselâ, insanın ahsen-i takvimdeki hüsn-ü masnuiyeti Sânii gösterdiği gibi, o ahsen-i takvimdeki kabiliyet-i camiasıyla kısa bir zamanda zevâl bulması, haşri gösterir. Bazı kere bir vech ile iki nazarla bakılsa, hem Sânii, hem haşri gösterir. Meselâ, ekser eşyada görünen hikmetin tanzimi, inâyetin tezyini, adaletin tevzini ve rahmetin taltifi, nasıl ki mahiyetlerine bakılsa bir Sâni-i Hakîm, Kerîm, Âdil, Rahîmin dest-i kudretinden çıktığını gösterirler. Onun gibi, bunların kuvveti ve hadsizlikleriyle beraber şunların mazharları olan şu fâni mevcudatın ehemmiyetsiz ve az yaşamasına bakılsa, âhiret görünür."(1)

Buradaki "iki nazar"dan maksat, derin ve sağlam düşünmedir. Yani basit ve sathî bakışlarla ulvî hakikatler ve derin mânalar anlaşılmaz. Bazen bir delil içinde birkaç iman rüknü ispat edilir. Lakin o delilin içindeki iman rükünlerine işaret eden cihet bazen sathî bir nazarla da görülür. Bazen de çok gizlidir, hafidir, işarî ve remzîdir. Bu ise, keskin nazar ve derin bir tefekkür ister.

İnsanın fıtratına sadece tevhid nazarı ile bakan haşri göremeyebilir; bu yüzden ikili bir nazar yani sağlam ve derin bir düşünme ile bakmak icap ediyor.

Dünya nimetlerinin insan karşısında kısa ve yetersiz kalması, insanın bu dünyaya değil, beka âlemine göre yaratıldığını gösteriyor. Yani bu durum dâr-ı bekanın, ebedî bir hayatın varlığına işaret ediyor.

(1) bk. Sözler, Onuncu Söz, On İkinci Hakikat.



5. Onuncu Söz, On İkinci Hakikat hakkında bilgi verir misiniz?

Bu hakikatte izah edilen delilleri şöyle sıralayabiliriz:

a. Hz. Muhammed (asm) âhiretin vukuundan haber vermiş ve âhirete imanı, imanın bir şartı kabul etmiştir. O halde diyebiliriz ki, Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliğini inkâr edemeyen, âhireti inkâr edemez.

Hz. Muhammed’in (asm) bir avuç yiyecek ile bir orduyu doyurması ispat eder ki, âhiret vardır. Şöyle ki;

· Madem bir avuç yiyecek ile bir orduyu doyurmuştur, elbette bu bir mucizedir.

· Madem mu’cize göstermiştir, elbette o bir peygamberdir.

· Madem peygamberdir, elbette yalan söylemez ve yalana tenezzül etmez. O hâlde vermiş olduğu bütün haberler doğrudur ve haktır. O zât âhiretten de haber vermiştir; öyleyse âhiret vardır.

Bunun gibi, “Peygamber Efendimizin (asm) binden fazla mucizesinin her biri âhiretin varlığına da delildir.”

Netice olarak deriz ki: Âhiretin varlığının delilleri, Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliğinin delilleri kadar çoktur. O zâtın nübüvvetini ispat eden bütün deliller, aynı anda âhiretin de vücudunu ispat ederler.

b. Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) gibi, diğer bütün peygamberler de âhiretten haber vermişlerdir. Demek, âhireti inkâr edebilmek için diğer bütün peygamberleri de inkâr etmek lazımdır. Onları inkâr edemeyen, ahireti inkâr edemez.

O hâlde diyebiliriz ki, âhiretin delilleri, peygamberler ve onların mu’cizeleri adedincedir. Her bir peygamber ve o peygamberin elinden sadır olan mucizeler, âhiretin vukuuna birer şahittir ve delildir. Acaba hangi sözün haddi var ki, bütün bu peygamberlerin sözlerini hükümden düşürebilsin?

c. Peygamber Efendimiz (asm) ve diğer peygamberler âhiretin varlığına delil olduğu gibi, Kur’an da âhiretin en büyük bir delilidir. Zira Kur’an da âhiretin varlığından haber vermiş ve âhiretin birçok ahvalinden bahsetmiştir.

O hâlde: “Kur’an’ın bir benzerinin getirilememesi âhiretin varlığını ispat eder.”

· Madem benzeri getirilemiyor, o hâlde Allah’ın kelamıdır. İçindeki her söz haktır ve gerçektir.

Demek, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunu ispat eden bütün deliller, aynı anda âhiretin varlığını da ispat etmektedirler. O hâlde âhiretin varlığının delilleri, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu ispat eden deliller adedincedir.

d. Kur’an gibi diğer bütün semavi kitaplar da âhiretten haber vermekte, cennet ve cehennemden bahsetmektedir. O hâlde âhireti inkâr etmek için, sadece Kur’an’ı inkâr etmek de yetmez; diğer bütün semavi kitapları da inkâr edebilmek gerekir.

Hangi sözün haddi var ki, bütün semavi kitapların müttefiken haber verdikleri bir meseleyi çürütebilsin?

e. Âhiretin varlığının diğer bir delili de bütün evliya ve asfiyadır. Evet, evliya keşif ve kerametlerine istinaden; asfiya ve âlimler de delil ve hüccetlerine itimaden âhiretin vukuunu haber vermişlerdir.

Acaba bütün evliyaların ve asfiyaların haber verdikleri ve hakkında ittifak ettikleri bir mesele elbette kati ve kesindir. Aksi düşünülemez.

Kaldı ki bu konuda söz hakkı onlarındır. Zira bir fende ve sanatta, münakaşaya sebep olan bir meselede, o fennin ve sanatın dâhilerinin sözü geçer; diğerlerinin sözü kabul edilmez. Meselâ bir hastalığın keşfinde, küçük bir tabibin sözü, büyük mimarın sözüne tercih edilir. Çünkü mesele tıptır ve bu konuda söz hakkı doktorlarındır.

Aynen bunun gibi, âhiret meselesinde de aklı gözüne inmiş ve maneviyata karşı körleşmiş bir filozofun sözü geçmez ve kabul edilmez. Bu konuda söz hakkı, başta peygamberler olarak, evliya ve asfiyanındır.